“Şiir Anayasaya Aykırıdır” Cemal Süreya – Şairin hayatı şiire dahil – Aylin Parakos

133

şairin hayatıDoğumunun ölümü kadar konuşulması mümkün değildi elbette… Üstelik bu doğum günü meselesini bir oyun haline getirerek, bugün için seçtiği tarihleri zaman zaman değiştirmekten de geri kalmadı. “Zorunlu sürgün” çocuğunun yük vagonundaki ilk tren yolculuğu yaşamı boyunca bir “ağlatı ve hüzün” anısı olarak sızlattı içini… Müezzinlik ödülü de aldı, mevlit de okudu; ama dokuz yaşlarında içinde aşk da geçen bir romanın sayfalarında gezindikten sonra okuma serüveni yepyeni yollara saptı. Çocukluğunda onu sarıp kollayan amcası Memo’ya hayrandı; yıllar sonra onu çok büyük hayal kırıklıklarına uğratacak oğluna Memo adını vererek, amcasına olan vefa borcunu bir anlamda ödüyordu. Şairliğini dergilerde büyütüp besleyen Cemalettin Seber’in ilk dergicilik serüveni de çocuk yaşlara denk düşmüştü. Üstelik zaman zaman abartılarak, çapkına çıkan adının ilk belirtileri de bu yıllarda ortaya çıkıyordu: Arkadaşıyla birlikte aynı kıza âşık olmuştu.

Babasının yatağına annesinin ölümüyle ikinci eş olarak giren o illetli kadın Esma’yla geçirilen yıllar, çocukluğunun kötü anıları arasında epey geniş bir alana yayılacaktı yayılmasına ama huzursuzluğunun kaynağını daha sonra açıklayacaktı:
“Dostoyevski’yi okudum, o gün bugündür huzurum yok.” (s. 42)
Yazar olmayı ilk aklına koyduğu zamanlar, çadır bekçiliği yaptığı o üç yaz ayı… Ama bunun için önce Cemal Süreyya Seber olması gerekecekti ki, ismini bu şekilde değiştirerek bu yolda ilk adımını da atmış oldu.
Daha lise yıllarında aruz veznine olan ilgisi onu bu yönde şiirler yazmaya sürükledi; ancak, “kendi deyişiyle, “bin kez” okuduğu Ahmet Muhip Dranas’ın “Kar” şiirini ezberlesinler diye başkalarının defterlerine yazarken”, aruza olan ilgisi liseden sonra küçümsemeye dönüşecek, aruzla tekerlemeler uydurup, aruzla küfretmeye başlayacaktı. (s. 50)

Cemal Süreya ve Muzaffer Buyrukçu, Gazeteciler Lokali’nde
“Edip’e şiir yazmasını ben öğrettim”
Mülkiye yılları Cemal Süreyya Seber’in “hayat tarzı”nı belirlediği, 1950 seçimleriyle iktidara gelen Demokrat Parti’den aldıkları güçle Mülkiyelilerin ‘ağabeylik sistem’ini yıktıkları, bunun üzerine “Ne de olsa demokrasinin çocuklarıydık” dediği yıllardı . (s. 65)
Ancak bu yıllarda Kürt ve sürgün olduğunu arkadaşlarından gizlemeyi tercih etti nedense. Hasan Basri, Mülkiye’deki en iyi arkadaşıydı; Gülten Akın, okul bahçesinde şiir konuşmalarını yaptığı arkadaşlarından biriydi, ama yazar arkadaşlıkları başkaydı Seber’in.
Kimler yoktu ki… “Mahalle arkadaşı” dediği Muzaffer Buyrukçu, akraba olma yolunda adım da atılmasına rağmen olamayan Ahmed Arif, ters Suarez, Sezai Karakoçdüşerek başlayan ancak sonrasında dostluğa dönüşen ilişkileriyle Tevfik Akdağ, Muzaffer Erdost, Vecihi Timuroğlu… Yine Sezai Karakoç’la özel bir bağı vardı; kendi çizgileriyle “Sezo”yu çizecek kadar. Oktay Rifat’la bir kez karşılaşabildi, Melih Cevdet’le de. Cahit Sıtkı’ya, Orhan Veli’ye yetişemedi. Ancak Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil, Cahit Külebi, Ceyhun Atuf Kansu gibi isimlerle hem dostluğu hem de yazışmaları oldu. (s. 71)
Küslüğü geçiciydi, ama Edip Cansever’e, Tevfik Akdağ’a ve Fazıl Hüsnü’ye defalarca küsmekten de alamadı kendini. Bu küslük günlerinin birinde Edip Cansever “Cemal Süreya’ya içki içmesini ben öğrettim” deyince intikamını “Edip’e şiir yazmayı ben öğrettim” diye aldı ancak barıştıklarında da, dünyaya ilan etti: “Edip’le barıştık.” (s. 75)

Aşkın onu bir menevşe kurusuna çevirdiği günler de Mülkiye yıllarına rastladı. Bu tutkulu âşığın, şairin, karısına attığı tokadın pişmanlığı yüzünden, jiletle bileklerini kesecek kadar ileriye gitmesi, bu evliliğinin ömrü hakkında daha o günlerde ipuçları veriyordu aslında.

“Acıların adını ağustos koymalılar”
Üvercinka, kızının doğumunu karşıladığı anda hastanenin kapısında bekledi onu. Hani şu meşhur şiiri ve aynı adlı kitabı Cemal Süreya’nın… Sakıncalı bir aşkın dizeleriydi hepsi:
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
Yatakta yatmayı bildiğin kadar
Sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah
daha neler
Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
Bütün kara parçaları için
Afrika dahil
Senin bir havan var beni asıl saran o
Onunla daha değere biniyor soluk almak
Sabahları acıktığı için haklı
Gününü kazanıp kurtardı diye güzel
En tanınmış kırmızılarla açan
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü
Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse
değerlendiremez
Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna
diziyorlar
Bütün kara parçalarında
Afrika dahil
Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki
Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajında akşamüstleri
Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
Bütün kara parçalarında
Afrika hariç değil

Üvercinka- Cemal Süreya

Üvercinka’sıyla vedalaşıp Ankara’ya müfettişlik sınavına giderken, hâlâ bu güvercin kanatlı kadının sızısını taşıyordu:
“Acıların adını ağustos koymalılar” (s. 99)
Ara Güler’in objektifinden Cemal SüreyaHasan Basri’nin anımsadığına göre, şiirine ve kitabına ismini verdiği bu kadının ömrü boyunca taşıyacağı bir izi daha vardı Cemal Süreyya’da. 1956 yılında yayınlanan “Elma” şiirinde, bir anda ismindeki “Y” harflerinden birini attığını ilan etti. Bir telefon numarası üzerine biriyle (Üvercinka) girdiği iddiayı kaybetmişti çünkü. Bahis Cemal Süreyya’nın dediği gibi sonuçlanmayınca, o günden sonra Cemal Süreya oluverdi. Bazılarına göre kaybedileceği bile bile girilen bir iddiaydı bu. (s. 103)

Çıktığı yılın en çok konuşulan, en çok eleştiri yapılan kitabıydı Üvercinka. Cemal Süreya tek kelimeyle anlatıyordu bu durumu: Şok… (s. 127) Gerçekten de bir şok etkisi yaratmıştı kitap. Toplumsal duyarlılık ile aşkı bir araya getiren bu yeni şiir anlayışı, uzun yıllar tartışmalara konu oldu.
Üvercinka tartışmalara konu oldu çünkü 1950’lerden sonra Türkçe yeni bir şiir geleneği ile karşılaşıyordu. Cemal Süreya, Ece Ayhan ve Sezai Karakoç birikimlerini sözcüklerde harmanlıyor, şiirde tek bir dizedeki anlam ve geneldeki anlam bütünlüğü farklı bir çehreye bürünüyor, biçim ve öze dair o güne dek kullanılmayan örnekler sunuluyordu. “Şiir her şeyi ama her şeyi söyleyebilme sanatıydı.” (s. 120)
Belki de Demokrat Parti’nin özgürlük vaatleriyle ülkeyi idaresi altına almasından bir iki yıl sonra, özgürlüklere müdahale etmeye başlamasına, bazı yasalarda ağır maddeleri uygulatmasına bir tepkiydi ‘İkinci Yeni’…
Prof. Dr. Ünsal Oskay, yıllar sonra yayınlayacağı bir makalesinde “Yüzleri Giyotine Abone Üç Şair” başlığını koyup bu dönemi anlatırken, yukarıdaki üç ismin yaptıklarına “Bu bir züppelik değildi. Özgür ve yetkin bir kuruluşun, oluşumun başlatıcısı oldular” ifadesini kullandı. (s. 125)
Papirüs’lerinde yayınladığı “Şiir Anayasaya Aykırıdır” başlıklı, yıllarca hep okunası makalesinde Cemal Süreya da benzer cümlelerle bu savı doğruladı.

“On yedi dergi, birkaç evlilik, bir meslek, bir banka batırdı”
Behçet Necatigil Ödül Töreni’nde, Huriye Necatigil ve Rauf Mutluay’laBundan sonrası kocaman bir ömür… Üç evlilik, maliye müfettişliğiyle gezilen onlarca şehir, kuruculuğunu yaptığı onlarca dergi, şairliğin yanında deneme yazarlığı dönemleri… Kırılganlıklar, vazgeçişler, parasızlık, sürekli taşınma derdi de yanında. Ödüller zaman zaman ruhunu okşasa da, ödül ve jüri sistemine tavır aldığı da oldu Cemal Süreya’nın. Onun yaşamında kişilere ve olaylara koyduğu tavırlar gerçekçiliğinin yanında haksızlığı, başkaldırıyı da dile getiriyordu. Darphane müdürlüğü yaptığı dönemde Yılmaz Ergenekon tarafından teftiş edildi günün birinde. Tabii tüm teftiş Cemal Süreya’yı görevden uzaklaştırmak için bir bahane. Teftişten iki gün sonra Bakanlıktan bir yazı geldi:
“Darphaneyi gezdim, pis buldum.”
Buna karşılık Cemal Süreya tarafından maddelerce yazılan yanıt metninin, ilk maddesi hem cesur hem de kıvrak bir zekânın ürünüydü:
“Evet, o gün Darphane gerçekten pisti. Ama tarihinde ilk kez olarak ve bir iki saat…” (s. 227)
“On yedi dergi, birkaç evlilik, bir meslek, bir banka batırdı.” Yanlış anlaşılmasın, Cemal Süreya’nın şair Süreya ve denemeci Süreya’yı yan yana koyup değerlendirme yaparken şair tarafı için kendi kendine sarf ettiği sözler bunlar. Ama arkasına eklemeyi de unutmadı:
Göller Denizler | Cemal Süreya”Hayatımı başka bir hayatla değiştirmek istemediğime göre demek ki mutsuz değilim.” (s. 333)

Ve bir hastane yatağında, sonsuzluğa ismini yazdırmadan önce şu dizeleri bıraktı geriye:
“Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir.
Üstü kalsın…”

Bu kadar incelikli ve özenli bir Cemal Süreya biyografisini çok fazla anlatmaya gerek yoktu aslında. Ancak söz konusu kitabın, şairin hayatıyla eserleri arasındaki güçlü bağını, şiirindeki imgelerin dayanağını, onlarca ismin tanıklığıyla harmanlaması alışılagelen biyografi çalışmalarının sınırlarını zorladığı bir gerçek. Feyza Perinçek ve Nursel Duruel önümüze sadece bir biyografi koymuyor; okudukça içine girilen, yer yer Tan Oral’ın çizgisiyle Cemal Süreyaşaşırtan yer yer gülümseten ve hüzünlendiren, Türk şiirinin tarihsel süreçte kat ettiği değişime de değinerek, bir anlamda ‘Bir Cemal Süreya Belgeseli’ de izlettiriyor denilse abartı sayılmaz.
Cemal Süreya “Şairin hayatı şiire dahil”de, iki işçi gibi çalışmış Nursel Duruel ve Feyza Perinçek. Kitaplar, dergiler, günlükler, konuşma metinleri, fotoğraflar tek tek taranmış. Kaynak sayfaları incelendiğinde bu değerli çalışmanın alt yapısının ne kadar sağlam olduğunu görmemek de mümkün değil.
Ehh, böylesi bir çalışmadan da kısaca söz etmek haksızlık olurdu. Sadece Cemal Süreya okurlarının değil, şiirle ilgilenen herkesin kesinlikle edinmesi gereken bu çalışma için artık hayatta olmayan Feyza Perinçek’i saygıyla anmak, Nursel Duruel’e de ayrıca teşekkür etmek gerekiyor.

Feyza Perinçek ve Nursel Duruel kimdir?
Feyza Perinçek, 18 Ağustos 1949’da Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulu’nu bitirdi. 12 Mart döneminde TİİKP davasından yargılandı. İki buçuk yıl Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda hapis yattı. Gazeteciliğe Akşam gazetesinde başladı. Ardından Gençlik ve Spor Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde çalıştı. 1974’ten 2002’ye kadar aylık ve haftalık Aydınlık’ta, Halkın Sesi, Saçak, 2000’e Cemal Süreya doğru, Bilim ve Ütopya, Kadınlar Dünyası dergilerinde; 1978-1980 ve 1993-1994 yıllarında günlük Aydınlık gazetesinde yazı, haber ve röportajları yayınlandı. Bu yayın organlarında yazı işleri müdürlüğü, haber müdürlüğü, yayın koordinatörlüğü gibi görevler yaptı. Kaynak Yayınları tarafından yayınlanan Atatürk’ün Bütün Eserleri ile Ulusal Kanal televizyonunda çeşitli görevlerde bulundu. 2000’e Doğru dergisinde Cemal Süreya ile aynı odada birlikte çalıştı. Cemal Süreya’nın ölümünün ardından Cemal Süreya Arşivi kitabını yayına hazırladı. 12 Ağustos 2003’te hayata veda etti.
Nursel Duruel, 1941’de Şarki Karaağaç’ta doğdu. İstanbul Kız Lisesi’ni, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nü bitirdi. 1965’de TRT’nin ilk prodüktör kadrosunda yer aldı; başta edebiyat-sanat olmak üzere çeşitli alanlarda radyo programları hazırladı. Reklam yazarlığı, televizyon yazarlığı, ansiklopedi yazarlığı, BRT Radyosu’nda müdür yardımcılığı yaptı. İlk öyküsü 1979 yılında Türk Dili dergisinde yayınlandı. Geyikler, Annem ve Almanya (1982) ile 1981 Akademi Kitabevi Öykü Ödül’ünü ve 1993 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı; Yazılı Kaya’da yer alan (1992) “Burgaç” adlı öyküsüyle 1990 Yunus Nadi Yayınlanmamış Öykü Ödülü’nü aldı. TRT İstanbul Radyosu’nda dış yapımcı olarak hazırladığı “Yayın Dünyası” adlı kitap tanıtma programı 1994’ten beri yayınlanmakta olan Duruel’in, ürün verdiği bir diğer alan biyografidir.

Mavimelek

Cemal Süreya
“Şairin hayatı şiire dahil”
Feyza Perinçek – Nursel Duruel
Can Yayınları – Yaşam, 2008, 352 s.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz