Kendini Mahkum Etmeyen İnsan Kendini Sonuna Kadar Sevemez de

Charles Baudelaire

Sartre, Baudelaire’in ruh halini kesin ifadelerle tanımlıyor/ “Kötülük için Kötülük yapmanın tam olarak anlamı şudur: Kasten, hâlâ İyilik olarak kabul edilenin tam tersini yapmak. Kötülük, -kötü güçlerden nefret edildiği için- istenmeyeni istemek, -hâlâ İyilik kendini, derin iradenin nesnesi ve sonu olarak tanımladığı için- isteneni de istememektir. Baudelaire’in tutumu tam olarak böyledir.

Baudelaire’in kendi eylemleriyle adi suçlunun eylemleri arasındaki mesafe, tanrıtanımazlığı kara ayinlerden ayıran uzaklıktır. Tanrıtanımaz kişi asla Tanrı’dan kuşku duymaz; çünkü o, Tanrı’nın olmadığı konusunda kararını çoktan vermiştir. Ancak kara ayinlerin papazı Tanrı sevecen olduğu için O’ndan nefret eder; saygın olduğu için O’nu, küçük düşürür.

Kurulu düzeni reddetme konusunda bütün iradesini ortaya koyar; aynı zamanda bu düzeni muhafaza eder ve doğrular. Düzeni doğrulamaktan bir an olsun vazgeçse vicdanı yeniden kendi iç uyumunu sağlayacak, Kötülük bir anda İyiliğe dönüşecek ve kendisinin yaratmadığı bütün düzenleri aşarak Tanrı’sız, mazeretsiz ve eksiksiz bir sorumluluk duygusuyla dolmuş olarak hiçlik içinde boy gösterecektir.”

Bu değerlendirmeye karşı çıkmak olanaksız. Biraz ileride, Sartre’ın bakış açısının doğruluğu iyiden iyiye belirginleşiyor: “Özgürlüğün baş döndürücü olması için, o büyük hatalar yapma… tercihini kullanmalıdır. Tümüyle İyiliğe batmış şu evrende biricik olmanın yolu budur; buna karşılık İyiliğe tutunmalı, onu kollayıp t^^iye etmelidir; çünkü ancak bu yolla Kötülüğün kollarına atılabilir. Cehennemlik insan, gerçekten özgür olan insanın o müthiş yalnızlığının silik görüntüsüne benzeyen bir yalnızlığa ulaşır…

Bir anlamda yaratıcıdır: Bütünün azametine katkıda bulunmak için her öğenin kendini feda ettiği bir evrende o, yalınlığı, yani bir parçanın, bir ayrıntının isyanını çıkarır ortaya İşte tam burada, daha önceleri var olmayan, hiçbir şeyin silemeyeceği ve dünyanın katı düzeni tarafından hazırlanmış olmayan bir şey oluşur: Bu, lüks, bedava ve öngörülemeyecek bir eserdir. Bu noktada, Kötülük ile şiir arasındaki ilişkiye değinmek istiyorum: Bütün bunlara ek olarak şiir Kötülüğü konu aldığında, sınırlı sorumluluğu olan bu iki yaratım buluşup kaynaşırlar ve bir Kötülük çiçeği boy verir. Ancak Kötülüğün kasıtlı yaratımı, yani hata, İyiliğin kabul edilmesi ve tanınmasıdır, Kötülük İyiliğe minnet duyar; kendini kötü olarak nitelemekle, göreli ve türemiş olduğunu, İyilik olmaksızın var olamayacağını da itiraf etmiş olur.”

Sartre, Kötülük ile şiir arasındaki ilişkinin üstünde durmaz ve konuya şöyle bir değinir. Herhangi bir sonuç da çıkarmaz. Oysa, Baudelaire’in şiirinde Kötülük öğesi oldukça belirgindir. Sartre onun, şiirin özüne nüfuz edip etmediği konusunda hiçbir şey söylemez. İnsanın, geleneksel İyiliğin -ya da kurulu düzenin- desteğini alamadığı bu olası doğru özgürlük olarak nitelemekle yetinir. Bunu büyük konum olarak adlandıran Sartre, şairin küçük1 konumda kaldığını öne sürer. Baudelaire, “hiçbir zaman çocukluk evresini aşamadı”. “Dehayı, “iradeyle yeniden kavuşulan çocukluk” olarak tanımladı/ Çocukluğu yaşatan imandır. Ancak “çocuk büyüyüp ana-babasının boyunu geçerek onların omuzlarının üstünden bakmaya başladığında, onların arkasında hiçbir şey olmadığını anlayabilecek duruma gelir”. “Görevler, ayinler, kesin ve sınırlı zorunluluklar birdenbire yok olur. Haklı gösterilmeden ve haklılığı gösterilemeyecek bir biçimde, birdenbire kendi ürkütücü özgürlüğünü yaşamaya başlar. Her şeye yeniden başlamak gerekmektedir: İçinde birdenbire yalnızlık ve hiçlik boy gösterir. Baudelaire, her ne pahasına olursa olsun bunu istemiyordu.”

Sunumununi bir yerinde Sartre Baudelaire ’i, “ahlâki hayatı bir baskı olarak gördüğü… ve iniltili bir arayış… olarak değerlendiremediği” içineleştirir. Şiirin (yalnızca Baudelaire’in şiirlerinin değil) “iniltili bir arayış” olduğunu; şiirin, -Sartre’ın belki de haksız yere ulaştığı- ahlâki bir gerçekliğe sahip olmak değil o gerçekliği aramak olduğunu söyleyemez miyiz? Niyeti o olmasa da Sartre, ahlâki sorunu şiirin sorunuyla bağlantılandınr. Daha sonralan gecikmiş bir açıklama yapar (18 Şubat 1866 tarihli Ancelle’e yazılmış mektuptan): “Belki siz de diğerleri gibi hiç tahmin etmiyordunuz; benim bu tüyler ürpertici kitaba bütün yüreğimi, bütün şefkatimi, (kılık değiştirmiş olsa da) bütün inancımı, bütün nefretimi, bütün talihsizliğimi verdiğimi söylememe gerek var mı bilmem? Oysa ben o gün söylediklerimin tam tersini söyleyeceğim; bunun katıksız bir sanat eseri, hokkabazlık, soytarılık olduğuna, inandığım bütün tanrılar adına yemin edeceğim ve elbette yalanın dik âlâsını söylemiş olacağım.” Sartre bu alıntıya, Baudelaire ile ilgili bir değerlendirmesinde yer verir; Baudelaire’in, kendi yargıçların benimseyerek Les Fleurs du mali [KötülükÇiçekleri] kâh bir eğlencelik (bir “Sanat, Sanat İçindir” eseri), “erdemsizlik dehşetini ilham etmeye adanmış örnek bir eser” olarak sunduğunu kanıtlar. Kuşkusuz Ancelle’ e Mektup, bu kitapla ilgili üstü kapalı değerlendirmelerden çok daha anlamlıdır. Ancak Sartre’m da, şiirle ahlâkın temellerini tartışmaya açan bir sorunu basitleştirdiğini söylemeliyiz.

Özgürlüğün -tanıtlanmadan da kabul edilebilecek bir önermeyi ortaya koyuyorum- şiirin özü olduğu söylense de; yalnızca özgür ve egemen davranışın “iniltili bir arayış”ı hakettiği iddia edilse de, şiirin sefaleti ve özgürlüğün zincirleri gözardı edilemez. Şiir, kurulu düzeni sözle ayaklar altına alabilir, ama onun yerine geçemez. Şair, zavallı bir özgürlüğün yarattığı dehşetle mücadele etmek için yiğitlik gerektiren bir siyasal eyleme itildiğinde şiiri bırakacaktır. Bu andan itibaren kurulacak yeni düzen boynunun borcudur; bun-böyle etkinliğin doğrultusunu üstlenmek, büyük bir tutum takınmak zorundadır: Egemen bir tutum takınma olasılığı taşıyan şiirsel varoluş, gerçekte küçük bir tutumdur, bir çocuğun tutumudur, karşılığında bedel ödenmeyen bir oyundur. Hatta özgürlük çocuğun gücüdür: Oysa, eylemin kaçınılmaz düzenine bağlanmış yetişkin için özgürlük bir rüyadan, bir arzudan, bir saplantıdan başka bir şey değildir. (Özgürlük, Tanrı’nın sahip olamadığı, ya da yalnızca sözel olaraksahip olabildiği bir güç değil midir? Çünkü O, kendi varlığına day^anan, kefilliğini üstlendiği düzen karşısında itaatsizlik gösteremez. Yalnızca Şeytan’ın özgür olabileceğini düşünmeye başladığı an, insan için Tanrı’nın sonsuz özgürlüğü de yok olmuştur.) “Şeytan da kimmiş?” diyor Sartre,” “kendi yalın özlerinde donup kalmak için babalarının bakışlarını arayan; yalınlıklarını doğrulamak ve benimsettirmek için İyilik içinde Kötülük yapan, söz dinlemez, huysuz çocukların zihinlerindeki bir simgeden başka ne olabilir Şeytan?” Kuşkusuz yetişkin (ya da Tanrı), çocuğun (ya da şeytanın) özgürlüğünü -küçük görerek- alaya alır ve sınırlar: Çocuk, işte böylesi koşullar altında, nefret ve isyan duygularını besleyip büyütür; yalnızca hayranlık ve arzu bu süreci yavaşlatmaya yarar. Çocuk isyana kaydıkça1 yetişkine has sorumlulukları da üstlenir. İsterse, pek çok şekilde kendini körleştirebilir: Yetişkinin en önemli ayrıcalıklarını ele geçirdiğini öne sürer, ancak buna bağlı olan zorunlulukları aynı ölçüde kabullenmez (bu, naif tutumdur; mükemmel bir çocuksuluk gerektiren blöftür); eğlendirdiği insanları kullanarak özgürlüğünü uzatmaya çalışır (bu kusurlu özgürlük, şairlerin geleneksel özgürlüğüdür2); başkalarına ve kendine olan borcunu sözcüklerle ödemeye çalışır; bayağı bir gerçekliğin ağırlığını tumturaklı ifadelerle yok eder. Bu zavallı imkânlardan,3 ikiyüzlülük duygusunun yanı sıra kötü bir koku yayılır. Bir bakıma tercih edilmiş ve sonuç olarak kabullenilmiş olan imkânsızın bundan daha iyi kokmadığı biliniyorsa da, son tatminsizliğin (zihni tatmin eden) kendisi bir ikiyüzlülük olsa da, bu ikiyüzlülüğü kabul eden ayrıcalıklı bir sefalet vardır.

Bu ayrıcalıklı sefalet utançtır. Sartre’ın beceriksizlikle gün ışığına çıkardığı sorun, kolay kolay çözülemez. Baudelaire ’in tutumu pek çok yönden talihsiz sayılsa da, onu ezmek insancıl bir davranış değildir. Yetkin bir insan, başka bir deyişle düzyazı adamı olarak davranmayı bilinçli olarak reddeden Baudelaire ’in bu utanç verici tutumundan alınmamış olsaydık onun üstüne  ahkam kesme hakkını kendimizde bulabilirdik. Sartre ’ın hakkı var: Baudelaire, aynı bir çocuk gibi hata yapmayı tercih ediyor. Ancak, onu aksilikle suçlamadan önce, tercihinin ne olduğunu kendimize sormalıyız. Bu bir eksikliğin mi ürünüdür? Sadece acınacak bir yanlışlık mıdır? Ya da tersine, belki zavallı ama su götürmez bir aşırılığın mı sonucudur? Hatta kendime şu soruyu da soruyorum: Böylesi bir tercih, özü itibariyle şiirin tercihi değil midir? Hatta insanoğlunun tercihi?…

Kitabımın anlamı da işte bu.

Ben insanoğlunun, kaçınılmaz olarak kendine karşı olduğuna inanıyorum .. ve kendini düşünmeyen insanın, hiçbir şekilde kendini tanıyıp sonuna kadar sevemeyeceğine…

Georges Bataille
Edebiyat ve Kötülük

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz