Batı Geleneklerinin Yahudi-Hıristiyan Kaynakları
Batı dünyasının gelenekleri, biri Yahudi-Hıristiyan, diğeri Yunan-Roma veya Klasik olmak üzere, başlıca iki kaynağa sahiptir. Çok eski değil, tarihçiler bu iki temel kaynağa bir üçüncüsünü, Germanik olanı da ekleme eğilimindeydiler. Ne var ki, Dördüncü yüzyılın başlarından itibaren Batı’yı işgal eden cahil kavimlerin -Roma İmparatorluğu’nun sınırlarını aşan barbarların- bölgede yeşeren medeniyetin üstünde, mevcut geleneklerin derinliği ve kalıcılığıyla kıyaslanabilir nitelikte iz bırakmış olmaları, artık mümkün görülmemektedir. Batı geleneklerindeki Yahudi-Hıristiyan ve Yunan-Roma unsurlarının derinliği ve kalıcılığı nedeniyledir ki, Batı dünyasında süregelen düşünce ve davranış alışkanlıkları, bin beş yüz ila üç bin yıl önce ölen insanların entelektüel ve ruhani keşiflerinin bugün bile etkisi altındadır. İlk üç bölümü, Antik Çağ’dan başlayarak, Batı geleneğinin iki büyük dini, yani Yahudilik ve Hıristiyanlık ile Yunan ve Roma medeniyetlerinin kültürel, felsefi ve siyasi kavramlarının ilişkilerini tasvir etmektedir.
Dinin, geçmiş çağlarda insanlar için temel bir ihtiyaç olarak tezahür ettiği malum. Nitekim çok çeşitli dinlere ibadet edilmiş; batıl inançla okültizm karışımı, tuhaf dinlerin yanı sıra ateşe, güneşe, hayvanlara tapınma ve bunlara belirli bir tarikat yapısı kazandırma çabaları bile söz konusudur.
Batı’da, bu kadim dinlerin ikisi dışında, yani Yahudilik ve Hıristiyanlık dışında hiçbiri yaşa(n)madı. Hıristiyanlık daha baştan itibaren Yahudilik ile yakın ilişki içindeydi. Hıristiyanlar, Hıristiyanlığın yeni bir vahiy olduğuna inanmakla birlikte, İsrailoğulları-nın (Suriye’nin güneyinde yaşayan Yahudiler) dininin devamı olduğuna hükmettiler Hz. İsa’nın (Batı düşüncesine yön veren metinlerde Hıristiyan peygamberinin adının önünde “Hazret” sıfatı yoktur; çeviride Türk okurunun hassasiyetleri gözönünde bulundurularak tarafımızdan eklenmiştir) gelişinin İsrailli kâhinler tarafından yüzlerce yıl önce haber verildiği ve O’nun, Yahudilere yaklaşık iki bin yıl önce, Hz. İbrahim’in Kalde Uygarlığı’nın Ur şehrinden yaptığı çağrıyla başlayan Tanrı tezahürünün doruk noktası olduğuna inandılar.
John W. Snyder, “Antiquity,” Chicago, 1967
A.YAHUDİLER
Yahudilerin kökeni tam olarak bilinmiyor. İÖ 1400 ila İÖ 1200 arasına tekabül eden bir tarihte, bir grup göçebe kavim Suriye’nin güneyine, Kenan diye bildikleri bölgeye girdi. Kendilerini (Hz.) İbrahim’in torunu olan ataları İsrail’in (Yakup) adıyla tanıttılar, Yakup’un on iki oğlunun sulbünden olduklarını söylediler. Temas kurdukları insanlar (halklar) zaman içinde onlara İsrail’in on iki oğlundan biri olan Yahuda’dan mülhem, Yahudi demeye başladılar. Yahudiler, Kenan’a, Mısır’da birkaç yüzyıl yaşamış olduklarını anlatan bir de gelenek getirmişlerdi. Kadim söylencelerinden bazıları, Mısır’dan Tanrı’nın mucizevi müdahalesi sayesinde çıktıkları, Tanrı’nın Kenan’ı Hz. İbrahim’e ve onun meşru soyundan gelenlere anayurt olarak bizzat vaat ettiği hususunda ısrarlıydı.
Kenan’da, Kudüs civarındaki dağlık bölgelere yerleşen Yahudiler, İÖ 1000’li yılların başından itibaren zengin ve etkili bir devlet haline gelmeye başladılar. Kralları Davut ve Solomon’un (Hz. Süleyman) yönetiminde komşularının zayıf devletler olmasından ve Fenikelilerin Akdeniz kıyısındaki zengin ticaret imkânlarından yararlandılar. Ne var ki, İÖ Dokuzuncu ve Sekizinci yüzyıllarda Orta Doğu’nun büyük güçleri arasında yeniden başlayan mücadelede, kendilerini Mezopotamya’nın Babillileri ve Asurluları ile Nil Vadisi’nin Mısırlıları arasında sıkışmış buldular. Söz konusu güçlü devletler, aralarındaki bölgenin kontrolü için savaşmaktaydı ve Kenan, bu bölgenin önemli bir parçasıydı. Orta Doğu siyasetinin bu girdabında, kendi iç sorunlarıyla da uğraşan Yahudiler, Filistin için savaşan taraflardan bazen biri, bazen de diğeriyle ittifak yapmayı seçti. Nitekim Solomon’dan sonra krallıkları kuzeyde İsrail, güneyde daha küçük bir krallık olan Yahuda olmak üzere ikiye bölündü. Bu iki krallık çoğu kez birbirinden bağımsız siyaset izledi. Bu tutum, İÖ 722’de, Asurlular, İsrail; İÖ 586’da da Babilliler, Yahuda Krallığı’nı ele geçirinceye kadar artarak devam etti. Sonunda, kuzeydeki krallık, yani İsrail’in Yahudileri, Asurluların geride bıraktığı fakir halk dışında tarihten silindi. Güneydeki krallığa, Yahuda’ya gelince, halkının büyük bir kısmı, İÖ 539’da Perslerin Babil’i fethetmesini müteakip Filistin’e döndü. Ancak, bağımsızlıklarını sürdürmeleri kolay olmadı. Perslerden Yunanlılara (İÖ 333-63) ve Romalılara (İÖ 63-İS 70) kadar bir dizi gücün fethine boyun eğmek zorunda kaldılar. Ve Yahudi tarihi -İÖ İkinci yüzyılın ortalarında Makabilerin yönetimi altındaki kısa dönem hariç- bağımlı ve haraç ödeyen bir halkın tarihinden ibaret kaldı. Antik Yahudi devletine, İS 70’de, Kudüs’teki büyük tapınağı yerle bir eden Romalılar son verdiler. (J.S.)
1. İnsanoğlu ve Dertleri ya da Her Şey İlk Ne Zaman Başladı?
Yahudilerin Kutsal Yazıları veya Kutsal Metinleri, Hıristiyan İncili’nin1 Eski Ahit (Tevrat ve Zebur) olarak bilinen ilk bölümündeki belgelerde mündemiçtir. Eski Ahit, esas olarak, Yahudilerin ve diğer insanların tümünün, Yahudilerin Tanrısı ile ilişkilerine dairdir. Kutsal Kitap’ın ilk bölümleri, Yaratılış (Genesis) insanoğlunun kafasını her çağda kurcalayan sorulara cevap mahiyetindedir.
Yaratılış (Genesis)
Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu. Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa “gündüz”, karanlığa “gece” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.
Tanrı, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın,” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları, üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye, “gök” adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Tanrı, “Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün,” diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana “kara”, toplanan sulara “deniz” adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, “Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin,” diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.
1 Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Ahit olmak üzere iki bölümden oluşur. Eski Ahit Yahudilerin kutsal kitabıdır, İbranice ve Aramice olarak yazılmıştır. Üç bölüme ayrılır: 1. Yasa Kitapları (Musa’nın 5 kitabı olarak bilinir), 2. Peygamberlikler ve tarihsel kitaplar, 3. Mezmurlar, şiirsel ve düz metinler. Eski ve Yeni Ahit Hıristiyanların kabul ettiği kutsal yazılardır. Yirmi yedi kitaptan oluşan Yeni Ahit (İncil) Grekçe yazılmıştır. İlk dört kitap Hz. İsa’nın yaşamını, öğretilerini, ölüm ve dirilişiyle ilgili bilgileri içermektedir. Elçilerin İşleri Kitabı, Hz. İsa’nın ölümünden sonra elçilerin bu öğretiyi yaymak için yaptıklarını anlatır. İncil’de yer alan mektuplar, Hz. İsa’nın elçileri ve yakın izleyicileri tarafından, ilk inanlı topluluklarına (kiliselere) yol göstermek, O’nun öğretisine uygun bir yaşam sürmelerini sağlamak ve karşılaştıkları sorunların üstesinden nasıl gelebileceklerini göstermek amacıyla Tanrı’nın esiniyle yazıldı. İncil’in son kitabı olan Vahiy inanlıkları sıkıntılar karşısında cesaretlendirir, gelecekteki olayları simgelerle açıklar.
Tanrı şöyle buyurdu: “Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri mevsimleri, günleri, yılları göstersin.” Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.
Tanrı, “Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun,” diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, “Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın,” diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.
Tanrı, “Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen üretsin” diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.
Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım,” dedi, “denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”
Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı’nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğa-lın,” dedi. “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve böyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.
Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kut-sadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
Göğün yerin yaratılış öyküsü:
RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında, yeryüzünde yabanıl bir fidan, bir ot bile bitmemişti. Çünkü RAB Tanrı henüz yeryüzüne yağmur göndermemişti. Toprağı işleyecek insan da yoktu. Yerden yükselen buhar bütün toprakları suluyordu. RAB Tanrı Âdem’i topraktan yarattı ve burnuna yaşam soluğu üfledi. Böylece Âdem yaşayan varlık oldu.
RAB Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. İlk ırmağın adı Pişon’dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar. Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur. İkinci ırmağın adı Gihon’dur, Kuş sınırları boyunca akar. Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir, Asur’un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.
RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu. Ona, “Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin,” diye buyurdu, “ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Sonra, “Âdem’in yalnız kalması iyi değil,” dedi, “ona uygun bir yardımcı yaratacağım.” RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem’e getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Âdem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu. Ama kendisi için uygun bir yardımcı bulamadı. RAB Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapattı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi. Âdem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir,” dedi, “ona ‘kadın’ denilecek, çünkü o adamdan alındı.” Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. Âdem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir bilmiyorlardı.
RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu. Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz,” diye yanıtladı, “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz,’ dedi.” Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz,” dedi, “çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
Kadın ağacın güzel meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yapraklarını dikip kendilerine önlük yaptılar.
Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Âdem’e, “Neredesin?” diye seslendi. Âdem, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim,” dedi. RAB Tanrı, “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?” Âdem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim,” diye yanıtladı. RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu. Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim,” diye karşılık verdi. Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, “Bu yaptığından ötürü, bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın,” dedi, “karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun toprağına saldıracaksın.” RAB Tanrı kadına, “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim,” dedi, “ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek.” RAB Tanrı Âdem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi,” dedi, “yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.”
Âdem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. RAB Tanrı Âdem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. Sonra, “Âdem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu,” dedi, “artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Âdem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.
devamı yakında…
Batıya Yön Veren Metinler
Cilt 1, Kökler
Derleyen: Alev Alatlı