“‘Önce kelime vardı,’ diye başlıyor Yohanna’ya göre İncil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık… Kelimenin bittiği yerde başladı; Kelime söylenemeden önce başladı. Kelimeler, Yalnızlığı unutturdu ve Yalnızlık, Kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde. Kelimeler, Yalnızlığı anlattı ve Yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız Kelimeler acıyı dindirdi ve Kelimeler insanın aklına geldikçe, Yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu.”
(Oğuz Atay tutunamayanlar sayfa 154)
Sokaktaki kalabalığın gürültüsü ile Yalnızlığımın yüzüme çarptığı ve kendimi Kitapçıya attığım bir gün tanıştım bu kitapla, gülkurusuvari renkte bir kapak üzerinde ürkmüş, dalgın ve düşünceli bir adam yüzüydü benden bakışlarını kaçıran. Kitap ve yazar adı tanıdıkdı aslında, babamın kitaplığının ‘’ el değdirilmesi yasaklar’’ bölümünde yetmişli yıllardan kalan, siyah ciltli ve başköşede oturan, bende hep soğuk ve yukarıdan bakan bir kitap izlenimi uyandıran bu kitabın ciltsiz haline ilkkez bu kadar ilgiyle dokunmuştum.İnsanı ilk cümlelrinden itibaren saran, uzaklara, kendi içimizdeki hep yalnız bıraktığımız ‘’ BEN ‘’ e götüren, etkileyici bir roman kanımca.
Roman 724 sayfa, yazarı tarafından karmaşık anlatım teknikleriyle işlenmiş, iç ve dış konuşmalarla donatılmış. “Sonun Başlangıcı”, “Yayımcının Notu” ve “Turgut Özben’in Mektubu” isimli üç özel bölüm ile başlamakta, romanın iskeleti okuyucuya anlatılmakta, kurgudaki boşluklar doldurulmaktadır. Roman dört bölüm, yirmi bir alt bölümden oluşuyor, ruh çözümlemeleri ve konuyu desteklemek için gelişen olay parçacıklarının yoğun ayrıntıları var.
“Tutunamayanlar” da iki baş karakter vardır. Selim Işık ve Turgut Özben. Bu karakterler bir sonraki paragrafta bahsedilecek olan kutuplaşmanın simgeleri sayılabilir. Turgut Özben küçük burjuva yaşamının içine gömülmüş genç bir mühendistir. Arkadaşı Selim Işık’ın intiharını bir gazete haberinden öğrenir ve sarsılır. Turgut, Selim’in intiharının sebebini araştırmaya girişir. Öncelikle Selim’in diğer arkadaşlarından Metin ve Esat’la görüşür. Başlangıçta karanlıkta olan Selim’in karakteri bu görüşmeler sonucunda aydınlanmaya başlamıştır. Metin ve Esat’ın arkasından Süleyman Kargı’yı bulur. Süleyman Selim’in yazdığı 600 mısralık şiiri Turgut’a verir. Bu şiirden ve Süleyman Kargı’nın izlenimlerinden Selim’in duygulu, olumsuz, sabırsız ve yaşantısında cansız olduğu anlaşılmaktadır. Turgut Özben, Selim ile ilişkisi olan Günseli isimli bir kızla tanışır. Günseli’nin anlattıklarıyla birlikte Selim’in “tutunamayan insan” kimliği aydınlanmaya devam ediyordur. Derken Selim’in günlüğü ortaya çıkar ve karanlıkta kalmış ufak noktalar, bu günlük ve Selim’in son günlerinde yazdığı “Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi”nde anlatılan kişiler aracılığıyla sonuca ulaşır. Turgut Özben, Selim’in hayatı üzerine yoğunlaştırdığı düşünceler sonucunda kendi benliğini tanımaya başlar. O da tutunmayanlardan biridir. Hayatını sıradan alışkanlıkların yönettiğini fark eder. Evinden ayrılır, bir trene biner ve gözden kaybolur
Turgut’un ve Selim’in yanı sıra sonuca ulaşmak için roman boyunca tanımlanan gizli bir karakter daha vardır. Bu gizli karakteri “Tutunamayan İnsan” diye tanımlayabiliriz. Romanın sonunda bulunan, “Türk Tutunamayanlar Ansiklopedisi”, açıklanmak ve anlatılmak istenen “Tutunamayan İnsan” portresinin ulaştığı noktalardan biridir. “Tutunamayan insan” çerçevesi romanın tümünde sunulan ayrıntılarla birlikte, bunalımları, çelişkileri ve olaycıklar karşısındaki düşünceleriyle, yavaş yavaş, bilincimize oturur. Birinci Bölümün ikinci cümlesinde başlayıp, romanın sonuna kadar giderek artarak karşımıza çıkan bir diğer isim de “Olric”tir. Olric, Turgut Özben’in iç benliğidir. Turgut Özben burjuva hayatından uzaklaştığı kadar kendi iç benliğine, Olric’e yakınlaştığını görüyoruz.
“Tutunamayanlar” çok bilindik iki kutup hakkındaki bir çok konudan ve çekişmeden bahseder. Bir tarafta batı kültürüyle rastgele bezenmiş, yerleşik küçük burjuva yaşantısının sıkıcılığı ve sıradanlığı dururken, diğer tarafta sanatçı ruhlu insanların toplum kurallarıyla olan çelişkileri ve iç hesaplaşmaları vardır. Bunun yanı sıra küçük burjuva yaşantısı, ironi içeren deyişler ve zekice benzetmeler aracılığıyla alaya alınmıştır. Yazarının iğneleyici zekasıyla birlikte mühendisliğinden kaynaklanan sistematik düşünce gücünü eserine yansıtmış, böylece hicivle zenginleşmiş uzun cümleleri ve birleşik kelimeleri ustaca kullanmıştır.
Romanın on beşinci alt bölümünde cesur bir anlatım deneyiyle karşılaşıyoruz. Turgut Özben romanın o bölümüne kadar Selim Işık hakkında topladığı bilgileri bir kompozisyon biçiminde ortaya koyar. Bu alt bölümde ilginç olansa 68 sayfa boyunca hiçbir noktalama işaretinin kullanılmamış olması ve ana konudan ıraksayan çağrışımlara başvurulmasıdır. “Bilinç akımı” yöntemi, çağrışımların konudan uzaklaşması biçiminde yoğun olarak görülmektedir.
Romanda beni en çok etkileyen yazarın dahice kullandığı anlatım deneylerinden bir tanesi de Turgut Özben’in kendi hayatı hakkında kullandığı alaycı “zaman” benzetmeleridir. Bu benzetmelerdeki somutlaştırılmış ifadeler ilgi çekicidir. Zaman eşyalarla özdeşleştirilmiştir. Zaman benzetmeleri yardımıyla hem Turgut Özben’in hayatının sıradanlığı, hem de yerleşik burjuva yaşantısının, can sıkıcı alışkanlıkların ve önemsiz sayılabilecek değerlerin üzerine kurulmuş olması, ince ince alaya alınarak okuyucuya sunulmuştur.
Yaşlanıyoruz: eşyalar eskiyor
”Altı parke cilalanması geçti. Yok, o kadar değildi. İki yıkama-yağlama olacak. Daha fazla, en az dört salon şeklini değiştirme oldu. Durun bakayım; bir hesap edeyim. Bir kat satın alma, altı ev değiştirme eder. Ayrıca, iki yatak odası çalışma odası değiştirmesi daha var. Evet, tam üç perde yıkama ediyor. Çok iyi hatırlıyorum, başladığı zaman, perdeleri yeni almıştım. Alışılmış zaman ölçüleriyle hesaplanması güç bir süre. Ben o zaman koltukları pencerenin yanına koymuştum. İnsanın aklında kalmıyor ki: eşya akıp geçiyor. O zamanlar daha debriyaj kaçırmıyordu. Hey gidi günler! Parkelerde en küçük bir çizik yoktu. Yaşlanıyoruz: eşyalar eskiyor, demek dört hizmetçi kaçması oldu ha!”
İletişim Yayınları 23-Oğuz Atay Bütün Eserleri Dizisi 1
Hey Olric orda mısın içimin en derin denizin de misin hala?Haddi uyan, kendinden doğurduğun şeytanını da al yanına gidip afilli bir chenem olalım insana. :))))
Oğuz Atay’la tanışmak sarsar sizi.Neyi nasıl yorumlayacağınızı bilemez, yalpalarsınız bir süre.Sonra bir tutku haline gelir onu okumak,vazgeçemesiniz.Hayıflanırsınız erken gidiği için bazen de sitemde bulunursunuz.Tekrar tekrar okursunuz kitaplarını.Maksat içlerinden bir dost seçmektir.Karar vermezsiniz sonunda yazarla dost olursunuz,kitapları aracılığıyla sohbet edersiniz.Bazen siz ona konuk olursunuz bazen de o size…Kitaplarının sayfaları arasında konuk eder sizi ve siz cümle cümle,sözcük sözcük,hece hece,virgül virgül,nokta nokta kendinize doğru bir yolculuğa çıkarsınız.Sabırlı omalısınız Olric’inize yaklaştıkça adımlarınız küçülecektir….
Türk Edebiyatı Oğuz Atay’ı erken kaybetmekle çok şey yitirdi.Ama o edebiyatımızın dikili taşlarından biridir, kaynağını okurdan alır.Okundukça yatağını genişleten bir ırmak gibi akıp şelaleler, cavlayanlar oluşturur yüzünüzde.İnanmazsanız okuyup bakın.Önce ılık bir nehir akar sesizce yüzünüzde,onu fark etiğinizde başlar…Ne mi?Onu da ben söyleyemem okuyup görün….
Küçük bir tavsiye :Eğer sıkı bir Oğuz ATAY okuruysanız mutlaka günlüğünü okuyun…
Bir kitap okudum hayatım değişti’yi bana yaşatan insan………….