İlk örnekleri 1954’te görülmeye başlanan ve 1956’dan itibaren haftalık Pazar Postası gazetesinde toparlanarak sistemleşen İkinci Yeni, Türk şiirinin üzerinde en çok tartışıldığı ve hakkında çok farklı hükümlerin verildiği bir şiir hareketi özelliği taşımaktadır.
Teşbih, istiare, mecaz, mübalağa gibi edebî sanatlara sırt çeviren Garipçiler; 1940’lara kadar gelen şiir geleneğini reddederek yeni bir şiir anlayışı oluşturmaya çalışmışlardır. Şiiri, “bütün hususiyeti edasında olan” ve “insanın beş duyusuna değil, kafasına hitap eden tamamen anlamdan ibaret” yalın bir söz sanatı olarak görmelerinin bir sonucu olarak; imgeye, tasvire, duyguya ve şairaneliğe hoş bakmamışlar ve o zamana kadar şiirselliği sağlayan ne varsa, hepsini şiirden kovmuşlardır.
Türk şiirinin yenileşmesinde ve söyleyiş olanaklarının genişlemesinde bu düşüncelerin bir kısmının önemli yararları da olmuştur. Ancak, bu ilkeler işlevlerini yitirip kısa bir süre sonra eskiyince, şiirde şairanelik, müzikalite, duygu, hayal gibi temel yapı unsurları yeniden aranır olmuştur.
İkinci Yeni, işte böyle bir şiir ortamında, Garip şiirinin koyduğu ve zamanın gittikçe yıprattığı yasaklara bir tepki olarak doğmuş ve kapılarını şiirden kovulan bütün bu öğelere sonuna kadar açmıştır.
İkinci Yeni; İlhan Berk, Edip Cansever, Turgut Uyar, Oktay Rifat gibi harekete farklı bir sanat anlayışından kayan isimler yanında; Ece Ayhan, Cemal Süreya, Sezai Karakoç gibi şiir yazmaya bu anlayışla başlayıp Türk şiirinde kendilerine belli bir yer edinmiş önemli temsilcileri olan bir şiir hareketidir.
Bir kısım eleştirmenlerce, “öncülsüz, ardılsız, çıraklığı, kalfalığı olmayan bir şair” olarak değerlendirilen Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin en özgün şairlerinden biridir. YK’nin çıkardığı Kitap-lık dergisinin Cumhuriyet’in 75. Yıl kutlamaları nedeniyle düzenlediği “75 Yılda Cumhuriyet’e Mührünü Vuran 75 Kitap” başlıklı kitap seçme esasına dayanan bir ankette, Ece Ayhan’ın Devlet ve Tabiat (1973) ile Yort Savul (1977) adlı iki şiir kitabının birden seçilmesi, Cumhuriyet dönemi Türk şiirindeki önemini göstermesi bakımından önemlidir. Ankete 1923’ten sonra yayımlanmış felsefe, edebiyat, tarih, hukuk, tıp vb. türdeki tüm kitapların katıldığı ve seçilen 75 kitaptan yalnızca 25’inin şiir kitabı olduğu düşünülecek olursa, sanat dünyasının Ayhan’ın şiirine yönelik ilgisini daha iyi kavranılacaktır.
Ece Ayhan, gerek kendisiyle yapılan söyleşilerde gerekse yazılarında zaman zaman şiir sanatının bazı teorik yönleri üzerine görüşlerini de bildirmiştir. Sanatçı bu tür yazılarında, şiirin özelliği, şiir dilinin özellikleri, şiirde öz ve biçim ilişkisi, şiirde kalıp-biçim meselesi, şiirde anlam açıklığı/kapalılığı, şiirde imgenin yeri, şiir-okur ilişkisi gibi konulardaki düşüncelerini dile getirmiştir.
Şiir Nedir?
Ece Ayhan, başından beri içinde yer aldığı İkinci Yeni şiirinin, aslında “sivil şiir”, “sıkı şiir” ya da “kara şiir” olarak isimlendirilmesinin daha doğru olacağını savunur. “İkinci Yeni” yerine önerdiği isimlerden de anlaşılacağı üzere Ece Ayhan, şiirde toplumsal hayatın her yönünü sorgulayan bir anlayışı benimsemektedir. Ece Ayhan örneği bize, İkinci Yeni’ye “yaşamdan kopuk şiir”, “kaçak şiir” gibi toptancı bir anlayışla yöneltilen eleştirilerin son derece yanlış olduğunu, değerlendirmelerin mutlaka eser ekseninde yapılması gerektiğini göstermektedir.
İkinci Yeni’yle birlikte “şiirin uykusu”nun kaçtığını savunan Ece Ayhan, çağdaş bir düşüncenin ağır işçisi olduğuna inandığı şiirin, artık belâya karşı kayıtsız olamayacağını ileri sürer ve “Biraz genel geçerliliklere aykırılık taşıyan bir tanımdır belki ama; bence şiir denilen şey, dilde bir ‘nesnel karşılıklar’ toplamının ‘şiir kütüğü’ne çakılmasıdır” (1996: 59) sözleriyle de kendi şiir tanımını yapar.
Şiir meselelerinin, büyük bir çoğunluğun sandığı gibi, öyle yalın ve birkaç boyutlu olmadığını belirten Ece Ayhan, bu düşüncesini “Keşke her şey; nesneler ve insanlar… bu gezegende o denli yalın olabilseydi olsaydı. Şiir de olmazdı! Düşünce de!” (1996, 46) sözleriyle ifade eder.
Ece Ayhan, şiirin işlevinin olup olmadığı ya da ne olması gerektiği tartışmalarını da yersiz bulan bir sanatçıdır. Her şiirin -az ya da çok- bir işlevinin olduğunu, yeryüzünde ve insanlık tarihinde işlevsiz bir şiirin düşünülemeyeceğini, her katmanın bir güzellik yaratabileceğini savunmaktadır (1996: 59).
Şiirde Öz-Biçim İlişkisi
Şiirde özle biçimin birbirinden ayrılamayacağına inanan Ece Ayhan, bu ikisini, “yazarken” hiç bir zaman ayırt edemediğini söyler ve bunların kendi şiirinde iç içe geçtiğini, ancak bileşkelerinden söz edilebileceğini savunur (1982: 124). Dış öğe gibi görünen biçimin, aslında içeriğin kendisi olduğunu belirten sanatçı, İkinci Yeni şiirinin bu anlayıştan hareketle kurduğu “yeni biçimlere bürünmüş yeni özlere (ya da tam tersi)” şiir çevrelerince karşı çıkıldığından şikâyet eder.
Ece Ayhan, bir söyleşide kendisine yöneltilen, “Hangi evrelerden geçtikten sonra şiirinizin artık son biçimini almış olduğuna karar verirsiniz?” sorusuna, “Buna neden ‘son öz’ denmemiş olduğunu da düşünüyorum” (1996: 56) cevabını verirken, şiirde öz ve biçim arasında bir denge, uygunluk arayışı içinde olduğunun altını çizmektedir.
Şiirin bütünlüğü içinde, lirizmin ve felsefenin yan yana bulunması gerektiğine inanan Ece Ayhan, felsefî bir örgü yoksa, sanat eseri mertebesine ulaşılamayacağını ve şiirde Marks’tan önce de “materyalist diyalektik” yönteminin kullanıldığını savunur. “Şiir öylesine iyi örülmeli ki, eklem yerleri, teyeller gözükmesin. Bir yapıda da karkas kendini göstermez” (1996: 74) diyen sanatçı, işçiliğinin iyi olması şartıyla, bir sanat eseri olan şiirin her türlü konuyu işlenebileceğine inanır. Şiirin öz veya biçim olarak -etten, kandan, kulaktan, vb’den arındırılma misali- ayrı parçalar halinde ele alınıp irdelenmesinin -karkası açığa çıkaracağından- şiirin “kötü” olarak değerlendirilmesine yol açabileceğini belirtir.
Şiirde Biçim-Kalıp Sorunu
İkinci Yeni’nin diğer öncü şairleri gibi Ece Ayhan da, çağdaş şiirin kalıplara bağlı olamayacağını, kalıplara bağlılığın şiirde yaratıcılığı öldüreceğini savunur.
Daha önce Nurullah Ataç’ın işaret ettiği “biçimle kalıbın birbirine karıştırıldığı” konusunda, İkinci Yeni sanatçıları da aynı görüşü paylaşırlar. Ece Ayhan, “O [sonnet], şiirin biçimi değildir, kalıp biçim değildir (1993b: 79) derken; İlhan Berk de, “Kalıp ayrı bir şeydir. Yaratılmamıştır, bulunmuştur. Yaratıya da katılmaz. Şairlerin ortak malıdır” (1994: 27) sözleriyle şiirde kalıp kullanımına karşı çıkar. Gazel, murabba, sone, rondo vb. nazım şekillerini kalıp olarak değerlendiren İkinci Yeni öncüleri, biçimin özün gereği olarak belirlendiğini söylerler ve kalıpla biçimin farklı şeyler olduğu konusunda birleşirler.
Şiirde Anlam Açıklığı/Kapalılığı
İlhan Berk’in, “Ece Ayhan kapalı bir şairdir ama, bu anahtarsız olduğunu göstermez. Bazı şairler anahtarı okurun eline hemen vermek isterler. Ece bu konuda kıskançtır” (Ece Ayhan, 1996: 133) sözleri, Ece Ayhan’ın “kendisini hemen ele vermeyen” şiir yapısına işaret etmektedir.
1954’ten bu yana yayımladığı şiirlerinin “algı ortalaması’na bile ulaşamayan eleştirmenlerce bir “öykü” içermediği gerekçesiyle eleştirildiğini belirten Ece Ayhan, aynı eleştirmenlerin 25-30 yıl sonra, “Meğer, şiirde de aydınlık-karanlık diye bir önemli sorun yokmuş!” (1996: 39) diyerek yanıldıklarının farkına vardıklarını savunur ve şiirde Esrar Dede’den beri, anlaşılıp anlaşılmamak meselesi üzerinde durulduğundan şikâyet eder.
Ayhan (1996: 49), Ankara’da başlayan ve daha sonra İkinci Yeni adı verilecek olan bu yeni şiir hareketine, eski ya da yeni kuşaktan çok sayıda kişinin “hiç bir şey düşünmeden” katıldığını, İstanbul’daki şiir çevrelerinin ise, şiire “balıklamasına” atlayan bu kişileri de harekete dahil ederek “yeni şiir”i tepkiyle karşıladıklarını, hatta “düpedüz” alay ettiklerini belirtir:
Eleştirmenler de, hemen ‘tamam’ dediler, “bu şiir kapalıdır”. Bugün okullara, öğrencilere satılan sözlüklere, kitaplara, seçkilere bakalım açıp; hepsi de İkinci Yeni’ye ‘kapalı şiir’ dendiği için ‘kapalı şiir’ derler bu şiirlerin üzerinde durmadan. Özellikle de, -bunu kesenkes yazıyorum- İkinci Yeni’den hiç bir zaman olmamış ya bizden çok yaşlı ya da bizden çok genç şairlerin şiirlerine bakıp. Oysa, ‘İkinci Yeni’ denilen şey Sezai Karakoç ve Cemal Süreya’dır!…
Şiirde İmge
Şiir, birçok malzemenin uyumlu birleşiminden oluşan karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu girişik yapı içinde de imge, bir şiiri incelerken onu konu veya tema açısından bir sınıfa sokmayı bırakıp nasıl bir söyleyişe sahip olduğu sorusunu sorduğumuzda, istiare, sembol ve mit’le birlikte şiirin merkezî yapısını oluşturan dört temel öğeden birini oluşturmaktadır (Wellek, 1993: 160).
İmge hem psikolojiyi, hem de edebiyat incelemelerini ilgilendiren bir konudur. Psikolojide İmge (imaj, hayal), “duyu örgenlerinin dıştan algıladığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri; duyusal bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve olaylar” olarak tanımlanır. Edebiyatta imge ise, “anlatılmak isteneni daha canlı, daha duyulur biçimde anlatmak için onunla başka şeyler arasında bağlantı kurarak tasarlanan yeni biçimler” (Özkırımlı, 1990: 681) ya da “sanatçının çeşitli duyularıyla algıladığı özel, özgün bir görüntünün dille aktarılışı” (Aksan, 1993: 32) demektir.
Çeşitli şiir akımlarının kuramcısı olan Ezra Pound, imgeyi, tablo halinde bir canlandırma olmaktan ziyade, “zamanın bir anındaki fikrî ve hissî bir terkibi sunan bir şey”, “apayrı fikirlerin bir birleşmesi” olarak tanımlamaktadır (Wellek, 1993: 161).
Wellek, Richards’ın 1924’te Principles of Literary Criticism’de vardığı “İmajların duyulara ne derece hitap ettiği hususuna daima gereğinden fazla önem verilmiştir. Bir imajı etkili kılan şey, onun bir imaj olarak canlı olmasından çok, duyuma özel bir şekilde bağlı bir zihin olayı olma niteliğidir” yargısının sonraki yıllarda da sağlam göründüğünü; imajın etkililiğinin duyumun bir “kalıntısı”, “temsilcisi”olmasından geldiğini belirtir (1993: 161).
Türkçe’de bir “iç ses” arama çabalarının İkinci Yeni’de imge çılgınlığı başlattığını söyleyen Cemal Süreya, şiirin aslında dil içinde bir dil olduğunu, “kuşdili” kullanılmadığına göre, imgenin mutlaka bir şeyin karşılığı olması gerektiğini belirtir ve imgeyi şöyle tanımlar:
İmge ne acaba? İmge bir şeyin daha iyisi, daha kötüsü, daha gerçeği, daha gerçek dışı durumu, daha temizi, daha kirlisi, daha hafifi, daha ağırı, daha … nasıl söyleyeyim, daha kendisi (Duruel, 1997: 177).
“Duyumların izlerini taşıyan temsilciler” olarak da tanımlanabilen imgenin, Ece Ayhan’ın şiirini kuran temel malzemelerden biri olduğu ve şiirlerinin gücünü, daha çok, bu özgün hayallerden aldığı söylenebilir. “Doğrudan doğruya imgelere, çağrışımlara yaslanan bu şiirlere okuyucunun zor girebildiği” iddialarına karşılık Ece Ayhan, şiirlerinin temalarını, tarih kitaplarına pek girmeyen, ama toplum hayatında derin izler bırakan “ayrıntılar”dan aldığını, kültür seviyesini yükseltme çabası içine girmeyen okurun bu işte suçlu olduğunu iddia eder:
İmge aslında anlam. Anlam taşıyıcısı. Şiirin birimi. Ama bir bakıma da değeri var, yalnızca araç değil. Okur, kentli okur olduğu için müthiş tembel; şöyle bir göz ucuyla ‘parasız yatılı’ herhangi bir şiire girilebilir mi? (1996: 76)
Garip hareketinin şiirden kovmak istediği imgeyi, hak ettiği yere tekrar oturtmak için mücadele edenlerden biri olduğunu savunan Attila İlhan, kimi eleştirmenlerce kendi şiiriyle de akrabalıklar kurulan İkinci Yeni’ye yönelik eleştirilerini, “imajı boşa çalıştırarak şiiri toplumsal ve insancıl görevinden kopardılar” iddiası üzerinde odaklaştırır:
Edebiyat tarihine elbette ikinci diktanın şiiri diye geçecek olan “ikinci yeni” hikâyesinin bamteli işte buradadır. Tarih önünde sorumluluğunu bilen toplumcu bir şair ne yapar? Bu çeşit sapmalara ve kaymalara cephe alır (İlhan, 1996: 242).
Şiiri bir “imgeler sanatı” olarak gören Ece Ayhan, şiirin imgeyle kurulduğunu ve imge olmadan hiç bir şey anlatılamayacağını savunur (1996: 74). İmgeyle görüntü arasında, genellikle, sıkı bir bağ kurmaya çalışan sanatçı, bu özelliğiyle, İkinci Yeni içinde değerlendirilen çoğu şairin gerçek üstü görüntülere dayalı imge yapılarından –“çikolata yiyen trenler”, “bir düdüğün kırmızısı” (Edip Cansever); “sokaktan yatağa uzanan otomobiller”, “Afrikası uzun bir gece” (Cemal Süreya); “bulutların çıkını”, “telgraf direklerinde gemi leşleri” (Oktay Rifat)- ayrılmaktadır.
Şiir-Okur İlişkisi
Modern şiirin anlamı örtmek, gizlemek istediği konusunda, edebiyat eleştirmenlerinin hemen hemen görüş birliği içinde oldukları söylenebilir (Bkz.: Akalın 1984: 185). Modern şiirin bu özelliğiyle ilgili olarak Behçet Necatigil şunları söyler:
Modern şiirin biraz da okuyucu tarafından doldurulması gerekli boşluklar taşıdığını, böyle bir şiir tecrübesinden geçmemiş kimselere bunların biraz katı ve kapalı geleceğini kabul ediyorum. Ama şiirin ilk bakışta çapraşık ve bilmeceli görünmesi onun çözülemeyeceği anlamına da gelmez (1979: 105).
Modern şiirin anlam kapalılığından kaynaklanan okurla mesafeli duruş özelliği, İkinci Yeni şiirinin en çok eleştirilen yönlerinden biri olmuştur. Okurlarının “burjuvazi” sınıfından ya da sınıf değiştirmek isteyen insanların oluşturduğu kentlilerden meydana geldiğini belirten Ece Ayhan, “yaşayışlarına, dünya görüşlerine, beğenilerine, seçmelerine, tarih anlayışlarına…” kısacası her şeylerine bütünüyle karşı olduğu bu insanlarla hiç bir ilişki kurma niyetinde olmadığını söyler. Çünkü, bu okur kitlesiyle bağıntı kurmak, toplumun atan nabzını tutmak anlamına gelmemektedir. Sanatçıya göre, toplumun gerçek nabzı şu anda yol kesimlerinde, sokaklarda, evlerde ya da kenar mahallelerde (sözgelimi Ümraniye’deki ya da Samandıra’daki pazar güreşlerinde) atmaktadır (1996: 71). Ancak toplumun bu kesimi henüz sanatçının şiirlerini anlayabilecek hazırlıkta değildir. O halde, halihazırdaki “bir şiire filmin yarısında girer gibi giren” okuyucuların yargıları da Ece Ayhan’ı pek ilgilendirmemektedir.
Şiirin bu toplumda pek ciddiye alınmadığı görüşünde olan Ece Ayhan, “İçinde bulunduğumuz toplumun bir insan toplumu olduğu üzre benim derin kuşkularım var” (1996: 60) der ve “Benim okurlarım her zaman çocuklardır, onları düşünerek yazarım, yazacağım. Ve çocuklardan, alttan gelenlerden başkasına da güvenmiyorum, güvenmeyeceğim de” sözleriyle, içinde yaşadığı topluma ve döneme bakış açısıyla, bir asır öncesinin Tevfik Fikret’ini hatırlatır.
Ece Ayhan, okurun “kutsal” ya da “dokunulmaz” bir varlık olmadığını ve üzerindeki saygıdeğerlilik payesinin bir an önce kaldırılması gerektiğini düşünür. Sanatçı, kendisine yöneltilen “Yazdığınız şiirin okurdan koptuğu, şiir okuru sayısını gitgide azalttığı, şiire ilgiyi gevşettiği ileri sürülüyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şu cevabı verir:
‘Gizli bir dil değil’ kullanılan dil; ‘ağız’lar, ‘kuşdili’, ‘argo’ ya da ‘jargon’ hiç değil. Gerçeklikler dille sınırlandırılamıyor; işte burada o zaman patlamalar oluyor… onlar için yazmıyoruz. Velinimetimiz yok…. Okuru sarsalım, şımartılmıştır (1996: 101).
Okurun şiirden “rötuşlu ve net fotoğraflar” beklediğini, ama “kurgu”nun olmadığı yerde sanatsal bir üründen söz edilemeyeceğini savunan Ece Ayhan, okurun kendisini yetiştirerek sanat eseri karşısında emek harcaması gerektiğini vurgular:
Düz okuru pek önemsemiyorum ben. Korkarım, ürkerim okur beni alkışlarsa. Hep ara konaklara bakıyorlar çünkü. Ben ara konaklarda değilim ki… Hep ona göre bakıp ona göre yargı veriyorlar. İlk elde karanlık ve zor geliyor ama grapon kâğıdı gibi açılır benim şiirim (1993a: 151).
KAYNAKÇA
Akalın, Sami L.(1984): Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Varlık Yayınları, 6. Baskı.
Akar, M. (2001): “Ece Ayhan Şiiri”, Kırklar, S. 16, Kasım-Aralık: 12-14.
Akın, G. (1996): Şiir Üzerine Notlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1996): Şiiri Düzde Kuşatmak, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Akkanat, C. (2001): “İkinci Yeni Şiiri, Oluşumu ve Sonrası”, Türk Dili, S. 595, Temmuz: 21-31.
Aksan, D. (1993): Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Be-Ta Basım Yayım, İstanbul, 1. Baskı.
Akyol, S. (2001): “Şiirimizde 1980 Sonrası Yönsemeler”, Ana Dili, Sayı: 20, Ocak-Şubat-Mart: 104-108.
Alpay, N. (1997): “Bildirgesi Yort Savul”, Ludingirra, Sayı: 1, Bahar: 53-62.
Aragon, L. (1984): Saf Şiir Yoktur, Çeviren: Erdoğan Alkan. İstanbul: De Yayınevi,
ss.41-57.
Atay, B. (2000): “Ece Ayhan’da Devlet”, Varlık, S.: 1115, Ağustos: 16-20.
Batur, E. (1992): Başkalaşımlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1995): E/BabilYazıları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1995): Yazının Ucu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı.
Bayıldıran, Sabit K. (1999): “Yort Savul”, Varlık, S. 1105, Ekim: 32-36.
Berk, İ. (1982): “Lanetlenmiş Bir Şaire Sorular”, Yazko Edebiyat, S.:19, Mayıs: 121-127.
(1994): İnferno, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1996): Logos, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Bezirci, A. (1983): Orhan Veli Hayatı-Şairliği ve Seçme Şiirleri, İstanbul: Bilpa Yayınları, 6. Baskı.
(1996): İkinci Yeni Olayı, İstanbul: Evrensel Basım Yayın, 4. Baskı.
Bolat, S. (2001): “Garip Şiirinden Günümüze Kalanlar”, Ana Dili, Sayı: 20, Ocak- Şubat-Mart:90-93.
Cemal Süreya (1987): “Gerçeküstücülük ve Türk Edebiyatı”, Gergedan Dergisi, Sayı: 6, Ağustos: 135.
Cömert, B. (1981): Eleştiriye Beş Kala, İstanbul: Ayko Yayınları, 1. Baskı.
Çağlar, Ece A. (1966): “Ece Ayhan’ın Yanıtı”, Yeni Ufuklar, S. 176: 4-6.
(1982): “İlhan Berk’le Konuşma”, Yazko Edebiyat, S.: 24, Ekim: 125-128.
(1983): “Sürecek mi Gümüşlük?”, Yazko Edebiyat, S.: 36, Ekim: 71-75.
(1993a): Şiirin Bir Altın Çağı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1993b): Başıbozuk Günceler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1995): Aynalı Denemeler, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1996): Dipyazılar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1997): Mor Ötesi Requiem, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1998): Sivil Denemeler Kara, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(2000a) “Bir Yıl Daha Yaşamak İstiyorum”, Öküz, S.: 74, Temmuz: 2.
(2000b): “Acıbadem Günceleri/1”, Öküz, S.: 79, Aralık: 18
(2001a): “Şiir ve Sanat Görüşüm”, Hece, Sayı:53-54-55, Mayıs-Haziran-Temmuz: 440-441.
(2001b): “Aldırma 128 Cemal Süreya”, Mülkiyeliler Mektubu, S. 72, Mayıs: 10-12.
Demiralp, O. (1995): Okuma Defteri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Doğan, Mehmet H. (1995): “Gerçeküstücülük ve Türk Şiiri”, Varlık, Sayı: 1048, Ocak: 13-16.
(2001a): Yüzyılın Türk Şiiri (1900-2000), Cilt:1, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(2001b): “Türk Şiirinde İkinci Yeni Dönemeci”, Hece, Sayı:53-54-55, Mayıs-Haziran-Temmuz: 93-101.
Duruel, N. (1997): “Güvercin Curnatası”Cemal Süreya ile Konuşmalar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Enginün, İ. (1992): “Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri”, Türk Dili, Sayı: 481-482, Ocak- Şubat: 565-615.
Ercilasun, B. (1994): Orhan Veli Kanık, İstanbul: M.E.B. Yayınları, 1. Baskı.
Erdost, Muzaffer İ. (1997): İkinci Yeni Yazıları, Ankara: Onur Yayınları, 1. Baskı.
Erenel, Ender (1969): “Ece Ayhan Sözlüğü”, Yeni Dergi, Mart: 229-242.
Eroğlu, H. (1994): Atatürk-Hayatı ve Üstün Kişiliği, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını, 2. Baskı.
Geçer, İ. (1983): “Şiir Benim Her Şeyimdir”, Türk Edebiyatı, Sayı: 120, Ekim: 33.
Gürsel, N. (1997): Başkaldıran Edebiyat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Gürson, E. (2001): Edebiyattan Yana, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Hızlan, D. (1983): Yazılı İlişkiler, İstanbul: Altın Kitaplar, 1. Baskı.
(1996): Kitaplar Kitabı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1996): Saklı Su, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1997): “Düzyazımız da Karadır Abiler”, Ludingirra, S.: 1, Bahar: 63-71.
Hilav, S. (1993): Edebiyat Yazıları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Horozcu, Oktay R. (1956): Perçemli Sokak, İstanbul: Yeditepe Yayınları, 1. Baskı.
İlhan, A. (1993): “Bugün Bâki Gibi Yazamazsın”, Varlık, Sayı: 1028, Mayıs: 7.
(1996): İkinci Yeni Savaşı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 3. Baskı.
Kabacalı, Alpay, T. Özçelik ve B. Berkman (1991): Sanat Ansiklopedisi, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1. Baskı.
Karaer, Mustafa N. (1960): “Şiirimizde Yenilik Arayışı”, Türk Yurdu, Nisan: 37-38.
(1983): “Şiirin Kaynağı Sevgi ve Güzelliktir”, Türk Edebiyatı, Sayı:
120, Ekim: 41-43.
Karakoç, S. (1997): Edebiyat Yazıları II, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2. Baskı.
Kurdakul, Ş. (1992): Çağdaş Türk Edebiyatı, Cilt 3, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2. Baskı.
Fuat, M. (1985): Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi, İstanbul: Adam Yayınları, 1. Baskı.
(1987): Unutulmuş Yazılar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1992): Başkalaşımlar, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(1995): İki Yönlü Yozlaşma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
(2000): İkinci Yeni Tartışması, İstanbul: Adam Yayınları, 1. Baskı.
Moran, B. (1991): Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İstanbul: Cem Yayınevi, Gen. 8. Baskı.
Nâzım Hikmet (1976): Yazıları, Türk Yazarlar Dizisi:7, Der. Zühtü Bayar, İstanbul:
Koza Yayınları, 1. Baskı.
Necatigil, B. (1979): Bile/Yazdı, İstanbul: Ada Yayınları, 1. Baskı.
(1985): Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, İstanbul: Varlık Yayınları, 12. Baskı.
Öneş, Mustafa (1967): “Ece Ayhan’a Doğru”, Yeni Dergi, Temmuz: 49-55.
Özdemir, E. (1994): Türk ve Dünya Edebiyatı, Ankara: Kültür Bak. Yayınları, 1. Baskı.
Özel, İ. (1982): “Şairler Intellect’in Pençesinde”, Yazko Edebiyat, Sayı: 18, Nisan: 97- 107.
Özkırımlı, A. (1990): Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, “Ece Ayhan” mad., Cilt 3, İstanbul: Cem Yayınevi, 5.Baskı.
Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi (2001): “Ece Ayhan” mad., Cilt:1, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı.
Temizyürek, M. (2001): “İkinci Yeni’nin Şiirimize Getirdiği Açılımlar”, Ana Dili, S.: 2, Ocak-Şubat-Mart: 94-103.
Tokatlı, A. (1973): Ansiklopedik Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1. Baskı.
Uçurum, M. (2001): “Şairin Özgün Dili”, Kırklar, S.: 16, Kasım-Aralık: 10-11.
Ünlü, M. ve Ö. Özcan (1990): 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı, “Ece Ayhan” mad., Cilt: 3, İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1. Baskı.
Ünsal, K. (1990): “Bir Şiiri Eceleyebilmek İçin Kolaj Denemesi II”, Sombahar, S.: 2, Kasım-Aralık: 48.
Wellek, R ve A. Warren (1993): Edebiyat Teorisi. Çeviren: Ömer F. Huyugüzel. İzmir: Akademi Kitabevi, 1. Baskı.
Yalçın, M. (2001): “Sivil Bir Ece Ovalı Yazdı Bu Düzşiiri”, Kitap-lık, Ocak-Şubat: 30-40.