Bu satırlar kaleme alındığı sırada Türk medyası haberi görmemekte ısrar ediyordu… Suriye’de tek bir “ceset” ve “cenaze töreni” görüntüsü dahi yokken, “Esad 50 kişiyi öldürdü” diye haber yapanlar, kendi ülkelerinde yaşanan trajediye gözlerini kapamıştı.
Şırnak‘ın Uludere İlçesi’nde dün gece yapılan ve kimi kaynaklara göre 21, kimi kaynaklara göre ise 35 kişinin öldürüldüğü operasyondan bahsediyorum… Ajansların geçtiği habere göre, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) çarşamba gecesi Şırnak’ın Uludere İlçesi’nin sınır kesimlerinde İnsansız Hava Araçları (İHA) ile termal kameralardan edindiği “görüntü”lerde kalabalık bir grubu tespit ediyor. Bunun üzerine, savaş uçakları havalanıyor ve bombardıman başlıyor. Saat 23.00 sıralarında başlayan bombardımanda birçok kişinin hayatını kaybettiği anlaşılıyor.
Operasyonun sona ermesi sonrası olay yerine gelen köylüler, dehşetengiz bir tabloyla karşı karşıya kalıyor. Çünkü; öldürülenlerin neredeyse tamamının aynı aileden olduğu ve aralarında “korucular”ın da bulunduğu ortaya çıkıyor. Yapılan ilk araştırma sonucu, “PKK’lı” olduğu iddiasıyla öldürülen bu kişilerin bölgedeki “kaçakçılar” olduğu anlaşılıyor. Ölenlerin bir çoğunun sınırdan geçirmeye çalıştıkları mazotların bombardıman yüzünden ateş alması sonucu yanarak öldüğü ortaya çıkıyor. Bu ise; AKP hükümetinin koordinasyonunda operasyon yapan TSK’nın çok tartışılacak bir uygulamaya imza attığını gösteriyor.
Lafı uzatmayalım: Dün gece Şırnak’ın Uludere İlçesi’nde gerçekleştirilen ve 20’den fazla insanın hayatını kaybettiği operasyon, “AKP’nin 33 Kurşun”udur…
Hatırlarsınız, 1948‘de Van‘ın Özalp İlçesi’nde Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın yönetimindeki birlikler, kaçakçılara yardım ve yataklık yaptıkları iddiasıyla 33 köylüyü kurşuna dizmişti. Bu katliam, “33 Kurşun” olarak sembolleşti. Ahmed Arif, o mükemmel şiirinde, tarihi bugüne sembolleştirerek taşıdı. Bugün 33 Kurşun denildiğinde, Van’ın Özalp İlçesi’ndeki katliam akıllara gelir.
AKP iktidarı da “terörle mücadele” adı altında askere verdiği sınırsız yetki ve “tam uyum konsepti” çerçevesinde şiddetin dozajını artırmaya başladı. Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, daha iki gün önce “TSK’daki yönetim değişti, operasyonlar hızlandı. Polis ve asker tam uyum içinde çalışıyor” demişti. Tam uyumun ve askere “sınırsız yetki” vermenin sonuçları Şırnak’ta ortaya çıkıyor.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel‘in ortaya koyduğu AKP’nin de “onay verdiği” terörle mücadele konseptinin, Türkiye’yi yeniden 1990’lara götürdüğü açıkça görülüyor. Yakalanan PKK’lıların operasyon esnasında çekilmiş görüntülerinin “teşhir” edilmesi, abuk – sabuk “itiraflar”ın gazetelere yeniden servis edilmeye başlanması AKP’nin TSK konspetine teslim olduğunun göstergesi… Bu konseptin, Türkiye’ye 90’lı yıllarda yaşattığı acılar hafızalarımızdan henüz silinmedi. Şimdi; yeniden başa dönüyor olmamız ise düşündürücü…
Belli ki; TSK – AKP “sistem dışı Kürtler”i AKP’lileştirmek adına yeni ve daha şiddetli operasyonlara imza atacak. Bunun ipuçları KCK operasyonlarında görülüyor. İçişleri Bakanı Şahin‘in son sözleri ise operasyonun “iki ayağının” olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda, polis ve askerin “şiddet” uygulayacağı, hükümetin ise “sivil siyaset” yürüteceği anlaşılıyor. Böylece, muhalif Kürtlerin BDP‘ye olan desteğinin önünün kesilmesi amaçlanıyor.
Öte yandan, normal şartlarda en fazla mallarına el konulabilecek kaçakçılar, “zamanın ruhu”na uygun bir şekilde infaz ediliyor.
Askerliğimi Van‘da yaptığım için, kaçakçılara yönelik onlarca operasyona şahit oldum. Sınırdan kaçak mazot, şeker, elbise, balon, sigara ve benzeri mallar geçiren kaçakçılar, piyadelerce yakalanır, ellerindeki malları alınırdı. Katırlarına da el konulurdu. Bu kişiler, savcılığa dahi çıkarılmadan asker tarafından serbest bırakılırdı. Çünkü; kanuna göre, askerin sadece kaçakçının taşıdığı mala el koyma yetkisi vardı.
Kaçakçılar gece saatlerinde sınırdan geçmeye çalışırken, asker de operasyon düzenlerdi. Kaçakçıların en çok korktuğu şey; katırlarının öldürülmesiydi. Kaçakçılar bu yüzden, katırların üstüne yaşları 18’den küçük olan çocuklarını oturtur ve askerin kurşun sıkmasını engellemeye çalışırdı. Kameradan kaçakçıyı tespit eden askerler, katırın üstündekilerin “çocuk olduğu”nu görünce kurşun sıkmazdı. Ama buna rağmen, katır üstünde kaçakçılık yapan çocuklar da kimi zaman vurulmaktan ya da öldürülmekten kurtulamazdı…
Kaçakçı için, katırının öldürülmesi demek, malını bir daha getirememesi anlamına gelirdi. Ki; askerin kimi zaman öldürmeyip el koyduğu katırlar bir gün sonra Maliye tarafından satışa çıkarılırdı. Köylüler de gelip katırlarını 90 TL’ye alırdı.
Anlayacağınız; kaçakçılık yapmak, devletin gözünde neredeyse “suç bile değilken” 20’den fazla insanın öldürülmesinin meşrulaştırılacak hiçbir yanı yok…
AKP hükümeti, yukarıda da dediğim gibi, bölgedeki sorunlara çareyi askeri konspetleri uygulayarak çözüm arıyor. Kendi iktidarları döneminde; 2004‘te Van’ın Özalp İlçesi’nde kurulan tabura Mustafa Muğlalı adını verdirten AKP, Şırnak’ta yine aynı konspetin uygulayıcısı olduğunu gösteriyor. Şırnak’ta öldürülenlerin “kaçakçı” olması ise operasyonu meşru hale getirmiyor. AKP hükümetinin operasyon sonrası “suçu” sadece TSK’nın üstüne atıp birkaç subayı sorumlu göstermeye yeltenecek olmasına da dikkat etmek gerekiyor. Unutulmasın ki; operasyonlarda öldürülen PKK’lıların sayısı artık TSK tarafından değil, ilgili bakanlık tarafından açıklanıyor. Demek ki; AKP hükümeti, operasyonların siyasi sorumluluğunu da üstleniyor. Bu bağlamda, Şırnak’taki operasyonda ortaya çıkan tablodan birinci derecede sorumlu olan hükümettir…
Gerçekgündem
babam biz gençken bu topraklarda ticaret yapardık derdi. Böyle değildi buralar. devlet asker falan yoktu. burda herkes ticaretle uğraşırdı. allah burayı çaresiz, yorgun ve çorak yaratmıştır. ama bir yol bırakmıştı bize; bir kaç yerle (ırak, iran ve hakkariye kuzey olan bölgeler) yapacak ticaret fırsatı sunmuştur. bununla karnımızı duyururduk, geçimimizi sağlar bir şekilde bununla bir hayat yaşamaya çalılırdık.ve hep allah der dururdu ve hep şükrederdi. sonra devlet/devletler yerleşti buraya sınırlar çizilmiş buralara, devlet …45’inden sonra geldi sınırlar çizdi, mayınlar döşedi, onca yıl yaptığımız ticaretin adı kaçakçılık oldu, günlük hayatın bir parçası olan bu ekmek kazanma serüveni tam bir katliam alanı, gördüklerini ya yakalatır yıllarca mapuslarda çürütürlerdi ya da uğraşmak istemedikleri zaman orada öylecene öldürürlerdi. neymiş?? vergi vermeden yasal olmadan kazanıyorsunuz diyorlarmış ve bedeli de buymuş.DERDİ..evet sana yakın olmayan bir dil, bir din, bir kültür, bir yaratıcı/allah diyorlar, bir yaşam bunların hepsi benimle özümle örtüşmeyen değerler zorla kafama vura vura kabul ettirdin.TAMAM. Ama bu kahrolası düşünceyi de bir türlü öldüremiyoruz ki içimizden! biz kürtlerin sistemlere, devletlere, ordulara, dinlere, allah/allahlara olan o bacak/ayak titretici korkularla- babam dahil ben dahil neden hep bu kadar kabullenmişlik neden hep teslimiyet. sonu gelmeyen bitmeyen onca acı nedeni ne, kürtler ve benzeri özlü-fikri yaşamları kuramayan toplumlar.. onca şeyin nedeni ne. tanrısal bir nedense tanrı kalksın söylesin samimi olsun, devletlerlerse onlar da samimi olsun, dinler mi onlar da söylesin, günün koşullarında savaşamayak olan bu toplumların yazgıların nedeni ne, nedeni söylensin ki, yapılacak bir şey yoksa toplu bir intihar gerçekleşsin…ama boşuna bu kunuda da tanrı/tanrılar da din, devlet, ordu vb benzeri insani ve yaşamsal olmayan bir sürü kavram/varlık gibi alçak.
hakkari.