“Herkese kulağını ver, sesini verme!”* Shakespeare Meselesi – Sabahattin Ali

ShakespeareDaha Shakespeare’in yaşadığı zamanlarda bile onun kıymeti, şahsı ve eserleri üzerinde muhtelif hükümler verilmeğe başlanmış, bu hal günümüze kadar, hazan kabarıp hazan sönerek devam etmiştir. Yeryüzünden sersem insanların tamamen yok olup gitmesine ve herkesin, ne kadar açık olursa olsun, her hakikati görmesine imkan olmadığını; ve sakat işleyen kafalar her zaman kendilerine yoldaş bulabileceği için bu nevi acayiplikler daha da devam edecektir. Yüksek kültürlü memleketlerde bir Shakespeare meselesi artık mevcut değildir. Oralarda ikide birde zuhur eden “orijinal” münekkit ve âlimler, kendilerine benzeyen beş on deliyi de bağırtıp çağırttıktan ve hakiki ilim ve sanat muhitlerini bir hayli güldürdükten sonra unutulup giderler.

Halbuki bizde nedense bu gibi cinnet mahsulü fikirler ciddiye alınmakta, üzerinde durulacak meseleler telakki edilmekte ve bu şekilde birçok kafalar bulandırılmaktadır.
Bu yazımız, Shakespeare’in şahsı ve eserleri etrafındaki tereddütlerin ne kadar gülünç, ne kadar ”bozuk kafalar mahsulü” olduğunu göstermek ve bir Shakespeare meselesi mevcut olmadığını ve olamıyacağını anlatmak için yazılmıştır.
Shakespeare’in şahsı etrafındaki tereddütlerin en göze çarpanı, onun hayatı hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmediği yolundaki batıl itikattır. Bu rivayet, hatta birçok aklı başında adamlar tarafından, bir mütearife olarak kabul edilmekte, böylece birçok başka saçmalıkların da bu birinci saçmaya dayanarak ortaya atılmasına meydan verilmektedir. Şu hakikat evvela kafalara yerleşmelidir ki:
On altıncı asrın hiçbir büyük tiyatro muharriri, hiçbir büyük İngiliz şairi hakkında, Shakespeare hakkında bildiğimizden daha fazla bir şey bilmiyoruz.
Şu hakikatleri de göz önünde tutalım: O devirlerde aktörlerin mevkileri çok muhakkardı ve dram muharrirleri hiçbir hürmet görmezler, hatta resmen “edebiyat dışında” addolunurlardı. Shakespeare’in de hissedar olduğu Globe tiyatrosu yanmış ve bu yangında muharririn el yazıları ve birçok vesikalar zayi olmuştur. İngiltere’de o sıralarda birçok dahilî harpler patlamıştır. 1642 senesinde, Püritenlerin galebesi ile, bütün tiyatrolar kapatılmış ve bunların yazıları darmadağınık olmuştur. 1666’daki büyük Londra yangını son vesikaları da kül yapmıştır.
Bütün bunlar düşünüldüğü zaman, Shakespeare hakkındaki membaların, hayatı hakkındaki bilgilerin, hatta insanı hayrete düşürecek kadar çok olduğu görülür.
Sonra unutulmamalıdır ki, Shakespeare ve muasırları, bir tiyatro muharririnin bir eseri yazıp oynatmakla vazifesi bittiği ve bunu tabettirmenin küstahlık, belâpervazlık, hattâ mensup oldukları tiyatro hesabına zararlı bir iş olduğu kanaatinde idiler. Dramın ve tiyatronun bir ehemmiyet alması Shakespeare’den sonra başlar. Shakespeare’in tabileri o zamanın lisanına uyarak onun dramlarına “trifles” demektedirler. Sonra birçok dostlarının söylediklerine göre, bu büyük muharrir silik kalmayı isteyen ve kendini göstermekten ziyade etrafı gözden geçirmeğe meyyal bir tabiatı olan bir adamdı.

Goethe çok isabetli olarak Shakespeare dramları hakkında şunlarr söylüyor:
“Shakespeare, piyeslerinin basılmış kitaplar haline gelebileceğini, bunların sayılıp birbirile mukayese edileceğini ve hesaba çekileceğini aklına bile getirmemiştir. Yazarken onun gözlerinin önünde daha ziyade sahne vardı. Dramlarını, sahneden aşağı doğru uzanarak kulaklara ve gözlere şöyle temas eden ve çabucak geçip gidiveren, elle tutulması, araştırılması imkansız, hareketli ve canlı bir şey olarak görüyordu; ve bu şekilde mesele yalnız iycabettiği anda tesirli ve manalı olmak idi.”
Hamlet’in tiyatro hakkındaki meşhur sözleri (Hamlet perde 3 sahne 2) muharririn sahneyi ne kadar yüksek tuttuğunu, ona ne kadar ehemmiyet verdiğini gösterdiği halde, edip ve şairler hakkında muhtelif dramlarındaki ehemmiyet vermeyiş ve küçük görüşler, onun matbu eserlere karşı lakaytlığını gösterir. Ve bu adamın el yazısıyla dramı mevcut değildir diye birçok şüphelere düşmek, yukarıdaki izahattan sonra sahiden gülünç olur.
Shakespeare, zamanında hiç de az takdir edilmiş bir kimse değildi. Birçok budalaların yaşayıp yaşayamadığından şüphe ettikleri bu adamdan, muasırları birçok yerlerde bahsetmişlerdir. Zamanındaki insanların kendisi hakkında 225 tane sözü, yani mevzubahis edişleri, hükümleri, telmihleri kaydedilmiştir. Bunlar bir kitap halinde toplanmış olarak bu gün her bilgi isteklisinin ifadesine konulmuştur.,.
Francis Meres 1598’de çıkardığı (Pallas hazinesi Palladis Tamia) isimli kitapta Shakespeare’i eski klasiklerle aynı dereceye koymakta ve “dostları arasında dolaşan şeker gibi tatlı sonelerin'” ve on iki dramın muharriri olarak zikretmektedir. Daha o zaman lisandaki üstatlığını da takdir etmiştir: (İyi kurulmuş cümle Fine filed phrase). Meres, kudretinin en yüksek misallerini vermiş olmadığı bir devrede bile onun hakkında şöyle diyor: ”Nasıl Euphrobus’un ruhunun Pythagoras’ta yaşadığı söyleniyorsa, Ovid’in tatlı ve lâtif ruhu da, tatlı dilli Shakespeare’de yaşamaktadır. Bunu onun “Venus ve Adonis”i, ”Lucrezia”sı ve hususi dostları arasında dolaşan tatlı soneleri isbat eder…”
Shakespeare’in devrindeki şahsiyeti hakkında bir fikir vermek için, o zamanın şairlerinden Robert Greene’in bir yazısını alalım. Greene bu yazıda üç dostunu, yani o devrin en mühim üç edibi ve şairi olan Marlowe, Nash ve Peele’yi bu yeni doğan yıldıza karşı dikkate davet ve ikaz ediyor:
“İşte uçmak üzere olan bir karga ki, bizim tüylerimizle mücehhezdir9 (ve kendi kaplan kalbi ile) bir aktör postuna bürünmüştür. Zannediyor ki bizim en iyilerimiz kadar bir ‘blanke verse’ (beş aksanlı mısra) yazabilir. O tam manâsıyla bir hezarı fendir.9 Kendi kanaatince de yegane sahne sarsıcısıdır (Shake Scene).””
Shakespeare’in cahil olduğu iddiası da birçok aklı başında insanları yanlış yola sevk edecek kadar çok yayılmıştır. Okuması yazması pek az, malûmatı pek noksan olduğu rivayeti birçokları tarafından basit bir hakikat olarak kabul edilmektedir. Halbuki bu koskoca kanaatin, bu dev gibi yanlışlığın aslının ne olduğunu bilmek insanı katılarak gülmeye sevk eder. Bu saçma kanaat, “Ben Jonson’un, Shakespeare’in 1623’te neşredilen ve ‘Folio nüshası’ diye meşhur olan külliyah asarına yazdığı bir mukaddemede, şairi göklere çıkarırken söylediği bir cümleden doğmuştur. Ben Jonson, emsali dünyaya gelmemiş bir adam olarak anlatılğı Shakespeare’e hitap ederek: “Gerçi sen biraz Latince ve daha az Yunanca biliyordun, fakat büyüklük senin kendinde idi ve bunun önünde, Yunan ve Roma’nın gürleyici dahileri, eğilmelidir” diyor.
İşte Shakespeare’in bütün cehaleti, Ben Jonson’un bu “sen biraz lâtince ve daha az Yunanca biliyordun” cümlesinden anlaşılmaktadır; asırlardan beri birçok kafalarda yer eden, hatta

aksi düşünülmeyen bu yayılmış kanaat işte bu kadar gülünç bir membadan köklerini almaktadır. Zavallı Ben Jonson, en masum cümlesinin en sevdiği adam hakkında en sıkılmaz bir iftiraya kök olacağını bilseydi ne kadar üzülürdü. Bu misil bile, insanların hazan ne kadar şümullül2 hatalara düşebileceğini gösterir. Zaten şairler hakkındaki hükümleri şairler, şiir tabiatı olanlar, şiiri sevenler değil de, âlimler ve edebiyat tarihçileri vermeğe başlayalı bu nevi hükümler bu kadar manâsız, yersiz, saçma olmağa başlamıştır. Goethe, Wieland, Lessing, Herder, Schiller hiçbir zaman Shakespeare hakkında bizim bugün malik olduğumuz malûmatın hatti onda birine malik değildiler; fakat onlar Shakespeare’in sanatkarlığı hakkında bugünkü âlimlerden namütenahi^ fazla şeyler biliyorlardı. Harici şeyler hakkında fazla bilmeyi istemiyorlardı bile, çünkü bu onlara şairin özü hakkında fazla bir şey söylemiş olmayacaktı. Onlar bir şairin kıymetini, doğum yılının veya mektepte okuduğu sene adedinin şu veya bu olmasında değil, eserlerinde arıyorlardı.
Shakespeare cahil falan değildi. Bir dram muharririnde olması lazım gelen bütün meziyetlere, bütün kabiliyetlere malikti. Onun ilmi kifayetsizliğinden bahsetmek moda olduğu halde, iyi Yunanca bilmemekle dram yazamamak arasında ne gibi bir münasebet olduğunu söyleyen yoktur. Shakespeare, ne yaptığını, tiyatro eserinin nasıl yazılacağını, seyircileri alakadar edecek şahıslann ve vakaların nasıl olması lâzım geleceğini gayet iyi bilirdi. Voltaire’in ”sarhoş vahşi” dediği adam, sahne sanatını herhalde bu Fransızdan fazla anlamıştı. Kendi memleketindeki lâtince mektebi bitiren, fakat üniversite tahsilini yapmayan Shakespeare, zamanının allâmeleri nevinden bir âlim olmamakla beraber, çok geniş bir mütalaa ufkuna malikti. Eserlerini aldığı yerler, onun ne kadar çok, ne kadar muhtelif sahalarda okuduğunu gösterir. Ulema kitapları yerine bir sanatkara daha fazla lirizm olan eserler, meseli Fransız ve İtalyan hikaye kitapları, İspanyol romanları, seyahat tasvirleri, Yunan ve Roma şair ve muharrirlerinden tercümeler ve Montaigne’in yazıları gibi akıllıca şeyler okumayı tercih ediyordu, Fransızcayı da iyi bildiği muhakkaktır.
Kısacası, bir parça aklıselimi ve edebi anlayışı olan adam görür ki, ne Shakespeare şahsiyeti sisler içinde kalmış, Homer gibi efsanevi bir adamdır, ne de okuması yazması kıt bir tulûatçı ve destancıdır. O, zamanındaki büyükler tarafından, tiyatro ve tiyatrocuların muhakker mevkiine rağmen, takdir edilmiş, dikkati üzerine çekmiş, hayatı vesikalarla sabit ve malûm bir insan; ve sanatının şuuruna varmış, yaptğı işi çok iyi bilen, o zamanki mühmel mevkiine rağmen tiyatronun istikbalini ışık içinde gören emsalsiz bir dahidir. Onun şahsiyeti ve eserleri etrafına bulanık bir perde çekmek istiyenler, bulanık suda balık avlamaktan hoşlanan anormal insanlardır.

Shakespeare Meselesi Hakikî Shakespeare
Kaynak: Varlık, (32), II. Teşrin [Kasım] 1934


 

*William Shakespeare – Hamlet

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz