Ben ödüllerden önce facebook sayfasından, senaryoda dramatik çatışma yok yazdım, ödüller açıklanmadan önce, ama onlar hem en iyi senaryo ödülü aldılar hem de yanıt olarak, senaryoyu yazarken dramatik çatışma olmamasına özen gösterdik diye ödül konuşması yaptılar. Lütfen oturun Bresson’un Para filmini seyredin ve düşünün başlangıçta hiç hesap edilmeyen bazı şeylerin nasıl dönüştüğü üzerine tefekkür iyi bir yüzleşme aracıdır. Ben onları istemezdim diyebilir misiniz?Oysa mekanizmanın parçasısınız?
Ne güzel ve masum bir düşman yarattınız? Ne ince bir imha hareketi yaptınız?
Olayların dökümünü sıralarsam her şey çok daha açıklayıcı olabilir.
1. SÜREÇ NASIL GELİŞTİ VE BEN NEYE TEPKİ GÖSTERDİM?
Daha İstanbul’dan Adana ve Antalya’ya ilişkin ortam ısınmıştı ve tartışma başlamıştı: gerek ön-jürilerin kararları, gerekse jürilerin bileşimleri tartışma konusuydu ve bu konuda gerçekten normları sarsacak olaylar oluyordu. Eğer bir filmle ya da şirketle ilişkiniz varsa, bu ilişki dolaylı da olsa, size teşekkür edilmesi mesela yeterlidir, SİYAD oylamasına oy kullanamıyorsunuz. Yine eğer bir kurmaca filmin kamera arkasında yer alıyorsanız, SİYAD’da oylamalarda yer almadığınız gibi üyeliğiniz askıya alınmasını sizin talep etmeniz gerekiyor, bunlar standarttır, meslek etiği diyelim. Elbette ne dernek ne de başka bir kurum sizin yazı yazmanızı engelleyemez, kimse de buna karışmaz, ama senaryo dışında, yazıyla doğrudan ilgisi olmayan bir alanda faaliyet gösteriyorsanız dernekle ilişkinizi askıya almanız gerekir, bağımsız yazarlık için. Bir yazarın yapım süreçleriyle ne kadar ilişkisi olabileceğine dair Burçak Evren’in bir seminerini hatırlıyorum, geçmişteki deneyimlerini anlatıyordu.
Bu nedenle daha İstanbul’da bir senaristin (bilinçli olarak ismini anmıyorum) jüride yer alması, yine bir film şirketiyle iş ilişkisi içinde olması nedeniyle serzenişler vardı. Aynı durum daha iki sene önce Adana’da tekrarlanmıştı. Bir oyuncu jürideydi, oyuncunun bir yapımcı-yönetmenin televizyona yaptığı dizide oynaması, -o yarışmaya katılan bir yönetmenin deyimiyle,- patronunun filmine oy verecek olması daha jüri kararlarından önce Adana’da tartışıldı. Sonuçta ne mi oldu? O yapımcı-yönetmenin filminin bütün oyuncularına “başarı” ödülü verildi. Antalya’dan önce, İstanbul’da sessizce dile getiriliyordu bunlar. Antalya’da durum tekrarlandı, o yapım şirketinin filmi en iyi senaryo ödülü aldı. Üstelik dramatik çatışma olmayan bir filmle, oysaki temel metin incelemelerinde ilk söylenilen çatışma olmayan kalıcı ve önemli bir metnin olmadığıdır. Nasıl sanatçının bir meramı olması gerekiyorsa, karakterin de çatışmalar içinde şekillenmesi ve gerçeklikle mücadele etmesi gerekir, çünkü hayatımız böyledir, doğaya da bakın insan ilişkilerine de, oysa buradaki durum çok trajik oldu:
Metinde çatışma yoktu, ama hayatın içinde çatışma çok şiddetli oldu, kendiniz karar verin.
Yine çatışmanın olmadığı ve içinde defalarca farklı kliplerin aktığı film bir de en iyi kurgu ödülü aldı.
Bir başka trajik durum da şudur: Adana’da ön-jürinin elediği film Antalya’da en iyi film ödülü aldı. Yine aynı film geçen yıl reddedilmişti, yeni bir kurguyla en iyi film ödülü aldı.
Şimdi olayların akışını iyice incelersek durum netleşir: Filmin bütçesi, bakanlıktan ve aldığı fonlardan destekler ile filmin malzemesinin gerektirdiği yapım bütçesi arasındaki ilişkiyi nasıl açıklayacağız? Evet, bizzat sektörde çalışan insanlara sesleniyorum, buyurun filmi seyredin ve filmin ne kadarlık bir bütçeyi gerektirdiğine siz karar verin, bir de filmin aldığı destekleri hesap edin, bakalım bu film tamamlanmak için nasıl ekstra bütçe taleplerinde bulunmuş?
Peki, ön jürinin Antalya’da jüriye telkinlerde bulunması süreci, bunu geçelim, tehlikeli sulara giriyoruz. Peki, Bulut Filmin genel olarak yaptığı filmlerin bütçelerine bakalım ve seyirciden ne kadar gelir ettiğini karşılaştıralım, (tartışmaya yol açan yazım da “sahte”kar demiştim, yanlışlıkla sahtekâr çıkmıştı).
Nitekim ben İstanbul’dayken bizzat Yamaç Okur’u aradım ve o sıralarda yazdığı Bakanlık Destekleri üzerine yazılarımda istifade etmek için, son on yılda yapılan filmler ve bunlara verilen desteklerle filmlerin bütçelerine dair bir listeyi istedim, böyle bir listeyi yaptığını biliyordum, üstelik kendisi de destek kurulundaydı.
Yani bir sinema yazarının resmi bir görevi olan kişiden “vatandaşın bilgilendirilmesi kanuni hakkı olduğu için” resmi-olmayan biçimde, ama açık nesnel bilgileri, daha doğrusu verileri istedim. Kendisiyle telefonla bizzat konuştum, bana dediği “şu anda bilgisayar başında değilim, ama yarım saat sonra olacağım, ilk işim bunu sana göndermek olacak, -evet böyle bir liste tutuyorum” oldu. Ama sonra aradan bir aylık süre geçmesine rağmen o yarım saat bir türlü geçmedi ve listeyi hiçbir zaman yollamadı.
Ama benim hesaplamalarıma göre, şirketin yaptığı filmlerin seyirciden gelen hasılatın şirketin payına düşen miktarıyla, aldıkları destekler açısından karşılaştırıldığında (aldıkları ödüller, yapım destekleri, fonlardan elde edilen gelirler, euroimage destekleri) inanılmaz bir orantısızlık gösteriyordu. Seyirciden elde edilen gelir bütçenin çok küçük bir kısmına denk geliyordu. Rakamı net söylemek için kendisini aramıştım, gerçek hesapları yapmak için istiyordum, çünkü ben antrakt.com.tr adresinden gelen seyirci rakamlarını düzenli takip eden birisiyim, hem de yıllardır, ama tuhaf bir oransızlık olduğuna eminim.
Ödüller meselesi ve fonlardan aldığı paralar meselesinde bir tuhaflık olduğunu düşünüyorum ve hatta açık söyleyeyim biliyorum. Ama daha film gösterilmeden önce bir olayı anlatmak istiyorum: Bir gazete yazarı-senarist beni aradı, filme geleceğini ve yer ayırmamı istedi, ben de sinemada en uygun yerlerden birine oturdum ve çantamı yanıma koydum. O geldiğinde hiçbir ulusal yarışmadaki filmi seyretmediğini söyledi, çünkü onu hiç ulusal yarışmada görmemiştim, belirttim. Kendisi de uluslararası yarışmayı takip ettiğini söyledi, filmlerin genel olarak çok zayıf olduğunu bildiğini belirtti, bu filme gelmişti, çünkü öncesinde kendisini ilgilendiren tarafı olmuştu:
Mavi Dalga senaryo yazım desteği için başvurmuş ve almıştı. Üstelik senaryo teslim tarihi tamamlanmadan yapım desteğine başvurmuş. Kendisi de bir senaryosu için destekleme kuruluna başvuracakmış: Kuruldaki bir insanla görüşmüş, çünkü senaryoların önemli bir kısmı okunmuyormuş, zaten mümkün de değilmiş, amacı en azından okunmasını sağlamakmış. Kuruldaki yetkili şunu söylemiş, “şimdi çıkacaklar belli, sen bir dahakine başvur.” Listeyi saymış ve içinde Mavi Dalga’da varmış, o yine başvurmuş ve elbette ona çıkmamış.
Türkiye’de yapılan bir filmin destek alması için Kültür Bakanlığının destekleri çok kritiktir, bu destek ardından Euroimage’ı imkânlı kılar, aynı şekilde, fonlardan gelen destek için de ön koşul gibidir. Konuyu dağıtmamak için bunlara girmeyeyim, ama bakanlık desteği Türkiye’de sanat filmleri için çok kritiktir. Filmin iddialı olduğunu söyledi, merak etmiş gelmiş. Filmden çıkınca, kendimi bir piyesin içinde sandım, bütün SİYAD üyeleri buna tanıktır, filmin sunumundan ve tartışmalarda söylenilenlere kadar İstanbul’dan belli olan lobiciliğin son ve tarafsızlığı açıkça zedeleyecek biçimde yapıldığını hepimiz gördük ve konuştuk. Buna filmi destekleyenlerde tanıktır.
Bugün tartışmalara konu olan yazımı ben ödüllerden sonra değil, önce yazdım, yazı Cuma günü öğlen gönderildi gazeteye, üstelik filmi estetik ve toplumsal olarak savunan kimse olmamasına karşın:
Filmin oyuncularından birisiyle de öğlen yemeği sırasında konuştum, böyle bir filme ne kadar şaşırdığımı söyledim, çünkü kendisini tanıyordum, lise aşkını aradan geçen 15 yıldan fazla zaman sonrasında bizzat kendisi söylemişti: “Eğer şimdi evlenelim dese, her şeyi bırakıp onunla evlenirdim”. Üstelik şimdi uluslararası ödüller alan filmde bile oynamışken. SİYAD oylamasında en iyi oyuncu seçildikten sonra. Dedim peki bu filmdekilere ne diyorsun, güldü, “hiçbir şey demiyorum, ne diyeyim ki?”
Bir başka derginin editörüne filmi nasıl bulduğunu sordum, “bu filmi üçüncü kez seyrettim, bütün kurgu aşamalarında bulundum… sen nasıl buluyorsun?”, dedim ki hele bu lobi faaliyetlerinden sonra “kabus” olarak değerlendiriyorum.
Benim Mavi Dalga’ya tepkim şu şekilde olmadı: Genç bir arkadaşımız var, bu arkadaş bütün iyi niyetiyle ve samimiyetiyle bir film yapmış, çok çalışmış çabalamış, sonuçta başarısız olmuş, ben de fırsat bu fırsat bunun üzerine gideyim. Hayır kesinlikle bu olmadı, tam aksine baştan itibaren lobicilik faaliyetlerinden filmin yapım ve post-prodüksiyon ve hatta ön-jüride olanlara kadar gördüğüm bir sürece ve buna da festivalde estirilen rüzgarın eklenmesine karşıydı benim tepkim. Etrafta sürece dahil olmuş çok insan vardı ve bunlar diğer genç yönetmenlerin açıkça aleyhine bir “olayın” parçası olmuşlardı. Mesele en kısa haliyle budur, nitekim daha Cuma kahvaltısında Mavi Dalga’nın en önemli ödülleri aldığı söyleniyordu, oysa daha jüri toplantısı bitmemişti. Jüri karar vermemişti ki…
Bu anlamda ben, genç sinemacılar, sırtına kalın bir destek koyarak yarışın temizliğine halel getirmeyen gençler adına karşı çıktım, film ise gerçekten çok büyük sorunları olan bir filmdi, bu kadar insanın karıştığı filmin böylesine zayıf bir metne dayanmasına ise şaşkındım, asıl sinemadan ve sanattan anlamayanlar da onlardı. Dahası filmden bağımsız lobi faaliyetlerinin çirkinliği, (bir sürü örnek olay var, anlatmıyorum) bir yerden sonra iki seçenek bırakıyor, ya tepki vereceksin, ya da görmezlikten gelip bu ülkede çok yapıldığı gibi “bu millet adam olmaz” deyip geçeceksin. Ve ben tepki verdim, bugün bana da sert gelen bir yazı yazdım, ama sonrasında organize ve kirli bir atakla “yazı yazmam” ve “düşünce suçlusu ilan edilmem” için çabalayan hareketle karşılaştım. Esasında ve özünde bu da bir lobi faaliyetidir, üstelik deşifre edilmekten korktukları ve sürecin bastırılması için bir çabadır. Ondan sonra gerçekten seviyesiz ve yalanlara sığınarak hakaret nasıl edilirmiş onu gördük, üstelik gerektiğinde sahte hesaplar açılarak ve sürecin içinde temiz olmayan faaliyetlere girişmiş insanlar tarafından. İddia ediyorum bu filmin yapım süreci, olağan bir prodüksiyon süreci değil, ciddi bir işletme süreci olarak işlemiştir, sanat eseri üretme kaygısından çok daha fazla ticari kaygılarla yapılan manipülasyonlar olmuştur, karşımızda bir prodüksiyon şirketi değil, bir “Şirket-The Firm” vardır.
Bana neden Fransa-İtalya dünya kupası finalinde dünyanın en iyi hakemi gösterilen İtalyan’ın değil de üçüncü bir ülkeden hakem seçildiğini, dünyanın her yerinde aynı kuralın festivallerde uygulandığını ve burada neden normların delindiğini açıklasınlar, bakalım bilmediğimiz neymiş?
Senaryoda çatışma olmaması üstüne ise, sinema tarihinde önemli tek bir böyle örnek göstersinler, hatta sinema tarihini bırakın, masalları, Antik Yunan Oyunlarını, başka uygarlıklardaki anlatılan söylenceleri incelesinler, çatışma olmayan büyük bir eser göstersinler, biz de durup düşünelim. O kadar ileri gittiler ki durup Brecht’in dramatik çatışmayı ortadan kaldırdığını ileri sürenler bile oldu. Brecht bir olay dizgesi üzerinden düğüme doğru giderek şiddetlenen ve birden gergin yayların boşalmasına benzer biçimde düğümün çözülmesine karşı çıkmıştır, yoksa çatışmayı ortadan falan kaldırmamıştır. Aksine bütün oyun sürecine çatışmayı yaymış ve metnin içine çelişkiyi görünür hale getirmiştir, çatışma üzerine şarkılar yerleştirerek süreç üzerine kendi tarafını ‘göstermeci’ biçimde açıkça belirtmiştir. Çatışmanın Hollywood’un yaptığı ve yarattığı bir şey olduğunu ileri sürenler bile çıktı, ne güzel sinema tarihi biliyorsunuz, ne güzel metin çözümlüyorsunuz? Emin misiniz? Yoksa Hollywood’un yaptığı başka bir şey mi? Shakespeare’in oyunlarındaki çatışmayı da Hollywood’un senaristleri sonradan mı ekledi ona, Sofokles’in eserlerindeki çatışma nereden ithal edilmişti, Freud’un insanın birbiriyle çatışan id/ego/süper-ego benlik kuramları nasıl üretildi? Brecht Marksist idi, tarihte ilerletici gücün çelişkiler ve tarihin sınıf mücadelelerinden oluştuğunu söyleyen bir dünya görüşünü savunan birisiydi. Kendinizi desteklemek için, daha mantıklı, daha nesnel, daha ne söylediğini bilen şeyler söyleyin ki bu da kirli savaşınız gibi olmasın. Evet, aynen bir Kürt’ün dediğini diyorum, “bunun savaşı da kirliydi, tartışması nasıl temiz olsun ki?”
Şimdi halk diliyle size bu konuda süreçteki tartışmalar ve bunlara dair yorumlarımı açıklıyorum, lütfen şunu unutmayın, bu süreçte yalnızca genç bir yönetmenin ilk filmini değil, bir film yapma ahlakını, bir lobiciliği tartışıyoruz, zaten yazıdan sonraki süreç lobinin neleri ne kadar kirli işler yapabileceğini de açıkça göstermektedir.
Bir de açıkça sormak istiyorum, arkadaşların internet siteleri mi yok? Dergileri mi yok? Onlara söz hakkını yasaklayan kimler? Niçin konu hakkında laf cımbızlayarak ve twittter’ın arkasına sığınarak kirli ve açıkça bir yazarın söz hakkını elinden almak hedefiyle polemik yaptılar? Yakıştı mı değdi mi? Sakın tavırları “yavuz hırsız ev sahibini bastırır” tavrı olmasın, elbette bir de “Kuzguna yavrusu Şahan görünürmüş” sözü hakkında neler düşünüyorlar? Kendileri için istediklerini diğer genç yönetmenler ve yazarlar için de isteyecekler mi? Söz hakkının alınmasını istemek, nasıl “düşünce suçu” kavramının dışına düşüyor, niçin “yargısız infaz” olarak yorumlanmayacak? Bu konuda da izahat verirlerse sevinirim, nitekim pek çok yazar arkadaşımız olaylara tanık olduğu için onlara hak veremiyor. Niçin, yoksa benim lobimin gücünden haşmetinden korktukları için mi? Niçin sektörde bunların neler yaptıklarını bilenler, kendilerinden yana tavır alamıyor da, arkadaşlar bir avuç kumda fırtına çıkarmak için bu kadar hava basmak zorunda kalıyorlar? Niçin teorik bir tartışmaya girmediler, elbette benim Bakanlık Destekleri ile AKP ve Sinema üzerine iki ay yazmamdan sonra sektörden çok ciddi sayıda destek almamın hemen ardından böylesine söz hakkına yönelik saldırının gelmesi rastlantı mı?
2. MAVİ DALGA NEDİR? Tartışmayı izliyoruz, ama filmi seyretmedik diyenler için: ARE WE PLAYING A FAIR GAME?
Oynadığımız oyun adil mi? Bugün ben buna inanmıyorum. Bunu ispatlamaya çalışacağım. İşte Antalya’da Facebook’tan paylaştığım metnin tamamı ve aynen:
ARKADAŞLAR FİLMİ SEYRETME SÜRECİ BENİ UTANDIRDI, TAM BİR KÂBUSTU, AMA EKSİĞİ YOK, KÂBUSTU VE SİNİRLE HIŞIMLA OTELE DÖNDÜM.
“Birincisi daha birkaç gün öncesinden filmin favori olduğu dile getiriliyordu, ikincisi Antalya’da en çok yapımcının devreye girdiği filmdi, üçüncüsü uluslararası yapım desteği de almıştı, en sona en iddialı film konur diye insanlar konuşuyordu. Oysa gerçek yalın aslında, zerre kadar bir filme benzemiyordu, basit bir reklam ve klip tarzıyla önemsiz bir saatte derdi tasası olmayan gençlerimiz için çekilmiş bir televizyon filmiydi.
Filme baktım, ne kadar çok destek almış, açık söylüyorum, bunlar çok ayıp şeyler, başta bakanlık desteği de içinde olmak üzere, bu filme senaryo aşamasından destek verilmesi, gerçek anlamda okuduğunu anlamamakla olabilir. Film senaryo ve yönetmenlik açısından “ahlaksız”dır ve benim aklıma o süreçte birden Zeki geldi, acaba dedim Zeki Abi bu filmi seyretse ne der?
Tam ne diyeceklerini düşünürken birden rahatladım, asla bu filmin tamamını seyretmezdi ve terk ederdi, film bildiğiniz en ucuz kliplerle, en beylik ve bayağı dramaturjiyle oluşmuş bir hikâye yapısına sahip. Bütünlük falan yok, tamamen karakter ve insan ilişkileri açısından ölü, elbette seyircilerimiz çok beğendi. Yaşlı teyzelerimiz de arasında, en az küfür olan filmmiş, hiçbir ciddi vukuat yokmuş, güler-yüzlüymüş, şu bu.
Onların rahatlaması için diyeyim, filmde aslında hiçbir şey yok, ama diğer filmlerden farklı çünkü Mavi Dalga bir yandan sinema sanatına dalgaya alan insanlar tarafından yapılmış, öte yandan ise büyük bölümü genç kızlar üzerine kurulu. Ama onların gündelik hayatlarından kesinlikle zerre kadar estetik biçimlere bürünmeden en kaba görüntülere yer veriyor, iç dünya ne gezer? Ve dramatik haliyle eskilerin deyimiyle tam bir potpüri şeklinde klipler birbirine eklenmiş. Öyle filmi seyredince dedim ki insan bunu niye yapar ve bu filmin neresi iddialı, sade suya tirit film yapıp iddialı olunuyorsa ve bu kadar destek alınabiliyorsa, vay bu sinemanın haline. Ama sonra düşündüm, filmin cüssesiyle çıkardığı ses arasındaki büyük eşitsizliği, Bulut film yaparsa öyle olacak elbette, maşallahları var, adamlar bir yap on konuş ve konuştur mantığıyla çalışıyorlar.”
Peki, neden sinirlendim?
“Deniz Balıkesir’de büyümekte olan liseli bir genç kızdır. Yakın arkadaşları Esra ve Gül ile birlikte, bir gün yaşadıkları şehirden çıkarak büyük şehirde üniversite okumanın hayalini kurarlar. Hayallerini gerçekleştirmek için kazanmaları gereken üniversite sınavına iki sene kalmıştır. Okullar açılır, Deniz’in babası her iki senede bir yaptığı gibi, yine yeni bir iş kurmaya hazırlanır; annesi Nevin de küçük kızı Defne’nin okuluna gelir sağlamak için düzenlenen kermesin organizatörlüğünü üstlenir. Sonbaharın sonuna doğru bir gün, yaşanan elektrik kesintisi sırasında bir kaza olur. Kermes için bağışlanan ve Deniz’in eve götürmek üzere aldığı değerli goblen tablo alev alır. Bu aksiliğin ardından Deniz yavaş yavaş arkadaşlarından ve ailesinden uzaklaşmaya başlar. Bir yandan iki erkeğe birden ilgi duymaya başlamıştır. Bu erkeklerden biri, okulundaki rehberlik hocası Fırat, diğeri ise okuldan arkadaşı Kaya’dır. Ergenliğin getirdiği sıkıntılar, Türkiye çapında ortaya çıkan doğalgaz kesintisiyle birlikte daha da şiddetlenir. Artık Deniz, dış dünyada dalga dalga yayılan krizlerle mücadele etmek konusunda yalnız değildir.”
İşte bu filmin resmi facebook sayfasından alıntı, filmin konusu başlığında bunlar yazıyor.
Birincisi filmin konusu mükemmel anlatılmış, ne muhteşem, diyecek bir şey bulamıyorum, ama devam edeyim yine de, üç sorundan söz ediliyor birincisi bir elektrik kesintisi sırasında oluşan kazada Kermes için alınan değerli Golden Tablo’nun üzerine mum düşmesi, zarar görmesi, ikincisi doğal gaz kesintisi, üçüncüsü ise Deniz’in iki erkeğe ilgi duyması. Bunlar dramatik akışta çok önemli, elektrik kesintisi, doğalgaz kesintisi…, bir kaza, bir başka kaza (kız kardeşinin elinin arabanın kapısına sıkışması)…
Bir kere üniversite okuma hayalleri kurdukları falan fazla hayali şeyler, filmin içinde de özel bir ağırlığı yok, hatta böyle hayaller falan da kurmuyorlar, küçük muhabbetlerde devreye giriyorlar, ara sıra söz ediliyor, bir de elbette rehberlik hocasıyla konuşmalarda geçiyor. Arkadaşlarıyla ve ailesiyle bunları tartıştığı tek bir sahne bile yok, ne de karışmazlar ya öyle bir aile içinde.
Deniz’in ailesi filmin figüranlarıdır ve aile içinde sosyal yaşam ve birbirleriyle olan ilişkileri ne bir gerilim ne de bir tartışma kaynağıdır, hatta Deniz’in iç dünyasına yansımaları açısından bile figüranlardır, ailenin metin içinde kurulma süreci tamamen geçiştirilmiştir.
Deniz’in ilgi duyduğu iki erkek meselesinde, Deniz için ne kız arkadaşlarıyla konuşmaları sırasında, ne de kendisiyle baş başa kaldığında bir aşkı düşündürecek bir “psişik yoğunluk” yoktur, aşkı ya da ilgiyi biz verili olarak alıyoruz. Çünkü aslında ve esasında Deniz’in iç dünyası filmde inşa edilmemiş ve sergilenmemiştir, yine film seyredilirse görülecektir, Deniz bir karakter olamamıştır, o kadar yüzeysel bir akış içinde sosyal hayatından kesitler görüyoruz ki aslında film bir sosyal gerçeklik dünyası da inşa etmemiştir.
Yine olaylara akış kazandırmak için ya elektrik ve doğalgaz kesintisi (bunların ailenin sosyal durumuyla alakası yoktur, bildiğiniz kurumsal kesintilerdir) olur ya da bunlarla ilişkili kazalar olur. Elbette bu arada öğrencilerin aralarında Türkçe pop dinleyip dansları eşliğinde kliplerle sergilenmesi süreci tamamlar. Rehberlik öğretmeninin ilişki durumunu değiştirmesi elbette facebook’tan öğrenilir, küçük bir kıskançlık durumu yaşanır. Deniz’in bunun öncesinde yine bir kaza sırasında anne-babasının arabayla kardeşini hastaneye götürmesiyle rehberlik öğretmenini davetsiz ziyaret etme girişimi ve onların konuşması dramatik yapının aksiyonlarıdır. Elbette Goblen tablonun bir öğrenci partisine denk gelen elektrik kesintisi sırasında alev alması, onun tamir hikâyesi…
Filmin sosyal gerçekliği meselesinde söylenecek olan basit: Böyle bir toplumsal gerçeklik alanı yaratılmamış, ilişkilerde konuşulan hiçbir önemli şey yok, bir resmi tören havası var, onu geçiyorum, okul büyük oranda servisle veriliyor, okulun içinde tek geçtiği varsayılan sahne “rehberlik hocasıyla kısa bir görüşme”.
Ve bu film en iyi kurgu ve en iyi senaryo ödülleri alıyor.
Kurgu ödülü alması imkânsız, çünkü metne (evet bilerek kullanıyorum, metne) süreklilik, bir geçiş, bir anlam dizgesi kazandıracak şeyler yok filmde, onun dışında insanın iç dünyasını veren bir şey de yok, klipler ağırlıkta, onların da özel bir başarısı yok, filmin kurgu ödülü alması için nasıl bir neden var, bunu bilmiyorum.
Senaryo ödülü almasına gelince, filmde dramatik çatışma yok, şimdiye kadar dramatik bir çatışması olmayan ve karakterin iç dünyasını yaratmayan ve olayların gelişim sürecinde bir dünya görüşüne ya da insan kavrayışına dayanmayan bir filmin en iyi senaryo ödülünü aldığını hiç görmemiştim, herhangi bir anlam veremedim.
Şunu söyledim ve savundum, iyi filmler arasında seçim yapmak kötü filmler arasında seçim yapmaktan daha zordur, iyi film üzerine tartışmak kötü film üzerine tartışmaktan çok daha kolay, üretken, haz verici ve açıklayıcıdır, bu nedenle filme dair söyleyeceğim en yalın ifade “tartışılacak bir yanı yoktur”.
Ama gelin görün ki olayların yaşanması sürecinde tuhaf şeyler oldu. Sonrasında söylenilen bir dizi şey var, onları es geçiyorum. Tümüyle bu süreçten bağımsız biçimde geçmişteki bir festival macerasını Bahoz nedeniyle 2000’ler Sinemasına yönelik kitapta yazdım, dileyen oraya bakabilir. Bunları Yamaç Okur’da biliyor, buyurun meydan sizin, bir de olayı sizden dinleyelim.
Küçük bir ayrıntı: “Zeki abi bu filmi seyretse ne der” bölümüne dair, yazılanı absürtleştirmek için çırpınanlara açıklama yapayım. Niçin Zeki?
Çünkü bizim sinemamızda duygusal tansiyonun en içten geldiği filmleri Zeki Demirkubuz yapıyor. Niçin Zeki? Çünkü bizim sinemamızda yaşadıkları olaylar karakterlerin iç dünyalarında en şiddetli tepkilere yola açan filmleri Zeki Demirkubuz yapıyor. Filmde hem dramatik çatışma olmaması hem de yaşanılan hiçbir olayın kahramanların iç dünyalarında ve birbirleriyle ilişkilerinde güçlü bir etkiye sahip olmadığını görünce, zihnimde karşılaştırma yaptım, o yüzden Zeki. Karşılaştırma bilimin vazgeçilmez yöntemidir, bunun için bilim tarihinde karşılaştırma olmayan “en büyük çalışmaların da bir listesini versinler”, nasıl olsa onlar âlim değil mi?
İlgili yazılar:
<<Sinema sektöründe kılıçlar mı çekildi!