Sovyetler Birliği nasıl olurdu da çözülmezdi? – Dr. Suat Kamil Aksoy

82

Biz şu ana kadar yazdıklarımızda esas yönleri itibariyle Marx tarafından da desteklenen reel sosyalizmin yanlış bir pradigma üzerine kurulmuş olduğunu iddia ettik. Ayrıca Marx’ın işçi sınıfı ile ilgili beklentilerinin yanlış olduğunu söyledik. Marx’ın temel katkısı açısından yanlış anlaşıldığını da iddia ettik. Buradan yola çıkarak bu durumun tam tersinin vukuu bulma olasılığını hayal edebiliriz. Yani Marx yanıldığı konuda yanlış anlaşılsaydı ve yanılmadığı konuda doğru anlaşılsaydı ne olurdu diye sorabiliriz. Aslında Marx’ı iktisatta yanlış anlayanlar siyasette de yanlış anlasalardı yine de daha talihli bir sonuç olabilirdi. Ne yazık ki gerçekleşmiş olan en kötü olasılıktır.
Marx bir çok metninde yeni düzen için ortaklık kavramını kullanır, kooperatiflerden bahseder, devlet mülkiyetinden bahsetmeden kolektif mülkiyetten bahseder. Hisse senetli anonim şirketlerden kapitalizmin kapitalizm içinde aşılması olarak söz eder. Tüm bunları geleceğin toplumunun nüveleri olarak görür. Hatta onun iktisat manifestosu olan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adlı kitabının önsözünde onu bildiğimizden farklı olarak anlamamıza yol açacak okkalı sözler bulunmaktadır.
Şöyle ki: “Nasıl ki bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir altüst oluş dönemi hakkında da, bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi gözönünde tutularak, bir hükme varılamaz; tam tersine, bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar. Geniş çizgileriyle, asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal-ekonomik şekillenmenin ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelendirilebilirler.”

Marx’ın bu sözleri günümüzde de etkili olan pradigmaa açısından aykırı sözlerdir. Zaten yanlış pradigmaanın yazıcıları açısından bu sözler Marx’ın ayarının bozulduğu yerler olarak parantez içine alınırlar. Parantez içindeki bu bölümler çubuk bükme, öznelci eğilimlere set çeken nesnelci müdahale olarak görülürler. Bizim Marx’ı yanılmaz olarak sunmak gibi bir gereksinmemiz yok. Bu yüzden onun işçi sınıfı vurgusunu haklı bir siyasal pragmatizm olarak nitelemek suretiyle, Marx’ın aslında yanılmadığını, sadece mücadelede avantaj kazandıracak bir çubuk bükme işlemi yaptığını iddia etmek gibi bir dalavereye de ihtiyacımız olmuyor.. Marx’ın bir başka türlü anlaşılmasının hiç de zor olmadığını hissettirdiysek hayali hikayemize geçebiliriz.

Artık 20. yüzyıla girilmişti. Çarlık Rusya’sı kontrolü altında bulundurduğu geniş topraklarda sarsılmaktaydı. Kapitalizm bu feodal sistemin içerisinde epeyce bir boy atmıştı. Kapitalizmi tarihsel bir zorunluluk olarak ilan etmiş olan marksizm, kapitalizmin öğeleri olan burjuvalar ve işçiler arasında hızla itibar kazanıyordu. Gidişatı engelleme çabaları boşunaydı. Çarlık çaresiz görünüyordu. Burjuvazi hem siyasal, hem de ekonomik bir güç olarak hızla büyüyordu. Feodal döneme özgü yapılanmalar tüm revizyon ve reformlara karşın vadelerini doldurmuş durumdaydılar. Şöyle veya böyle bu düzen yıkılacaktı ve batıda artık epeyce oturmuş olan yeni sistemden kaçma olanağı yoktu. Bir devrim kendisini sürekli olarak hatırlatıyordu. Devrim feodal sistematiği tümüyle tasfiye edeceği aşikar olan nesnel bir akımdı. Ergeç kıyıya çarpacağı bilinen bir tusunami gibi beklenmekteydi. Burjuva devrimleri çağının içinden geçilmekteydi.
Sonunda doğacağı bilinen güneş mecburen doğdu.Ancak küçük bir fark vardı. Marx sadece kapitalizmin tarihsel zorunluluğunu ilan etmiş değildi. Kapitalizmin geçiciliği de tarihsel bir zorunluluktu ve geleceğin toplumunun az çok neye benzeyeceği de hesaplanabilmekteydi. Rusya’da marksizmle içli dışlı olan siyasal akımlar bu veriler doğrultusunda hareket ediyordu. Zaten yeterince gecikmiş olan Rus toplumu daha ileri atılma olanağını dillendiren bolşevikleri hızla iktidara taşıdı. Toplumun güncel kritik sorunlarına da gerçekçi çözümler öneren bolşevikler hiç ummadıkları bir biçimde, tüm iktidarı ellerine geçirdiler. Toprak reformu toplumun ana kitlesini umulmadık şekilde mülk sahibi yapmıştı. Bu gelişmeden topraklarına el konulup paylaşılan mülk sahipleri çok rahatsız oldular. Ama bu kitlesellikteki bir gelişmeye direnmek mümkün değildi. Benzer biçimde sanayi bölgelerinde üretim birimlerine el koyma işlemleri yapılmaktaydı. Bu üretim birimlerinin emekçilere dağıtılması gündeme gelmemişti. Ancak bu el koymalar önemli zararlara ve problemlere yol açıyordu. İlk gözlemlerin ardından tüm uygulama durduruldu. Bolşevik merkez komitesi kriz yaratmayan bir çözüm aranışı ile şiddetli tartışmalara sahne oldu. Başlatılan NEP uygulaması ve devletleştirmeler çeşitli görüş açılarından hem eleştiriliyor, hem sahipleniliyordu. Sonunda bütün görüş açılarının ortak noktaları üzerinden sorunları en aza indirecek bir yaklaşım hakim oldu. Toprak dağıtımı tarımda kapitalizmin tekrar doğuşuna yol açacak gibi görünüyordu. Eski büyük toprak sahiplerinin tekrar toprak almasının önünde bir engel yoktu. Sonunda kollektifleştirmenin teşvik edilmesine ve NEP uygulamasının da birlikte sürdürülmesine karar verildi. Eşzamanlı uygulama başladığında herkes kendi kaygıları açısından rahatlamıştı. NEP uygulamasından kaygı duyan Stalin ve Troçki sonuçtan memnundu. Ortaklıkların hızla yayılacağını hissediyorlardı. Buharin ve Lenin, NEP uygulamasını üretimin aksamaması ve en yüksek düzeyde sağlanması için gerekli buluyorlardı. Rus toprakları açlık ve kıtlığı çok iyi biliyordu. Kaygılarında haksız değillerdi. Üretim birimlerinin mülkiyetine el konması işlemleri güvensizlik ve huzursuzluk yaratmaktaydı. Bu uygulamadan da vazgeçildi. Üretim birimlerinin kullanım hakkı emekçilerde olacak biçimde eski sahipler mülkiyetlerini sürdürdüler. Ancak sanayide sömürüye izin verilmemesi konusunda herkes çok kararlıydı. Bu yüzden tarım dahil tüm üretim birimlerinde elde edilen tüm katma değerin emekçilere emekleri oranında dağıtılması kararı alındı. Kamu giderleri için vergileri emekçiler kendileri ödeyeceklerdi. Gelir üzerinden alınan bu tek dereceli vergi dışındaki tüm vergiler kaldırıldı. Mülk sahibi sınıflar hem mülkleri hakkındaki tehditlerin, hem de üzerlerindeki tüm vergilerin kaldırılması ile epeyce rahatladılar. Ancak ellerindeki mülklerden herhangi bir gelir elde etme imkanları kalmamıştı. Mülklerinin amortismanını karşılayan kiralar gerçek bir gelir anlamına gelmiyordu. Emekçilerin tüm katma değeri paylaşıyor olmaları geriye herhangi bir artık bırakmıyordu. Mülk sahiplerinin en varlıklı kesimi zenginliklerinin yeterli olması yüzünden çalışmayı düşünmediler. Orta düzeydekiler ise gelecek açısından bir gelirin gerekli olduğunu çabucak kavrayarak daha çok yöneticilik işlerine talip oldular. İlk kargaşalıklardan etkilenenler mülklerini herhangi bir kayba uğramadan satarak ülkeyi terkettiler.
Emekçiler ise elde ettikleri katmadeğerin bir kısmını yatırım harcaması olarak kullanmak durumundaydılar. Yatırım kalemi hem yeni yatırımlar için, hem de mevcut üretim birimini mülk edinilmesi için kullanılmaktaydı. Zaten bu birimlerden herhangi bir gelir elde edemeyen mülk sahipleri bunları parça parça satma eğilimindeydiler. Alınan bu kararlar bir yandan emekçilerin gelirlerinin ve varlıklarının artmasına yol açıyor, bir yandan da varlıklıların kendilerini güvende hissetmesini sağlıyordu. Bu yüzden çar yanlısı maceralara pek itibar edilmedi.
Tarımda ve sanayide bazı üretimlerde eski modele izin verilmek durumunda kalınmıştı.
Ancak tarımda ve sanayide optimum büyüklükleri ve yeni teknolojileri uygulamaya sokmakla gelirlerinin hızlı bir biçimde arttığını gören emekçilerde üretkenlik konusunda özel bir duyarlılık oluştu ve emekçiler gelirlerinden yeni ve ileri teknikleri elde etmek için daha fazla yatırım payı ayırma eğilimine girdiler. Ortaklıklarda çalışanların gelirlerinin yüksekliği ve ellerindeki ortaklık paylarının hızla artması yoluyla zenginleşiyor olmaları, sınırlı üretim alanlarında işçi çalıştıran kapitalist kuruluşları güç duruma düşürüyordu. İşçi olarak çalışmak isteyenler hem az bulunuyor, hem de yüksek ücret talep ediyorlardı. Kapitalist kuruluşlar ya çok az kar etmek zorunda kalıyor, yada daha verimli teknolojileri mevcut üretim yapısı amorti olmadan uygulamak zorunda kalıyorlardı. Bu da kısıtlı kaynakların yeterli gelmemesine, borçlanmaya yol açıyordu. Bu yolla bir çok işletme borçları yüzünden emekçilerin yatırım kalemi tarafından satın alınmıştı. Emekçiler ellerindeki paylar sayesinde istedikleri işlerde öncelik kazandıkları için, birikimlerini artırma isteği içerisindeydiler. İşletmeler ise bünyelerinde çalışan emekçilerin ellerindeki payların değerinin mümkün olduğunca yüksek olmasını tercih ediyorlardı. Çünkü bu paylar üretimi geliştirme taleplerinin karşılanması için asli kaynak durumundaydı. Bu gereklilikler olmasaydı herhangi bir gelir vaadetmeyen bu ortaklık payları ile kimse ilgilenmezdi. Zaten üretimde yer almayanlar ellerindeki payları elden çıkarma eğiliminde oluyorlardı. Emekçiler ellerindeki ortaklık paylarının kolayca el değiştirmesine ihtiyaç duymaktaydılar. Tüm ölçeklerde bu rahatlığın sağlanması için muhasebe hızla standardize edildi. Bu işletme paylarının genel işletme payları olarak birleştirilerek standardize edilebilmesini de olanaklı hale getiriyordu. Bu aynı zamanda alım satımlar için daha likit ve derinlikli bir piyasa sağlıyordu. Ayrıca bu yolla çeşitli işletmelerin farklı risk ve avantajları genelleştirilmiş oluyordu. Piyasada işlem gören genel ve özel payların fiyatları genel olarak barındırdıkları özkaynak değeri üzerinden oluşuyordu. Fiyatların özkaynak değerlerinden sapmaları işletme muhasebelerindeki olası farkları yansıtıyordu. İşletmeler emekçileri işe alırken ellerindeki payların özkaynak değerini kriter aldığı, emekçilere düzenli aralıklarla özkaynak değerleri üzerinden pay ödemesi yapıldığı için ve nihayetinde amortisman ve değer değişimlerinden serbestleşen paranın bu paylara ödeniyor olması yüzünden fiyatların özkaynak değeri civarında oluşması kaçınılmazdı. Aksi piyasa hareketleri emekçiler tarafından karlı alım ve satımlar için kullanıldığı için spekülatif girişimciler böyle maceralara kalkışmıyorlardı.
Tüm bu iktisadi mekanizma Sovyetlerdeki üretim alt yapısının hızla değişip, gelişmesine yol açtı. Emek üretkenliği açısından en ileri yöntemler bazen henüz eskimemiş alt yapının çöpe atılmasına yol açsa da hızla uygulama alanına giriyordu. Çoğu durumda geri alt yapı bir çok ülke açısından ileri bir noktayı temsil ettiğinden bu alt yapılar çok büyük kayba uğramadan satılabiliyordu. Sovyetler mallarının kalitesi ve ucuzluğu, emekçilerinin yüksek gelirli oluşu ile sınırlarda iktisadi önlemler alma zorunluluğundan hızla kurtuldu. Ruble serbest piyasada işlem gören bir para birimi olarak hızla dünya parası haline geldi ve büyük bir çoğunluk için elindeki değeri korumanın altından daha güvenli bir aracı oldu.
Sovyetlerdeki hızlı gelişme Almanyada sosyal demokratları uyuşukluklarından kurtarmıştı. Bu durum Almanya’nın kalifiye işgücünde sovyetlere doğru bir kaymaya yol açıyordu. Rusya’dan önce marksizmin kitlelere yayıldığı ilk ülke Almanya idi ve bu benzerlik iki toplumu yakınlaştırıyordu. Kısa sürede iki ülke arasındaki ekonomik ve hukuki sınırlar ortadan kalktı. Aslında Almanya sınırlarını tüm dünyaya açmış olan sovyetler karşısında direnememişti. Bu durum Almanya’nın hasılasının da hızla büyümesine yol açıyordu. Bu yüzden serbestleşme genel olarak hoşnutlukla karşılanıyordu. Bu aynı zamanda Almanya’nın savaştan sonra zor koşullara razı edilmesini de gündemden düşürüyordu. İlişkilerin artması ve Almanya’da sosyalist akımların köklü niteliği hızlı bir kaynaşmaya yol açtı. sovyetlerdeki gelirlerin yüksekliği işgücünü oraya çekiyor ve Almanya’daki ücretler hızla yükseliyordu. Kar marjlarının çok daralması, işletme sahipleri arasında işletmelerini elden çıkarma isteğinin yayılmasına yol açtı. İşçilerin gelirleri ihtiyaçlarının ötesinde arttığı için işletmelerin mülkiyeti hızla işçilerin eline geçmeye başladı. Almanya zaten iş disiplini açısından ciddi alışkanlıklara sahipti. Üretim tekniklerinin de hızla ilerlemesi ile birlikte Avrupa içinde hızla öne çıkmaya başladı. Bu arada son savaştaki olumsuz koşulları öne sürerek oylarını artırmayı başarmış olan naziler artık inandırıcılıklarını yitirmekteydiler. Nazi liderleri artık alay konusu haline gelmişlerdi, sonunda büyük çoğunluğu ülkeyi terk etmek durumunda kaldılar. Almanya 1939 yılına varıldığında artık fiilen bir ortaklar ülkesine dönüşmüştü. 1 Eylül 1939 günü Almanya bir ortaklar cumhuriyeti olduğunu açıkça ilan etti. Sınırlarını tüm dünyaya açtı. Zaten uzun bir süredir sahillerinde zenginleşmiş Rus emekçilerini ağırlayan güney ülkelerinde Almanya’nın bu hamlesinin ardından siyasal bir hareketlenme oldu. Buralardaki emekçiler hızla ürettikleri değerin tümüne sahip olmaları gerektiğini sendikaları aracılığı ile ilan etmeye başladılar. 1945 yılına varıldığında Avrupa birleşik devletleri projesi bir kurgu olmaktan çıkıp sovyetleri de içine alan bir gerçeklik haline geldi. Dünya hasılasının yüzde sekseni bu bölge tarafından üretiliyordu ve dünyanın geri kalanı ile olan açı hızla artıyordu. İngiltere eskiden tek başına sahip olduğu ekonomik gücün çok gerisinde kaldığını kaygıyla izlemekteydi. Dünya hasılasındaki payı yüzde bir sınırına indiğinde yıl 1949 idi. İngiltere bir parlamento kararıyla köleliği ve angaryayı yasaklayan anayasa maddesine işçiliği de ekledi. Böylece İngiltere işçiliğin yasaklandığı ilk ülke oluyordu. Ortaklığın fiilen işçiliği kaldırdığı ülkelerde böyle yasa maddeleri bulunmuyordu. İngiltere, Almanya ile işbirliği halinde yeni sistemin inşasına girişti. Çin, Hindistan ve Japonya bu gelişmenin dışında kalmışlardı. Dünyanın geri kalanının hızla büyümesi huzursuzluklara yol açıyordu. İngiltere’nin aldığı karar 1949 yılı dolmadan bu ülkelerde önemli gelişmeleri tetikledi. Özellikle Çin Mao önderliğinde ortaklık sistemine geçeceğini ilan ettiğinde diğer ülkeler de onu izlediler. Artık dünyanın önemli bir bölümünde sınırlar ortadan kalkmıştı.
Gelişmeleri uzaktan izleyen ABD verimli arazi ve madenleriyle özellikle savaş döneminde hızlı bir büyüme yaşamıştı. Ekonomide dünya liderliğine doğru ilerlemekteyken son yirmi yıl içinde dünya hasılasındaki göz kamaştırıcı payını hızla yitirmişti. Kendisinden sağlanan mal ve hizmetler artmış olmakla birlikte, talep göreceli olarak azalmaktaydı. Ürünlerini pazarladığı alanlarda artık yeni rakipler vardı. ABD içinde kaygılı bir bekleyiş hakimdi. Bazı ürün başlıklarında üretimden vazgeçilmek durumunda kalınmıştı ve bu küçük de olsa kötü gelecek işareti sayılıyordu. Ardından 1968 yılında sonradan büyük bunalım denilen bir kriz patlak verdi. Sürecin uzaması ile iç huzursuzluklar arttı ve dünyanın geri kalanının hızla ilerleyişini izleyen Amerikan halkı 1980 yılının 12 eylülünde bir darbe girişiminde bulundu. Aslında bu bir CIA uygulamasıydı ve dünyanın bir çok yerinde eşzamanlı çeşitli girişimler oldu. Bu girişimler bir kargaşa ortamı doğurdu ve Sovyetlerin başlattığı sistemin bütün dünyaya yayılması ile süreç 1989 da sona erdi. Sovyetlerin bütün dünyada prestiji en yüksek seviyesine erişmişti. Bu güvenle Sovyet lideri Gorbaçov üretim biçimlerinin sarmal olarak geliştiğini, insanlığın bundan sonra yeni türde bir piyasa ekonomisine geçeceğini ilan etti. Bu ekonomi kapitalizm değildi, sadece gelişimin sarmal mantığı icabınca kapitalizmi andırıyordu. Bu fikir ilk önce, daha ileri atılma arzusu ile yanıp tutuşan bütün dünya tarafından coşkuyla karşılandı. Gorbaçov elbette özgürce eleştiriliyordu. Ama saygınlığı da çok büyüktü. Böylece 1991 yılında eski Sovyet sınırlarında geçerli olacak şekilde yeni uygulamaya geçileceği kesinleşti. Bu sürecin ardından dünya artık tümüyle global hale gelecekti.
Gorbaçov yeni üretim biçimine geçilmesi için, ilk önce büyük işletmelerin satılması gerektiğini savunuyordu. Hala büyük servetlere sahip olanlar bu proje ile büyük bir heyecana kapıldılar. İlk olarak dünyanın en yaygın ve kaliteli markası olan Lada’nın satışa çıkarılmasına karar verildi.

Hükümet emekçilerin ellerinde bulunan payları bir araya getirerek bloke etmişti. Bu paylar genel olarak defter değerlerine eşit piyasa değerlerinden işlem görmekteydiler ve düzenli olarak sadece nakde dönüşen amortismanları temettü olarak ödemekteydiler. Hisse senedi değerlemesi açısından kar payı dağıtmayan bu payların F/K oranları doğal olarak çok yüksek görünüyordu. Amortismanlaır gözeterek hesaplanan Fiyat/Kazanç oranı ikiyüz yılı geçiyordu ve hükümet bu payları F/K 50 yıl olacak şekilde fiyatlamıştı. Satın alacaklar bu orana şiddetle itiraz ediyorlardı. Pay sahibi emekçiler ise değerinin dörtte birine satılacak olması yüzünden çok zarar edeceklerini hesaplıyorlardı. Alıcılar ise bu fiyatında yarıya indirilmesi gerektiğini, F/K nın 25 olması gerektiğini, bu koşullarda bile kazıklanmış olacaklarını, çünkü burada gerçek kar olmadığını ödenen temetünün Amortisman olduğunu haklı olarak iddia ediyorlardı. Sonuçta tamamı LADA pay sahibi olan bir milyon emekçinin gösterisinin ardından hükümet payların her zamanki olağan fiyatı olan defter değeri üzerinden satılmasını kabul etmek zorunda kaldı. Ayrıca mevcut pay sahiplerinin mülkiyetindeki payların hükümet tarafından bloke edilmesinin bireylerin mülkiyeti üzerindeki kontrol hakkının ihlal edilmesi anlamına geldiği iddiası ile, hükümet aleyhinde dava açıldı. Bu dava açıldığı gün hükümet geri adım atarak paylardaki
blokajı kaldırdı ve sadece pay sahiplerine tavsiye içeren bir bildiri yayınlamakla yetindi. Aslında bu uygulama olağan bir şey de değildi. Paylar sadece emekçi bir işletme ile çalışmaya başladığında önceden bilinen oranlar çerçevesinde bloke edilebiliyordu. Bu emekçinin çalıştığı işletmenin ortaklığına katılımı anlamına geliyordu. Payların hangi işletmeye ait olduğunun önemi yoktu. Sadece her işletme iş başvurusu yapanların sunduğu payların bilanço değerlerine ilişkin farklı bir görüşe sahip olabiliyordu. Bu doğrultuda bazı işletmelerin paylarını kendisine ait paylara göre daha değersiz saydığını gösteren bir katsayı ile çarparak kabul ediyordu. İşletmenin bloke ettikleri payları satma yetkileri yoktu. Emekçiler işten ayrıldıklarında bu paylar serbestleştiriliyordu. Son anlaşmazlıkta pay sahibi emekçiler paylarını satma fikrine gerçekte karşı değillerdi. Asıl kaygıları payların kendilerinden çok ucuza alınma ihtimaliydi. Gorbaçov tarafından öne sürülen fikirlerin olumlu sonuçlarını onlarda heyecanla bekliyorlardı. Ancak insanlığın ilerleyişinin onların çıkarlarının çiğnenmesi sonucunu vermesine doğal olarak tepki duymuşlardı. Bu ilk girişimi ile Gorbaçov’un prestiji önemli bir yara almıştı. Rakibi Yeltsin bu fırsattan yararlanarak merkez komitede kendi liderliği için oylama yapılmasını talep etti. Yeltsin bu hamlesi ile kendi kişisel kariyeri açısından gerçekten çok akıllıca davranmıştı. Merkez komitede bulunanların için de de Gorbaçov’un düşük fiyat önerisi tepki çekmişti. Ezici çoğunlukla başkanlığı elde eden Yeltsin ilk olarak Gorbaçov’un dillendirdiği yeni üretim biçimi yaklaşımının korunacağını, ardından da, insanlığın bu büyük ilerleyişinde hiçbir engel karşısında boyun eğilemeyeceğini ilan ediyordu. Sloganı ise “durmak yok yola devam” oldu. Emekçiler bu durumu coşkuyla karşıladılar. LADA hisseleri ilan edilen takas günü geldiğinde yüzde 99 a yakın bir oranda satılmıştı. Satın alanlar birlikte davranarak, satıcı pay sahiplerinin eğilimlerine uygun olarak defter değerine eşit fiyattan blok alım emri vermişlerdi. Aslında bu fiyata razı değillerdi. Ama başka planları vardı. Bu olay bütün dünyada yankılandı. Lada aynı zamanda dünyanın en büyük şirketiydi. Bunun ardından hızla başka satış işlemleri devreye girdi. Ancak herkesin gözü Lada’nın üzerindeydi. Lada’nın yeni sahipleri ilk toplantılarında şirketin temel sözleşmesindeki katmadeğer ortaklığı ibaresini kar ortaklığı şeklinde değiştirme kararı aldılar. Bu değişimin ardından klasik anonim şirketlerdeki fiyatlama mekanizması çalışacak ve hissenin fiyatı hızla artacaktı. Bu kararın ilan edildiği gün Lada paylarının değeri gerçektende yükseldi ve yüzde biri hala emekçilerin elinde olan paylar daha yüksek fiyatlardan yeni sahiplerin eline geçtiler. Böylece alınan kararla çıkarım bozuldu diyecek pay sahibi de kalmamış oldu. Borsalarda büyük bir canlanma oldu. Artık bir çok işletme açısından pay sahipleri defter değerine razı değildi. İlk şok Lada da çalışan emekçilere, katmadeğerin paylaştırılmayacağının ilan edilmesi ile yaşandı. Bu gelirlerinin yarı yarıya düşmesi anlamına geliyordu. Son gelişme çalışanlar tarafından öfkeyle karşılandı. Öfke gelirden aldığı pay daha yüksek olan kalifiye emekçilerdeydi. Fabrika işgal girişimi gelişkin güvenlik önlemleri yüzünden çabucak sona erdi. Başkasının mülküne zorla girmeye kalkışmak suçlaması ile en öfkeliler adliyeye sevkedildiler. Aslında çalışanlar büyük oranda stabil bir yaşama alışkındı ve hır gür istemiyorlardı. Üretim birimlerindeki konseylerde de bu yönde fikirler öne sürülüyordu. Merkezi konsey sadece şirket sözleşmesinin değiştirilme kararının geri alınmasını talep eden bir bildiri yayınladı. Bu bildiriye bizzat Yeltsin tarafından ekranlardan yanıt verildi. Yeltsin tarihin ilerleyişi karşısında hiçbir gücün duramayacağını söylüyordu. Lada’nın yeni sahiplerinin kendi mülkleri üzerinde kontrol hakkı bulunduğunu. Herkesin sahibi olduğu mülküne ilişkin özgür iradesiyle karar alabilmesinin anayasal bir hak olduğunu hatırlatıyordu. Lada emekçilerine daha birkaç hafta önce Gorbaçov hükümetinin paylarını hukuk dışı olarak bloke etmesine karşı mücadele edişlerini hatırlatan Yeltsin herkesin eşit haklara sahip olduğunu vurguluyordu. Lada işçilerini çifte standart istemekle suçluyordu.

Yeltsin kitleler karşısında bir ahlak abidesi gibi davranıyordu. Lada emekçileri ki artık Lada işçileriydiler, bu eleştirinin ardından sessizliğe gömüldüler. Zira en hassas noktalarından yakalanmışlardı. Kendileri haksızlığa uğradıklarında kızıl meydanda milyonluk miting yapabiliyorlardı. Halbuki Lada’nın yeni sahipleri az sayıda idiler ve çoğu yaşlıydı. Haklarını aramak için hukuktan başka bir güvenceleri yoktu. Aradan bir ay geçtikten sonra ilk ücret ödemelerini alan emekçiler neredeyse aynı anda aynı şeyi düşündüler. Toplu olarak kızıl meydana yürüdüler. Aslında yeni Lada yönetimi fazla tepki çekmemek için ilan ettiğinden daha yüksek bir ücret ödemişti. Ama bu bile dramatik bir düşüştü. Emekçiler yıllardır sahibi oldukları fabrikada çalışmaktaydılar ve kendilerine karşı sendika kurmak gibi abes bir gereksinimleri olmamıştı. Ayrıca grev yapmaları otomatik olarak fabrikanın gelirinin azalması ve bu da bireysel gelirlerinin azalması anlamına geliyordu. Bu yüzden Kızılmeydan’da fabrikaya dönmeyeceklerini ilan ettiklerinde kendilerine yabancı olan bir grev girişimi içinde değillerdi. Sözcü bir endüstri mühendisiydi. Ve kısaca pek yakında satmış oldukları paylardan elde ettikleri gelirlerle yeni bir otomobil fabrikası kuracaklarını, zaten mevcut Lada fabrikasında artık geçerliğini yitirmiş verimsiz öğelerin bulunduğunu, yeni teknolojilerin birbuçuk katlık bir verimlilik imkanı barındırdığını hesaplamakta olduklarını söyledi. Aslında aradan geçen bir ay içinde gerekli arazi elde edilmiş ve dünyanın dört bir yanına siparişler verilmişti. Mühendisin sakin ve basit konuşması herkesi çok şaşırttı. Herkes büyük olaylar çıkacağın sanıyordu. Kızılmeydan’da emekçiler yeni yatırımlarını kutlamaktaydılar. Günlerdir süren gerilim tatlıya bağlanmış gibiydi. Ancak ertesi gün piyasalarda durum çok vahimdi. Lada hisselerinde zaten sınırlanmış olan işlem hacmi sıfırlanmıştı. Tüm hisseler büyük değer kayıplarıyla günü kapatmıştı. Ardından hisselerde günler süren bir düşüş oldu. Asıl önemlisi Lada’nın yeni işçi alımları için verdiği ilanlara çok sınırlı bir başvuru olmuştu ve başvurularda kabul edilen ücret şirkete kar marjı vermeyecek bir yükseklikteydi. Sonuçta Lada yönetimi ayrılan işçilere her şeyin eskisi gibi olacağı şeklindeki teklifleriyle büyük oranda geri adım attı. Emekçiler ise eskisinden birbuçuk kat fazla gelire ilişkin uzman hesaplarını çoktan incelemişlerdi. Lada yönetimi ancak zarar edeceği koşullarda bu işçileri çalıştırabilirdi. Lada işçileri ise kendi projelerini hayata geçirmek konusunda çok kararlıydılar. Yeltsin bu sürecin ardından ancak bir hafta geçtikten sonra sessizliğini bozdu. Lada emekçilerinin kendi paraları ve emekleri ile yapmak istedikleri konusunda eleştirilmesi pek olanaklı değildi. Lada yönetimi ile emekçiler arasında herhangi bir iş akdi yoktu. Ortaklıktan ayrılmak ise ihbar süresinin ardından serbest idi. Ancak ortaklıktan ayrılmak için ortak olmak gerekiyordu. Halbuki Lada yönetimi ilk ay verdiği ücret ile çalışan emekçileri ortaklıktan çıkarmış olduğunu, onları işçi saydığını açık etmişti. Ortaklıktan atılmış olanların ihbar süresini beklemesine bile gerek yoktu. Halbuki Lada işçileri hiç ses çıkarmadan bir ay çalışmışlardı. Yeltsin yeni projeleri için emekçileri kutladıktan sonra, Lada’nın sovyetlerin bir simgesi olduğundan, sosyal sorumluluğun öneminden bahseden bir konuşma yaptı. Lada yönetimi şirket bünyesindeki stokların satışından ancak yatırımının yüzde onbeşini kurtarabileceğini hesaplamaktaydı. Fabrika techizatı için ise Çin kaynaklı bir topluluk bir yüzde onbeşi kurtaracak kadar fiyat önermekteydi. Harcadıkları paranın yüzde yetmişini kaybetme riski içinde olan Lada’nın yeni ortakları, Kontrlada ortaklığını kurmakta olan eski lada emekçileriyle tekrar pazarlık etmek istedi. Pazarlıklarda görüşmelere bizzat Yeltsin’in aracılık etmesi herkesi rahatlatıyordu. Çünkü Yeltsin herkes için adil olmanın temsilcisi gibi görünüyordu. Görüşmeler Lada emekçilerinin katmadeğer gelirlerine yüzde otuz ek ödeme yapılması koşulunun kabul edilmesiyle sonuçlandı. Lada emekçileri işçi olarak ortak oldukları dönemden daha yüksek bir gelirle çalışacaklardı. Ancak işçiler bu öneriyi kendi işletmelerinin kurulmasına kadar sürdüreceklerdi. Bunun ortalama bir yıl süreceği hesaplanmaktaydı. Lada yönetimi ise kendince aksi durumda vahim olacak olan kaybını azaltmaya hedefliyordu. Olayın ardından iki yıl geçtikten sonra Kontrlada Lada ile boy ölçüşecek bir kapasiteye sahipti. Lada ise Çin kaynaklı topluluk tarafından satın alınmıştı. Ladayı daha önce satın alanlar paralarının yarısını kaybederek bu işten sıyrılmışlardı. Onların kayıpları Kontrlada emekçilerinin işletmelerindeki yüksek teknolojinin daha rahat finanse edilmesini sağlamıştı. Gorbaçov’un aslında şarlatanlıktan ibaret olan teorisi artık konuşulmuyordu. Ama Gorbaçov sarmal gelişmenin ilk hamlesi ile dünyanın yepyeni bir otomobil markasına kavuştuğunu, bunun büyük bir ilerleme olduğunu savunan konferanslar vermeye devam ediyordu.
Lada olayı ile Gorbaçovun sarmal ilerleme teorisi daha ilk adımında büyük bir engele toslamıştı. Ancak Yeltsin hükümeti birkaç girişimde daha bulundu. Bunlardaki satış oranları hiçbir zaman Lada’daki gibi olmadı. Çoğu durumda şirket sözleşmesini değiştirecek oy çokluğuna erişilemedi. Aslında pay sahiplerinin toplanarak şirket sözleşmesini değiştirmeleri pek hukuka uygun değildi. Ama buna genelde göz yumuluyordu.
Emekçiler defter değerinden sattıkları paylarını daha sonra yarı fiyatlarının altında alarak bu girişimlerden karlı çıkmaya başladılar. Servet sahipleri ise eski günlere dönmenin hayal olduğunu kısa sürede kabul etmişlerdi. Çünkü biraz daha geç kalsalar ellerinde hiç birşey kalmayabilirdi. Bu yüzden gündelik hayatlarına geri döndüler.

1995 yılına gelindiğinde sovyet devriminin liderlerinden sadece Troçki hayattaydı. 1968 yılında başlayan büyük bunalımla birlikte Latin Amerika’ya geçmiş, Meksika’da geçirdiği beyin kanamasının ardından Küba’da tedavi görmüştü. Geçirdiği felç yıllar içerisinde iyileşmişti, ama bu Küba’dan ayrılması için yeterli olmamıştı. Hala saygınlığını koruyordu. 1995 1 Mayısında Küba lideri Fidel Castro ile birllikte Sovyetlerdeki son gelişmeleri eleştiren bir değerlendirme yayınladılar. Gorbaçov ve Yeltsin’i şarlatanlıkla suçlamaktaydılar. Saygınlığını halen korumakta olan Troçki’’nin de imzaladığı bu açıklama özellikle sovyetlerde büyük bir yankı uyandırdı. Bu sırada Gorbaçov verdiği konferanslarda sosyalizmin baştan yanlış kurulmuş olduğunu, beklediği sarmal ilerleme döngüsünün gerçekleşemiyor olmasında bunun etkili olduğunu idia ediyordu. Sosyalizm üretim araçlarının mülkiyetini kamunun elinde toplamalıydı. Marx alıntılarıyla da desteklediği tezlerini ısrarla gündeme getiriyor ve sovyetlerin ilk yılında üretim araçlarının devletleştirilme işlemine başlandığını ama bunun sonradan durdurulduğunu hatırlatıyordu. Ayrıca Gotha ve Erfurt programlarının eleştirisinde Marx toplumsal üretimde kollektif giderler ayrıldıktan sonra kalan değerlerin herkese emeğine göre paylaştırılmasını savunuyordu. Yani çalışanlara katmadeğerin ödenmesi diye Bir şey yoktu.
Aslında Gorbaçov büyük işletmelerin devletin elinde bulunması durumunda bunların satışında Hiçbir problem olmayacağını hesaplamaktaydı. Hükümet kendi tasarrufundaki değerleri dilediği gibi satabilir, çalışanlar zaten sadece tüketim fonlarını ücret olarak aldıkları için bu satışlardan haberdar bile olamazlardı. Hem pay sahibi olmadıkları için, paylarının satış fiyatı gibi bir konu hiç açılmaz, hem de zaten katmadeğer değil ücret aldıkları için gelirlerinin azalması gibi bir sorun yaşayıp tepki duymazlardı. Hatta özelleştirme sonrası ücretlere biraz zam yapılarak işçilerin gelişmeyi desteklemesi bile sağlanabilir ve böylece yeni sisteme geçişte hiçbir sorun yaşanmamış olurdu. Gorbaçov’un bu artniyeti Castro ve Troçki açısından çok açıktı ve Gorbaçov’un eski saygınlığı üzerinden etkili olma olasılığından kaygı duyuyorlardı. Onlara Türkiyeden dürüstlüğü ile ünlü politikacı Ecevitten destek geldi. Sovyetlerde iç tartışma alevlenmişti. Gorbaçov yanlıları kamulaştırma taleplerini sokaklara taşımışlardı. Yeltsin ise el altından onu destekliyordu. Sisteme yeni katılmış olan ve başkentini İstanbul’a taşımış olan Türkiye’de ise tam tersi bir görüş yaygınlaşıyordu. Ecevit liderliğindeki akım artık dünyanın global bir yapıya kavuştuğunu, ülkelerin kendilerini savunma için kaynak harcamalarına gerek olmadığını, devletlerin artık kamu hizmeti şirketlerine dönüşerek ortadan kalkması gerektiğini, devletleştirme taleplerinin gericilik olduğunu ilan ediyordu. Zaten fiilen ortadan kalkmış olan sınırları korumak için ordu beslenmesine gerek olmadığı fikrinin dünyanın en büyük ordusunu besleyen Türkiye’den çıkması şaşırtıcıydı. Ama Ecevit’in tezleri bütün dünyada sempatiyle karşılandı. Troçki’nin bu tezleri destekleyen konuşması bütün dünya tarafından izlenmişti. Troçki insanlığın sarmal bir döngü içinde olmadığını ileri doğru atılmakta olduğunu, artık insanlığın kendi kendisiyle savaşma döneminin sona erdiğini ilan ediyordu.
2000 yılına gelindiğinde beş yıl içinde çok şey değişmişti. Paris komünü anısına dünyanın ismi komün olarak değiştirilmişti. Merkez İstanbul olmuş ve Ecevit tüm dünyanın lideri olarak ön plana çıkmıştı. İstanbul bütün ekonomik işlemlerin merkezi olarak yeniden dizayn edilmişti. İstanbul milenyuma gelindiğinde ikiyüz milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehriydi. 2001 yılbaşından iki gün önce Ecevit geçirdiği bir kaza sonucu ölünce dünya yeni yıla lidersiz girmek zorunda kaldı. O insanlığın bütünleşmesini temsil ediyordu. Cenaze törenine katılım çok büyüktü. Herkes birkaç yıl önce Troçki için yapılan cenaze törenini anımsıyordu. Troçki ise 1995 yılındaki heyecanlı gelişmelerin etkisiyle 1996 yılında öldüğünde vasiyeti gereğince, genç yaşlarda görüp beğendiği Büyükada’ya gömülmüştü. Havana’dan sonra İstanbul’da da büyük bir cenaze töreni yapılmıştı. Çok yaşlı olmasına karşın zihni açıktı. Son günlerinde ortaklık sisteminin artık geri dönüşsüz olduğunun kesinleştiğini sık sık dile getiriyor ve dünya devriminin artık tamamlanmış olduğundan bahsediyordu..
Dünyada sınırların ortadan kalktığı, ulusal devletlerin bir öneminin kalmadığı global bir piyasanın iyice belirginleştiği sırada oluşan durumun kendi açık toplum projesine tam olarak denk düştüğünü ilan eden George Soros’da İstanbul’a yerleşmişti. Kişisel serveti ile yine dünya genelinde spekülasyon yapmaya devam ediyordu. Borsalar durulmuş olmasına rağmen değerleri yansıtmayan spekülatif dalgalanmalar hala oluyordu. Soros geçmiş tecrübesinin etkisiyle bu tür dengesizliklerden kazanç sağlıyordu. Elindeki serveti artık global bir gerçek haline gelen açık toplumu desteklemek için harcamaya devam ediyordu.
Ecevit’in ölümünün ardından artık ortada devlet diye birşey kalmadığı için, devletleştirme talebi de gündemden düşmüştü. Aslında birilerinin liderliğinin de pek bir önemi kalmamıştı. Yine de insanlığın ortak duygularını birisinin layıkınca ifade etmesine gereksinim duyuluyordu. Bu şekilde ön plana çıkanlar 2000 yılından sonra da varolmaya devam ettiler. Ancak bunlar artık kendi isimleriyle anılmadılar. Orwell’in ünlü romanına gönderme ile hepsinin ortak adı Büyük Birader oldu. Büyük Birader’in partisi yoktu. çünkü artık parti diye birşey de yoktu.
Biz İstanbul’da Kadıköy’de yaşayan Büyük Birader’den yakın plan dünya tarihini özetlemesini istediğimizde yukarıdaki bilgileri edindik. Kendisine teşekkür ettiğimizde güneş batmaktaydı. Büyük Birader kızıyla balık tutmaya devam ediyordu. Kızı ise arkamızdan çok konuştuğumuzu, balıkları kaçırdığımızı söylüyor ve kızgınlıkla el kol hareketleri yapıyordu. Tarihi İbrahimağa caminin sesi yine sahile kadar geliyor, martılar vapurların peşinde simitle besleniyorlardı. Aramızda Büyük Biradere gerçek isminin ne olduğunu sorsak mı acaba diye konuşuyorduk. Arkamıza döndüğümüzde Büyük Birader’in bize ismini hatırlamadığını anlatan işaretler yapmakta olduğunu gördük. Anlaşılan biraderin kulakları iyi işitiyordu. Birbirimize bakıp biz de güldük. Aklımıza Orwell gelmişti. Biraderin bu anlattıkları gerçekte olmamış olabilirdi. Ama geçmişe dönük kayıtları kontrol etmekle bir yere varamazdık. Hepsi değiştirilmiş olabilirdi. Ama bir yerden sonra geçmişte ne olduğunun bir önemi yoktu. Aslolan bugündü! Biz de kendimizi hiç sıkmadık. Öğrendiklerimizi olduğu gibi size aktarmayı tercih ettik.

Suat Kamil Aksoy

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz