Dostoyevski: “İnsanın sevdiği kimseyi üzmekten hoşlandığını bilir miydin?”

“İnsana yalnız keder, acı batar da saadetimizi fark edemeyiz. Halbuki hakkıyla bakınca dünya nimetlerinden hepimizin nasibi olduğunu görürüz. Bir ailede her şey yolundaysa, kocan iyiyse, seni seviyor, üstüne toz kondurmuyor, bir an bile gözünü senden alamıyorsa mesut bir ailesiniz demektir.

Hatta acılı zamanlar bile iyidir, zaten acısız insan mı var? Belki evlenir, kendin de anlarsın. Ama şu muhakkak ki, sevdiğin adamla evlenirsen, hiç olmazsa ilk zamanlar tam manasıyla mesut olursun. Bu hep böyledir, ilk zamanlarda karı-koca kavgaları bile tatlıya bağlanır. Bazı kadınlar vardır, kocalarını ne kadar çok severlerse o kadar kavga çıkarırlar. Ciddi söylüyorum; ben böyle birini tanırdım: “Çok sevdiğim için sana eziyet ediyorum, kıymetini bil.” derdi. Aşkın insana böyle şeyler yaptırdığını, insanın sevdiği kimseyi üzmekten hoşlandığını bilir miydin? Bunu en çok kadınlar yapar. Hem yapar, hem de içlerinden, “Sonradan onu öyle sevip okşayacağım ki, şimdi bu kadarcık eziyete katlansın.” diye geçirirler. Böyle ailelerin hayatları neşe, huzur, sessizlik, namusla doludur… Bazı kimseler de kıskanç olur. Böyle bir kadın tanırdım. Kocası bir yere çıkınca gece yarısı bile olsa dayanamaz, peşinden sokağa fırlar, usulcacık izlerdi. “Nereye gitti acaba; filan yerde, bilmem kimin evinde, falan kadınla olmasın?” diye şüphelenir dururdu. Doğru hareket etmediğini bilir, üzüntüden içi içini yerdi, ama ne yapsın, seviyor, hep sevgi yüzünden yapıyordu bunları. Bir de kavgadan sonra barışmak, sevgiliden özür dilemek ya da onu affetmek ne doyulmaz zevktir! Bunun verdiği saadet ve zevkle genç çift kendilerini yeni tanışmış, aşkları yeni başlamış, henüz evlenmiş gibi hisseder. Karı-koca arasında geçenleri, nasıl seviştiklerini kimse bilmemeli, hiç kimse. Kavgalarını öz analarından bile saklamalı, birbirlerinden şikâyet ederek kimseden hakemliğini istememelidirler. Her müşkülü kendi aralarında halletmeleri lazımdır. Aşk kutsal bir sırdır; sevişenler arasında ne geçerse, yabancı gözlerden saklanmalıdır. Bu onun kutsallığını bir kat daha artırır. Böyle çiftler birbirlerini daha çok sayarlar ki, saygı pek çok şeyin temelidir. Ortada aşk olduktan, sevişerek evlendikten sonra bu sevgi niçin sönsün? Bunu devam ettirmenin çaresi bulunamaz mı? Çaresiz haller pek nadirdir. Kadının kocası iyi kalpli, namuslu bir adamsa aşk niçin geçsin? Tamam, evliliğin başlangıcındaki ateşli aşk geçebilir, fakat bunun yerini daha iyi, daha sağlam bir sevgi alır. Ruhlar anlaşır, her işi elbirliğiyle yapmaya başlarlar, birbirlerinden gizlileri olmaz. Hele çocuklar gelmeye başlayınca, en çetin devrelerde bile kendilerini bahtiyar hissederler; yeter ki sevgileri, metanetleri sarsılmasın. Bu durumda, neşeyle çalışmak, çocuklar uğruna fedakârlıklara katlanmak da ayrı bir zevktir. Çünkü zamanla onlar seni bu yaptıkların için severler; yani ilerisi için sevgi tasarrufu yapmış olursun. Çocuklar büyüdükçe onlar için örnek, dayanak olduğunu hissedersin; sen ölünce onlar ömürleri boyunca senin duygularını, senin fikirlerini taşır, senin benzerin olurlar. Çocuk yapmak kutsal bir ödevdir. Ana babayı birbirlerine daha çok yaklaştırır. Bazı kimseler çocuğu yük sayar, kim demiş bunu? Çocuk dünyanın en büyük saadetidir! Küçük çocukları sever misin Liza? Ben bayılırım. Düşün bir kere, şöyle pembe, minicik bir oğlan memeni emiyor; hangi erkek, kucağında evladını tutan karısına karşı kalbinde kötülük besleyebilir! Pembe, tombul bebek sere serpe yatmış, keyiflenir; minicik, yumuk yumuk elceğizleriyle ayacıklarına, tertemiz tırnakçıklarına mutlulukla bakarsın, öyle de küçücüktür ki, insanın güleceği gelir. Ama bakışları sanki daha şimdiden her şeyi anlıyormuş gibidir… Meme emerken annesinin göğsünü eliyle çekiştirip oynar. Babası yanlarına gelince memeyi bırakıp başını arkaya atarak babasına bakar ve yalnızca Tanrı’nın bilebileceği bir sebepten gülmeye başlar, sonra gene gıdasına döner. Dişleri çıkmaya başlayınca bir de bakarsın anasının göğsünü dişleyiverir; üstelik “Bak, nasıl ısırdım!” gibilerden yan yan da bakar. Karı-koca ve çocuk tam bir saadet tablosudur. O anların hatırı için neler affedilmez. Yok Liza, insan önce kendisi yaşamayı öğrenmeli, ondan sonra başkalarını kınamaya kalkışmalıdır!

“Şu manzaralarla seni bir duygulandırayım da gör!” diye düşünüyordum; bununla beraber, yemin ederim içten konuşuyordum. Birdenbire kızardım. “Ya birden kahkahayı basarsa, ne yaparım?” Bu düşünce beni hiddetten kudurttu. Sözlerimin sonuna doğru gerçekten epey coşmuştum; şimdi bu hal gururuma dokunuyordu. Sessizlik epey uzamıştı. Neredeyse kızı dürtecektim.

— Siz neden öyle… diye başladı ve sustu.

Fakat bu kadarı bana yetmişti: Sesi deminki gibi haşin, kaba, inatçı değildi; şimdi yumuşak, utangaç bir titremesi vardı, hatta o derece utangaçtı ki, ben bile utanıp, kendimi ona karşı suçlu hissettim.

Şefkat dolu bir merakla:

— Ben ne? diye sordum.

— Siz şey…

— Ne?

— Siz şey… kitap gibi konuşuyorsunuz.

Sesinde gene alaya benzer bir ton belirmişti.

Bu sözleri yüreğimi sıkıştırmıştı. Beklediğim bu değildi. Liza’nın alaycılığının, utangaç, kalbi temiz insanların, ruhlarına paldır küldür, izin almadan girmek isteyenlere karşı gururlarını korumak ve bir çeşit çekingenlik perdesinin ardına gizlenip hislerini açık etmemek için başvurdukları sıradan bir son çare olduğunu anlayamamıştım. Halbuki o alaylı sözleri söyleyinceye kadar geçirdiği kararsızlıktan, ürkeklikten bunu tahmin etmeliydim. Fakat edemedim işte ve kötü bir duyguya kapıldım.

“Hele dur sen!..” diye geçirdim.

Fyodor Dostoyevski
Kaynak: Yeraltından Notlar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz