Yılmaz Güney Niçin Üçüncü Dünyada Bir Semboldür? – Zahit Atam

yılmaz güneyÜçüncü Dünyada Yılmaz Güney bir zamanlar tam bir sembol anlamına geliyordu, nedeni ise basitti, ilk önce kendi hikâyesi sonrasında ise filmlerinde anlattığı sosyal doku o insanlar için kendilerini temsil ediyordu. Yılmaz Güney’in filmlerinde anlattığı dünya batılı için yabancıydı, ama bizzat sanatçının hikâyesi onlar için anlatılan dünyanın ispatıydı. Bu nedenle Yılmaz Güney’in filmlerinde inandırıcılık sorunu yaşanmaz, tam aksine bu filmlerde anlatılan dünyaya karşı bir sıcaklık hisseder, yaşanmışlıktan ve gerçekliğin böyle olmasından dolayı sanatçıya sempati beslerlerdi. Üçüncü Dünyada yaratıcı ve gerçekçi sanatçının siyasi iktidarla çatışması olağandır ve hatta öyle olması teorik olarak gereklidir, çünkü siyasi iktidar gerçekliği yadsır ve onun yerine elit iktidar aygıtının sahte gösterisini öne çıkarır. Oysa sanatçı gerçekliğe bağlı olduğu için siyasi iktidarın sembolleriyle ve sunduğu tabloyla çatışması vesilesiyle iktidarla sanatçı ayrışırdı.

Burada paradoksal bir durum var: Genel olarak Üçüncü Dünyada aydın aslında siyasi iktidara yakındır, en azından onunla temas halindedir, siyasi iktidarla çatışmaktan kaçınır, çünkü bedeli çok ağırdır. Ama bu işin sadece bir yönüdür, bir başka acı yönü daha vardır. Üçüncü Dünyada aydın ya da sanatçı eğitimi gereği de yönetici elit kesime daha yakındır, sanat büyük oranda aydınların seçkinlerin ya da mürekkep yalamışların dünyasında geçer, onlar tarafından tüketilir ve onlar tarafından yönlendirilir. Bu anlamda pek çok Üçüncü Dünyalı bunu açıkça söyler, bir örnek verirsek: 1965 yılında Dakar’da Negro sanatları başlıklı ilk festivalde Osman Sembene şunları söylemişi, “yazar olan biz hepimiz aynı zamanda kendi köklerini belirli bir dereceye kadar kaybetmiş insanlarız.” Nedeni hem aldıkları eğitimle, hem de kendilerini yetiştiren kültürel ortamla hem de sanatlarını ifade ettikleri araçla halkın yaşayışından uzaklaşmışlardır, hele edebiyatı kullanıyorlarsa, durum çok daha kendiliğinden bir yadsıma ve dışında kalma haline dönüşür.

Bu anlamda aydın sanatçının böylesine yabancılaşmış ilişkisi özellikle sinema yoluyla birçok durumda aşılmıştır, nitekim Sembene’de halkla daha farklı ilişki kurabilmek için romanla başladığı sanat hayatından uzaklaşarak sinemaya yönelmiş ve kendi yerel dillerinde filmler yapmaya başlamıştır.

Ama sinema siyasi sansürün en yoğun olduğu sanatlardan birisidir, bunu örnek vermek için Türkiye tarihinden şöyle bir örnek vereyim: bir oyunu bastırmak serbest, ama oynanmadan önce izin almak gerekir. Yayımlanmış bir romanı sinemaya uyarlamadan önce senaryo kontrolünden geçmesi ve izin alınması gerekir. Sinemada zaten filmi çekmeden önce senaryoyu onaylatmak gerekir. Bütün bunlar görsel sanatların hem tiyatro hem de sinema için diğer sanatlardan halka yakın olması ve onlar üzerinde daha çok etkili olması nedeniyledir. Ama bu etkili olma niteliği Üçüncü Dünyada daha sıkı kontrol edilmesi anlamına da gelir, baskılar artar ve sanatçı büyük oranda siyasi iktidarın sansürüne ve darbelerine maruz kalır.

Sinema sanatçılarının Üçüncü Dünyada kariyerleri tam da bu nedenle kesik kesiktir, uzun aralıklarla film yaparlar ve topluma mal olmakta zorlanırlar.

İşte Yılmaz Güney bu nedenlerle, yani bu tip klasik sorunların tümüne yanıt olan yaşamıyla ve sanatıyla bir sembol haline geldi.

Üçüncü Dünyanın dışında batılı dünya için ne ifade ediyordu?

Cannes’da Yol Altın Palmiye aldıktan sonra bir Fransız ve bir İtalyan eleştirmen konuyu tartıştıkları yazıda Batılıların tarihiyle Yılmaz Güney’i karşılaştıran bir yazı yazdılar. O dönem ele alındığında yaptıkları kıyaslama sonucunda Batılı Dünyada benzeri bir figürün olmadığı sonucuna ulaştılar:

Jean Gabin ya da Humphrey Bogart kadar ünlü bir oyuncu, Jean Renoir ya da Orson Welles gibi yaratıcı bir yönetmen, Giyom Tell gibi bir halk kahramanı, önemli bir siyasi militan, bir marabanın oğlu ve hapisten film yapan bir sanatçı, yasağa ve sansüre rağmen bu süreçleri hem maddi hem de sanatsal koşulları sağlayıp filmini uluslararası dünyaya sunabilmek: bütün bunları yapan muadil bir Batılı sanatçı yoktu, bilmedikleri bir olguyla karşılaşmışlardı.

Bu anlamda Güney dünya sineması için bir sembol ve hayatıyla filmleri birbirine karışmış bir sanatçı olarak tarihin derinliklerinde benzersiz yer edinmiş bir isyankâr/sanatçı olarak hala dünyanın sayılı üniversitelerinin arşivinde yer almaya devam ediyor.

Zahit Atam
Sinema Tarihçisi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz