Kafka: Senin göğsüne yaslanıp söyleyemediğim şeyleri ancak kitaplarımda sızlanıyordum

Henüz hayvanlıktan kurtulmuş değiliz!

Gerçekçilik Açısından Kafka: Kurduğu Dünya Çelişmeleri
Kafka “edebiyatı kötü bir anlamda, bir kaçış sanatı olarak anlıyordu. Ona göre edebiyat, “gerçekten bir kaçış” tır.
Janouch:
“- O halde “yapıntıyı” yalanla bir mi tutacağız?” diye sorar.
“- Hayır. Yapıntı, özde bir yoğunlaşma, bir değişmedir. Edebiyat ise tersine, erimedir, bu bilinçsiz hayatın yükünü azaltan bir zevk aracıdır, bir uyuşturucu maddedir.”
“- Ya şiir?”
“- Şiir, tamamen karşıtı bunun. Şiir, uyandırır.”
“- Yani şiir dine mi dönüktür?”
“- Dine demiyeceğim ama duaya, muhakkak”

Bu, Kafka’da, derinlemesine kök salmış bir tema. “Dua edercesine yazmak” Ve Duanın gerçek dili, “aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir.”

Kafka’ya göre sanat, Flaubert için olduğu gibi amacı kendinde bir çaba değildir, daha yüksek bir gerçeğin emrindedir. Soy varlığa, gerçeğe katılmadan ve insanlar topluluğuna gönderilen bir bildiri olmaktan başka anlamı yoktur.

Sanatın görevi, hayatın alışılagelmiş çevresini çatlatmak ve çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısnı ve umudunu göstermektir. Özdeyişler’inde “Bizim sanatımız, gerçeğin aydınlığında insanın gözlerinin kamaşmasıdır; yalnızca, irkilen gülünç yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey değil… Sanat, gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama kendini yakmamağa kararlı bir pervane. Sanat yeteneği, karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık huzmelerinin kuvvetle tutulahileceği bir yer bulmaktan ibarettir” diye yazıyordu.

Böyle anlaşılınca sanat, çok sıkı çalışmaları gerektirir: “Önce kendini mükemmelleştirmek için daha sonra da insanı buna zorlayan alışkanlığın etkisiyle ileri atılan” bir trapezci gibi: “Ben aç durmak zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden … hoşuma gidecek besini bulamadım çünkü” diyen açlık şampiyonu gibi; Şarkıcı Josephine gibi: “onda, şarkının hizmetinde olmayan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı, kayboldu … O yalnız şarkıda var şimdi”

Bu yaratış, bu sanat yaratışı, kendi içine kapanma değildir. Tersine, bıkıp usanmadan ve boşuna yeraltı galerileri kazmaktır. İç dünyanın nesnelleştirilmesidir. Bir yandan da başka insanlarla karşılaşmadır.
“Kafamda taşıdığım dünyanın sınırsız genişliği. Nasıl kurtulmalı bundan, parçalamadan nasıl kurtarmalı onu? Belki de, onu ezip kendime gömmektense bin parça etmek daha da iyidir. Çünkü benim burada bulunuşumun nedeni bu, en ufak bir şüphem yok bunda.”

Sanat, apaçık bir bildiri sunamazdı; ama insanları uyandırabilir ve onları gerçeğin görünür imajları haline getirerek harekete zorlayablirdi. Sadece olan değil fakat onun hareketini, hala yoksunu olduğu şeyi, özlemini de dile getiren mit’in gücü buradadır işte.

İnsan olarak Kafka, doğumu itibariyle, bir sürgündür. Onun gerçek varlığı, eserinin yaratılışı ile, bütün başarısızlıklara, bütün dışa itilimlere rağmen mutlak’a doğru gerilimini sürdürdüğü yenilmez hareketle başlar. Yaşanılan dünyadan iç dünyaya, iç dünyadan kurduğu mitler dünyasına geçiş, ruhların vücut değiştirme (métempsychose) serüvenlerine benzer : “Doğum karşısında tereddüt Eğer ruhların vücuttan vücuda göçü diye brşey varsa, henüz en alçak basamakta değilim demektir ben; benim hayatım, doğum karşısında tereddüttür.”

Sanat eseri sadece kendi kendinin nesnelleştirilmesi, yabancılaşma dünyasının düpedüz karşıtı ve panzehiri olabilecek bir yaratıcılık dünyasının dışlaştırılması değildir. Sanatçının seslendiği ve uyandırmakla görevli bulunduğu halka ulaşmakla tam anlamını bulabilecek olan bir bildiridir sanat. “Köy Doktoru” gibi çalışmalar, geçici de olsa, doyurur beni… fakat gerçek mutluluğu, bütün insanları, gerçeğin, katıksızın, değişmezin alanına sokmak için ayaklandırabilirsem duyabileceğim ancak.”

Sanat eserinin. bildilrisine tam anlamını veren, sanatçı ile halkın bu içten ilişkisidir: “Halk ile birey arasındaki güç farkı sonsuzdur; yeter ki halk, koruduğunu, çevresinin sıcaklığı ile sarsın, barınak olsun ona.”

Şato’daki Yerölçücü, Şarkıcı Josephine’in yüzünü ışıtan haleye benzer bir “hale ile çevrilidir. Ortaya koyduğu soru herkeste yankı uyandırır, çünkü herkes bilmeden kafasında bu soruyu taşıyordu: “Belki de ondan becerip dile getiremedikleri birşeyi istiyorlardı.”

*

Kafka’ya göre, sanatçı anlatış, iç dünyanın bir dışa vurumu, bir nesnelleşmesidir. Bu, görünmez, evreni görünür kılmaktır. Her yazı, yaşanmış anı, düş ya da masal olsun kafasında dönüp duran hayallerden bu yolla kurtulan yazarın gerçek hayatını ters bir yansımasıdır. “Babama Mektup” ta Kafka, eserleri, içe gömülmüş bir duygululuğun nesnelleşmesi olarak gösterir: “Kitaplarımda, senden söz ediyordum; senin göğsüne yaslanıp söyleyemediğim şeylerden ancak orada sızlanabiliyordum.” Bu içten dışa hareketin çok daha genel bir anlamı vardır: “İç hareketi dışarıya doğru itebilmek, büyük bir mutluluk … Yazılanlar, yaşanmış şeylerin köpüğünden başka birşey değil !…. Henüz sanat değildir bu. Bu izlenimlerin ve duyguların dışa vurumu, gerçekte, yalnızca, dünyayı denemenin, yoklamanın korkakça bir yoludur. Gözler, hala düşün karanlığı içindedir … Sanat daima, tamamen kişiliği ilgilendiren bir iştir. Bunun içindir ki, derininde trajiktir o.”

Böylece her sanat eseri bir ‘belgedir, bir tanıktır. Bir ruh halinin ya da bir olayın kopyası, kelimekelimesine bir kopyası değil, hayatın ortaya çıkardığı soruya bir cevap, dünyanın: yabancılaşma dün sının gereçleriyle fakat başka kanunlara uyarak kurulmuş bir dünyanın yabancılaşmasına bir başkaldırmadır.

İnsanın bu tüm tepkisi, yazmak tasarısının sınırlarını aşar: “Bugün, yazarak, bu kederli hali bütünüyle üzerimden atmak istiyorum; bu sıkıntıyı, ne kadar derinden geliyorsa o kadar kağıdın derinliklerine gömmek ya da onu, yazılan şey bütünüyle içime işleyecek gibi yazıya dökmek istiyorum … Bu bir sanatçı arzusu değildir …”
Kafka’nın ilk yazıları, basit iç monologlardır; yazar, onlarda, yalnızca izlenimlerini ve duygularını dile getiriyor, arzularına bir dil veriyordu. 1912’de Verdict’le beraber, gerçek eserler yaratmak, mit1er kurmak üzere, içinden geçenleri basitçe çiziktirmek yolunu bırakır; gerçeği ve içinde taşıdığı çelişmeleri, hareketi, yoksunu olduğu şeyi ve onun aşımı için gereken şeyi keşfettiği anları dile getirecektir bu mitlerde.

Hayatın ortaya koyduğu sorunlarla sanat eserinin kuruluşu arasındaki ilişkiler o kadar sıkıdır ki , insan, çok kere, Journal intime’ de, Cahiers’de ya da Kafka’nın söyleşilerinde, büyük sanat eserlerinin anahtarlarını keşfeder.

Şiirlerinin değeri konusunda Janouch’la yaptığı konuşmalarla Kafka, bir ara, Dava’nın, kendi hayatının sorunlarına cevap verdiğini söyler:

«- Bir eleştirmeci değilim ben. Bir insanım sadece. Yargılanan ve seyredilen bir insan.
«- Ya yargıç?
«- Aynı zamanda mahkemede hademe olduğum da doğru; buna rağmen yargıçları tanımıyorum. Bir yedek yargıcın basit hademesinden başka birşey değilim herhalde. Belirli bir görevim yok.”

Açlık Şampiyonu’nun ilk izleri. Cahiers’in bir parçasında değil midir? “En aç gözlü kimseler, gerçek çilekeşlerdir: hayatın bütün alanlarında açlık grevi yaparlar onlar ve bu yolla bir takım sonuçlar elde etmek isterler …”

Çin Seddi’nin, çöllerinde habercilerin ve bildicilerin kaybolduğu bu uçsuz bucaksız imparatorluğun ilk izleri, günah üzerine düşüncelerin şu parçasında değil midir: “Onları şu ilki şık karşısında bıraktılar: kral mı yoksa kralların ulağı mı olmalı? Çocuklar gibi, hepsi ulak olmak istediler. İşte bunun içindir ki ulaklardan başka şey yok dünyada. Dünyayı arşınlayıp dururlar. Ve krallar da olmadığı için birbirlerine, saçmalaşmış haberleri bağırırlar. Mutsuz varlıklarına seve seve bir son vereceklerdir ama ettikleri sadakat yemini buna cesaret edemezler.”

Amerika romanının, nasıl bile bile Dickens üzerine bir düşünceden doğduğunu ilerde göreceğiz.
Mitlerin gündelik hayata aktarılışında, anektotların örnekleşmekte, evrensel birer bildiri değeri almaktadır : “Uzakta, senin uzağında dünya tarihi, senin ruhunun dünyasal tarihi akıp gidiyor.”

Bu bir insanın tarihi ya da bu destan, tarihin, tarihimizin bir anı oluyor.

* *****
Kafka’nın eserlerinin herbiri, bir tek eserin, kendi içlerinde birer bütünlüğü olan parçalarından başka şey değildir.

Her eserin içindeki episodlar, bir öncekinin tamamlanması değildir, ya da bir romanın nedensel bağlantılarında olduğu gibi gelecek episodu haber vermez. Herbirisi bir bütün meydana getirir; birbiriyle geniş ölçüde ilgisizdirIer, tıpkı destanlarda olduğu gibi.

Öte yandan, eserlerin tümünde birkaç büyük temanın her zaman yeniden ortaya çıktığı görülür. Bu temalardan üçü ön planda bir yer tutarlar: “Hayvan” teması ve “sona ermeyiş” teması.

Hayvan teması, şüphesiz en belirgin alanıdır. Bir Akademi İçin Rapor, insan olmuş bir maymun tarafından yazılır; Değişim’de sabahleyin uyanınca kendini bir hamam böceği olarak bulan bir insan anlatılır; Bir Köpeğin Araştırmaları, Şarkıcı, Josephine ya da Fareler Halkı, Terrier ve diğer eserlerinde parça parça birçok yer, bir hayvanın hayatı içinde insan sorunlarını koyar.

Hayvan teması öncelikle uyanış temasına bağlıdır. İnsan, hayvandan. nasıl ayrılır, seçilir? Alışkanlıkların, geleneklerin, sırf alışkanlık yüzünden hala hayvanca olan hayatın aldatıcılığı ötesinde uyanış nasıl olur? Kafka, kızkardeşine, “çocuk, adam olmak için, elden geldiği kadar erken hayvanlıktan uzaklaştırılmalıdır” diye yazmıştı. Kafka’ya göre hayvanlık, insanın, sorumluluğa, insana has girişkenliğe, son durağı araştırma yeteneğine ulaşamadığı aile çevresidir.

Bir Akademi İçin Rapor’da insan olmuş bir maymun bilginler topluluğu önünde “Bir eski maymunun insanların dünyasına, hangi yoldan girdiğini, onların arasına nasıl yerleştiğini anlatır. Kafka, önce, acı bir alayla, eşsiz hürriyet özlemini, içgüdünün sahte ve hayvanca kendiliğindenliğine özlemi dile getirir: “Ama bu hayat, bu toprakların üzerinde yürüyenlerin hepsinin, ufacık şempanzeden tutun da koca Achille’e kaddar hepsinin tabanlarını kaşındırır.” İnsanlığa geçiş, kölelikle ve “bir tek duygu ile: çıkış yolu olmayışı” duygusu ile başlar. Herkes Hagenback’in, kafeslerindeki maymunları gibi, uzlaşmalar ağı içinde tek tek ayrılmıştır. Tek perspektif: başkaları gibi yapmaktır. Adsızlık, ilk yalancı (ersatz) hürriyettir: “Bütün bu, aynı çehre ile aynı hareketlerle gelip giden insanlara bakıyordum;
bana, çok zaman, bunların hepsi bir tek insanmış gibi geliyordu. Demek bu adam ya da bu adamlar serbestçe hareket etmekteydiler. Hiç kimse, eğer kendileri gibi olursam demir parmaklıkların açılacağına dair söz vermiyordu bana… ama… insanları taklit etmek ne kadar kolaydı! Daha ilk günlerde, tükürmesini öğrenmiştim.”

Ondan sonra, iki “çıkış yolu” belirir: Hayvanat bahçesi ya da müzikhol? Müzikholde hiç olmazsa kafes yoktur: hiç olmazsa görünüşte yoktur.

Böylece maymun, sadece bir insan değil, bir artist olmuştur: emprezaryosu, temsi1leri ve gazetecilerle görüşmeleri ile tam bir artist: “Ah! o ilerlemeler! Uyanmakta olan beyni aydınlatmak için ışıkları dört bir yandan gelen bilginin girişi! .. Dünya yüzünde henüz bir eşi daha görülmeımiş bir gayretle, orta dereceden bir Avrupalı’nın kültürünü elde ettim. Bu aslında büyük bir şey olmayabilirdi ama yine bir ilerleme idi. Çünkü kafesten çıkmama yardım etti ve bana şu çıkar yolu, insanlara özgü şu çıkar yolu sağladı … Başka çözüm yolu yoktu çünkü, hürriyet çıkar yolunu bir kenara bırakmışızdır.”

Bu dizginlenmez hiciv vahşi bir davranışla biter: akşamları, gösteriden sonra artist, genç bir dişi şempanze bulur ve O’nunla birlikte kendini «ırkının hazlarına bırakır. Gündüzleri onu görmek istemezdim; gözlerinde, terbiye edilmiş hayvanların şaşkınlığı vardır; onu, bir ben farkederim, bu yüzden de tahammül edemem buna”

Bununla beraber, başkasının sadece varlığı bile, bütün bir halkın, içinde kendini tanıdığı sıradan bir şarkıdan, bireyin hayvanlığını aşan bir bağ meydana getirmiştir.

Şarkıcı Josephine, kendi fare halkı ortasında sesini duyurunca, “ağır kederlerimiz arasında Josephine’in ince ıslığı, aşağı yukarı, düşman bir evrenin kargaşalığı içinde halkımızın acımacak varlığı gibi değil midir? .. Bizim için, bir kavgayı diğerlerinden ayıran bu kısacık perde aralarında halk, hayal kurar … Islık çalmak, bizim halkımızın dilidir; sadece, aramızda birçoğu, ne olduğunu bilmeksizin ‘bütün hayatIan boyunca ıslık çalar; oysa, burada ıslık, günlük varoluşun zincirlerinden kurtuluş gibidir; bizi de bir an için olsun kurtarmaktadır” Josephine, hiç bir znman topluluğun işlerinden kurtulmuş olmayacaktır. Bu şarkının, ancak halkının çalışmaları ve yaşayışları ortasında bir anlamı vardır.

Yalnızlık ve içine kapanık sanat ya da düşünce kültürü, acılara ve bitmek bilmez bir bunaltıya götürür: yeraltındaki yuvasınıda, bilinmeyen bir tehlikeye, etrafını çeviren her şeye karşı öldürücü bir savaşa. girişen köstebeğin ya. da porsuğun bunaltısı: “Dünyayı terkettim, yuvama indim” “İç çatışmalarımı yatıştırabileseydim daha da mutlu olacaktım”

Fakat durmadan kazdığı galerilerin uçsuz labirenti içinde bu korunma yönetiminin boşluğu, “herzaman korkmam gereken bir şey, her zaman hazırlıklı olmam gereken bir olay karşısında ortaya çıkar: “birisi geliyor” Zihnin büyük yapıtları,düşünce, gerçeğin yerine akılcı ve kapalı bir sistemi koymayı bu yapıtlarla dener- yeraltındaki yuvasının dış dünyayla. kaçınılmaz temas noktası olan ağzından durmadan tedirginlik duyan ve tehlike anında sığınacağı son yeri teşkil eden orta odasının hiç mi hiç zarar görmeyeceğine delicesine inanan hayvanı, hayvanlıktan çıkarmaz. Güvenlik, ancak bomboş bir alanda mümkün olabilirdi; hudutsuz, bir gerçekliğin kaçınılmaz baskısı savunmalarımızı, yalnızlığın gururlu ve kof düşüncelerini sarsar, yıkar. Henüz hayvanlıktan kurtulmuş değiliz.

Bir Köpeğin Araştırmaları eseri ile Kafka, insanlığa geçiş noktasını, uyanış anını yakalamak çabası ile bir hayvanın bilinci üzerine uğraşır. Bu an, son durak üzerinde büyük sorular sorma anıdır. “Bu köpek toplumunun susmasma ve ebediyen sessiz kalmasına, ne zamana kadar göz yumacaksın? Ne zamana kadar katlanacaksın buna? Bütün ikinci derecede soruların ötesinde, hayatımın sorunu, bu.”
Varoluşun “dilsiz saçmalığına” sırt çeviren bu soruları, onu diğer köpeklerden ayırır, onlara endişe ve güvensizlik aşılar fakat ne olursa olsun hiç biri susturmaz onu: “Sorularıma katlanmaktansa, ağzımı tıkamak, hoşlarına giderdi. Ama neden beni kovup, ortaya birtakım sorular atmamı yasaklıyorlar? Hayır, istedikleri bu değil; sorularımı duymak için en ufak bir arzu duymadıkları şüphesiz ama yine bu sorular yüzündendir ki beni kovmaktan çekiniyorlar. Bu, “Yasadışı” yaratığın,” olanların normal akışına baş kaldıran, “şehrin duvarlarına saldıran bu vahşinin” soruları, her birinin ta içinde çok eski, insanın doğuşu, insanın ilk uyanışı ile çağdaş bir şeyleri kımıldatır.

Aynı duygu, bütün yüzleri, Yer ölçücüye ve onun Şato’ya ,sorduğu ısrarlı soruya çevirtir.

Her birinin ta içinde gizli bu önüne geçilmez, soru, uyanış sorusudur: “günün en tehlikeli anı”nın sorusudur. Uyanış, yabancılaşmanın kapalı dünyasında ilk çatlaktır; bir tek “ben neyim?” sorusunun, mülkiyet dünyasında açtığı çatlaktır. “Ben neyim? Hayatın son gayesi nedir ve ona bu anlamı kim veriyor?”

“Gregor Samsa, bir sabah korkulu bir düşten uyanınca yatağının içinde kendini korkunç bir hamamböceği olarak buldu” Değişim, böyle başlar. “Kafasını yalnız işine vermiş” bir insandı o. O zamana kadar, yabancılaşmış dünyaya sımsıkı, mülkiyet dünyasının bir hayvanı olan bu insanın, kendi vardığı farkına vardığı bir tek an olmuştu şimdiye dek: bu da, kendini kendine yabancı hissettiği, vücudunun bir böceğinkine benzer hale geldiği andı…

O andan sonra etrafındaki bütün insanî ilişkilerden birer birer kopar. Bir insanî varlığın aldatıcı dış görünüşlerinden başka şeysi olmayan varlığının temel yalanını şöyle bir farketmesi, sadece bütün toplumsal bağlarından kopmaya götürmez, aynı zamanda iğrendirici, dayanılmaz bir yaratık haline çevirir onu. O artık bir başka dünyaya aittir. Kiracıların, aile masasında yemek yerken çenelerinin çıkardığı sesleri dinleyen Gregor, üzgün üzgün “karnım aç ama böyle şeyleri canım istemiyor” diye düşünür. Açlık Şampiyonu gibi kendisini açlıktan ölüme terkeder; ve açlık şampiyonunun ölümünden sonra sirkteki kalabalığın, onun kafesteki yerini almış olan panterin hayat dolu atılışlarını seyretmek için kafesin etrafına yığılışı gibi, Gregor ölüp de böcek vücudunun kurumuş kabuğu süprülüp çöplüğe atılınca “rahatlarına yeniden kavuşmuş olan” ailesi, kızkardeşi Gret’in “dolgun hatlarına” hayran olur; “son durağa geldikleri vakit Grete hepsinden önce yerinden kalkıp da o körpe, vücudunu şöyle bir güzel gerdiği zaman, kızlarının bu hareketinde, yeni kurdukları hülyalarmı doğrulayan, iyi niyetlerini cesaretlendiren birşeyler sezer gibi olurlar.”
Soru bitmiştir; hayvansal hayata dönüştür bu; birey, mülkiyet dünyasında artık bir görevi kalmadığı andan itibaren., toplumsal olarak bir hiç’tir artık: hamam böceği ve ölüm.

Varlık, bu soruyla birlikte insanlık dünyasına yüklediği zamansa; ikinci dönem: araştırma devri başlar.

Roger Garaudy
Gerçekçilik Açısından Kafka
Kurduğu Dünya Çelişmeleri
Çeviren : Mehmet Doğan, Hür Yayınları – 1965

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz