Ali Şeriati: İnsanın Bilincini Belirleyen Düzen ve Toplumsal Çevredir

Gördüğümüz gibi birinin isteğine bağlı olarak dışarıdan dikte edilmiş ya da birine bağlı olmayıp kendi özündeki doğal yasalara göre, tarihsel evrelerini nasıl arka arkaya gelerek, toplumun doğal yasalarına uygun bir şekilde gelişim gösterdiği, istediği doruğa ulaştığı ve patladığı ortadadır. Hemen arkasından da başka bir “evre” devreye giriyor; işin çeşidine, iş makinelerinin, üretimde kullanılan araçların, üretime özgü olan kaynakların türüne dayalı olarak bunlarla uyuşan özel kurallar, ekonomik, toplumsal ve hukukî ilişkiler ortaya çıkıyor ki bunlar bir bütün olarak toplumsal düzene şekil veriyorlar. Bu toplumsal şekil ise özel “toplumsal çevre”yi ve “toplumsal aşama”yı meydana getiriyor. Örneğin iş aletleri ağ ve kayık; iş alanı da deniz ve nehir olduğu zaman, doğal olarak bu durum, çeşitli ilişkileri, toplumsal hukuk kurumlarını daha sonra da toplumsal düzeni, şekli ve toplumsal çevreyi yaratacaktır.

İş aletlerinin kürek, saban ve eşek, iş alanının ise toprak, su, bahçe ve kanal olduğu dönemlerde başka kurumlar ve ilişkiler doğacaktır. İş aletleri makineleşince yönetsel kuruluşlar, sınıfsal, hukukî, toplumsal ilişkiler, toplumun düzeni ve şekli bütünüyle daha başka olacaktır. Bir yandan bildiğimiz, öte yandan bildiğimizi gözlerimizle gördüğümüz gibi insan; çevresinin, daha doğrusu işinin şekli tarafından yaratılmakta, işinin şeklini iş gördüğü aracın türü belirlemektedir. Kahveci, şoför, köylü, çoban, öğretmen, yönetici, gazeteci, mahalle amelesi, fabrika işçisi, kamu personeli, bekçi, erkek ve kadının ahlakî, ruhsal ve düşünsel özelliklerini ve tiplerini bilmeyen hiç kimse yoktur. Yine insanların birkaç tür davranış sergilemesinin birkaç tür işlerinin olmasından ileri geldiğini bilmeyen yoktur.

Şehirli ile köylü arasındaki fark için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Mesela kaçakçılığı meslek haline getirmiş ve bu yolla zenginleşmiş bir köylüyü göz önüne getirelim. Başka bir köylünün de hırsız olarak dağa çıkmış olduğunu düşünelim. Üçüncü bir köylünün ise Tahran’daki makine fabrikasına gelerek işçilik yaptığını var sayalım. Her üç tip insan da “su”dan geldikleri halde hiçbirisi artık daha önce oldukları gibi değildir. Yalnız burada sorulması gereken “Bu ne tür bir insandır?” sorusu değil, “Hangi tür düzenin insanıdır?” sorusudur. Gayrete ve dostluğa dayanan komşuluk, akraba ve soya olan düşkünlük, misafirperverlik, çocuk çokluğuna (köyde yaşadığı dönemlerden kalan komşuluk ve ailevî ilişkilere) dayalı bir insanlık…
Yaşanılan şehir hayatı ilerlemiş bir hayat değilse, bir ailenin hayatında komşu, değişik roller üstlenmektedir; bekçilik, kiracılık, hastabakıcılık, kahvehanecilik, bankacılık, aileler arası mahkemede, adalet şurası üyeliği rollerini üstlenmektedir.

Sonra komşuluk hakkı ortaya çıkıyor, sonunda komşu komşuyla dostluğa ve samimiyete, ahlakî fazilete ve insanlığa dayanan ilişki içine giriyor. Bugün yüzlerce modem toplumsal kuruluşun işlerini sona erdiren misafirperverlik de bir ahlakî fazilettir. Günümüzde caddeler var, telefon ve telgraf var, hızlı taşıma ve iletişim araçları var, banka var, otel var. Yolun ortasında otomobiliniz birden bozuluveriyor, birkaç saat uğraşıyorsunuz, tamir   etmeye çalışıyorsunuz, nafile. Kullanabileceğiniz başka imkanlalar var, örneğin otobüs ya da trene binerek istediğiniz yere hemencecik ulaşır ve işinizi görebilirsiniz. Yolda ya da yabancı bir yerde paranız suyunu çekti veya çalındı, siz gidip telgraf çekerek para isteyebiliyorsunuz ya da bankadan çek karşılığı para alabiliyorsunuz. Her taraf otel, restoran ve kahvehanelerle dolu. Ancak İbn Batuta yaşadığı çağda Berehüt gibi çöllerden geçiyordu. Kabilelere uğruyordu. Bazen bir mescit ve bir harabeden başka yabancıların sığınacağı hiçbir yeri olmayan kapalı köyler den geçiyordu. Eşeği hastalanacak olsa hırsızlar onu soyup soğana çeviriyor, böylece onu yoluna devam etmekten alıkoyuyorlardı. Eğer hayatî bir önem arz eden misafirperverlik ve yabancıları kollama geleneği olmamış olsaydı hiç kimsenin kendi memleketinden dışarıya adım atma imkanı olmazdı, işte çöldeki kabileler ve ev sahipleri arasında bu gayreti meydana getiren şey toplumsal şartlar ve yaşamsal gereksinimlerdir. “Eğer bir yabancı bizim topraklarımızdan, bizim aşiretimizden, bizim köyümüzden geçer de bize konuk olmaz, soframızda yemek yemez ve bizden eman almadan geçip giderse ihanet etmiş sayılacağından canı tehlikededir!” diye düşünüyorlardı. Arap kabileleri, yolunu kaybetmişlerin, yolcuların, yabancıların çölde tek başına kalma ihtimalini düşünerek, her yoldan geçeni misafirliğe çağıran ve onları ağırlayan, kerem sahiplerinin adreslerini gösteren ateşler yakıyorlardı. Bu onların övünç vesilesi sayılırdı. Şu halde insan, özelliklerini toplumsal düzenden almaktadır. Toplumsal düzen, gördüğümüz gibi, toplumun tarihteki zorunlu değişimine ve hareketine uygun olarak oluştuğu için, insanı çevresel zorunluluğun oluşturduğunu ve zorunlu toplumsal değişimin onu değiştirdiğini söyleyebiliriz.

Kaynak: İnsan

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz