Gözlerini tavana dikmiş yatıyordu. Zaman her şeyi hallediyor, diye düşünüyordu. Beni hor görenler zamanla ayıklandı; benden üstün olduklarını düşündüğüm insanlar zamanla yere vuruldu. Nasıl olacak yarabbim? O gün gelince ne yapacağım? diye titredim ve böyle anlar da gelip geçti.
Küçük zamanlar birikti, büyük şeyleri ezip geçti. Bu baskılara, bu sertliğe dayanamam, diyordum; zamanla her şey yumuşadı. Düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemletiyor o kadar. Şiddet değil, süreklilik insanı yıkıyor. İnsanlarımız da sabretmesini bilemediler. Onlara o kadar söyledim, bırakın bu akıl dışı aceleciliği diye. Bu gidişle İngilizlere hiç benzeyemezsiniz, dedim insanlarımıza. Futbol maçlarındaki geçici başarılarımıza güvenmeyelim; göreceksiniz, zamanla gene onlar kazanacak. Temize çıkmak için çocukça didinmeyin; zaman her şeyi halleder. Yabancı amcalara kızmayın; kibar aile çocuklarına çamur atan mahalle çocukları gibi görüyorlar sizi bu yüzden. Buna da en çok ben dayanamıyorum, bize en çok gene ben kızıyorum. Bütün gevşeklik ve yumuşaklığın yanısıra insafsızca bir yalnız bırakma yüzünden birbirimizi yersiz hırpalamalarla zayıf düşürüyoruz; bırakın zaman her şeyi halletsin. Beni dinlemediler, muhalefet yapıyorum sandılar. Ben de zamanla, biraz hareket olsun istedim. Zamanla, istediğimden çok hareket oldu. Ben de çevremdeki gürültüyü seyrettim sadece: Demek hareket olmuş, demek canlıymışım, demek demek demek diye düşündüm durdum. Bu arada, insanları biraz harekete geçirmek istedim. Onları ancak korkutabildim ve kendimden uzaklaştırdım. Benden habersiz yaşadılar. Küçük trajedimi, alçak gönüllü faciamı okunmadılar. ‘Hikmet’in Yükselişi ve Düşüşü’nü küçümsediler. Yaşantım, bana da sıkıcı geldi sonunda; fakat bir de ne göreyim: Büyük oyunlara uygun bir serüven çıkmış ortaya. Albayımın da üstün gücüyle, gerçekten görülmeğe değer bir oyun koyduk sahneye. Fakat beyefendiciğim, biraz geç kaldık: Artık herkes resimli roman okuyor. Eski moda harflerle kimse ilgilenmiyor. Oysa, düşünün bir kere beyefendiciğim: ‘Hikmet’ ve ‘Sevgi’. İki ilahî isim. (Gerçekten de şimdiye kadar aklıma gelmemişti.) Sayın Bilge, ‘Wisdom’ ve ‘Love’ demek istiyorum senin anlayacağın. Sen de ‘Bilge’sin, yani ‘Sage’. (Yahu nasıl oldu bunları daha önce düşünemedim?) Fakat, sevinmeyelim beyefendiciğim; bizim ülkede anlamlı isimler o kadar çok ki. Evet, ben ‘Hikmetim; senin ‘Bilge’ olduğun kadar. Bütün hayatımı kelimeler uğruna harcadım, içi boş kelimeler uğruna. Kelimelerin gerçek anlamlarını bilmeden, onlarla oynadım. Oyunları da kelimelerin içinde tutukladım. İşte bunun için Sevgili Bilge, beni bıraktılar, bıraktın. Soluk almak için güneşe çıktın. Biz, Sevgi ile başbaşa kaldık; ‘Hikmetimiz bu kadarmış, ne yapalım? İşte gün durgun, hava ağır. Artık ‘yeni bir şey olamaz. Olabilecekleri bile bitirdik. Biraz uyuyalım: Yattığımız yerde, bir durumdan başkasına geçelim.
Gündüz uyuyorum, gündüz uyanıyorum, diye düşündü uyku sersemi. Şimdi de neden uyandım? Kapı çalmıyor: Sevgi gelmiştir. Yavaşça kalktı, kapıya doğru sürüklendi, kapıyı açtı. Önünde Bilge duruyordu, çok yakınında. Sersemledi, gözlerini açtı daha iyi görmek için. «Sen,» dedi. «Başka birini mi bekliyordun?» dedi Bilge, gülümsemeğe çalışarak. «Dur. Hayır. Şaşırdım tabii. Uykudan kalktım da.» Bilge çekinerek bir sandalyenin kenarına ilişti. «Rahat otursana.» «Belki rahatsız ediyorum seni,» dedi Bilge, «Belki beni görmek istemiyordun, buna hazır değildim. İstersen gideyim.» «Dur,» dedi Hikmet, «Dur, hemen başlama. Biraz kendime geleyim.» Bilge, tabii görünmeğe çalışarak, «Mektubunu aldım da,» dedi. «Burada yoktum, daha yeni geçti elime.» Mektup? Evet, mektup yazmıştım. Ne demiştim acaba? «Tabii, gelmeni ben istemiştim ama, pek beklemiyordum seni.» Bilge, «Hayır,» dedi. «Unuttun galiba ne yazdığını.» «Hayır canım, demek istedim ki, öyle acıklı bir mektuptan anlamışsındır seni görmek istediğimi.» Bir defter tutmalıyım Allahım!
Bilge biraz rahatladı. «Beni böyle karşılayacağını sanmıyordum,» diye sitem etti. «Fakat çok olmuştu ben yazalı; artık gelmez diyorum.» «Gene de gidebilirim istersen: Hiç gelmemişim gibi yaparız.» «Aman yarabbim! Ne ürkek kuştur: Uçmak için bahane arar.» İçinden bir ses, bırak gitsin şimdi aptal, dedi: Sevgi gelebilir bugün. «Eh, ne var ne yok bakalım Bilge ha?» «Sersem,» dedi Bilge, «Bu oyunu başka zaman da oynamıştın. Beni dul kadınla karıştırdın galiba.» Hikmet, elini alnına vurdu: «Artık her şeyi unutuyorum. Bazen çok kalabalık oluyor da bu oda. Dur yahu, sen ziyafete gelmemiş miydin?» «Ne ziyafeti?» dedi Bilge. Gördün mü? Şimdi ne yapacaksın? «Yok canım, oyun işte,» dedi. «Bugünlerde oyunla gerçek biraz karışıyor da.» Anlamaz, anlamaz; nereden anlayacak? «Beni oyunlarına da almıyorsun artık.» «Hayır, hiç de değil. Sen gelmeden bir oyun düşünüyordum. Sen orada şey oluyorsun…» Bilge suratını astı, «Gelmem iyi olmadı galiba,» dedi. «Bilge, ne olur ‘insafsız kadın’ı oynama. Seni görmeyi ne kadar istediğimi biliyorsun.» «Bilmiyorum,» dedi Bilge. «Hiç bir şey bilmiyorum. Buraya da. zaten korkarak geldim.» Bilge’yi yerinden kaldırdı; divana, yanına oturttu. «Kötü bir oyuna benzemesin diye, şu anda neler hissettiğimi söylemiyorum sana,» dedi. Kadına sarıldı; Bilge hafifçe itti onu, «Konuşalım,» diye direndi. «Anlat bana, nasıldın?» «Çok kötü şeyler oldu,» dedi Hikmet. «Daha doğrusu karışık şeyler.» «Neler oldu, anlat.» «Hiç,» diye vazgeçti Hikmet. «Kafamda kötü şeyler yaşadım, demek istiyordum.» Bilge divandan kalktı: «İstemiyorsan anlatma.» Biraz kendime gelebilsem yarabbi! Biraz kendime gelebilsem. «Bana birden saldırılınca şaşırdığımı bilirsin.» Fena değil «Biliyorum,» dedi Bilge. «Seni olduğun gibi görmek istiyorum.» «Oysa ben, istediğim gibi görülmek isterim.» Biraz oluyor. Yavaş yavaş açılacağız albayım. Biliyorsunuz zaman her şeyi… «Kötüsün,» dedi Bilge, «Beni üzüyorsun.» Hikmet telaşla, «Değil değil,» dedi. «Doktorum heyecanlamayı yasak etti de: Benim için iyi değilmiş.» Bilge şüpheyle baktı: «Doktorun mu? Kim doktorun?» «Emekli doktor albay Hüsamettin Tambay. Bana iyi gelecek şeyleri yalnız o biliyor. Sabahları da jimnastik yaptırıyor. Perşembelerin dışında. Her gün en az iki sayfa yazıyorum. Sağlığımı korumak için kesin tedbirler alıyorum.» «Benimle ciddi konuş,» dedi Bilge. «Peki olur,» dedi yumuşak bir sesle; sonra birden parladı: «Neredeydin şimdiye kadar? Bu süre içinde insan ölebilirdi. Öldüğü gün de gazeteye bakmamışsan, öğrenemezdin bile bu acıklı olayı. Aslında ölmüş olmalıydım. Benim durumumda bırakılan biri çoktan ölmüştü şimdi. Belki de alçağın biri olmasaydım, kendimi düşündüğüm gibi olsaydım bunu başarırdım. İşte sana ciddi konuşma.» Birden bağırdı: «İnşallah hemen ölürüm!» Bilge, korkuyla sıçradı. Hikmet, onun sesini taklit etti: «Hiç öyle şey olur mu canım?» Bilge’ye parmağını salladı: «Bütün hesaplarınız bu oyuna, dayanıyor.» «Nasıl bir oyun bu?» dedi Bilge korkarak. «Hiçöyleşeyolurmucanım oyunu. Şimdi de gelmiş benden hesap soruyor.» «Vazgeçtim,» dedi Bilge. «Sözlerimi geri aldım.» Hikmet kızdı: «Ben bir aydır prova yapıyorum; gene de seni görünce ne yapacağımı şaşırdım. Sen, nasıl oluyor da hep aslına sadık kalabiliyorsun? Neden hiç şaşırmıyorsun? Sen her zaman Bilge gibi davranmayı biliyorsun. Bana aşağılık duygusu veriyorsun. Ne işin var benim yanımda?» «Gideyim mi?» diye çekinerek sordu Bilge ve Hikmet’in gözlerine baktı. «Hayır,» dedi Hikmet kesinlikle. Ben sahteyim, Bilge gerçek; onun her sözü yerini buluyor. İnsan talim filan yaparak yürütemez kişiliğini. Ne acıklı. Bilge’ye sarıldı hırsla. Uzun uzun öpüştüler. Hikmet, Bilge’nin bacağını tuttu; «Biri gelebilir,» diye fısıldadı Bilge. «Onun için acele etmeliyiz,» dedi Hikmet ve Bilge’nin eteğinin düğmesini çözdü. Hemen soyundular, yorganın altına girdiler. Bilge, elini onun vücudunda gezdirerek, «Beni özledin mi?» diye sordu. «Evet, evet.» Acele etmeliyiz Bilge, ihtiyarlıyoruz. Sadece yapamadıklarımızdan pişmanlık duymalıyız ilerde…
Oğuz Atay
Tehlikeli oyunlar (Düşüş başlıklı 17. bölümden)