“Başarılı bir konuşmacı olmak peşinde değilim,” dedi, içinden geçenlerin sesine kulak vererek. “Zaten istesem de olamam. Hiç kuşkusuz Sayın Sorgu Yargıcı benden çok daha iyi konuşuyordur, bu onun işi. Ben yalnızca kamuoyuna genel bir aksaklığı göstermek istiyorum. Dinleyin: Yaklaşık on gün önce tutuklandım; olup bitenler bana gülünç geliyor, ama söz konusu olan bu değil. Sabahın köründe gelip yatağımda baskın yaptılar. Belki de sorgu yargıcının söylediklerinden sonra bu bana çok mümkün görünüyor- belki de tıpkı benim gibi suçsuz olan bir duvar boyacısını tutuklama emrini almışlardı, ama nasıl olduysa uygulamaya geçmek için beni seçtiler. Yan oda, iki kaba gözcü tarafından işgal edilmişti. Tehlikeli bir haydut olsaydım, daha fazla önlem alamazlardı.
“Beni tutuklayanlar da niye tutukladığını tam olarak bilimiyordu”
Bu gözcüler ahlak anlayışından yoksun kişilerdi. Rüşvet alabilmek, giysilerimle çamaşırlarıma el koyabilmek için kafamı şişirdiler. Gözlerimin önünde utanmadan kahvemi içtikten sonra, sözde bana kahvaltı getirtmek için para istediler. Bu kadarla da bitmiyor! Beni üçüncü bir odaya götürüp polis şefinin karşısına çıkardılar. Çok saygı duyduğum bir hanımın odasıydı bu ve benim hatam olmasa da, bir bakıma benim yüzümden, gözcülerle polis şefinin varlığıyla kirlenmesine göz yummak zorunda kaldım. Soğukkanlılığımı korumak kolay değildi. Yine de bunu başararak, polis şefine büyük bir sükunetle -burada bulunsaydı kendisi de bunu onaylardı- neden tutuklandığımı sordum. O hanımın iskemlesinde gurur abidesi gibi karşımda oturuşu gözlerimin önünden gitmeyen şef, bunun üzerine ne cevap verdi dersiniz? Hiç cevap vermedi, beyler. Zaten ne cevap vereceğini de bilmiyordu belki. Beni tutuklamıştı, bu kadarı ona yetiyordu. Üstelik, o hanımın odasına, görevli olduğum bankada çalışan üç küçük memuru da getirmişti. Bunlar bütün zamanlarını eşyaları elleyip fotoğrafların düzenini bozmakla geçirdi. Bu memurların orada bulunmalarının bir amacı daha vardı doğal olarak: Tıpkı ev sahibem ve hizmetçisi gibi, tutuklandığım haberini yaymaları, itibarımı mahvetmeleri ve bankadaki yerimi sarsmaları bekleniyordu. Bunların hiçbiri olmadı, hem de kesinlikle. Son derece sade bir insan olan ev sahibem bile -saygı gereği burada onu anmak isterim, adı Bayan Grubach’tır- yani Bayan Grubach bile, bu tür bir tutuklanmanın, başıboş kişiler tarafından sokakta yapılan bir saldırıdan çok daha önemsiz olduğunu görecek kadar mantıklıydı. Yineliyorum, bütün bunlar bana yalnızca geçici rahatsızlıklar verdi, ancak sonuçların daha kötü olması mümkün değil miydi?
Hâlâ sessiz duran sorgu yargıcına bir göz atan K., onun kalabalık içinden birine kaş göz işareti yaptığını gördü. Bunun üzerine gülümsedi.
“Sayın Sorgu Yargıcı içinizden birine gizli bir işaret veriyor,” dedi. “Bu işaretin amacı ıslık çaldırma mı, yoksa alkışlatma mıdır bilmiyorum ve bunu en baştan ortaya çıkardığıma göre, anlamını öğrenmeye de niyetim yok. Umurumda bile değil ve Sayın Sorgu Yargıcı’na, gizli işaretlere başvurmak yerine, maaşlı memurlarına yüksek sesle komut vermesi için izin veriyorum. Açıkça, ‘şimdi ıslık çalın,’ ya da, ‘şimdi alkışlayın,’ desin onlara.”
Sabrı taşan ya da canı sıkılan sorgu yargıcı, iskemlesinde bir ileri, bir geri sallanıyordu. Arkasında duran ve daha önce görüştüğü adam, tekrar ona doğru eğildi. Ya genel anlamda cesaret vermek, ya da belli bir tavsiyede bulunmak istiyordu. Aşağıdaki insanlar alçak sesle ama canlı hareketlerle aralarında konuşuyorlardı. İlk başta farklı görüşleri olan iki taraf bir araya gelmişti. Bazıları parmağıyla K.’yı gösteriyor, diğerleri yargıcı işaret ediyordu.
Salondaki hareketlilik uğursuz bir pus yaratıyordu. Uzaktaki insanların görülmesini bile engelliyordu. Özellikle de galerideki izleyicileri rahatsız ediyor olmalıydı. Olup bitenleri anlayabilmek için aşağıdakilere soru sormak zorunda kalıyorlardı, bunu ise sorgu yargıcının bulunduğu yere doğru tedirgin bir bakış fırlattıktan sonra, alçak sesle yapıyorlardı. Yanıtlar da, eller ağızlara yaklaştırılarak, yine alçak bir sesle veriliyordu.
“Sözümü bitirmek üzereyim,” dedi. Zil olmadığı için masaya yumruğunu vurarak.
Korkuyla yerlerinden sıçrayan sorgu yargıcı ile danışmanının kafaları birbirinden ayrılıverdi.
“Bu işin benimle ilgisi yok. Bu nedenle olup bitenleri soğukkanlılıkla değerlendiriyorum ve bu sözde mahkemeye az çok önem verdiğinize göre, beni dinlemeniz hakkınızda hayırlı olabilir. şimdi sizden, söylediklerimle ilgili tepkilerinizi sonraya bırakmanızı rica ediyorum, çünkü çok az zamanım var, biraz sonra gideceğim.”
Hemen sessizlik oldu, K. topluluğa hâkimdi artık. Başlangıçtaki gibi bağırmıyorlardı, hatta alkışlamıyorlardı bile ve ikna olmuş ya da olmak üzere gibiydiler.
Bu örgütün anlamı suçsuzları tutuklayıp haklarında sonuçsuz kalan davalar açmak
“Hiç kuşkunuz olmasın beyler,” diye devam etti alçak sesle, topluluğun sıcak dikkati onu mutlu etmişti. Sessizlik içinde, en içten alkışlardan daha heyecan verici bir uğultu oluşuyordu. “Hiç kuşkunuz olmasın beyler, bu yargının ortaya çıkardıklarının ardında, dolayısıyla da benden söz etmek gerekirse tutuklanmamın ve bugün maruz kaldığım sorgulamanın ardında büyük bir örgüt bulunmakta, yalnızca rüşvetçi gözcüleri, polis şeflerini ve budala sorgu yargıçlarını -ki bunlardan yalnızca alçakgönüllü olmaları beklenebilir- kullanmakla kalmayıp, ayrıca müstahdemleriyle birlikte çok sayıda uşak, yazman, polis ve diğer ilgililerle, hatta söylemekten çekinmiyorum, belki de işkencecileriyle birlikte yüksek yargıçları da içeren bir örgüt. Şimdi beyler, bu büyük örgütün anlamı ne olabilir? Bunun anlamı, suçsuzları tutuklayıp haklarında durup dururken ve benim durumumda olduğu gibi, çoğunlukla sonuçsuz kalan davalar açmak. Bu sistemin saçma sapanlığı karşısında, memurların yolsuzluk yapması nasıl engellenir? Engellenemez, beyler! En büyük yargıç bile bundan kaçamaz. Gözcülerin sanığın sırtından giysilerini çalmaya kalkışmasının, polis şeflerinin insanların evlerine dalmasının, suçsuz insanların doğru dürüst sorgulanmak yerine kalabalık toplulukların önünde rezil edilmesinin nedeni budur işte! Gözcüler bana yalnızca sanıklara ait malların götürüldüğü depolardan söz ettiler. Bin bir zorlukla elde edilen malların hırsız memurlar tarafından çalınana dek çürümeye bırakıldığı bu depoları görmek isterdim doğrusu!”
Salonun dibinden gelen bir çığlık üzerine, K. sustu. Görebilmek için ellerini gözlerine siper yaptı, çünkü çiğ gün ışığı salondaki sise beyazımsı bir renk katıp göz kamaştırıyordu. Çığlık, K.’nın içeri girer girmez başına iş açacağını anladığı çamaşırcı kadının bulunduğu taraftan geliyordu. Bağıranın o olup olmadığı anlaşılamıyordu. K. yalnızca, bir adamın onu kapı yakınlarında bir köşeye çekerek kendisine yasladığını görüyordu. Ama bağıran o değil, adamdı. Ağzını kocaman açmış, tavana bakıyordu.
İkisinin çevresinde küçük bir çember oluşmuştu ve galerideki insanlar, K.’nın toplantıya kazandırdığı ciddiyetin bozulmasından hoşnut görünüyorlardı.
Ġlk izlenimin getirdiği ivmeyle, K. ortalığa tekrar çekidüzen vermek için hemen oraya koşmak istedi. Herkesin kendisini destekleyeceğini, en azından çifti salondan atmak isteyeceğini sanmıştı; ama daha ilk sıralarda, yerinden kıpırdamayan ve geçmesine izin vermeyen insanlara tosladı. Hatta tam tersine, onu engellediler. Yaşlı insanlar kollarını uzatarak yolunu kesti ve bir el, arkasına dönmesine zaman tanımadan onu ensesinden yakaladı. Özgürlüğünü kısıtlamaya çalıştıkları ve tutukluluğunun gerçekten ciddiyet kazandığı duygusuna kapılan K. bir sıçrayışta setten aşağı atladı. şimdi kalabalıkla yüz yüzeydi. İnsanları yanlış mı değerlendirmişti? Konuşmasına çok mu umut bağlamıştı? Konuştuğu süre boyunca gerçek yüzlerini saklamışlardı da, şimdi sıra harekete geldiğinde maskeler düşüyor muydu? Çevresindekiler ne biçim insanlardı! Küçük kara gözler fıldır fıldırdı, yanaklar ayyaş yanağı gibi sarkıyordu, uzun sakallar sert ve seyrekti ve eller sakallara gittiğinde sanki boşluğu tırmıklıyordu, ama bu sakalların altında, yakaların üzerinde -K. için bu gerçek bir keşifti- çeşitli boy ve renklerde rozetler parlıyordu. Görüldüğü kadarıyla hepsinde bu rozetlerden vardı, hepsi aynı klanın bir parçasıydı, hem sağdakiler hem de soldakiler. Birden arkasına dönen K., kollarını karnının üstünde kavuşturup sakin sakin salonu seyreden sorgu yargıcının yakasında da aynı rozetleri gördü.
“Ah, ah!” diye bağırdı K., kollarını yukarı kaldırarak, çünkü bu ani buluşun ifade edilmesi belli bir alan gerektiriyordu. “Gördüğüm kadarıyla hepiniz, yargı işinde çalışan memurlarsınız, size sözünü ettiğim satılmış çetenin üyelerisiniz, dinlemek ve casusluk yapmak için burada toplandınız, beni kandırmak için ikiye ayrılmış gibi yaptınız. Alkışladığınızda, amacınız beni denemekti: Suçsuz bir kişiyi baştan çıkarmak için ne yapılması gerektiğini öğrenmek istiyordunuz. Burada laf olsun diye bulunmuyordunuz. Ya birinin sizden suçsuzluğu savunmanızı istediğini görerek eğlendiniz, ya da… Bırakın beni, yoksa vururum!” diye bağırdı, sendeleyerek kendisine fazlasıyla yaklaşan yaşlı bir adama. “Ya da gerçekten bir şeyler öğrendiniz. Güzel mesleğinizde hepinize başarılar dilerim.”
Masanın kenarındaki şapkasını çabucak alıp genel sessizlik içinde çıkışa doğru koştu. Sessizliğin nedeni de aşırı şaşkınlıktan başka bir şey
olamazdı. Ancak sorgu yargıcı K.’dan daha çabuk davranmış olmalıydı, çünkü kendisini kapıda bekliyordu.
“Bir saniye,” dedi.
K. durdu, ama yargıca bakmıyordu. Kolunu çoktan yakalamış olduğu kapıdaydı gözleri.
“Yalnızca şunu anlamınızı isterim,” dedi yargıç, “farkındaymış gibi görünmeseniz de, sorgulamanın bir sanığa getireceği yararlardan bugün kendinizi yoksun bıraktınız.”
“Alçaklar!” diye bağırdı K. kapıya bakarak, “Sorgulamalarınızın tümü sizin olsun!”
Sonra kapıyı açtı ve merdivenleri çabucak indi. Arkasından, topluluktan tekrar yükselen sesleri duydu. Sınıfta işlenen bir parça gibi, olup bitenleri tartışıyor olmalıydılar.
Dördüncü Bölüm: Boş Salonda- Öğrenci – Evrak Odaları
K. ertesi hafta her gün yeni bir davet bekledi. Sorgulanmaya karşı çıkmasını ciddiye almış olamazlardı. Cumartesi akşamına kadar davet gelmeyince, pazar günü aynı saatte ve aynı yerde habersiz olarak beklendiğini düşündü. Ertesi gün oraya gitti ve bu kez en kestirme merdiven ve koridorlara yöneldi. Kendisini anımsayan birkaç kiracı, kapı eşiğinden selam verdi. Kimseye yol sormasına gerek kalmadan varacağı kapıyı buldu ve vurur vurmaz açıldı. Kapıyı açan ve girişte duran kadına -geçen seferki kadındı bu- bakmakla zaman yitirmeden tam yan odaya geçmek üzereydi ki, şu sözleri duydu:
“Bugün duruşma yok.”
“Niye yokmuş?” diye sordu inanamadan.
Ancak kadın, salonun kapısını açarak onu ikna etti. Salon gerçekten de boştu ve bu boş hali, geçen pazarkinden daha sefil görünüyordu. Halâ setin üzerinde duran masada birkaç kalın kitap bulunuyordu.
“Şu kitaplara bakabilir miyim?” diye sordu K. Meraktan değil de, boş yere gelmediğine kendini inandırmak için sormuştu bunu.
“Hayır,” dedi kadın kapıyı kapatarak. “Bakmak yasak, bu kitaplar sorgu yargıcına ait.”
“Ya, öyle mi!” dedi K. başını sallayarak. “Bunlar herhalde kanun kitapları ve bizim hukuk sistemimiz doğal olarak insanları hem suçsuz yere, hem de yasadan habersiz olarak mahkûm ediyor.”
“Herhalde öyle,” dedi pek iyi anlayamayan kadın.
“Peki, madem öyle gidiyorum.”
“Sayın Sorgu Yargıcı’na bir şey söylememi ister miydiniz?”
“Kendisini tanır mısınız?”
“Elbette,” dedi kadın, “kocam mahkemede mübaşirlik yapıyor.”
Geçen pazar yalnızca bir çamaşır leğeninin bulunduğu bu holün, dayalı döşeli bir oturma odasına dönüşmüş olduğunu ancak o an fark etmişti. Şaşırdığını gören kadın, “Evet,” dedi, “burada bedava oturuyoruz, ama duruşma günleri taşınmak zorunda kalıyoruz. Kocamın işi elverişsiz koşullara neden oluyor.”
“Odanın halinden çok,” dedi K. kadına kötü kötü bakarak, “evli olmanıza şaşırdım.”
“Geçen duruşmada sözünüzü kesmenize neden olduğum olayı mı ima ediyorsunuz?” dedi kadın.
“Elbette,” dedi K. “Artık geçmişte kaldı, unutuldu sayılır. Ama olay olduğunda gerçekten çok kızmıştım. şimdi de evli olduğunuzu söylüyorsunuz bana!”
“Sözlerinizi kesmemin size bir zararı dokunamazdı. Ama siz gittikten sonra hakkınızda çok kötü değerlendirmeler yapıldı.”
“Olabilir,” dedi K. son noktayı atlayarak. “Bütün bunlar sizi bağışlatmaz.”
“Beni tanıyan herkesin gözünde bağışlanmış biriyim,” dedi kadın. “Geçen pazar bana sarılan adam uzun süredir peşimde. Pek çekici görünmüyor olabilirim, ama o beni öyle buluyor. Yapılacak bir şey yok, kocam da bunu anlamış olmalı. İşinde kalmak istiyorsa, buna katlanması gerek, çünkü o çocuk öğrenci ve büyük olasılıkla ileride sivrilecek. Hep benim peşimde. Siz içeri girdiğinizde, o yeni çıkmıştı.
“Hiç şaşırmadım,” dedi K., “bu da ötekiler gibi bir şey.” “Siz burada önemli düzeltmeler yapmaya mı çalışıyorsunuz?” diye sordu kadın. Hem kendisi, hem de K. için tehlikeli olabilecek bir şeyler söylüyormuş gibi dikkatli bir hali vardı. “Başlangıçta burada bulunmadığım, sonunda da öğrenci tarafından yere yatırıldığım için yalnızca bir bölümünü dinlemiş olsam da, çok hoşuma giden konuşmanızdan çıkardım bu sonucu…” Bir süre sonra, K.’nın elini tutarak, “Burası çok iğrenç bir yer!” dedi. “Bazı şeyleri düzeltebileceğinize inanıyor musunuz?”
K., elini kadının yumuşak elleri arasında hafifçe çevirerek gülümsedi.
“Doğruyu söylemek gerekirse,” dedi, “sizin deyiminizle burada bazı şeyleri düzeltmek bana düşmez ve bundan bir başkasına, örneğin sorgu yargıcına söz edecek olursanız, sizinle alay eder. Bu işlere istediğim için bulaşmış değilim, yargı sistemini düzeltme gereği uykularımı bölmüş de değil. Ancak tutuklandıktan sonra, çünkü ben bir tutukluyum, kendi adıma işe bulaşmak zorunda kaldım. Bu arada herhangi bir konuda size yardımım dokunabilirse, bunu seve seve yaparım; yalnızca gelecek aşkıyla değil, sizin de bana yardım etmeniz için.”
Yargıyı düzeltme gereği uykularımı bölmüş de değil. Ancak tutuklandıktan sonra, kendi adıma işe bulaşmak zorunda kaldım.
“Ne yardımı?” diye sordu kadın.
“Sözgelimi, şimdi şu masanın üzerinde duran kitapları bana gösterebilirsiniz.”
“Tabii, neden olmasın!” diye bağırdı kadın, hemen arkasından
onu içeri alarak.
Söz konusu kitaplar, yıpranmış eski ciltlerdi. Birinin kapağı neredeyse lime lime olmuştu, parçaları yalnızca ipler tutuyordu.
“Ne pis bir yer burası!” dedi K., başını sallayarak.
Kendisi el atmadan önce, kadın önlüğünün kenarıyla kitapların tozunu aldı. K. en öndekini alıp. açtı ve açık saçık bir resim çıktı karşısına. Bir kadınla bir erkek, bir kanepe üzerinde çırılçıplak oturuyorlardı. Ressamın kötü niyeti apaçıktı, ama resim öylesine beceriksizce yapılmıştı ki, görülen tek şey, resimden dışarı çıkacakmış gibi aşırı dik oturan ve perspektif hatası yüzünden birbirine bakmakta zorlanan bir kadınla bir erkekti. K. kitabı daha fazla karıştırmadı. İkinci kitabın başlık sayfasını açmakla yetindi. Greta ‘nın Kocasından Çektikleri adlı bir romandı bu.
“Burada incelenen kanun kitapları işte bunlar!” dedi K. “Beni işte bu insanlar yargılayacak!”
“Size yardım etmemi ister misiniz?” dedi kadın.
“Kendinizi tehlikeye atmadan bunu yapabilir misiniz? Kocanızın amirlerinden korktuğunu söylememiş miydiniz az önce?”
“Yine de size yardım edeceğim,” dedi kadın. “Gelin biraz sohbet edelim. Beni bekleyen tehlikelerden söz etmeyin artık. Tehlikeden ancak kendim istersem korkarım. Gelin!”
Seti gösterdi ona ve kendisiyle birlikte basamağa oturmasını rica etti.
“Güzel siyah gözleriniz var,” dedi, yerleştikten sonra aşağıdan yukarıya doğru K.’nın yüzüne bakarak. “Benim gözlerimin de güzel olduğunu söylerler, ama sizinkiler çok daha güzel. Ġlk geldiğiniz gün hemen fark etmiştim bunu. Hatta toplantı salonuna girmemin nedeni de buydu, genelde oraya hiç girmem, bir biçimde yasaktır benim için.”
“Demek öyle,” diye düşündü K. “Bana teslim olmak istiyor, o da buradakiler kadar yozlaşmış. Mahkemedekilerden bıkmış, bunda
anlaşılmayacak bir şey yok, önüne çıkan kişiyle de, gözlerine övgü yağdırarak konuşuyor.”
Sonra da yüksek sesle konuşup tavrını kadına açıklamış gibi, sessizce ayağa kalktı.
“Bana yardım edebileceğinizi sanmıyorum,” dedi. “Bana gerçekten yardım edebilecek kişinin yüksek dereceli memurlarla bağlantı halinde olması gerekir, oysa siz yalnızca buraya kalabalık halinde gidip gelen küçük memurlarla görüşüyor olmalısınız. Hiç kuşkusuz onları iyi tanırsınız, kendilerinden çok şey elde edebilirsiniz, ama bu insanlardan alacağınız en büyük yardım bile davanın sonucunu etkileyemez, yalnızca birkaç dostunuzu kendinizden soğutmuş olursunuz ve bunu hiç istemem. Bu insanlarla her zamanki gibi görüşmenizi sürdürün. Bence siz onlar olmadan yapamazsınız. Bu sözleri üzülerek söylüyorum, çünkü övgünüze karşılık olarak, sizin de benim hoşuma gittiğinizi itiraf etmeliyim, özellikle de böyle üzgün üzgün bana baktığınız sırada, oysa buna hiç gerek yok. Savaşmak zorunda olduğum insanlardan birisiniz, ama onlar arasında kendinizi rahat hissediyorsunuz. Hatta öğrenciyi de seviyorsunuz,
ya da en azından onu sevmeseniz bile kocanıza tercih ediyorsunuz, sözlerinizden kolayca anlaşılan bir şey bu.”
“Hayır,” diye bağırdı kadın hâlâ oturduğu yerden ve elini öylesine ani bir hareketle kaptı ki, K. buna engel olamadı. “Şimdi çekip gidemezsiniz. Hakkımda bu kadar yanlış bir yargıya varıp ayrılmaya hakkınız yok. ġu anda gerçekten gidebilir misiniz? Bir süre daha birlikte kalamayacağınız kadar önemsiz biri miyim ben?”
“Beni yanlış anladınız,” dedi K. tekrar oturarak. “Kalmama o kadar önem veriyorsanız, bunu seve seve yaparım, buraya sorgulanmak üzere geldiğime göre, zamanım da var. Size söylediklerim, yalnızca benimle ilgili bir girişimde bulunmamanızı rica etmek içindi. Davanın sonucunu hiç umursamadığımı ve mahkûm edilmekten çekinmediğimi düşünecek olursanız, bunda sizi kıracak hiçbir şey olmadığını görürsünüz. Zaten davanın günün birinde biteceğinden de kuşkuluyum. Bana öyle geliyor ki, tembellik, ihmal, hatta memurların yargıdan duydukları kuşku yüzünden, soruşturmadan ya vazgeçildi, ya da vazgeçilmek üzere. Büyük bir rüşvet umuduyla davayı sürdürmeleri de olası. Ama zahmetleri boşa çıkacak, bunu şimdiden söylüyorum, benim kimseye rüşvet vermeye niyetim yok. Belki de sorgu yargıcına ya da önemli haberleri yaymaktan hoşlanan herhangi birine, bu beylerin bol keseden, kullandıkları hiçbir gücün beni birilerine rüşvet vermeye razı edemeyeceğini söyleyerek bana yardımcı olabilirsiniz. Bu çaba kesinlikle boşa çıkar, bunu açıkça belirtin. Zaten belki de kendiliklerinden fark etmişlerdir, etmemişlerse de, şimdi öğrenmeleri benim için pek önemli değil. Bu sadece onları zahmetten kurtarır. Ben de böylece birkaç küçük sıkıntıdan kurtulmuş olurum, ama başkalarının da darbe yediğini bilirsem, bu ufak tefek şeyleri dert edinmem. Bunun böyle olması için de özen göstereceğim. Sorgu yargıcını tanır mısınız?”
“Elbette,” dedi kadın, “size yardım etmeyi önerdiğim sırada asıl o vardı aklımda. Küçük bir memur olduğunu bilmiyordum, ama siz söylediğinize göre, mutlaka öyledir. Yine de üstlerine yolladığı raporun bir ölçüde etkili olduğunu sanıyorum. Öyle çok rapor yazıyor ki! Memurların tembel olduklarını söylüyorsunuz, ama bu
kesinlikle hepsi için geçerli değil, özellikle de onun için. Sürekli yazıyor. Örneğin geçen pazar, duruşma akşama kadar sürdü. Herkes çekip gitti, ama o kaldı. Işık gerekiyordu, bende de yalnızca bir mutfak lambası vardı. Bunun yeterli olduğunu söyleyip hemen yazmaya koyuldu. Bu arada, o gün tatil yapan kocam eve dönmüştü. Mobilyalarımızı almaya gittik ve yeniden yerleştirdik. Komşular da bize geldi ve mum ışığında sohbet ettik. Kısacası, yargıcı unutup yatmaya gittik. Gece yarısı, saat çok geç olmalıydı, birden uyandım ve bir de baktım, yargıç yatağımın başucunda duruyor!
Dava
Franz Kafka