Perihan Mağden: Olmadığın gibi kabul edilmek – ne fantastik bir lüks!

Benim ‘wisecrack’ (zekâpatlangaçı) bi arkadaşım var. O böyle, çok krek/gevrek laflar bulup eder. Ve hatırlar da, tüm o gevrek/patlangaç laflarını.
Mühim olan: O lafları bulup etmekten ziyade (burda; ziyade’nin önemine dikkâtinizi çekerim)
O lafları habire hatırlayıp tekrar etmek.
Ki, bu: sürümden (daha doğrusu: baskıdan/fotokopiden) kazanmak demektir.
Çok şey bulmuşluğun faydası yok! (Ve hatta zararı var.)
Az bi şey bulup habire tekrar edeceksin ki; bellesin millet!
Öbür türlü: saçıp savmış olursun. Sürümden kaybedersin yani. Ki, hakiki Yaratıcı İnsanların başına gelen budur Bu Toplum’da.
Ama azıcıcık bi şeylerin varsa; tekrar et ağbicim. Hikmet yumurtluyormuşcasına aynı sıradan/banal/zırva/averaj/fısır şeyleri söyle dur/söyle dur: Çok daha iyi bir etki bırakırsın.
1) Söylediklerini herkes anlar.
2) Habire anlar.
3) Unutmaz, unutamaz ve hatta bir halt sanırlar.
İşte bu Wisecrack Arkadaşım’la sanırım baş etmek için söylediğim ve belki de bu nedenle unutamadığım bir lafım var benim. Sizlerin de unutmaması için (daha önce de yazmış olduğum halde) yineliyorum: “Beni olduğum gibi kabul ediniz; ben hiç kimseyi olduğu gibi kabul edemiyorum.”
Bu benim hayattaki (tek hatırladığım) cevizim aklıma düşmüşken bu sabah: yani HİÇ kimseleri olduğu gibi kabullenememe hatam (ya da hiperrealistliğim) aklıma düşmüşken-
Hocam, NE üstün 1 millet Türk milleti! Ne acayip bi millet- fikri üşüştü takiben.
Zira: Türkler, insanları (hemşehrilerini yani) olduğu gibi kabullenmekle dahi yetinmiyorlar. Daha da ileri gidip OLMADIĞIN GİBİ DAHİ KABULLENİYORLAR.
Aman yarabbim! Bu ne üstün bir özellik! Bu ne üstün bir millet! Türk Milleti! Türk Milleti!
Milliyetçi galeyanlarımızın ardından Maksatlı Düşüncelemelerimizi, açalım: Şöyle bir tatlılığı/hoşluğu/güzelliği söz konusu Türkler’in.
Herkes; kendini nasıl gazzlıyorsa, nasıl gazzlamak istiyorsa öyle kabul ediyorlar. Eve teslim edilmiş paket şeklinde.
Açıp kurcalamıyor paketi yani. Paketin bomba olma ihtimali bulunsa dahi.
Paketini gazzlayan/postalayan NE şekilde göndermişse, öyle alıyor. Kabulleniyor. Lar.
Yani olduğun gibi kabullenilmekten dahi çok çok üstün bir durum: Olmadığın ve fakat olmak istediğin gibi kabulleniyor Türkler seni.
Bunun karşılığında da BİR TEK ŞEY bekliyorlar senden: Senin de onları; olmadıkları, ama olmak istedikleri gibi kabullenme halini.
Özellikle televizyonculuğumuzdaki ‘reality’ şovları izlerken pek çok hakikatimize uyandığım gibi; buna da uyandım.
Birkaç aydır Yurtdışı’nda yaşayan bir arkadaşımla birkaç zaman önce ‘Var mısın Yok musun?’u (yoksa sen de palavracılığımızdan sarhoş musun?) izlerken bütünüyle uyandım bu gerçeğe.
Bi ‘tour guide’ gibi açıklıyorum da açıklıyorum. (O gece Tony yarışıyor.) “Bak bu çocuk Amerika’da büyümüş. Kendini feci komik+sempatik sanıyo. Habire Al Pacino/Robert de Niro taklidi yapıyo. Felâket yapıyo. Ama çok yetenekliy-miş, tatlıy-mış, sempatik-miş gibi yapılıyo. Herkes onu çok seviyo. Beğeniyo.”
Derken tabii Tony, o kaçınılmaz taklitlerinden yapıyor.
Şarkı söylüyor. Kılık değiştiriyor. Ve Türkler; Tony kendini ‘yetenekli’+’sempatik’, ‘komik’ kabul etsinler istediği için, onu ÖYLE KABUL EDİYORLAR.
Yani Tony’i olduğu gibi değil: olmadığı (ve fakat olmak istediği gibi) kabul ediyorlar. Yarabbim BU nasıl bir cömertliktir! Bu nasıl bir kabuldür, ön kabuldür!
Yıllardır Güneri Civaoğlu’nun ‘büyük beyin’ ‘prezantabl’ ‘müthiş Avrupai’ ‘kaliteli mi kaliteli gazeteci’ olarak kabul edilmesi gibi.
Yıllardır kafamızı herrr fırsatta ütüleyen ‘feci zeki kadın’ ‘külyutmaz’ ‘büyük ulus feylezofu’ Hülya Avşar’ın ‘ennnn güzel’ olması gibi. Nice nice gazzzladığı yüzbin bir (sporcu filan) özelliğinin yanı sıra.
Müjde Ar’dan Hüsamettin Özkan’a, Uğur Mumcu’dan İlhan Selçuk’a kimleri kimleri nasıl da OLMAK İSTEDİKLERİ gibi kabul etti bu toplum.
Tek bir ölçü var: Azimli bir inatla (vırrrr vırrrr vırrrr) aynı sloganı işlemen kendinle alâkalı. Kendin için kalemlediğin reklam metninden vazgeçmemen ve bunu devvv balonlarla olur gökyüzünde, televizyonlarda olur habire, gaste köşelerinde, kadehlerde şişelerde habire; ama habire işlemen.
Hıncal Uluç’un ‘bir sevgi insanı’ olarak gazzzlayabilmesi kendi iç dramını, sizi temin ederim; YALNIZ ve YALNIZ bu topraklarda mümkündür. Operadan da anlar, kısırdan da. Aynen Bekir Coşkun’un ennn dolgusal, romontik, hayvansever olması misali. İki laikçi (latan ya da açık faşist) enişte. Yani toplumun sevilen enişteleri. Söz virtüözleri. (Hakiki 1 headcase olan E. Özkök’ün Bekir Coşkun’un yazılarının nasıl muhteşem tablolara benzediğine dair reklam kumpanyasını, hatırlayın.)
Yine bir hakikatçilik belgeseli olan ‘Yemekteyiz’de de öyle. Buckingham Palace’tan az önce özel savaş jetleriyle programa inmiş yarışmacılarımız karidesin ve kuşkonmazın tadını bilmeden, Burunkıvırma Dünya Rekortmenliğine isimlerini kaygısızca (ve fakat karşılıklı kabullenme halleriyle) yazdırıyorlar.
Herkes olmadığı gibi, kabul ettirebiliyor kendini- ne fantastik bir lüks! Ne sarfiyat! Vakit harcama!
Yalnızca oyunbozan olmaman ve olmadığın (ve fakat arzu ettiğin gibi) kabullenilirken, karşındakinin de façasını bozmaman, bullshitlemelerini yemen yani: YETERLİ.
Aynen Fatih Altaylı’nın müthiş tartışmama partneri ‘Ayyy; siz nasıl diyorsunuz Fatih bey?’ Sevilay Yükselir gibi. O zaman, bütün varoş dükkânlarının mavi lensleri- senin olsun! Sarışın ve mavi gözlüsün; seni gidi muhteşem kadın! Çankaya Belediyesi başkan adaylığı meselesinin balon olduğunu (yine de) düşünmeden edemiyorum. Büyük Bullshit Baloncusu’nun Çırağı+hık deyicisi halleri.
“Siz nasıl diyorsanız” (blink blink: göz kırpıştırmaca+sırıtmaca) “öyle olsun Bullshit Bey. Velinimetimiz sizsiniz.”

06/01/2009, Radikal

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz