Berbat, çekilmez, melûn biri olduğu söylendiğinde kıskıs gülerdi

enis baturÖlümü bir çevreyi rahatlatmış olmalı. Üstlerinden görünmeyen bir yük kalkmış, onları hafifletmiştir: Sabit bir vicdan azâbı artık eskisi kadar omuriliklerinde zonklamayacak. Durduğu, son dönemde zorunlu olarak geri durduğu noktadan kafalarına kakmayı sürdüremeyecek bundan böyle – yerine kimseyi bırakmadı, bırakamazdı: Aslına bakılırsa, türünün tek örneğiydi. Bundandır, bir başka çevreyi öksüz bıraktı bir bakıma. Gerçi gövdesi çoktan “uzatmalı tatile” çıkmıştı, ama zihni saat gibi çalışmayı sürdürüyordu: Bazan, kurduğu tek bir cümleyle, uzaktaki bir deniz feneri, gecenin karanlığının içinden parlıyordu: O işaretleri arayacağız.

Berbat, çekilmez, melûn biri olduğu söylendiğinde kıskıs gülerdi: O, iyi olduğunu hiçbir vakit savunmadı, yalnızca haklı olduğuna inandı. Öyle miydi gerçekten de? Unutulmamalı: Hak, biraz da iktidar işidir; şimdi bakınca daha net görülebilir: Muktedir olmuştu(r). Reddetmenin gücünü ölçmek kolay olmasa gerek.

Şiirleri, yazıları, son yarım yüzyıl içinde, bu dilin en billûr örnekleri arasında yeraldı – onun deyişiyle, kimi “vasat idrak”lılar tersini savunmaya kalkışsalar da. Çapraz atkılar attı. Şiş ve saldırma kullandı. İkidebir kılıcını kına soktu çıkardı, kalemucundan kan damladığını az buz görmedik. Dilin kestanesini çizdi. Bütün bunları teraziyle yaptı, ölçüsüzlüğü handiyse kusursuz ölçülere dayanıyordu: Damıtılmamış tek satırına rastlayamazsınız. Olanaklarını her dönemde zorladı, kendini açmayı sürdürdü. Müziğe, sinemaya, resme sokulmaktan caymadı hiç; Tarih’le, Ekonomi’yle, Siyasa’yla kavga ederek uğraştı. Ayrıntılardan bütüne, bütünden ayrıntılara giden geniş bir yelpazeyi ufku saymaktan geri durmadı. Ne nakış çalışmasıydı.

İnsanlarla geçinemedi. Onlara kötülük, uğursuzluk, nankörlük yaptığı ileri sürüldüğünde, “aynaların sırı olur” demeye getirirdi. Şimdi Cemal’iyle, İdris’iyle, Mustafa’sıyla, Mim Kaf’la yeniden kaynatacaktır. Çoğu oradaysa, azı buradadır.

Toplumla hiç geçinemedi. Son yıllarında, seçenek varken “huzurevi”ni yeğlemesi bana kalırsa anlamlıydı: Bu denli köklü huzursuzluk başka nerede barınabilirdi? Çarçabuk kırıldığı için, çarçabuk kırmaya kendini alıştırmıştı. Ama, insanlara ve insan topluluklarına güven duymasa da, Türkiye’ye inanmıştı. Yoksa, bu kadar didiklemezdi.

1975’de, Zürih’ten Mustafa Irgat’a gönderdiği bir kartpostala, İzgan Baz’ın kırılan bacağının alçısına yazdığı cümleyi aktarmış: “İnsanlar ölüme karşı da örgütlenmişlerdir”. Daha ağırı, İnsanların Hayat!a karşı örgütlenmeleri değil miydi?

Şairler ölür, arkalarında yapıtları kalır. Ece Ayhan!dan sımsıkı bir şiir kaldı. Gökkuşağımızın en isyankâr rengi. Büyük bir çavlan uğultusu. Yort savul(un)!

Ancak Rûmun Şuarası… – Enis Batur
21.07.2002 / Cumhuriyet

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz