Cemil Meriç’ten Bir Mektup: Henüz Diyaloga Başlayamadık

Cemil MeriçAkşam, misafirlerim vardı. Bir kurmay albayla karısı. Kadının adı Lamia idi. Genç, güzel bir kadın. Albay adi bir çapkın. Kadın bedbaht. Senin ismini taşıyor diye kadına iltifatta bulundum. Ve bir an, ilhamım kanatlandı. Konuştum. Evvelsi akşam misafirlerim vardı. Konuşmadım ve sofrada uyudum. Misafirler içinde sana benzeyen yoktu çünkü. Herkesden kaçıyorum. Belki aşkın güzelliği burada. Yalnız senin olmak istiyorum. Vücudumla, kafamla, duygularımla. Üç gündür denize giriyorum. Jimnastik yapıyorum. Bir hayli zayıfladım. Bütün bunlar senin için, istiyorum ki yanında erkeklerin en güzeli, en güçlüsü, en harikuladesi olayım. Bir gazetede her gün yazı yazmamı teklif ettiler. Sırf senin için yazmağımı düşündüm. Ama birden bir sözün geldi aklıma: Senin için yükselmek istiyorum, demiştim, benimle iftihar etmeni istiyorum. Daha nereye yükseleceksin diye cevap vermiştin.

Ya gelmezse? Gelmezse öldürürüm. On on beş gün önce, tam bu dakikalarda, dünyanın en bahtiyar insanlarından biriydim. Yanımdaydmız. Ve önümüzde ebediyet kadar uzun günler vardı: Her anı ebediyete bedel günler. Westminister-Hall’de, yanılmıyorsam birinci Charles Stuart’ın hatırasıyla ilgili bir cümle, hafızamı rahatsız ediyor: baltayla oynamaymız. Balta, Stuart için kelleler koparan bir silahtı. Ve kellesi baltayla koparıldı. Baltayla oynamayınız.
Size rastladığım zaman, içimde yeni kapanan bir yara vardı. Bir kadını kalabalık bir gazinoda tokatlamıştım. Öldürülmeğe değmezdi. Tokatlanmağa da değmezdi. Ben geniş hayalli adamım. Herhangi bir dal parçasını, herhangi bir iskeleti kristallerde donatacak kadar zengin bir iç dünyam var. İstediğimi sevebilirim. Yalnız büyüyü bozmak güç. Size rastladığım zaman, yorgundum. Ve arıyordum. Beklenileni, ümit edilmeyeni. Sesiniz bir vaatti, bir müjde idi. Aşkın birinci safhası, merhabanızla başladı. İşte rüyalarımın kadını dedim. Orada ne arıyordunuz? Burası beni ilgilendirmiyordu. Orası yoktu artık. Başbaşa kaldığımız insansız bir vuslat yuvası idi her yer. İkinci gece, büsbütün benimdiniz. Sonra Antakya’dan kaçış. Saadetten, kaderden, sizden. Ve o kısa mülakat aylarımı zehreden bir azap oldu. Pafnüs ile Tais hikâyesi. Hazineyi bir canavar bekliyordu. Bir hatta iki canavar. Ve acaba hazine.. Aradan bir buçuk yıl geçti. Sizi unutamıyordum. Kristalizasyonun ikinci safhası Antakya’da başladı. Şüphe, kıskançlık, nefret, nihayet İstanbul. Benim için nesiniz? Her şey ve hiçbir şey. Belki çaldığım son kapı. Kristalizasyon devam ediyor. Halbuki vücudunuzu avucumun içi gibi biliyorum. Ne zaaflarınız, ne kuvvetleriniz meçhulüm. Benimsiniz. Benim oldunuz. Benim olacaksınız. Ama yine de okunmamış bir kitap gibisiniz. Yegânesiniz. Ve yegâneyim. Günlerim sizinle başlıyor ve sizinle bitiyor. Dal, bir tuzlaya değil, bir yangına düştü.

Akşam, misafirlerim vardı. Bir kurmay albayla karısı. Kadının adı Lamia idi. Genç, güzel bir kadın. Albay adi bir çapkın. Kadın bedbaht. Senin ismini taşıyor diye kadına iltifatta bulundum. Ve bir an, ilhamım kanatlandı. Konuştum. Evvelsi akşam misafirlerim vardı. Konuşmadım ve sofrada uyudum. Misafirler içinde sana benzeyen yoktu çünkü. Herkesden kaçıyorum. Belki aşkın güzelliği burada. Yalnız senin olmak istiyorum. Vücudumla, kafamla, duygularımla. Üç gündür denize giriyorum. Jimnastik yapıyorum. Bir hayli zayıfladım. Bütün bunlar senin için, istiyorum ki yanında erkeklerin en güzeli, en güçlüsü, en harikuladesi olayım. Bir gazetede her gün yazı yazmamı teklif ettiler. Sırf senin için yazmağımı düşündüm. Ama birden bir sözün geldi aklıma: Senin için yükselmek istiyorum, demiştim, benimle iftihar etmeni istiyorum. Daha nereye yükseleceksin diye cevap vermiştin. Eski Yunanı yaratan harikulade kadınlar Lais, Lamya, Frine senin kadar mükemmel miydiler? Sen ki, on altısında bir çocuktan daha saf ve bir Messalina’dan daha günahkârsın, uçurumum, göğüm benim.. Dün telefon kulağıma müjdelerin en güzelini fısıldadı: yakında buluşacağız. Karanlıkları dağıtan ve zindanımın duvarlarını yıkan bir müjde bu. Tepeden tırnağa kadar alev, arzu, ihtiras, şefkat ve şehvet. Tepeden tırnağa kadar sabırsızlık, heyecan ve ürperti içinde bekliyorum.

Mektubunu almadım daha. Telefon bir hayli muziplikler yapıyor. Ankara’da bir akşam seni beklemek için randevumu kaçırdım. Misafirlerim vardı, lokantada bekleyip gitmişler, istanbul daha da karışık; bu semtteki dostlardan hiçbirinin telefonu yok. Emrimde bir telefon var, fakat kullanamam. Bazan üç dakika sesini duymak için akla gelmedik müşkülleri yenmek gerekiyor. Mesela tam misafirlerle otururken çıkıp iki saat kaybolmak. Sesini duymak için daha büyük hünerler de gösteririm. Bu bir şikâyet değil, bir ilan-ı aşk. Yine şuh bir bahar sabahı, yine damarlarımdaki kan arzu ile tomurcuklaşıyor. (…) 1 Ay sonunda mutlaka bekliyorum. Yoksa her türlü çılgınlığı yapabilirim. Cinayetlerin her türlüsü bana oyuncak gibi geliyor. Belki suç baharda. Henüz diyaloga başlayamadık.

Daha doğrusu yirmi ay önce başlayan diyalog devam ediyor. Mektupları düzeltmiyorum, Kortan’da sana yazdırdığım gibi yazdırıyorum. “Kadın ve Sosyalizm”e başladım. Bugün sizinkilerle görüşeceğim. Senin bir parçan oldukları için çok özledim onları da. Ve ancak onlara tahammül edebileceğimi umuyorum. Kadınım benim, ihtirasla.

11 Ekim 1966
Cemil Meriç
Kaynak: Jurnal Cilt 2 (Mektuplar)


1. Metinlerde hiçbir değişiklik sözkönusu olmamasına rağmen, zaman zaman bazı kelime ve cümleler metinden çıkarılmıştır. Parantez içine alınmış üç nokta (… ) bu çıkarmaları göstermektedir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz