Arkadaş’ın şiirinde ‘anne’ en çok adı geçen varlıktır: “ana ben daha çok küçüğüm, bana ninni söyle ana…”
Bazı insanlar yalnızdır, bazıları iki kere yalnız. Ve bazı insanlar ötekidir, bazıları ise iki kere öteki. Evler, kimi evler de yalnızdır, sahibinin kaderine ortak olmuş gibi. Cilimboz Deresi’nin yakınındaki tek katlı gecekondudan söz ediyorum, sokağa bakan yüzünde tek penceresi ve küçük bir kapısı olan, iki odadan ibaret, mutfaksız, yemeklerin avlunun bir köşesinde pişirildiği şimdinin o yalnız evinden…
bir akşamüstü daracık bir sokakta
bitimi tahta bir köprüye ve dereboyuna akan bir sokakta
tek katlı iki odalı kerpiç bir evin karşısında
iki odada altı kişi yatan kerpiç bir evin karşısında
(bu ayrıntılar şiirin özünü bozabilir
ama söyleyin iki odada kaç kişi yatabilir)
O’nun evinden bahsediyorum; arkadaşsız Arkadaş Z. Özger’in duvarının köşesine sinip, aksayan bacağı nedeniyle oyun oynayan çocukları uzaktan izlediği evden, yalın yalnızlığından ve ötekiliğin hüznünden. Belki bu sebeple, Zekâi’yi Z’ye dönüştürüp ‘Arkadaş’ adını sahiplendi; kendisine, yine kendisinden bir arkadaş yarattı.
ostomyolit: bir kemik hastalığı
sekizbuçuk yaşındayken musallat olur
sağ bacağa ve sağ bacağa musallat olur
en çok da sağ bacağa
…
en çok kendi evinizin karşısında
akranlarınızdan uzak bir köşede büzülmüş
oyunlarına neden katılamadığınızı düşündüğünüz bir sırada
şiddetli bir üşümeyle gelir
girilir kerpiç evin sokağa bakan odasına
tahtadan bir sedirin kıl kiliminin üstüne yatılır
Arkadaş bu hastalıktan dolayı üst üste ameliyatlar geçirmiş, koltuk değnekleriyle gezmiş, çevresindeki arkadaşlarının alaylarını hüzünlü bir gülümsemeyle karşılayıp onlara tek kelime etmemiştir. Aylarını hastane odasında birlikte geçirdiği annesiyle özel bir bağ kurmuş, acıları birlikte göğüslemişler; anne, sevgisiyle yaşama bağlamış Zekâi’yi. Bunlar kız kardeşi Şükran Tekin’in anlattıklarından bir bölüm. Arkadaş’ın şiirinde ‘anne’ en çok adı geçen varlıktır, annesi onun için o kadar özeldir ki, ne kardeşleriyle pay etmeye razıdır ne de babasıyla.
çocuk yalnız annesine yaşar çocukken
anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken
bölüşür anneliği babanın kasığında
…
mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım
-ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm, bana ninni söyle ana
…
annem bir sabır küpü
annem bir acı küpü
Hani demiştim ya bazı evler sahibinin kaderine ortaktır, işte bu kerpiç ev, Arkadaş’ın ailesi sattığından beri yalnızdır, hüzünlüdür, içinde kimse oturmamıştır Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” yayınlanır ve Cilimboz Deresi’nin sesiyle avunmaktadır.
İlk şiiri Ağustos 1967’de çıkar. Soyut’un 28. sayısında: “.. Artık Ankara’dadır, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda öğrencidir…
Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası ve Merhaba Canım… Bu şiirler cinsel farklılığını büyük bir cesaretle ilan etmiş olduğu şiirlerden iki tanesi sadece. Bu meydan okumanın sonrasında yalnızlaşma ve ötekileştirilme girdabına yakalanmıştır. Çevresinde zaten çok az insan vardır, yakın bildikleri ile de sık sık arası açılır, bir gün tabuların yıkılacağını, bireylerin farklılıklarıyla özgür kalacağına inancını homofobiklere şu dizelerle haykırır:
charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı
çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken
yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara
biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı
lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı
yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz
…
hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
…
güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüvericek ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seveceksiniz
(zeki müreni seviniz)
*
siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü
“Biri cinsel yönelimi konusunda arkadaşına, ailesine veya topluma açıldığında, bu itirafın ardından gelen bir kabul edilme veya kabul edilmeme vardır. Bu anlamda kabul edilme, yalnızca “insan” olarak, “bilinç” olarak kabul edilme değildir. “Her şeye rağmen” (farklı cinsel yönelimin söze dökülmesine rağmen), açıldığım kişi tarafından insan olduğun için dışlanmamak yine de dışlanmaktır. “Ben seni insan olarak kabul ediyorum, ben aslında cinsel yönelimin öne çıkarılmasına karşıyım” cümlesi homofobiklikten muaf mıdır? Arzuyu dile getirerek birlikte varolmak, toplumsallaşmak neden kabul edilemezdir?”*
Bu açılımdan sonraki dizelerine bakalım Arkadaş’ın…
tekliğim
yorgun ve kanadı kırık bir kuştur
…
yoruldum
değiştirmekten kanını yüreğimin
…
yalnızım. bunu hep söylüyorum.
…
ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
…
elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatıcam
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir, size aşkı anlatacağım.
O günlerde büyük yalnızlık ve bunun getirdiği melankoliyi yoğun yaşamış belli ki Arkadaş Z. Özger. En yakınlarının bile uzaklığı, hiçbir zaman anlaşılmayacağı ve farklılığının kabul görmeyeceği hissini yaşatmış ona, “bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün” gibi imkânsızlığı ifade eden dizeleri bunun kanıtıdır. Çevresinin ona karşı tutumu, hataları, sık sık kırılıp kendi içine dönmesine neden olmaktadır. Yakın arkadaşı, Kurdeşen şiirini adadığı Yazar Cavit Kürnek ona yazdığı mektupta:
“Gel, birlikte gidelim, bir deniz kenarı olalım” diyordum. O, yaşamı boyunca hiç denize girmediğini, güneşte gövdesini yakmadığını yazıyordu. “Gel” diyordum. “Bizi bir deniz bilir. Bir deniz bizi olduğumuz gibiliğimizle sarar, bağrına basar.”
Gelmedi… Son mektupları, alınganlıklar ve haketmediğim suçlamalarla doluydu. Kendimi savunmadım. Suçlamalarında, elbette haklılık payı vardı. Ama, hangimiz yanlış yapmadık ki? Hâlâ neden yapıyoruz?” diyordu. Arkadaş’ın ona yazdığı cevaplardan birindeki “ben hedef tahtasıyım nasılsa bir kurşun da senden ne çıkar?”cümlesi ise bu kırgınlığa ithafen yazılmış olmalı. Ayrıca Kürnek’e yazdığı mektuplardan alınan aşağıdaki pasajlar Arkadaş’ın ruh halinin zaman zaman intihar boyutuna vardığını anlatır…
“ –çocukluğumda ve yeniyetmeliğimde hiç arkadaşım olmadı, (şimdi) ankara’da üç yıldır korkunç bir yalnızlık içindeyim, intiharı (o hep bordo kokusu) düşündüğüm geceler çok oldu, ama bunu beceremeyecek denli güçsüzdüm/
– burnumda o hep kahrolası bordo kokusu, bir haftalık alkolik olmuştum, bir hafta her gece içiyordum, her gece içiyor ve her gece ağlıyordum./
– korkuyordum, kime yazsam kötü şeyler, çirkin şeyler yazıcaktım. kırıcı şeyler, oysa suçlu bile değildi onlar, suçlu ben miydim, neydi suçum, ne yapmıştım, günlerce bunu düşündüm, günlerce içtim ve bunu düşündüm, hayır ama. suçlu ben değildim, belki doğanın kötü bir oyununun değişmez oyuncularından biriydim, ben koymamıştım bu oyunu sahneye, bana yalnızca oynamam buyrulmuştu ve de iyi oynuyordum galiba ki rolüm yirmi bir yıldır hiç değişmemişti, hep yuh sesleri ve kötülük çiçekleri ile bezeli renksiz/ölü renginde ya da/buketlerle donalı o gala gecesinin hala bitmeyen oyununu oynuyordum, kalabalık korkunçtu, kalabalık korkunçtu ve iğrençti
– intihar eden adamın namazı da kılınmazmış.”
Ve ben bu yazıyı yazmaya hazırlanırken 22 Şubat 2019 günü Cavit Kürnek’in de ölüm haberini aldım. “Bir gün, onunla yeniden karşılaşacağımı umuyorum.” diyen Cavit Kürnek belki de şu anda Arkadaş ile dertleşiyor, onun hayatını cehenneme çeviren farklılığının bu zaman diliminde neredeyse avantaj haline geldiğini anlatıyordur.
İlk başta bireysel şiirler yazan bir şair olarak kategorize edilen Arkadaş Z. Özger, devrimci kimliği ile örtüşen şiirler de yazarak, dâhil edildiği kategorinin dışına sıyrılmıştır. ‘Orman’ şiirinde Yusuf Aslan’a, ‘Sözcük’ şiirinde Deniz Gezmiş’e, Tamirat şiirinde ise babasına seslenir.
yusufçuk, yusufçuğum
kanadından mı vurdular, vursunlar
gün tanlayınca gövertisini
halkın ormanı ışıyacak
…
hey EY
senin adın Deniz
engin Deniz
sonsuz Deniz
Deniz EYY
…
ne kadar üstelesem yanlış bir değişimi
bir proloterin oğlu olduğuma inandıramıyorum kimseyi
inandıramıyorum babama bir proleter olduğunu
…
vur gülüm vur gülüm vur gülüm
vur sen de burjuva ayakkabılarının altına
‘Pencere’ şiiri Arkadaş’ın çok sevdiğim şiirlerinden birisidir. Umudu elinizi uzatsanız tutabilirsiniz adeta. Sevgili ağabeyim Şair Oğuz Tümbaş da çok severmiş bu şiiri. Bir araya geldiklerinde Arkadaş önce yüksek sesle bu şiiri okur, ardından “Açık bırak pencereni, örtme perdeyi bu gece” şarkısını söylermiş. “Hiç nazlanmaz, bizi kırmaz, her istediğimizde bize bu şarkıyı söylerdi, bugün bu şarkı nerede kulağıma çalınsa, Arkadaş’ın ‘Pencere’ şiirini getirir usuma.” diye anlatıyor Arkadaş’ını sevgili Oğuz Tümbaş.
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı
Bir gün kitabı basıldığında adı ilk yayımlanmış şiirinin adı olacaktı. “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” Olmadı. Yaşamının bir tragedya olduğunun farkındaydı. Toplumun yaşam içinde kadın ve erkek olarak sadece iki cinse biçtiği role uymuyordu kimliği. Cesaretle ifşa etti, isyan etti ama o zamanki yıkılmaz duvarların fakındaydı. İroni şiirlerinin bir parçası olmuştu. Ayrıca kulağımızı okşayan lirik tınıyı da sevmemek imkânsızdı. Aşka davet ve toplumsal kuralların yüksek duvarlarını yansıtan iki örnek bölüm aşağıdadır..
yaslan bana yeryüzü ağacı
dikili gövdenin üretkenliği için
çıldırtan bir gübre mi arıyorsun
kökünü toprağımda dene
…
elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız
sen içerde
ben dışarda
oyyy mahpusluk mahpusluk
Bir yandan da politik mücadelesi sürüyordu, ince bedeninin ve bacağının gücü yettiğince.
Sonra o çalkantılı politik ortam sırasında 24 Ocak 1971’de kaldığı SBF yurdu basılır. Öğrenciler kurdukları barikatların gerisinde direnirler, Çatışmalar uzun sürer. Yurt kat kat ele geçirilir. Sonra polis yurttan ana caddeye dek koridor kurup, yurttan çıkardığı öğrencileri cop ve tekme darbeleri ile bu koridordan geçirirken gözaltına alırlar ve şiddetli işkenceye maruz bırakırlar, Arkadaş “ bunun ardından bir şey çıkmasa bari” der kız kardeşine. Sonrasında ‘Adak’ şirini yazar:
biz üçyüz yurtseverdik
üçyüz anıtlı yurtbekçisi
…
kaç saat vurştuk,
kaç yüzyıl saat
sayımızın azlığına
düşmanın çokluğuna bakmadan
Ölüm ona uzakta değildi, iki yıl sonra 29 Nisan 1973 Ankara’da sokakta ağır yaralı bir halde bulunur arkadaş. 5 Mayıs 1973’te Ankara Numune Hastanesi’nde ölür. 9 mayısta defnedilir. Otopsi raporunda beyin kanaması yazar ama bugün bile hâlâ şüpheli görülen bir ölümdür Arkadaş’ınki.
Bu yazıyı yazmadan ona gittim, gitmesem bir şeyler eksik kalacaktı. Yaşamda olduğu gibi orada da yalnız olmamasını umut ettim. Başucuna vardığımda kırmızı bir karanfil buldum, henüz birkaç günlüktü. Sonra gökkuşağının her bir renginden yedi tane çuha çiçeği diktim mezarına ve onlara “Sizin adınız artık Arkadaş Çiçeği” dedim. Kulağına, Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası’nı fısıldadım ince bir yağmur eşliğinde. Şiir bitti, yağmur dindi, sonra güneş gökkuşağını getirdi. Biliyorum o Arkadaş Z. Özger’di…
Hamiş: Eğer Arkadaş’ı ziyaret etmek isterseniz adresi, Karşıyaka Mezarlığı, 3. Kapı, Ada H: 9, Parsel: 11
Kaynaklar:
Sevdadır, Arkadaş Z. Özger, Mayıs Yayınları, 5. Baskı- 1997
Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası, Arkadaş Z. Özger, Ve Yayınevi, 3. Basım, 2015
Arkadaşım Zekâi, İsmet Tokgöz, Ve Yayınevi, 1.Basım, 2017
Şairler Kahvehanesi, Tahir Abacı, İkaros Yayınları, 2018
*Cogito, Sayı: 65-66, 2011
Nevin Koçoğlu