Şamanlık: Anahan Dini, ilk cinsel yasakları ile; KAN kutsallığn sembolü olan Totemler dinidir:
Arapça BATIN denilen, Morgan’ın Gens dediği aile, KAN (KHAN) örgütlü toplum, Din o örgütçe Yersu’lu ve Totem’lidir: “Tsinlerin dini, özellikle aile dayanışmasını var eden ve güçlendiren bir dindir. Her Yersu kendi Batın’ının özel koruyucusudur, has tanrısıdır. Bu din bir yandan aileye ve Totemizme bağlı olduğu halde, öte yandan ANACIL NESEB’e dayanır. Buna, kadın elemanına bağışladığı imtiyazlardan ötürü, KADIN DİNİ de denilebilir. Avrupa’lıların ŞAMANİZM dedikleri din, Türklerin yalnız bu Kadın Dini sisteminden, yani 4’lü sınıflamaya dayanmış TSİN dininden ibarettir.” ( s.20-21).
“Tsinler, daha aşiret hayatı yaşarken, aşiret 4 Batından derleşikti. Her Batın (karın), ordugahın bir cihetini kendisine tahsis ettiği için, cihetler, Batınların sembolü renklerle boyalıdır. Her Batın’ın bir Totemi vardır ki, bir hayvan adıdır. Her batın kendisine bir mevsimi kutsal zaman saydığından, kendi Totemini özel mabuduna (tapacağına) ve gene kendine has olan mevsimde kurban eder. Elemanlardan her biri, Batın’lardan birinin sembolüdür. Tüm aşiretin Totemi ise Öküz’dür. Bundan dolayı, yıl ortasında 4 tapacağın babasına öküz kurban edilir.” (Z. Gökalp: Keza, s.16).
“4 elemanın temsil ettiği tapacaklara, Orkhon Kitabesi’nde YERSU’lar adı verir. Yersu’lar ilkin 4 iken sonra 3’e, daha sonra 8’e ve en sonra da 17’ye çıktılar.” (keza, s. 34). “Renk deyimleri vaktiyle birer ayrı kutsallığın sembolleriydiler. İlk zamanlar, aşiret 4 Batın’a ayrılmıştı. Her Batın’ın ayrı ortak vicdanı, ayrı dayanışması, ayrı ülküsü vardı. Bu ayrılıkları cihetlerden, mevsimlerden, elemanlardan, hayvanlardan, renklerden edinilmiş 4 çeşit sembollerde görüyoruz. Bu 4 Batın’dan her birinin ayrı bir kutsallığı vardır. Kutsallığın 4 çeşidi, bu 4 çeşit sembollerden tecelli eder… Batın, ailenin en eski ve en büyük dairesidir.” (Keza, s.20).
“Bu dinin ruhanileri: KAM’lar, yahut KAMAN’lardır. Şaman sözcüğü bundan çıkmıştır. Şaman’a Yakut’larda OYON adı verilir ki, Oğuz’lardaki OZAN sözcüğü ile aynı asıldandır. Böylece, OZAN’ın kadim zamanda ŞAMAN olduğu anlaşılıyor. Yakut’larda kadın Şaman’a ODAKAN derler… Erkek Şamanlar da yaptıkları dini yahut sihircil törenlerde başarı kazanmak için, kadın gibi saçlarını uzatırlar, kadın elbisesi giyerler, ince sesle konuşurlar, hatta kendilerinin gebe kaldıklarına, birtakım balık, karga, ve ilh. gibi şeyler doğurduklarına inanırlar….Şaman, kadına ne denli benzerse, manevi değeri o denli çok olur. Bu kadınlaşma din mecburluğu, Şamanları ters cinsiyete dek götürdüğü söyleniyor.” (Keza, s. 21-22).
Babahanlık’ta nasıl Baba hukuku egemense, Anahanlık dini olan Şamanlık’ta da Ana hukuku egemen olmuştur.
Yakut’larda her Şaman’ın AYEKİLA adlı bir Totemi vardır. AYE: Ana demektir. KİLA: Hayvan demektir.AYEKİLA: Ana-hayvan anlamındadır ki, Anacıl Totem demektir. Bundan başka, her Şaman’ın AMAGAT adlı bir müz’ü vardır. Orkhon Kitabesi’nde bu maddeden kök almış bir de OMAY sözcüğü vardır ki, Thomsen’ce TANRIKIZ diye tercüme edilmiştir.
“Dişi koruyucular, Şaman’lara mahsus değildir. Yakut’larda laiklerin de birer AYEHEZİT’i vardır. AYE: Ana demektir. HEZİT: (ci) edatıdır. AYEHEZİT: Anacı demektir. Bu da dişi bir ruhtur ki, laik olan kişinin koruyucusudur. Görülüyor ki, Şamanizm teşkilatındaki gerek Totemler, gerek Koruyucu ruhlar hep dişidir, bu dinin kadın dini olduğu bununla da sabittir.” (Keza, s.22).
İlk Türk dini, ilk Türk.toplumu gibi, eşitliğin, kardeşliğin ve mutluluğun dinidir. Çünkü içine: Sınıf ve imtiyaz kurdu girmemiştir. Zıtlıkların işlediği Çin toplumu ile Türk toplumu arasındaki başlıca fark budur.
Çin’lilerden YANG ile YEN değerce birbirine eşit değildir. Bu sebeple, YANG olan şeyler (Uğurlu, Yüce), YEN olan şeyler (Uğursuz, alçak) sayılır.. Örneğin, erkek ile sağ YANG oldukları için Yüce, kadın ile sol YEN oldukları için alçaktırlar. Kadının Çin’de hakları erkekten aşağı olması ve sol yanın uğursuz tanınması bu sınıflamayla ilgilidir.
“Türk’lerde iki sınıfın değeri birbirinden başka olmakla beraber, kemmiyetçe (neçelikçe) birbirine denktirler.” (Keza, s. 35). “Türk’e göre hiç bir şey lakutsi (kutsal değil) olamaz. Bundan dolayıdır ki, Türkçe lakutsi sözcüğünün karşılığı yoktur.” (Keza, s. 49).
Yüce ve alçak bulunmayan Toplumun dininde, ne gökler ötesi, ne yerin dibinde ayrı evren de yoktu. Bir tek herkesin gördüğü şu dünya vardı. Türkler herşeyini eşit, canlı ve kutsal bildikleri varlığa, olduğu gibi: “ORTA DÜNYA” diyorlardı: “İlkin budun çağında yalnız orta dünya vardır. Yer’sular yeryüzünde idiler.” (Keza, s. 79). “Orta dünyaya mensup ruhlar, ilkin 4 sınıflamadaki kutsal çeşitlere ayrılmıştır. Orta dünyanın eski Türkçesi JÖN, ACUN’dur. Şamanizm devrinde 4 mevsime mahsus kurban törenler ile, senenin ortasındaki büyük kurban töreni vardı.” (Keza, s. 79-80).
İL DİNİ : ANAHAN + BABAHAN DİNİ
Oğuz adına olan Toplum düzeni, Toplum içine bir ikilik soktu. Bu ikilik BARIŞ anlamına gelen İL içinde, eski Anahanlıkla yeni Babahanlığı uzlaştırmak, barışçıl yoldan bağdaştırmak sayıldı. Topluma ikilik girmişti, ama henüz biri ötekine baskı yapıp üstünlük gösteremiyordu. Belki 4 mevsim dışında aşiretin ortak yıl ortası töreni ÖKÜZ tanrı, OĞUZ töresinin kökü oldu. Kadın egemenliği ile Erkek egemenliği Çin’deki gibi zıtlık içinde sayılmadı.
“Çin sınıflamasından (Ak ve Kara) adlarıyla iki eşit olmayan tabakaya ayrılıyordu. İkinci (İl) sınıflanmasında ise; zümreler ve fertler, SAĞ ve SOL adları ile, birbirine değerce eşit ve birbirinin tamamlayıcısıdır. Bundan başka, kadın ve erkek cinsleri ak ve kara sınıflamasına değil de, SAĞ ve SOL sınıflamasına sokuldukları için, iki cins birbirinin eşiti ve tamamlayıcısıdırlar.” (Keza, . 35).
İl toplumu Türk toplumunun anahancı eğilimine karşı henüz açıkça çıkmak cesaretini bulamaz. Ancak, erkeğin dıştan, zorba egemenlik eğilimini, Oğuz kutsallığının perdesi ardında kadına karşı yerleştirmekten de geri kalmaz.
Oğuz birleşiminde BOZOKLAR Sağ kolu, ÜÇOKLAR Sol kolu teşkil ettiler. İki yoldan böylece birleşerek İL’i var ederlerken, bunların tapacakları da birleşerek 7 HODAY’ı vücuda getirdiler. Bu birleşim şöyle oluyor: Sol kolu teşkil eden aşiret, eski din teşkilatını muhafaza ederek İL’e sol kol oluyor. Biliyoruz ki, eski BUDUN’ın 4 Yersu’su vardı. Bunlardan yalnız DEMİRHAN ile SUHAN kalıyor. Ama bunlar da, Oğuz’larda adlarını değiştirerek, DAĞHAN ve DENİZHAN oluyorlar.
Yersu’lar, Orta dünya gökyüzünün, yani hava küresinin oğullarıdır. Yersu’ların babasına Altay Türkleri OGAN derler. Oğuzlar ise buna GÖKHAN adını veriyorlar. İşte bu suretle, Sol kolun allahlarını (Gökhan, Dağhan, Denizhan) adındaki 3 Yersu’dan ibaret görüyoruz.
“Sağ kol ise, eski Yersu’larını atarak, bunların yerine gökcül tanrılar kabul etmiştir. Bunlar da: Gökhan, Ayhan, Yıldızhan’dır. Demek asıl biçim değişimi sağ kolu teşkil eden bu 4’te olmuştur. Sol kol, kadın dini sistemini muhafaza ettiği halde, Sağ kol bir erkek dini sistemini ibda etmiş, ve bu iki sistemin çiftleşmesinden Oğuz dini doğmuştur:” (Keza, s. 36-37).
“Kadın dini, sonradan erkek dini sistemiyle birleşerek, İl dinini vücuda getirmiştir.” (Keza, s. 21). Böylece İL dini: Anahanlık’la Babahanlığın melezidir.”Oğuz’larda din başkanları siyaset başkanlarından ayrı değildi. 24 Boy beyi hem siyasi, hem dini başkandılar. Bunlar Şölen’de toplanarak ellerini birlikte göğe kaldırdıkları zaman, altışları altış ve kartışları kartıştı, yani duaları dua, bedduaları beddua idi. Oğuz’ların bu 24 beyden başka, Ozan adıyla hem kahin, hem şair, hem sihirbaz olmak üzere ruhanileri de vardı. Bunlar şölen’de Oğuzname’yi okuyarak kobuz çalarlardı. ” (Keza, s. 42).
İL dini de, gene Gökalp’in “BATIN” dediği, Gens = Kan teşkilatının ürünü oldu. Yalnız, Kan içine yarı kadın, yerı erkek hukuku girmişti:
“ONGUN sözcüğü, Camiüt Tevarih’e göre OYTUN sözcüğünden kök alır. OYTUN, mübarektir… Bir hayvan, bir zümrenin. Ongun’u olunca, o zümrenin kişileri o hayvanı öldüremezler, etini yiyemezler ve ona hiçbir yolda taarruz etmeyip tefe’ülen mübarek tanırlarmış.” (Keza, s. 39). “Oğuz’larda Şölen adlı milli bir ziyafet vardır ki, bunda 24 Oğuz beyi hazır bulunurlar. Ama kesilen kurbanın etlerini gelişigüzel yemek olmaz. 6 oktan herbirine mensup olan beylerin ayrı Söğük (yani, yiyebileceği et kısmı) vardır.” “OK’ların, ONGUN’ların SÖĞÜK’leri olduğu gibi, BOY’ların da Tamgaları vardır. Camiüt Tevarih, her BOY’un kendi hayvanlarını ve hazinesini kendine mahsusu Tamga ile işaretlediğini bildiriyor.” (Keza, s. 40-41). “Yakut Türklerinde İL dini iki koldan derleşiktir. Sağ kol: DOKUZ AĞA UZA, Sol kol: SEKİZ AĞA UZA adını alır. AĞA UZA: Yakutça’da BABA SOYU anlamındadır. AYE UZA da: ANA SOYU’dur. Yeryüzündeki BATIN’lar sağda 9 ve solda 8 Batın’a ayrıldığı gibi, gökteki allahlar da, tüm buna paralel olmak üzere, gökyüzünün 9 tabakasını, yeryüzünün 8 bölgesini tutmuşlardır. Gökyüzü Sağ Kola, Yer Sol Kola karşılık gelir. Gökteki allahlara Yakutlar TANGER, yani Tanrı derler. Yerdeki allahların ise bildiğimiz YERSU’lar olduğu bellidir.” (Keza, s. 43).
Görüyoruz, Şamanlık’ta allahlıkla hiç ilgisi bulunmayan erkek cins, toplumda sürünün kendisine getirdiği güç arttıkça, önce kadını taklit ederek, bir hayli erkekliğini inkar ederek, kendisini allahlar sırasına sinsice çıkartmayı becermiştir. Bu sinsi egemenliğini dokunulmaz kılmak için de, yerden göğe çıkartmış, yükseltmiştir. Kadın kahin, erkek ruhani başkan yapılmıştır: “Eski Türkler, İL dinine KOM adını verirlerdi. İL dininin din kitabına da NOM derlerdi. İL dinin ruhani reislerine KOYUN, kahinlerine KAM adını verirler.” (Keza, s. 80).
Kan örgütünün bir özelliği de kapalı dünya oluşudur: “İl dinindeki ONGUN’lar da ayrı mukaddes nev’ileri gösterir. Bu nev’ilerden her biri, ayrı bir alem olduğu için, diğerleri için kapalı gibi idi. Binaenaleyh, her biri kendini İç sayarak, öteki nev’ie DIŞ adını verir. Mesela, şimdiki tarikatlar gibi.” “La-kutsi mefhumu olmamakla beraber, DIŞ İL, bir nev’i kutsiliğe nazaran la-kutsidir.” (Keza, s. 79)
İl dini’nin ANAHANLIK toplumundan BABAHANLIK toplumuna geçit basamağı olduğunu gösteren gelişimler saymakla bitmez. Örneğin, İl dini’indeki Gök dünya ötesindeki erişilmez gökyüzü değil, içinde yaşanılan atmosferdi: “Yersuların babası olan Ogan, arzın göbeğinde otururdu. Bunun Oğuz’larda müradifi olan Gökhan’dan mürad Kürre’i havalyye idi, asıl sema değildi.” (Keza, s. 79).”Yukarı sema’yı il dini ilkin 3 kat saydı. Oğuz’un sağ Kolu 3 oktan derleşik olduğu için, yukarıki sema’nın da 3 kat olması tabii idi.” “Orta dünya’nın bölgeleri önce 4 iken, sonra 8, daha sonra 17 oldu.” “Bilahare bunlar da AK ve KARA cinsleriyle ayrıldılar: O zaman AK olanlar YUKARI YÜKSEK, ve KARA olanlar AŞAĞKİ GÖK’ün hükümüne uydular.” (Keza, s. 80).
Erkek, Toplumda egemen olmaya başlayınca, Tanrılar arasına da erkekler katılmıştır. Bu katılışı Z. Gökalp şöyle açıklıyor: “Böyle bir zamanda (Batınların hususi vicdanların ikinci dereceye düşmüş), halkın arasından bir evliya zuhur ederek, mensup olduğu halkın kollektif vicdanını şiddetle duymaya başladı. Bu kollektif vicdan, daha yüce bir allah sembolü altında tecelli etti. Daha yüce sema’dan başka ne olabilir? O halde, bu yeni allah, TANRI yani GÖK adını aldı. Eski allahlar, adlarının da delalet ettiği gibi, HAKİ (yercil) idiler… şimdi, Batın ülküsünden daha yüksek bir ülkü, Barış ülküsü (bir halkın aşiretleri ve batınları arasında kan dökülmemesi ülküsü) doğuyordu. Bu ülkü doğunca, İl dini de kendi kendine biçimlendi..Bu ülküyü ilk duyana TANRI KUTU ünvanı verildi. Bu zat,Barış dinini kurmaya ve bunu gerektiren Devlet teşkilatını vücuda getirmeye kendini memur ve mepus biliyordu. Hükümdarlara TANRI KUTU KİN YÜZ denildiğini Deginyi yazıyor. TANRI KUTU: Allahın gölgesi, Allahın ruhu anlamlarındadır. KİN YÜZ ise: Geniş yüzlü demektir. Cengiz sözcüğünün, Moğollarca bu deyimden değişik olması muhtemeldir.” (Keza, s. 46-47).
“TANRl: Bir dünyaların allahı değildi. Belki bir Türk Uruğunun kavm’ı ilahı (tanrıcıl) idi. Hakan’ın da Tanrı tarafından gönderildiği Orkhon kitabesinden anlaşılıyor: “Fakat, yukarıda Türk tanrısı ve mübarek Türk Yersuları şöyle yaptılar: Türk budunu yok olmasın diye, yeniden bir Budun olsun diye, babam il besleyici Hakan ile anam İl bilici hatunu yükselttiler, göğün tepesinde tutup yukarı çıkarttılar.” (Orhon kitabesi, s.100-101; Z. Gökalp: Türk Töresi, s: 47).
Erkek: Sürü sahibi olarak “İL BESLEYİCİ”, ama kadın da: Geleneksel Anahan olarak “İL – BİLİCİ” durumundadır. Kadın – Erkek dengesi: İL – BARIŞ ve birlik getirmiştir. Oğuz onun sembolüdür: Kişi veya Allah olmaktan ziyade: “Bir Türk Uruğunun” sembolüdür.Osmanlı Padişahlarının hem siyaset, hem din başkanı (Halife) oluşları üzerine, “Zıllül lahü fıl erz” (tanrının yeryüzündeki gölgesi) oluşları da, böylece Türklerde (Töreli insanlarda) İL = Sosyal barış dininden kalma bir deyimdir.
Tekrar edelim: İl toplumu gibi, İl dininde de: henüz Babanın diktatörlüğü yoktur. Anahanla eşitlik vardır. Aile ARDIÇ ağacı ile, Kadın ÇAM (FUSUK) ağacı ile, Erkek HOŞ ağacı ile sembollüdür. Tören: Hoş ormanında yapılır, ve Çam yerin göbeğinde bulunur. Ama yücelikte birdirler:
“Tarih’i Cihanküşa, Uygur evlerinde duvara çizilmiş bir “Mel’un ağaç” bulunduğunu anar. Altay Türkleri, erkek dinine mahsus erkekcil törenleri yalnız Hoş ağacının ormanlarında yaparlar. Yine Altay Türkleri için, arzın merkezinde Yersuların başkanı olan Oğan’ın makamında 6’ncı göke kadar yükselmiş bir Çam ağacı vardır. Bu ağacın yüksekliği Ogan’ın 16.ncı gökte yerleşik bulunan BAYÜLKEN’e eşitliğini gösterir… Hoş ağacının (eski Türklerde adı: Sumu) erkek, Çam ağacının (eski Türklerde: Fusuk) dişi olduğu sanılır. Mahmud’u kaşgari’ye göre Fusuk kadın adlarındandır. ” (Z.Gökalp: Türk töresi, s. 24-25).
İLHANLIK DİNİ : BABAHAN DİNİ
Şamanlıkta ve İl dininde bulunmayan iki zıt kutup, birdenbire İlhanlık dininde görülür. Daha doğrusu, İlhanlık dini, o zamana dek toplum ve tabiatta hep eşit sayılan şeylerin birbirlerine zıtlaşması ile bu zıtlığın gökyüzüne aksetmesi yüzünden doğdu. Toplum içinde zıtlık belirince: Onu yatıştıracak AHLAK kuralları gerekti. İnsanlar artık, sağından-solundan özel bekçilerle kollandı. O zamana dek, her yer bu dünya cenneti iken, bundan böyle: Mükafat-Ceza bu dünyada nasıl icat edildiyse, öbür dünyada da: Cennet-Cehennem icat edildi:
Mükafat ve mücazat allahlarının iki tabakaya ayrılmasından, ilhanlık dini vücuda gelir. İl dinine SİYASAL SİSTEM denilebileceği gibi, İllhanlık dinine de AHLAK SİSTEMİ adı verilebilir. Çünkü Ahlak görevlerinin müeyyidesi bu allahların faaliyetleridir…Altay Türklerine göre, bir çocuk dünyaya geleceği zaman, Bayülken oğlu Yayık’ı bu işe memur eder. Memur, süt gölünden bir damla alarak, bununla çocuğun ruhunu yaratır. Yedeğindeki meleklerden bir Yayucu’yu,sevaplarını yazmak üzere bu çocuğa tahsis eder. Bir çocuğun dünyaya geldiğini haber alınca, derhal Erlik Han da bir Körmöz gönderir. Birincisi çocuğun sağında, ikincisi solunda durur. Birincisi sevaplarını, ikincisi günahlarını yazar. Bu iki melek, o adamı ölünceye dek takip ederler. Ölünce, körmüz derhal bu adamın ruhunu kaparak yeraltına götürür. Erlik Han, yeraltındaki Semada siyah bir taht üzerine oturmuştur.Onun daha altındaki katta kazırgan adlı Cehennem vardır. Burada bir kazanın içinde erimiş katran kaynamaktadır. Körmöz, ruhun günahkar olduğunu ispatlarsa, onun emrile bu ruhu kazana atar. Ancak, Yayucu da ruhu yalnız bırakmamış, beraber gelmiştir. Erlik Han’ın mahkemesinde, ölenin sevaplarını sayarak hukukunu savunur. Eğer, sevabı günahından daha çoksa, kazana atılmasına engel olur.
Kazan adaletli olduğu için, ruh onun içinde ancak günahı derecesinde yanar… Günahı azca ise, gözleri, yüzü dışarıda kalır. Çokça ise, yalnız tepesi dışarıda kalır. Kimisi büsbütün batar. Fakat, günahı kadar yandıktan sonra, yine yukarı doğru çıkmaya başlar.
Üçüncü gökte, Cennette yaşıyan Aktu’lar arasında bunların dedeleri ve nineleri vardır. Bunlar, kendi döllerinin ıztırap çekmesine ilgisiz kalamazlar. Mensup oldukları Oğuş’un koruyucusu olan allaha başvururlar. Ölen ruhlar, Cennette de, dünyadaki Boy’lar, Oğuş’lar, Kol’lar, ve İl’lerden derleşik sosyal teşkilat halinde yaşarlar. Bunlar, yerdeki dölleriyle, koruyucuları olan Allahlar arrasında sefaatçilik yaparlar. Allahlar, Yayık aracılığı ile Yayucu’yu sıkıştırırlar. Yayucu bu adamın günahı kadar yanmasını beklemiye mecburdur. Çünkü, cezasını tüm çekmedikçe başı katrandan dışarıya çıkmaz. Baş meydana çıkınca, Yayucu, tepesindeki saçtan tutarak ruhu dışarıya çıkarır. (Eski Türklerin tepelerindeki bir tutam saç bırakmaları bunun içindir.)
“Eski Toplumların hemen hepsinde Ruh vücudun biçiminde tasavvur edilirdi: Dolayısıyle, ruh’un da sahibi gibi saçlı olmasına şaşmamalıdır. Yayucu, ruhu ele geçirince, uçarak 3’üncü kat gökteki Cennete, yani, AK’a getirir. Oradaki Aktu’lardan akrabaları çevresine toplanırlar. Kendisine ziyafet çekerler. Cennetin yanında Sütgölü adındaki bir göl vardır. Suyu Kevser kadar tatlıdır. Yine o civarda Sürve dağı vardır. Gölde altın sandallarla seyahat ederler.”
“Orhon Kitabesi’nde, mükafat allahına UZAGÖK Tanrı (yani yukarıdaki Gök Tanrı), Mücazat allahına ASRA YAĞIZ Tanrı (yani aşağıdaki kara Tanrı) adları veriliyor. Yakut mükafat tanrıları arasında bir Dişitanrı vardır ki, adı Ayzıt’tır. Ayzıt, Keldan’lıların Istarta’sı ve Yunanlıların Afrodit = Venüs’ü gibi doğruculuk ve güzellik tanrıçası olduğu halde, onlar gibi ismetin düşmanı değildir.” “Türklerde törenler ak ve kara çeşitlidir: Ak’lara yaz töreni, kara’lara kış töreni denir. Hatta yaz törenini yürüten ak Şaman’a Yakutça’da: Sa-yınki, yani Yazınki adı verilir.” (Keza, s. 53-55).
Böylece, zorbalaşan babahan, toplumdaki egemenliğini tesadüfe bırakmaz. Anahana açıkça saldırmazsa bile, her insanı doğduğu günden, öldükten sonraya dek, sağlı sollu nöbetçiler altında omuzlarından yakalayıp güder. İlhanlık dini sırasında, Türk toplumunun, yakındoğu medeniyetiyle, masal biçiminde de olsa teması kurulmuştur. Irak inançlar’ının müslümanlığa yankılanan “Münkir – Nekir”i: Yayucu-Körmöz adıyla, “Cennet-Cehennem”i: Ak – kara adıyla Türk toplumuna işlemiştir. Türk illerinde bulunmayan katran kazanları (ka-zırganlar)dan Istarte – Ayzıt’a dek bütün Medeniyet sembolleri Türk toplumu içine sürülmüştür. Bu bakımdan İlhanlık dini, Türk toplumunun kendi iç gelişimini çabuklaştırıp paraleline alan dış etkilerle çok ilgilidir.
ÇOBANLIKTA DEMİR ÇAĞI
Irak’ta yahut Çin de toplum Tarım ekonomisine girmiştir; Türk ili henüz Çobanlık ekonomisini aşamamıştır. Tanrılar da, onun için, Grek dünyasındakiler gibi Çoban kılıklarını saklarlar: “Ayzıt’ın halini ilahiler şu suretle tasvir ederler: “Başında kürkten bir kalpak, çıplak omuzlarında beyaz kürkten bir pösteki ayaklarında, baldırlarına kadar siyah çizmeler. Bu hal ile bir kayaya yaslanarak uyuduğunu, yahut ormanda dolaştığını görenin nasıl aklı başında gitmez?” (Keza, s. 56). Akdeniz’in Afrodit’i ile Ortaasya’nın Ayzıt’ı arasında, iklim değişikliklerine uygun bu kadarcık farklar olur.
Bütün o dış etlkilere rağmen, Türk toplumu içinde dış Medeniyetlerin çökertici ve aşağılatıcı sınıf zıtlıkları sokulamaz: “Çinliler çifçi bir millet oldukları halde, Türkler çoban bir ulus idiler. Çinlilerde cinsel bir iş bölümü olduğu halde, Türklerde, tersine her iş ancak erkekle kadının ortaklığı ile tamam olabilirdi.Türklerde kadın tabu değildi. İçeriden evlenme bunun belgesidir.” (Keza; s. 57.) Ayrıca, yukarı Barbarlığın bile yalnız Demir gibi teknik elemanı Türk toplumuna girdi. Böyle demirden bir tekniğin erkek eline geçişi Babahanlığı müthiş güçlenirdi. Oğuz töresince kurulmuş az çok barışçıl ilkel sosyalizm düzenini büsbütün savaşçıl kıldı. O zaman sosyal yapı ile, üstkat ilişkilerinde, demire paralel yukarı Barbarlık değilse bile, İlhanlık dünya ve din düzeni doğdu.
İLHANLIK POLİTİKASI : Açıkça İL’lerin birbirlerini boyunduruklaması idi. “İlhanlık dini, bir İl’in öteki İl’leri ve Budunları cebren kendisine tabi etmesiyle başlar. Çünkü bu siyasi değişiklikten, toplumlar içinde: Hakim ve mahkum, hür ve esir olmak üzere iki eleman ürer. Hakim olan İL Ak’tır. Kişileri de Ak Kemikliler zümresini teşkil eder. Mahkum olan Budunlar kara’dır. Bunlara kara Ulus, Gün, oymak ta denilir: “İl’in ulusunu aldı gitti, il’e Gün e karşı, il oymak” gibi.
“Bir İl’in başka İl’lere hakimiyeti İlhanlıktır. Ilhanlıkta yalnız hakim olan İL’in kişileri SU’dur. Vatandaş haklarına sahiptir. İşte AK ve KARA kavramları bu teşkilattan sonradır ki, Türk teşkilatında uygulama yeri bulabildi.” (Keza, s. 59-60).
İLHANLIK DİNİ: Yukarıdaki siyasi zorbalık ve hakimlik – mahkumluk fıili bir durumda olunca, neden ona uygun bir DİN gerekti? O durumu muhafaza etmek için. Bütün sosyologlar gibi, onları az çok aktarmaya çalışan Ziya Gökalp’te, toplumun gelişim basamaklarını gözönünde tutmadığı için, her olayı tersine yorumlar. Örneğin: “Çinliler kadına gayet az hukuk verdikleri halde, eski Türkler kadına tamamiyle erkeği eşit haklar kabul etmişlerdi. Eski Türk feminizminin esası bu noktada aranmalıdır.” (Keza, s. 53) der. Sanki Türkler oturmuşlar, “feminist” bir ince eğilimle, ve sonradan, kadına hak vermişler. Oysa Türkler; bellki Türk olmadan önce, ANAHANLIK hukukunu yaşıyan İlkel Sosyalizmin Aşağı Barbarlık konağındaki “ALTIN ÇAĞ”larını yaşamışlardı. “Feminizm” Türklere sonradan gelmedi, “anadan doğma” bir düzendi.
DEVLET VAR MI?
Bunun gibi, ilkel Sosyalizmde uzaktan yakından DEVLET adı verilebilecek bir teşkilat yokken, gene Avrupalı üstadlarının ateşine yanan Z. Gökalp’imiz, daha İL teşkilatı sırasında, işaret ettiğimiz gibi: “Barış dinini kurmaya ve bunu gerektiren devlet teşkilatını vücuda getirmeye mepus” (Keza, s. 47) TANRI KUTU adlı Arapların “Peygamber”, Greko – Romenlerin “Yarımtanrı” Kahraman saydıkları kişilerden konu açar. Oysa, nerede devlet varsa, orada İÇ ZOR, DEHŞET, SİVİL SAVAŞ vardır. İL sözcüğünün BARIŞ anlamına geldiğini belirten kimse, yarı Anahan, yarı Babahan uzlaşması olan İL KANKARDEŞLİĞİ teşkilatının doğduğunu bilmeli, ve KAN ÖRGÜTÜ’nün devlet örgütü ile taban tabana zıt bulunduğunu anlamalıdır. Devlet ancak KAN teşkilatının yok olduğu yerde sahneye çıkar.
Gerek İL dininin, gerekse İLHANLIK dininin ortaya çıkış nedenlerini ararken bu sosyal gerçek unutulamaz. Türk toplumunun ne İL teşkilatı, ne İLHANLIK teşkilatı DEVLET değildir. Bütün insanların eşitçe silahlı bulundukları ve katıldıkları KAN teşkilatıdır. Türk toplumunda, Devlet bulunmadığı için, henüz kimse, kimsenin üzerinde zorla egemen olamaz. Yenilen İL, ya bire dek yok edilir, yahut yenen İL içine katılır.Katıldığı zaman da, silahından tecrit edilmesi akla gelmez. Yalnız, Türk toplumunun her KAN’ı (Batın’ı), yenilince, bunu insanüstü bir alınyazısı sayardı. Yenen de, yenilen de daha önce allahlar: YERSULAR değil miydi? Tanrılar arasında geçmiş bir hesaplaşmadan, ne yenilen, ne yenen, ne kendisini, ne başkasını sorumlu saymazdı: “Her Batın’ın kendi Yersu’su, aşiretin Ogan’ında daha çok nüfuzlu idi. Bundan dolayıdır ki, Batın’lar arasıda Kan davası ve Gazve gibi badireler eksik olmazdı. Hatta, Batın’ları, özel allahları olan YERSU’lar gazveye, akına, muharebeye iterdi. Ogan, aşiretin sembolü olmakla beraber, bir Barış Allahı değildi.Ondan ötürü kavgalara engel olmak onun rolü değildi. Buna karşılık, her YERSU, yalnız kendi Batın’ının özel dayanışmasına değer verdiği için, onun üstün gelmesine çalışırdı.” (Keza, s. 46).
Hani burada DEVLET? İlhanlik çağındaki Türk toplumu için de devlet yoktur. Devlet olmayınca, toplum insanlarının çoğunluğunu silahsızlandırıp, bir avuç azınlığı silahlandırmak ve karşı geleni sinderecek Hapishaneler bulundurmak, o zamanki Türk toplumunun bilmediği şeydi. Allahı ile birlikte yenilip, yenen Kan’ın içine katılmış Kan, onunla bir Federasyon kurardı. Anahanlık çağında, baskı ve zor Toplum içine sığmadığı için, yenen BOY “Sağ” Kol, yenilen BOY “Sol” Kol sayılmakla yetiniliyordu. İlhanlık çağında, Demir’i de ele geçiren Babahan, İL çağındaki yumuşak, kadın – erkek melez güdümünden çok daha baskı ve zor kullanma firsatını bulmuştu. Ama, SOY egemenliğini sürdürecek hiçbir siyasi teşkilatı yoktu. Devleti yoktu. Kan teşkilatı vardı. Kan kardeşleri arasında üstlük, astlık silah gücü ve hapishane zoru ile sağlanmazdı.
Tek yol kalıyordu: TANRICILIK, DİN.. İnsanları Toplum kurallarıyla SİLAHSIZLANDIRMA imkansız olunca, “Kafadan gayrımüsellah” yapmak halk deyimi ile: RUH ve DÜŞÜNCE, Mantık ve ahlak bakımından altlık – üstlük düzenine alıştırmak gerekiyordu. Din: manevi Devlet’ti. Türk toplumunda sosyal sınıf olsa hemen o açıdan kanunlar çıkarılır, Yunan kentlerinde ki Tiran oyunlarıyla, bir avuç silahlı adam, nüfus çoğunluğunu Köle durumuna getirir ve idare ederdi. Türk toplumunda ne Köle, ne Efendi yaşıyamazdı. Geriye, yenenlerin bir YERSU veya SOY üstünlüğünü tanımak ve sürdürmek.kalıyordu. Üstün geliş, Tanrıcıl bir olay değil miydi? Toplumda bir SOY’un üst sayılışı da, Allahın çizdiği alın yazısı olabilirdi. Herkesin Kan kardeşi sayıldıği bir Toplum düzeninde: Üstlük, astlık kimseyi sömürme aracı olmadığı, tersine, her an kopabilen savaşlarda bir disiplin ve teşkilat hiyerarşisi sağladığı için, SOY üstünlüğü, yenilmiş alt insanlarca bile, tabii ve yararlı bir kutsallık sayılabilirdi. Yersu’ları, Ongun’ları ile varlığın natürel ve sosyal dört bucağını canlar, allahlarla doldurmuş bulunan ilkel Türk toplumu kadar bu yönde gelişmeye elverişli toplum bulunamazdı.
Onun için İL dini gibi, İlhanlık dini de, neredeyse kimsecikleri tedirgin etmeden, yenilenlerle yenenleri birbirlerine katmaksızın kaynaştıran yaşama yasası oldu. Konu bu açıdan ele alınınca, olağanüstü açık bir gelişim gösterir.
“İlhanlıkta, bir İL AK – KEMİK tanılıyor. Ötekileri KARA – KEMİK sayılarak, bu İl’in uyduluğu altına giriyorlar… Hakim olan İl, velayet’i ammeyi haiz olmak üzere, kutsal olmak gerekir. Kutsal olmak için de, bir Totemin veya bir Allahın sülalesinden gelmesi şarttır.Allah, kadınlara ya bir nur sütunu yahut bir hayvan ve kimi de bir insan biçiminde tecelli eder. Kadın, Allah-çocuklar doğurur. Bunlardan türeyen bir İL, hakimiyeti velayet’i ammeyi haiz sayılır.” (Keza, s. 75).
YERİN GÖĞE ÇIKIŞI
Toplumdaki yeni düzen çarçabuk, Homer’in, Heziod’un. Yunan Tarih öncesinde yaptıklarını tekrarlar.Ozan’lar, Kam’lar, Koyun’lar, Ongun (Totem)’ler, Alp (Kahraman)’lar, Yersu’lar, Çığı’lar, Çar (yabancı ruh)’lar, Süyek (Kemik)’ler, Yatır (Eşik)’ler, Tin (fizyolojik can)’lar, Eş (Tüm varlıktaki can)’lar, Sör (soluyan varlıktaki can)’lar, Atasağun (Beden helkimi: Otacı)’lar, Çör (sör: cin)’ler; Mana (kutsalık)’lar ne güne duruyor? Hepsi birbirine karışır. Tavuk – At – Tavşan – Öküz – İt (pars) – Domuz (sıçan) – Maymun – Yılan – Sıçan – Pars-Koyun – Timsah gibi çoğu hayvanı, Fusuk (çam) – Hoş – Ardıç gibi ağaç Totem’lerin bin yıllardan beri işlediği cinsel yasaklardan doğma duygu yücelişleri: AŞK ve ÜLKÜ aşırılığı, çarçabuk yerden göğe yükselirken; yeryüzünden yerin dibine de alçaltmalar: KİN ve LANET’ler belirir.
Şamanlık’ta: her yer ACUN (Orta dünya) ve herşey MANA (Kutsal) iken, İL Dini’nde: ACUM’a AŞAĞI GÖK deyip, KARA kişiler oturtuldu; AK kişiler (Babahan hukuklu Kan’lar) için ayrı bir YUKARI GÖK icat edildi. Kutsallık bakımından yeryüzü ile gökyüzü arasında pek açık fark konulamıyordu. İLHANLIK Dini’nde: Babahanlık şartsız kayıtsız egemen olduğu için, alt ettiklerini püskürteceği, medeniyetin “cehennem”ini hazırlayan, bir kapkara AŞAĞI GÖK icat etti: “aşağı sema, İlhanlık dini teşekkül ettikten sonra tasavvur edildi. Altay Türklerinde bunun katları 7, yahut 9’dur. Aşağı’daki Sema’nın da kendine mahsus güneşi vardır. Fakat, bunun rengi kapkara olup, siyah nurlar saçar:” (Keza, s.80).
İlhanlık çağında Türk toplumu henüz Göçebelik düzeyinde Kent çağına girmek üzereyken, ilişkili bulunduğu Medeniyetlerce geliştirilen DEMİR’e kavuşmuştu. Babahanlık, bu sayılı egemenlik silahını da kutsallaştırmakta ve törenlemekte gecikmedi. Şamanlıkta 4 mevsimde bir yıl ortası kurbanları için, İl dininde 24 boy’a kendi ayrı Sökün’ünden yediren Şölen için törenler yapılırdı: “İlhanlık devrinde demir ayini vardı.Bunlar büyük ibadetler olup, ayrıca da her allah için kurbanlar kesilirdi.” (Keza).
TÜRKLERDE KENTLEŞME
Hz. Muhammed, İslam dinini “Müvahhid” (tek tanrılı) saydığı İbrahim geleneğine bağladı. Kur’an’ın bu metodunu, İslam tarihçileri, Müslüman olarak Türk toplumlarına uyguladılar. Türkler için Arapların İbrahim’ini andıran bir “Müvahhid” icat etmek zorunda kaldılar. Onu, atalara tapan Türk toplumu geleneğine uyarak, Oğuz Han diye kişileştirilen, OĞUZ Kan’ında buldular. Öylesine ki, Oğuz Kan’ını İbrahim ile yaşıt yapmaya dek gittiler.
Oğuz adlı gerçek bir Kahramanın etiyle kemiğiyle yaşayıp yaşamaması önemli değildir. Oğuz varlığı, Uzak-Yakın Doğu medeniyetleri arasındaki alış – veriş yolları üzerine, (tıpkı Irak – Mısır medeniyetleri arasındaki İbrahim adına bağlı Semit Orta Barbarları gibi), yığılmış Göçebe toplumların sembolü idi. Yazı binlerce yıl önce keşfedilmiş olabilir. Ortaasya toplumları o düzeye, yazıyı kullanmaya varabilmek için, önlerinde aşılacak bir toplum basamağı ile karşılaştılar. O basamak, Akdeniz Greko – Romen toplumlarını Yukarı Barbarlık konağında içine girdikleri KENTLEŞME çağıdır.
Tarih öncesindeki kutsal toplum Ulularını, sınıflı Medeniyetlerin zorba kralları ile karıştıranlar, Türk toplumunu sosyal değişiklik sembollerin, kral sülalelerinin değişmesi biçiminde gösterirler. “Müslüman” sayılan Oğuz Han zamanında “Müvahhid”liğe (tek tanrılığa) benziyen şey, 24 Kan’ın birleşmesiydi. Oğuzlar, Müslüman olmak şöyle dursun, henüz Kentleşmemiş Göçebelerdi. Türk toplumu için kentleşme, İslam tarihçilerine de, Oğuz töresinde (Türklerin Türk adını alışlarından çok sonra başlamıştır. )
“Oğuz Han öldü. En büyük oğlu Gün Han, atası vasıyeti ile onun yerine geçti. Ve dahi atası itikadı üzere idi. Kuzey ve Doğu ülkelerini adi ile imaret edip, onun zamanı, Türkistan’da ve başka yerlerde nice şehirler yapıldı, ve bu ol kraldır ki, Türkistan’da saltanat törenini ve hışi tertibini tayin edip öteki kardeşlerinin orta yerinde Tamga koydu. Ta ki, hiçbir işte buna muhalefet itmiyenler.” “Vakta ki Gün 70 yıl padişah oldu, ol dahi bekaa evine göçtü. Anın dahi en büyük oğlu Kay Han atası yerine geçti… Saltanat bunun elinde ve çocukları elinde karndan karna batndan batna kalup…” (Neşri Tarihi, s.14).
Oğuz adı gibi Gün adı da gerçek kişi değil, öteki Kan’ları İL ölçüsünde birleştirmiş, Anahanlığın egemenliğine erkeğin Babahanlığını da katmış birer Kan teşkilatına ve töresine semboldürler. Oğuz Kan’ından bir kuşak sonra, Türk toplumu Kentleşmeye başlar. Henüz ortada İslamlık bile yoktur.
Ancak İsa’nın doğumundan sonraki 7.ci yüzyılbaşlarında, 622 yılı Hz. Muhammed’e Tanrı elçiliği (Resalet: Peygamberlik) geldi. Bu elçilik: Yeryüzünün Yakındoğu ana medeniyetlerini boğan ve dünya ana ticaret yollarını leşleriyle tıkayan Fars ve Bizans İmparatorluklarını temizlemek için verilmiş bir kutsal görevdi. Bizans, sık sık Barbar aşıları aldığı için, arasıra dirilişe uğratılıyordu. Fars, hem Yakındoğu medeniyetinin ticaret şahdamarı üzerine oturmuş, hem yüzyıllardan beri Barbar aşısı yemediği için kankıran olmuştu.Önce Tarih sahnesinden Fars kaldırılacaktı. Çünkü yeryüzünün en büyük iki kadim medeniyet ocağı (Yakındoğu ve Uzakdoğu) arasındaki tıkanıklık açılmadıkça insanlık rahat nefes alamıyacaktı. İşte o zaman, birbirlerinden hiç haberleri yokken, güneydoğuda Hicaz Araplığı ile, kuzeydoğuda Ortaasya Türklüğü arasında, konuşulmadık bir işbirliği baş gösterdi. Tıkanan en büyük Orta Cihan Ticaret Yolu’nu güneybatı ucundan Araplar, kuzeydoğu ucundan Türkler zorlamaya giriştiler. Araplar da, Türkler de ansızın Batı dünyasının Tarihine giriyorlardı. Sosyal düzey bakımından Araplar önde: Yukarı Barbarlık konağına erişmiş, Medeniyete atlamak üzere idiler. Türkler, onlardan bir basamak geride: Göçebe Çobanlık konağında, henüz Kentleşmeye geçmek üzere idiler. Bu sosyal ve tarihcil ve coğrafyacıl nedenlerle: Orijinal İslam medeniyetini kurmak Araplara, bu kuruluşu bilmeden de olsa savunmak Türklere düşüyordu.
O zaman, Oğuz Han, Gün Han gibi efsane kişilikleri yerine, ilk gerçek Türk kişilerinin adları belirdi. Bunu İslam tarihçileri yazdılar: “Sonraki zamanlar Meysereden Oğuz oğlu Salur nesline (saltanat?) geçip, bunlarınla Fars krallarının Kisraları arasında Muhammed peygamber günlerinde, cahiliyette çok savaşlar oldu.” (Neşri, Keza). İlk Tarihcil Türk toplumu – Arap toplumu buluşması böyle oldu.
En büyük Cihan ticaret Kervanlarının güneybatıdaki UMMAN YOLUNDAN Araplar, kuzeydoğudaki İPEK yolundan Türkler davrandılar. Türkler, İbrahim zamanındaki Göçebe Semitlerin sosyal düzeyinde idiler. Araplar, kendilerinden önce Greklerin, Romalıların ulaştıkları bezirgan Kentlerdeki düzeyde idiler. Türkler, aşiret göçleriyle, Toplum olarak, İbrahim Sıptları gibi, iki Uzak-Yakın Doğu medeniyetleri arasında gelişigüzel trampa yapıcı idiler. Araplar, Finikeliler, Grekler, Romalılar gibi, düzenli, sürekli ve bilinçli yarı korsan, yarı gazveci büyük ticaret alışverişi yapıyorlardı.
Irak ve Suriye sınırları üstünde, Gassan ve Hıyre adlı serhat Arap devletçikleri kurulmuştu. Bu Arap devletçikleri, Bizans – Fars büyük medeniyetleri arasındaki kısır savaşlarda paytak rolünü oynayıp, tabanı hazırlamışlardı, Yeryüzünde en işlek ticaret yollarının şahdamarı IRAK – SURİYE içinde atar. Bu iki gelenekçi dörtyol ağzı Arapların elindedir. İslamlık, işlek ticaret antreposu ve kervansarayı olan Mekke – Medine gibi hicaz kentlerinden kalkışıp yürüyünce, Suriye ile Irak yolları kendiliğindenmişçe önlerinde açılacaktır.
Özellikle Fars medeniyeti, İslam yumruğu ile, bir vuruşta iskambil kağıdından şatolar gibi yıkılıverdi. Bu yıkılış tesadüf değildir. “Mucize” iki yanlı vuruşla başarılmıştır. İslam Araplığı, Yakındoğu medeniyetlerinin geliştirdiği evrencilik ülküsünü bayraklaştıran yukarı Barbarlık savaşçılığını yaman dinamizmi ile atılırken, Ortaasya’da Göçebelikten Kentleşmeye doğru gelişen taptaze Türk gücünü, kendiliğinden, pek düşünmeden, fakat sezerek kendisiyle ortak bulmuştur. Muhammed’in doğduğu gün İslam efsanesinin saydığı olağanüstü olaylar (göllerin kuruması, ırmakların yatak değiştirmesi, ve ilh.), o sezginin zamane alametleriydi. Güneybatıdan Arap-İslam, kuzey doğudan Türk-Şaman akınlarıyla iki ateş arasına düşen Fars imparatorluğu, yıldırım savaşları ortasında yıkılmayıp ta ne yapacaktı?
TÜRK – MÜSLÜMAN SİLAH ARKADAŞLIĞI – DÜŞMANLIĞI
Arap – İslamlığı ile Türk – Şamanlığı, savaş alanında, danışıkli imişçe ve andlaşmışça birbirlerine omuz verdiler. Peygamber Muhammed’in Türkler üzerine iyi şeyler söyleyen Hadis’leri anlamlıdır. Arada, sözleşilmemiş bir Arap Türk ittifakı vardı. Ortak düşman Fars imparatorluğu yıkılır yıkılmaz, Arap dini ile Türk dini birbirlerine dost ve müttefik ellerini uzatmış durumda idiler. İki taraf ta, insanlığın, temiz, güçlü İlkel Sosyalist gelenek ve göreneklerini yaşıyorlardı. Çökmüş Medeniyet maddesini çapul etme pratiği, karşılıklı ülkücülüklerini kaynaştıracak mıydı?
İlk silah arkadaşlığının balayı çabuk geçti. Araplarla Türkler arasında talan edilen Acem İmparatorluğu yıkılınca, işler değişti.
İslamlığın ilk ülkücü çağı olan Hülefa’i Raşidin zamanı, Halife Osman kumandanı Said İbni-I’As’a para ile barış yaptırttı. Bu, Arap – Türk silah arkadaşlığına karşı gösterilmiş son saygı oldu.
Bezirgan saltanatını bütün kalleşliği ve korkunçluğu ile hortlatan Emeviye hükümdarlığı ile birlikte işler tersine döndü. Arap İslamlığı, Acem saltanatını Ortaasya’dan geçen İpek Yolu’nu açmak için yenmişti. Şimdi ise bu yolun üstünde Türkler duruyordu. Araplar, Türklere karşı hemen Acemlerle elele verdiler. Halife Yezid zamanı, Cürcan ülkesi savaş alanı oldu. Karşı taraf, üzerlerine gelmiş bulunan “Yezid’in askerinden bulduklarını katlettiler.” (Ravzatül Ahbar, s. 301). Buna karşılık, Yezid tarafı, kale kapıcılarını parayla satın almanın yolunu buldu. O sayede esirler, mallar, kumaşlar “Acem başkanlarının ve Arap kumandanlarının ellerine geçti.” “Beş fersah mesafeye dek darağaçları diktiler… Esirleri bir değirmenin harkı kenarına götürüp, koyun gibi boğazladılar. Akan kanla değirmen döndü ve ol değirmenin unundan ekmek pişirip Yezid’e yedirdiler.” (Keza, s. 303).
Yıl 680’den sonralarıydı. İslamlığın kuruluşu üzerinden yüz yıl geçmemişti. İslam Arap – Acemler kan cümbüşü ile Türk avına çıkmışlardı. Henüz Cengiz ve Timur’ların karşı taarruzlarından uzaktı. Fakat, İslamlık saltanata düştükçe, kendi mezar – kazıcılarını Türkler arasından çağırmamazlık edemiyecekti.
Hişam bin Abdül – Melik zamanında: “Cerrah İbni Abdullah, Hazer vilayetine varıp, çok kimseleri kati ve gaaret ve esir idüp Azerbaycan’a giri döndükçe, Gor hükümdarı Hakan’a ve Türk sınıflarına haber gönderip… yardım istedi. Hakan ve öteki Türkler 100 binden ziyade toplandı… Hakan’ın oğlu bile (birlik) idi…Müslümanlar yenilgiye uğradılar. Türk askeri Azerbaycan’a geldiler.” (Keza, s. 333).
Müslümanlıkla Türkler arasında o kanlı med ve cezirler Cengiz ve Timur çağına dek sürecektir. Ve Arapça tarihler Türkleri Cengiz çağında bile “soysuz” olmakla suçlayacak ve şöyle tasvir edeceklerdir: “Türk adını alan Ye’cüc Mecüc’ün artıklarıdırlar. Yabani hayvan gibi kolay yaşarlar. Topunun da ne hakimleri, ne dinleri, ne itikatları vardır. Puta, güneşe, yıldızlara taparlar: Haram’ı, helal’i bilmezler.” (E’bi-I Abbas Ahmed: “Ahbar-üd Düvel ve Asarüd Düvel fit Tarih”, s.284).
(III ve son bölüm yakında…)