Bastırılmış Olanın Geri Dönüşü – Sigmund Freud

Genç kız kendisini annesine mukabil en uç karşıtlıklara sokmuş, annesinde eksikliğini hissettiği bütün özellikleri kendisinde geliştirmiş ve kendisine annesini hatırlatan tüm özelliklere engel olmuştur. Erken yaşlarda her kız çocuğu gibi annesi ile özdeşleşmek istemiş, şimdi ise enerjisi ile annesine karşı çıkmaktadır.

Psikanaliz araştırmalarının ruhsal yaşama ilişkin bize öğrettiği olayların arasında bunun bir yığın benzerine rastlamak mümkün. Benzerlerinin bir kısmı patolojik, diğer kısmı ise normalliğin çeşitliliğine sokulmaktadır. Ancak bu çok da önemli değildir, çünkü ikisinin arasındaki sınır pek de keskin değil, mekanizmalar geniş çapta aynı ve ilgili değişimlerin Ben’in kendisinde mi gerçekleştiği, yoksa Ben’e karşı yabancı bir duruş sergileyip, sonrasında belirti olarak mı nitelendirildikleri çok daha önemlidir. Halihazırda mevcut olan bol miktarda malzemenin arasından ilk başta kişilik gelişimine ilişkin olan vakaları öne çıkartacağım. Genç kız kendisini annesine mukabil en uç karşıtlıklara sokmuş, annesinde eksikliğini hissettiği bütün özellikleri kendisinde geliştirmiş ve kendisine annesini hatırlatan tüm özelliklere engel olmuştur. Şunu eklememe izin verin, erken yaşlarda her kız çocuğu gibi annesi ile özdeşleşmek istemiş, şimdi ise enerjisi ile annesine karşı çıkmaktadır. Ancak bu kız eğer evlenir ise, kendisi kadın ve anne olduğunda, düşmanı olarak gördüğü annesine gittikçe benzediğine ve sonunda aştığı anne özdeşliğini gözden kaçmayacak kadar yeniden oluşturduğuna şaşmamalıyız. Bu durumla oğlanlarda da karşılaşırız ve hatta dehasının doruğunda sert ve kılı kırk yaran babasını kesinlikle küçümseyen büyük Goethe dahi yaşlanınca babasının kişiliğine ait bazı yanların kendisinde geliştirmeye başlar. İki kişinin arasındaki zıtıklarını fazlasıyla keskin olduğu durumlarda sözü geçen mesele çok daha dikkat çekicidir. Alınyazısı, işe yaramaz bir babanın yanında büyümek olan genç bir adam ilk başta babasına inat çalışkan, güvenilir ve dürüst bir insan olarak kendini yetiştirir. Ancak hayatının zirvesinde karakteri değişiverir ve sanki önceleri hep sakındığı bu babayı kendisine örnek alırmışçasına davranmaya başlar. Bizim konumuzla olan bağlantıyı kaybetmemek için, bu tarz bir gelişim sürecinin başında her zaman babayla erken çocukluk döneminde bir özdeşleşme olduğunu aklımızda tutmalıyız. Bu özdeşleşme, sonrasında bir kenara atılır, kendiliğinden telafi edilir ve sonunda kendini tekrar gerçekleştirir.

İlk beş yılda yaşanılanların hayat üzerinde sonrasında hiçbir şeyin karşı koyamadığı belirgin etkilerinin olduğunu uzun zamandır herkes biliyor zaten. Bu erken dönem izlenimlerinin olgun dönemlerdeki tüm etkilere karşı kendilerini ne şekilde dayattıkları ile ilgili söylenecek kayda değer bir sürü şey var, ancak burası yeri değil. Fakat kendini zorla dayatan en güçlü etkinin, çocuğun psikolojik aygıtının henüz tam ardamı ile algılamadığım varsaydığımız bir dönemde karşısma çıkan izlenimlerden kaynaklandığı pek bilinmez. Bu kuşku götürmez bir gerçek; bu gerçek bize o kadar yabancı geliyor ki, bunu anlamayı kolaylaşürmak için fotoğraf çekmek misalinden yola çıkarak karşılaştırma yapabiliriz, fotoğraf çekerken, çekilen fotoğrafın kendisi gelişigüzel bir şekilde ertelenerek basılır ve fotoğrafa dönüşür. Her şeye rağmen hayal gücü geniş olan bir şairin, şairlere özgü o yiğitlikle bize pek de rahatsız gelen bu keşfi yapmaya önceden kalkıştığım belirtmeliyiz. E. T. A. Hoffmann kendi yazınında kullandığı zengin miktardaki varlıklara ilişkin suretlerin, henüz anne kucağında bir süt çocuğu iken posta arabası ile yaptığı bir haftalık bir seyahat sırasında edindiği imgelerin ve izlenimlerin değişiminden geldiğine bağlar. Çocuklar iki yaşında yaşayıp anlamadıktan şeyleri rüyalann dışında hatırlamak zorunda değiller. Tüm bunlar ancak psikoanalitik bir tedavi ile ortaya çıkabilir, ancak hayatlanna ileride herhangi bir zamanda zorunlu dürtüler olarak girer, davranışlarını yönetir, belli sempatiler ve antipatiler geliştirmelerine yol açar, sıklıkla gerçekçi temellere oturtiılamayan serti seçimlerini belirler. Bu gerçeklerin bizim sorunsalımıza hangi iki noktada temas ettiğini görmemek mümkün değil. Öncelikle zamanın uzaklığı5 asıl belirleyici sebep olarak görülür, örneğin çocukluk anılarında “bilinçsiz” olarak sınıflandırdığımız hatıranın özel durumu. Tüm bunlardan, İsrail kavminin ruhsal yaşantısındaki geleneğe atfetmek istediğimiz durumla bir benzerlik bekliyoruz. Bilinçsiz olanın tasarımım kitle psikolojisine yedirmek pek kolay olmadı tabii ki.

Tarafımızdan aranan, fenomenlere ilişkin düzenli katkı nevroz oluşumuna yol açan mekanizmalardan gelmektedir. Nevrozda da erken çocuklukta yaşanan belirgin olaylar öne çıkar, ancak vurgu zamanda yatmaz, olaya karşı koyan sürece gösterilen tepkide yatar. Şematik bir ifade ile: Yaşantıların akabinde tatmin arayışında olan içgüdüsel bir istenç doğar. Ben ya istencin büyüklüğünden uyuştuğundan ya da bu istençte bir tehlike gördüğünden, tatmine yanaşmaz. Bu nedenlerden ilki İkincisine göre daha eskiye dayanır, ancak her ikisi de tehlikeli bir durumdan kaçınmayı öngörür. Ben bastırma süreci ile tehlikeye karşı kendini savunur. içgüdüsel tahrik bir şekilde engellenir, buna yol açan sebep ve bu sebebe ilişkin algılar ve tasarılar unutulur. Ancak süreç bununla bitmez, içgüdü ya gücünü korumaya devam etmiştir ya gücünü tekrar toparlar ya da yeni bir vesile ile yeniden diriltilir. Talebini yineler ve normal bir şekilde tatmin edilmeye giden yol bizim bastırılmış olma yarası olarak nitelendireceğimiz durumdan dolayı kapalı olduğundan, kendisine zayıf olan herhangi bir yerde telafi tatmin diyebileceğimiz duruma doğru giden bir yol açar, bu telafi tatmin ise Ben’in rızası ve fakat anlayışı da olmadan kendisini belirti olarak ortaya koyar. Belirti oluşumu ile ilgili tüm fenomenler hakkıyla “Bastırılmış olanın dönüşü” olarak tarif edilebilir. Ancak onu çizen karakter, geri dönenin, esas olay karşısında uğradığı geniş çaplı tahriftir. Anlattığımız son grup gerçekler ile geleneğe olan benzerlikten bir hayli uzaklaştığımız düşünülebilir belki de. Fakat böylelikle içgüdüden vazgeçiş sorunsallarına yaklaşmış isek bundan ötürü; pişmanlık duymak gereksizdir.

Sigmund Freud
Musa ve Tek Tanrılı Din

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz