Nietzsche’ye göre, Üstinsan var olmamıştır henüz; çünkü insan Ezilme’yi ve Batma’yı öğrenecektir daha… Ezilir ya da batarsak, şimdiki mutluluğumuz, aklımız, merhamet, adalet ve erdem duygularımız bize bundan böyle tiksinç görünecektir. Nietzsche şöyle der: “Her şeyde ve her durumda ‘bunu bir kez daha ve sonsuz kez istiyor muyum?” sorusu, edimlerinizin üzerinde büyük bir gerilim olarak ağırlığını duyuracaktır. Ya da şöyle: “Yaşam ve kendiniz olma konusunda hiçbir şeyi, bu sonul (ultimate) ve bengi (eternal) onaylama ve mühürlemeden daha ateşli bir biçimde istememeye (um nach nichts mehr zu verlangen) ne kertede hazırsınız.”
Yalvarırım size kardeşlerim. Yeryüzüne bağlı kalın
‘Bengidönüş’ öğretisi, yani sınır tanımadan sonsuza dek her şeyin durmadan yok olup yeniden doğması’! Nietzsche, Ecce Homo’da’, ‘Bengidönüş’ düşüncesini (Gedanke) böyle tanımlar… Yine Ecce Homo’da, Zerdüşt Böyle Buyurdunun ana düşünü’nün (Grundkonzeption), ‘Bengidönüş’ düşüncesi olduğunu bildirir ve onun ‘erişilebilecek o en yüksek olumlama ilkesi’ olduğunu söyler. Bu öğreti, Nietzsche’nin, ‘varlık’ kavramını kökünden yadsıyarak, onun yerine ‘oluş’u koyduğu temel koyucu argümanının bir çıkarsamasıdır. ‘Oluş’tur (Werden) yok olup yeniden doğma’yı imleyen, ‘varlık’ (Sein) değil! Nietzsche için varlık adına bir tek şey vardır, o da oluş-halinde-olan’dır (Werdende). Nietzsche gibi söylersek, ‘Bengidönüş’ü olanaklı kılan, ‘oluş’a ‘evet’ deyiş’tir…
Burada ilk üzerinde durulması gereken; ‘ana düşün’, ya da ‘Grundkonzeption’ kavramı. Kimileri, örneğin Gary Shapiro, Nietzschean Narratives’de, Nietzsche’nin Alman dilinde felsefi bağlamda ‘kuşatıcı düşünce’ anlamına gelen Begriff’i, ya da ‘Idea’ anlamına gelen ‘Idee’yi kullanmak yerine, daha çok, artistik ya da yazınsal bağlamda bir yapıtın oluşumuna ilişkin olarak kullanılagelen ‘Grundkonzeption’ sözcüğünü yeğlemesi üzerinde duruyor ve Nietzsche’nin, bu kavramı, belli başlı düşünceleri arasındaki karşılıklı ilişkileri dile getirmek anlamında kullanmamış olduğunu, bundan çıkarsamamız gerektiğini bildiriyor.
Öyleyse soru şudur: ‘Bengidönüş’, varoluşsal ve etik bir felsefi argüman mıdır; bir yazınsal metafor mu? Bir Bilimsel proje mi, yoksa Metafizik bir spekülasyon mu?
Hemen belirtmeliyim: ‘Bengidönüş’, Nietzsche için, metafizik bir anlam taşımaz. Zerdüşt, insanlara ‘yeryüzüne bağlı kalmaları’ için yalvarır: ‘Yalvarırım size kardeşlerim’ der, ‘yeryüzüne bağlı kalın ve inanmayın size dünya-ötesi umutlardan söz açanlara… ‘ Dolayısıyla, eskatolojik, öte-Dünyasal bir yorumu içermez. Dahası, kozmolojik bir düz yorumu da içermez. Keith Ansell-Pearson’un belirttiği gibi, ‘Bengidönüş’ün bir tür çevrimsel Zaman konsepti ile açıklanması, bizi sadece ‘ezici bir fatalizm’e, ‘her şeyin beyhudeliği’ne götürmekten öte bir anlam taşımaz. Nietzsche’nin, kozmolojik yoruma hak verdirtecek sözleri yok değildir gerçi. Örneğin Zerdüşt’te, ‘olan her şey yalan söyler’ der Nietzsche, ‘her gerçek eğridir; zaman bile bir çevrim’dir. ‘Bengidönüş’ün bir kozmolojik yorumu olamayacağını, ilk kez Georg Simmel dile getirmiştir. Bernd Magnus ve Alexander Nehamas da, Nietzsche’nin ‘Bengidönüş’ öğretisine bilimsel (kozmolojik) tutarlılık kazandırma konusundaki çabasının, öğretinin, varoluşsal ve etik anlamda gerçek özüne aykırı düştüğü görüşündedirler.
Peki, Nietzsche ‘Bengidönüş’ü, bir kozmolojik varsayım ya da bilimsel bir sav olarak nasıl bir önesürüşle temellendiriyor? Nachlass’da, Dünya’da, ya da sonlu bir uzam ve sonsuz bir zamanda, sınırlı bir güç nicelikleri (kuanta) olduğunu, henüz sonul bir aşamaya gelinmediğini, erke’nin sonsuz bir sürekliliği olduğunu ve korunduğunu, değişimin bengisel olduğunu, bütün olası güç kombinasyonlarının, bir zamanda gerçekleşmek zorunda bulunduğunu, ve bu güç konfigürasyonlarının, bengisel olarak geri dönüş zorunluluğuyla karşı karşıya bulunduğunu bildirir Nietzsche. Zaman’ın bir başlangıcı olmadığını ve bu güç niceliklerinin bengisel olarak geri dönen aynı konfigürasyonda kendilerini yinelemek zorunda olduklarını söyler.
Kozmolojik yorum (ya da varsayım), Ansell-Pearson’ın deyişiyle ‘saçma’ olmasa da, Raymond Angelo Belliotti’nin deyişiyle, en azından, ‘problematik’tir. Bir kere doğrulanması olasılığı yoktur. Çünkü bir güç çevrimi konfigürasyonunu, onun bir duplikatı olan öteki konfigürasyondan ayırt etmek söz konusu olamaz. Dolayısıyla, çevrimleri birbirinden ayırt edemediğimiz sürece, bir kozmolojik varsayım olarak ‘Bengidönüş’ü empirik olarak doğrulamak olası değildir. Bırakınız ‘Bengidönüş’ tezini bu bağlamda doğrulamayı, diyor Belliotti, birbiriyle karşılaştırılabilecek (mukayese edilebilecek) iki çevrimin bulunduğu inancı bile doğrulanamaz.
Deleuze ise, ‘Bengidönüş’ün Nietzsche için, aynı olan’ın yinelenmesi anlamına gelmediğini öne sürecektir. Deleuze, özdeş ya da aynı olan’ın düşünülmesinin hiçbir anlamı olmayacağını; ‘Bengidönüş’ün, bir bireşim düşüncesi, bilim dışında yeni bir ilkeyi gerektiren saltık farklılık düşüncesi olduğunu öne sürmektedir. ‘Bu ilke’, diyor Deleuze, ‘farklılığın yeniden üretimi, farkın yinelenmesi ilkesidir.’ Deleuze, Özdeşlik’le belirli bir açıdan karşıtlık olarak görmezsek, ‘Bengidönüş’ü anlamakta yetersiz kalacağımız görüşündedir. ‘Bengidönüş’, Deleuze’e göre, aynı olanın sürekliliği (permanence), özdeş olanın durduğu yer ya da denge durumu değildir: ‘Aynı-olan, ya da ‘bir-olan’ değildir ‘Bengidönüş’le geri gelen; dönüşün kendisi, farklılığa, farklı-olan’a ait olması gereken bir şeydir.
‘Nietzsche, ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’te de, ‘Bengidönüş’ten, bu kez ‘Üstinsan’ (Übermensch) bağlamında söz eder: ‘Bakın, size Üstinsan’ı öğretiyorum’, der Nietzsche, Tanrı’nın ölümünden sonra, Üstinsan’ın ‘Yeryüzü’nün anlamı’ olduğunu söyler. ‘Üstinsan’ ise kendinden öte’yi(über) yaratmak isteyen ve ‘böylece yok olan’dır!
‘Bengidönüş’, bu bağlamda, ‘Oluş’, ‘Yok oluş’ ve ‘Üstnisan’a eklemlenir. Zerdüşt, bu öğreti aracılığıyla, insanın nasıl yok olacağını öğreneceğini gösterir. İnsan, aşılması gereken bir şeydir; ‘Bengidönüş’ ‘Üstinsan’ geçesine, ‘öte, geçe’ye geçiş için bir ip köprüdür; – ama salt bir köprü değil! Bu ‘ip’ aynı zamanda insan’da, insanın ötesine geçme yaşantısı arzusu uyandırmayı da amaçlar: ‘insan, hayvanla Üstinsan arasına gerilmiş bir iptir, – uçurum üstünde bir ip!
İnsanda büyük olan, onun köprü olmasıdır, erek değil; insanda çevilebilecek olan onun karşıya geçiş ve batış olmasıdır’
Bernd Magnus ve Kathleen M. Higgins, ‘The Cambridge Companion to Nietzsche’ye yazdıkları-‘Giriş’ yazısında’, Nietzche’nin ‘Bengidönüş’ü sunuş biçiminin onun felsefi projesinde merkezcil bir konumda olduğunu bildiriyorlar. Bu merkezcil (central) konum, Zerdüşt’ün iki söylevinde dile getirilmiştir onlara göre: ‘Görü ve bilmece üstüne’ ve ‘Sağalan kişi’ söylevlerinde… Ama, ‘Bengidönüş’ öğretisinin öncelikle ‘Şen Bilim’de ‘Das Grösste Schwerge-wicht’ (En Büyük Gerilim) bölümünde temellendirildiği kanısındadırlar. 341’de Nietzsche şunu sormuştur: ‘Bu düşünce (Bengidönüş düşüncesi), sizi kuşatıp etkisi altına alırsa, her nasılsanız sizi öyle dönüştürecek, ya da belki, ezecektir.’ Ezilme ya da batış (untergehen)!.. Nietzsche’ye göre, Üstinsan var olmamıştır henüz; çünkü insan Ezilme’yi ve Batma’yı öğrenecektir daha… Ezilir ya da batarsak, şimdiki mutluluğumuz, aklımız, merhamet, adalet ve erdem duygularımız bize bundan böyle tiksinç görünecektir. Nietzsche şöyle der: “Her şeyde ve her durumda ‘bunu bir kez daha ve sonsuz kez istiyor muyum?” sorusu, edimlerinizin üzerinde büyük bir gerilim olarak ağırlığını duyuracaktır. Ya da şöyle: “Yaşam ve kendiniz olma konusunda hiçbir şeyi, bu sonul (ultimate) ve bengi (eternal) onaylama ve mühürlemeden daha ateşli bir biçimde istememeye (um nach nichts mehr zu verlangen) ne kertede hazırsınız.”
Bütün bunlar, eğer yanılmıyorsam, Nietzsche’yi, ‘Bengidönüş’ü anlamlı bir gelişme olarak temellendirmeye götürmüştür. Anlamlı, evet, ama nasıl? Şen Bilim’de Nietzsche’nin, yaşam ve insanın kendisi olma konusunda söyledikleri, bizi Hegel’ci anlamda, Saltık Tin’in bir parçası olarak bir ‘Bengi Kimlik’e götürecek değildir. Gerçi Deleuze’ün belirttiği gibi, bir ‘saltık farklılık’ ya da farklılığın yeniden üretilmesinden, söz edilebilir, ama, burada vurgulanması gereken, farklılık ya da aynı olan’ın yinelenmemesi olamaz. Vurgu, insanın ‘Bengidönüş’ sürecinde yapıp ettiklerini, olumsal ve ilineksel olduğundadır. Gary Shapiro’ya hak vermemek elde değildir bu durumda. “Bengidönüş düşüncesini kabul ediyorsam”, diyor Shapiro, “bu, bana ilişkin her şeyin ilineksel ve olumsal olduğunu kabul etmiş oluyorum demektir.” Çünkü ‘Bengidönüş’ün olumladığı, an’dır (Augenblick) ya da, benim bireysel yaşamım olan an’ların bir çevrimi… Nietzsche, bu anlamda oluş’un fragmanterliğine ve Oluş’a, varlık’a atfedildiği gibi bir Öz (Essence) atfedilemeyeceği düşüncesine doğru yönlendiriyor bizi. Sadece bu kadar mı? Değil elbette! Nietzsche, ‘Bengidönüş’le bizim yaşamımızda olup biten her şeyin, tüm yapıp etmelerimizin de, İyinin ve Kötünün Ötesinde onaylandığını bildiriyor. Şöyle de söylenebilir: ‘Bengidönüş’ düşüncesini onaylıyor olmam demek, iyisiyle kötüsüyle yapıp ettiğim her şeyi onaylıyor olmam demektir. Bu, insana suç ve sorumluluk gibi moral yaptırımlarında atfedilememesini içerir; ve, insanı bir ‘ahlaksal eyleyen’ (moral agent) olmaktan da çıkartarak özgür kılar. Nietzsche’nin deyişiyle, ‘Oluş’un Masumiyeti’, bu yoldan geri döner…
Üstinsan, ‘Bengidönüş’te bu anlamda ‘Oluş’un masumiyeti’ni taşıyan bir öznedir; elbette, bir ahlaksal özne değil! Bengidönüş öğretisi, ahlaksal ve varoluşsal bir anlam kazanır böylece.
Oluş’un fragmanter oluşu, yaşamın bütünlüğünden söz edilemiyor olmasını olanaklı kılar. Heidegger, Nietzsche düşüncesinde ‘varlıkların birliği’nin, yapılaştırıcı bir rol oynadığını öne sürmüştü. Derrida, Heidegger’i eleştirirken, Bengidönüş’ün ‘Bütünlük’ (Totalite) hakkında bir düşünce olmadığını belirtir haklı olarak. Orada, karşıtlık ya da çelişki, düşüncelere yasak getiren bir yasa da koymamaktadır artık…
Cogito Dergisi Sayı 25 – Nietzsche Özel Sayısı, 2011