‘Hayat güzel, can tatlı. Vazgeçemeyiz canımızdan’ dediler | Deli Dumrul – Samed Behrengi

Samed BehrengiEski zaman içinde Oğuz kavminde Deli Dumrul adlı bir yiğit vardı. Çocukken dokuz vahşi boğayı öldürdüğü ve daha başka büyük işler yaptığı için deli derlerdi ona. Şimdi de kuru bir nehir yatağına bir köprü kurmuş, tüm kervanları ve yolcuları bu köprüden geçmeye zorlamıştı. Her geçenden otuz akçe alıyordu. Kim parayı vermeyip başka bir yerden geçmek istese, adamakıllı dövüyor ve kırk akçesini de alıyordu.
Dumrul’un neden böyle yaptığını sormuyorsunuz.
O diyordu ki: Güçlü bir yiğit çıksın karşıma. Emrime uymasın; benimle savaşsın. Ben de onu yere çalıp yiğitliğimi tüm dünyaya duyurayım.
İşte Dumrul böyle bir yiğitti.
Bir gün bir grup insan gelerek onun köprüsünün yanına çadır kurdu. Aralarında iyilikte ve yiğitle ün salmış bir genç vardı. Derken ansızın hastalanıp can verdi. Ağıtlar, çığlıklar göklere yükseldi. Biri “Ah evladım!” diye saçını başını yoluyor, öbürü “Ah, kardeşim!” diye başına toprak atıyordu. Herkes ağlıyor, ağıt yakıyor ve yiğiti anıyordu.
Avdan dönen yiğit Dumrul ağıt sesini duyunca sinirlenip bağırdı:
– Behey edepsizler! Neden ağlarsınız? Köprümün yanında yakılan bu ağıtlar da ne demek oluyor?
Grubun ileri gelenleri:
– Yiğitim, kızma. Bizim de genç bir yiğitimiz vardı. Bugün öldü; gitti aramızdan. Onun için ağlarız.
Deli Dumrul kılıcını çekip haykırdı:
– Hey, kim öldürdü onu? Kim benim köprümün yanında insan öldürmeye cüret etti ha? İleri gelenler:
– Yiğitim, kimse öldürmedi onu. Tanrı, Azrail’e emir verdi. Kızıl kanatlı Azrail de gelip
yiğitin canını aldı.
Deli Dumrul öfkeyle bağırdı:
– Azrail de kim oluyor? Azrail Mazrail tanımam ben. Ey Tanrım, andım olsun; şu Azrail’i bana gönder. Gözlerim onu görür olsun da dövüşeyim onunla; göstereyim yiğitliğimi. Genç yiğitin canını geri alayım. Azrail de Azrailliğini bilsin ve bundan böyle namertçe can almasın; yiğitleri öldürmesin.
Dumrul bu sözleri söyledikten sonra evine döndü. Dumrul’un sözleri Tanrı’nın hoşuna gitmedi. Azrail’e:
– Ey Azrail; gördün mü şu edepsiz deliyi! Nasıl da küfürlü sözler etti? Benim gücüme ve birliğime karşı şükür görevini yerine getirmedi. Benim işlerime karışıyor; bu yetmiyormuş gibi şişiniyor bir de.
Azrail:
– Tanrım, emret, gidip canını alayım. Aklı başına gelsin de ölüm ne demekmiş anlasın. Tanrı:
– Ey Azrail, Şimdi in yeryüzüne; göster kendini ona. Yıldır gözünü, canını alıp gel yanıma. Azrail:
– Hemen gidiyorum Dumrul’un yanına. Ona öyle bir bakacağım ki kavak gibi titreyecek, yüzü sapsarı kesilecek.

***

Deli Dumrul evinde oturmuş kırk seçkin yiğitiyle konuşuyordu. Arslan, kaplan avlarından, yiğitliklerinden söz ediyorlardı. Gözcüler de kapıları tutmuş etrafı kolaçan ediyorlardı. Derken Azrail Dumrul’a göründü. Kapıcılardan ve muhafızlardan hiç kimse görmemişti onu. Çirkin ve korkunç bir ihtiyar kılığındaydı ve onu gören arslanın ödü patlar, oracıkta ölürdü. Bakışları insanın kalbine kadar işliyordu.
Onu görür görmez Dumrul’un gözleri karardı. Güçlü kolları titremeye başladı, alt üst oldu. Başladı haykırmaya. Bakalım neler dedi:
– Behey korkunç ihtiyar? Kimsin sen? Kapı muhafızlarım, nöbetçilerim göremedi seni. Gözümü kararttın, güçlü kollarımı tir tir titrettin. Hey ak sakallı ihtiyar; söyle bana, kimsin sen. Vücudumu zangır zangır titrettin, altın kadehimi yerlere çaldın. Hey kör ihtiyar, söyle, ne işin var burada? Yoksa kalkar da başına öyle belalar açarım ki dillere destan olursun!
Deli Dumrul o kadar sinirlenmişti ki öfkesinden bıyıklarını çiğniyor, eliyle kılıcının kabzasını sıkıştırıyordu. Pehlivanlar sesiz sedasız oturuyorlardı ve ihtiyarın Dumrul’un elinden canını kurtaramayacağını adı gibi biliyorlardı.
Dumrul’un sözleri bitince Azrail kah kah gülmeye başladı:
– Behey edepsiz deli; demek ak sakalımı beğenmedin? Şunu iyi belle ki siyah saçlı nice yiğitlerin canını aldım ben. Kör gözlerimi de beğenmedin demek! Nice ahu gözlü taze gelinlerin, kızların canını aldım, nice analara, kocalara matem giysisi giydirdim…
Kimseden çıt çıkmıyordu. Dumrul’un ağzı köpürmüştü. Bir an önce ihtiyarın kendini tanıtmasını bekliyordu. Kalkıp bir kılıç darbesinde ikiye bölmek niyetindeydi. Bağırdı yine:
– Hey, ihtiyar! Söyle ismini, kimsin sen!? Yoksa adına sanına bakmadan öldüreceğim seni… Artık sabrım tükendi.
Azrail:
– Şimdi anlarsın kim olduğumu. Ey edepsiz deli, hatırlıyor musun, hani ‘Kızıl kanatlı Azrail’i görürsem onu öldürüp halkın canını kurtaracağım’ diyordun?
Dumrul:
– Yine söylüyorum; Azrail’i bir elime geçirirsem, kanatlarını yolup beynini dağıtacağım. Azrail:
– Hey başına buyruk deli; şimdi de senin canını almaya geldim! ..Canını verecek misin yoksa benimle dövüşecek misin?
Deli Dumrul bunu duyar duymaz yerinden fırlayıp bağırdı:
– Kızıl kanatlı Azrail sen misin yani? Azrail:
– Evet, benim. Dumrul:
– Behey bedbaht, kanatların nerede peki? Azrail:
– Ben bin kılığa girerim. Dumrul:
– Bunca yiğitin, taze gelinin canını alan sen misin namert? Azrail:
– Ha şunu bileydin. Şimdi de sıra sende! Dumrul bağırdı:
– Seni tıynetsiz seni, gökte ararken yerde buldum seni. Düştün elime bir kere. Şimdi göstereceğim sana nasıl can alınırmış!
Dumrul kapı nöbetçilerine ve muhafızlarına emir verdi:
– Nöbetçiler, muhafızlar, kapıları kapayın, gözünüzü dört açın; kaçmasın şu tıynetsiz!
Sonra kılıcını çekip kalktı, Azrail’e saldırdı. Azrail bir güvercin olup pencereden uçtu ve gözden kayboldu. Dumrul kah kah gülerken yiğitlerine:
– Gördünüz işte, Azrail kılıcımdan korkup kaçtı. Korkusundan açık kapıyı bırakıp sıçan gibi deliğe girdi. Ama onu rahat bırakacak değilim. Kalkın yiğitlerim! Peşine düşeceğiz. Onu şahinime yem etmedikçe rahat huzur koymayacağım onda!
Kırk bir yiğit kalktılar, atlarına binip yola koyuldular. Deli Dumrul avcı şahinini koluna almış, Azrail’in peşinde at koşturuyordu. Nerede bir güvercin bulduysa avladı ama Azrail’i bulamadı. Dönüşte yalnız başınaydı. Azrail’i yakalama umuduyla sapa yollardan geliyordu. Bir çukurun başına geldiğinde Azrail Dumrul’un atına göründü. At birdenbire ürktü, Dumrul’u kaldırıp çukura attı. Dumrul’un siyah saçlı başı eğildi, eğik kaldı. Azrail derhal çukura inip ayağını Dumrul’un beyaz göğsüne bastırdı, ümüğüne çöküp:
– Behey Deli Dumrul, söyle bakalım şimdi ne söyleceksin? İşte canını alacağım, neden
bağırıp çağırmıyor, yiğitlik göstermiyorsun?
Dumrul gırtlağından konuşarak:
– Ey Azrail, seni bu kadar namert bilmezdim. Yol kesip can aldığını, arkadan vurduğunu bilmezdim… Heyt!
Azrail:
– Boşuna konuşma. Doğru dürüst bir lafın varsa, söyle. Çünkü son nefeslerini alıyorsun.
Pehlivan, yürekli, yiğit Dumrul bin bir şekle giren, yol keserek can alan, arkadan hançerleyen namert birine esir düşmüştü. O özgür, yiğit Dumrul şimdi perişan bir haldeydi; yüreği göğsünde atıyor ve ölmek istemiyordu. İstiyordu ki ölüm olmasın, hayat olsun, sevinç dolu hayat olsun, herkes için sevinç olsun. O başkaları için de mutluluk istiyordu. Gerçekten de kendi halkı için fedakarlıklar etmiş, kendi topraklarına sevinç ve mutluluk getirmişti.
Sonunda:
– Azrail, biraz süre tanı. Dinle bak ne diyeceğim: Bizim güzel ülkemizde dorukları karla kaplı yüce yüce dağlar var. Benim gibi bir yiğitin oku bile o doruklara yetişemez. Bu dağların eteklerinde ağaçlıklı birçok bağımız bahçemiz var. Bu bağlarda çokça asmalar var. Asmalar siyah üzümler verir, tatlı mı tatlı, temiz mi temiz. Üzümleri sıkar, küpleri üzüm suyuyla doldururuz. Şarap olana kadar bekleriz. Sonra şarapları içer, sarhoş oluruz. Kaybederiz kendimizi, korku nedir bilmeyiz. Sonra öyle bir nara atarız ki arslan bile korkusundan tir tir titrer, tüyleri ürperir. Ben de o şaraptan içip kaybettim kendimi. Ne söyledim de Tanrı’nın hoşuna gitmedi, bilmiyorum. Yoksa yiğitlikten sıkılmadım, hayata doymadım. Ölümden nefret ediyorum. Ölmek istemiyorum. Yine yaşamak istiyorum. Yine cömertlik, iyilik yapmak istiyorum. Hey Azrail, yardım et!.. Alma canımı!.. Bırak beni kendi halime. Git, kötülerin, kötülük edenlerin, kendi mutluluklarını başkalarını çaresiz bırakmakta bulanların, ekmeklerini başkalarını aç bırakarak kazananların canını al.. git haydi git!…
Azrail:
– Boşuna konuşuyorsun edepsiz!.. Yalvarışın, rican küfür kokuyor. Birincisi, bana yalvarma. Ben de aciz bir yaratığım ve elimden bir şey gelmez. Ben sadece Tanrı’nın emrini uygularım.
Dumrul:
– Yani canımı Tanrı mı alıyor? Azrail:
– Evet. Benimle ilgisi yok. Dumrul:
– Peki sen ne biçim baş belasısın ki kendini bu işlere sokuyorsun? Düş yakamdan. Ben kendi işimi kendim yaparım.
Azrail Dumrul’un üstünden kalktı. Ama ayağını Dumrul’un göğsüne bastırıyordu. Yiğit Dumrul’un nefesi daralırken, Azrail’in ayağı onun kalp atışlarını ve sıcaklığını hissediyordu.
Deli Dumrul kırık ayağını uzattı, alnındaki kanları sildi:
– Tanrım, kimsin, nesin, neredesin, bilmiyorum. Birçok akılsız seni göklerde arar, yerde arar. Ama senin insanların gönlünde olduğunu hiç bilmezler. Tanrım, canımı alacaksan, sen al; işi şu namert Azrail’e bırakma!..
Azrail:
– Bedbaht biçare, senin duandan, yakarışından da küfür kokusu geliyor. Kurtulamayacaksın!..
Dumrul’un sözleri Tanrı’nın hoşuna gitti ve Azrail’e emretti:
– Azrail, bu sözler seninle ilgili değil. Dumrul’a söyle, başka bir can bulup versin bana. Sen onun canını alma.
Azrail:
– Tanrım, bu küstah insanı böyle başına buyruk bırakmak iyi değil. Tanrı:
– Azrail, işlerime karışma!
Azrail Dumrul’un göğsünden ayağını çekti:
– Kalk bakalım. Kendi canına karşılık bana başka bir can bulursan, seninle uğraşmayacağım.
Yiğit Dumrul şöyle bir silkinip ayağa kalktı. Kırık ayağı üstünde dururken:
– Gördün mü Azrail, nasıl kurtuldum elinden? Gel, ihtiyar babamın yanına gidelim. Beni çok sever; canını esirgemeyecektir benden.
Deli Dumrul öne düştü, Azrail de arkasından. Yaşlı babasının yanına gittiler. Babasının adı “Doha Koca”ydı. Deli Dumrul’u kan revan içinde gören babası:
– Oğlum, bu ne hal? Atın nerede? Gözünü bana dikmiş bakan şu adam da kim? Dumrul eğilip yaşlı babasının elini öptü:
– Dinle baba, neler geldi başıma. Küfürlü sözler ettim, Tanrı’nın hoşuna gitmedi. Azrail’e göklerden inip canımı almasını emretti. Azrail beyaz göğsüme bastırdı ayağını, ümüğüme çöküp canımı almak istedi. Şimdi babacığım, beni bırakması için sen canını verir misin
Azrail’e? Yoksa yasımı tutup “Vah evladım! Vah evladım!” mı dersin? Çabuk söyle, fazla vaktim yok.”
Doha Koca susup derin düşüncelere daldı. Dumrul’un kırk yiğidi avdan dönmüşler ve onun tek başına gelen atını görmüşlerdi. Hepsi merak etmişti Dumrul’u. Şimdi de ayağı kırık ve yaralı bir halde babasının karşısında duruyordu.
Sonunda babası konuşmaya başladı:
– Dumrulum, ciğerköşem, oğlum. Çocukken dokuz vahşi boğayı öldüren yiğitim, evimin direği. Güzel kızlarımın, gelinlerimin çiçeğisin sen. Senin ölmeni istemem. Karşıda duran şu kara dağlar benim. Söyle, isterse Azrail’in olsun. Buz gibi soğuk sulu pınarlarım,
yağız atlarım, katar katar develerim, ağıl dolusu koyunlarım keçilerim var. İsterse hepsi Azrail’in olsun. Ne kadar para isterse veririm ona. Ama evladım, hayat güzel, can tatlı, vazgeçemem ondan.
Dumrul:
– Baba, hepsi senin olsun, ben canını istiyorum, veriyor musun vermiyor musun? Doha Koca:
– Evladım, benden daha aziz, daha müşfik anan var; ona git. Azrail Dumrul’un canını almak için elini uzattığı sırada, Dumrul:
– Çek elini, namert!… Anamın yanına gidelim.
Dumrul’un yaşlı annesine gittiler. Dumrul annesinin elini öpüp:
– Ana, niçin ayağım kırıldı, niçin yaralandım, neler geldi başıma , sormazsın hiç. Anası sızlanarak:
– Vah yavrum, başına neler geldi? Dumrul:
– Ana, kızıl kanatlı Azrail yüksek göklerden kanat açıp indi, göğsüme çöktü, ümüğümü sıkıp canımı almak istedi. Azrail benden vazgeçsin diye babamdan canını istedim, vermedi. Şimdi senden istiyorum ana. Canını bana bağışlar mısın yoksa “Vah yavrum!… Vah yavrum!..” diye yasımı mı tutarsın? Ne dersin ana?
Annesi bir süre düşünceye daldı. Sonra başını kaldırıp:
– Yavrum, evladım, gözümün nuru, dokuz ay karnımda taşıdığım, ak sütümü içirdiğim! Keşke yüksek kalelerde, ulaşılmaz surlarda tutsak olaydın da, paralar döküp kurtarsaydım seni. Yavrum, hayat güzel, can tatlı, Vazgeçemem canımdan, yok başka çarem…
Dumrul’un annesi de canını esirgedi. Dumrul’un canı sıkılmıştı. Azrail tam canını alacakken Dumrul kızıp nara attı:
– Çek elini, namert. Biraz zaman tanı, mürüvvetsiz!.. Azrail sırıtarak:
– Yiğitim, daha ne istiyorsun? Gördün işte; hiç kimse sana acıyıp da canını vermedi. Bir an için canını versen, iyi olacak.
Dumrul:
– Hasretim içimde mi kalsın? Azrail:
– Kimin hasreti? Dumrul:
– Benim karım var. İki oğlum var, emanet. Gidip çocukları karıma vereyim; sonra ne yapacaksan yap bana.
Dumrul yola koyulup karısına gitti. Karısı iki oğlunu emziriyor, okşuyordu. Çocuklar annelerinin memesini yumruklayıp nefes nefese süt içiyor, gözleri gülüyordu.
Dumrul içeri girdi, karısını görüp çocuklarına baktı. Yüreği sevinçle doldu. Karısı Dumrul’u görür görmez çocukları yere koyup bağırdı, Dumrul’un boynuna sarıldı:
– Dumrulum, yiğitim, bu ne haldir? Sen sıkıntı bilmezdin, yenilgi bilmezdin, neden bu hallere düştün?.. Oğullarına bak…
Dumrul iki oğluna baktı. Çocuklar ceylan derisi üzerinde yuvarlanıyor, birbirlerini dişleyip ısırıyor, çekiştirip bağırışıyorlardı. Sevinç ve mutluluktan gözleri parlıyordu.
Dumrul bir süre çocukları seyrettikten sonra karısına:
– Eşim, tatlı karım, çocuklarımın anası. Bugün kızıl kanatlı Azrail yüksek göklerden inip, namertçe üstüme çöktü, tatlı canımı almak istedi. Yaşlı babama gittim, canını vermedi; yaşlı anama gittim, canını vermedi. ‘Hayat güzel, can tatlı. Vazgeçemeyiz canımızdan’ dediler. Şimdi, hanımım, çocuklarımın anası, oğullarımı sana emanet etmeye geldim. Ulu kara dağlarım yayla olsun sana! Soğuk sularım afiyet olsun. Tavla tavla yağız atlarım binitin olsun. Görkemli altın evlerim gölgelik olsun sana! Katar katar develerim yükünü taşısın. Ağıl ağıl koyunlarım senin olsun. Karım, çocuklarımın anası; benden sonra hangi erkeği gözün tutarsa, gönlün severse onunla evlen. Ama çocuklarımın kalbini kırma. Sana emanet edip gidiyorum…
Azrail yaklaştı. Dumrul hareketsiz duruyordu. Birden Dumrul’un karısı fırlayıp Azrail ile kocasının arasına girdi:
– Hey Azrail, çek elini!… Daha ben varım, kocamın, yiğitimin oğullarının gençliğini, yiğitliğini görmeden ölmesine izin veremem.
Sonra kocasına döndü:
– Dumrulum, kocam, oğullarımın yiğit babası. Söylediklerin de ne demek oluyor?.. Gözümü açıp seni gördüm, sana gönül verdim, seni sevdim, yüreğimin sevgisiyle karın oldum, senden razı oldum, seninle mutlu oldum, senden sonra yeşil dağları ne yapayım? Oralara ayak basarsam, mezar olsun bana. Senden sonra soğuk suları ne yapayım? Bir yudum içersem kan olsun bana! Senden sonra parayı ne yapayım? Sadece kefen almaya yarar. Senden sonra yağız atlarını ne yapayım? Üzengilerine ayağımı koyarsam, tabutum olsun! Senden sonra kocayı ne yapayım? Evlenirsem yılanlar soksun beni! Adamım, oğullarımın babası; bir canın ne değeri vardı da anan banan senden esirgediler? Gökyüzü şahitim olsun, yeryüzü şahitim olsun, Tanrı şahitim olsun, oymaktaki yiğitler, kadınlar, erkekler şahitim olsun, gönül rızasıyla canımı bağışladım sana!..
Sonra kocasını öptü, oğullarını öptü ve Azrail’in yanına gelip sessiz sedasız durdu. Azrail kadının canını alacağı sırada Dumrul silkinip haykırdı:
– Behey namert Azrail! Bizi yasa boğmakta acelen ne?.. Çek elini, diyeceklerim var.
Azrail Dumrul’u öyle öfkeli görünce Dumrul’un karısına elini uzatmaya cesaret edemedi. Bir adım geri çekilip durdu.
Yiğit, yürekli Dumrul karısının ölümünü göremezdi. Bağıra bağıra:
– Tanrım, kimsin, nesin, neredesin bilmem!… Bir sürü akılsız göklerde seni arar, yerde seni arar. Ama senin insanların yüreklerinde olduğunu bilmezler. Tanrım, yollarda imaretler yaptıracağım, açları doyuracağım, çıplakları giydireceğim, herkesi mutlu edeceğim. Ben karımı seviyorum. Alacaksan ikimizin canını birden al, almayacaksan, ikimizi de bırak!…
Tanrı, Dumrul’un sözlerinden hoşlandı ve Azrail’e emir verdi:
– Azrail, bu karı koca yüz kırk yıl daha yaşayacak. Git, Dumrul’un anasıyla babasının canını al, gel.
Azrail kalkıp gitti. Dumrul’un anasıyla babasının canını alıp geri döndü.
Dumrul karısıyla çocuklarını kucaklayıp doyasıya öptü. Hepsi sevinç içinde yiğitlik şarkıları söylediler, mutluluk şarkıları söylediler, bağırdılar, çığırdılar, karı koca dansettiler, at bindiler. Bu sırada Oğuzların ak sakallısı Dede Korkut da gelip onların sevinçlerine katıldı. Dumrul ile karısının başından geçenleri öykü haline getirdi, onların adına şarkı besteledi yiğitler okuyup bellesin ve ders alsın diye.

Deli Dumrul
Samed Behrengi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz