Doğal bir olguyla toplumsal bir olgunun çatışması: Gençlikte Cinsellik – Erdal Atabek

Erdal Atabek«Gençlerin cinsel sorunları» bizim toplumumuzda pek meraklı bir konu olmuştur. Kimi kesimlerin görmezden gelip uzaktan bile bakmaya yanaşmadığı, kimi kesimlerinse sadece gençlerin cinsel sorunları varmış gibi davranıp asıl sorunu görmeye yanaşmadığı bir konudur «cinsel sorunlar».
«Gençlerin cinsel sorunları», bütün toplumun içinde bunaldığı, bir türlü doğru yerine oturtamadığı, ne yapacağını, nasıl davranması gerektiğini bilemediği «toplumsal cinsel sorunlar»ın gençlik kesimine yansımasıdır.
İşin doğrusu «herkesin cinsel sorunlaradır. İnsan sorunlarına içtenlikle, gerçekçilikle, sadelikle bakmayı öğrenememiş, bu yüzden de her alanda bocalayan bir toplumda «cinsellik» konusunun da bocalamalarla dolu olacağı açıktır. Bu yüzden genci de, orta yaşlısı da, yaşlısı da bir türlü «cinsel sorular»dan kurtulamaz. Bekarı, evlisi, kadını, erkeğiyle bütün toplumun belki de en bocaladığı alandır «cinsellik».

Cinselliği insanın başına bela eden de bu çarpıklık değil mi?

Yasakların en katisı bu alanda yaşar, baskının en koyusu bu alanda gelişir, baskıdan sonra şiddetin, şiddetle birlikte korkunun, onun arkasından yalanların geldiği en dikenli alandır «cinsellik».

Onun için de «bizim cinselliğimiz» daha baştan «suç» ilan edilmiştir. Böyle bir önkabulden sonra kim bu konuda doğru bir yol izleyebilir?

Bu «suçlu cinsellik» diğer yandan doğal bir dürtü olduğundan insanın daha baştan kendini «suçlu» hissetmesi de kaçınılmaz olmaktadır.

Doğanın insana verdiği en büyük haz kaynağının toplum tarafından suç kabul edilmesi, insanımızın yaşadığı en büyük çelişki.

Doğal bir olguyla toplumsal bir olgunun bu denli çatışması, her insanın içine yerleştirilen en büyük çatışmadır. En büyük, sürekli, bitmeyen bir çatışma. Konunun en önemli yanı bu.

Ne çare ki «cinsellik» doğal bir dürtü olduğundan, bu nedenle de bir türlü yokedilemediğinden, insan da «bu suçu işlemeye mahkûm» olduğundan, toplumda buna uygun davranışlar geliştirilmiştir.

Bu davranışların başında «sorunu görmezden gelmek» vardır.

Sorunu görmezden gelmek, insanın bir soruyla karşılaştığı zaman ne yapacağını bilemediği zaman başvurduğu bir davranış biçimi. Böyle davranan biri hem kendini suçtan kurtarır, hem de başkalarını suçtan korur. Cinsellik mi? Böyle bir şey yoktur. Hem ne varmış büyütecek, herkes zamanı geldiğinde bir şeyler öğrenecektir. Şimdi durup dururken bu da nerden çıkmaktadır? Bunları ortaya atıp da gençlerin akılları neden bulandırılmaktadır? Ayıptır ayıp. Ayıp diye bir şey vardır, insanlar bunu bilmek zorundadır. İnsanlar bunları evlenince öğrenir. Bunları ortaya atıp da öğretmeye çalışmak, tertemiz gençleri zararlı şeylere itmekten başka nedir ki? İnsanların öğrenmesi gereken başka şeyler vardır. Gençler derslerine çalışır, büyüklerine saygılı olmayı öğrenir, daha ne bileyim erkekse spor yapar, kızsa yemek yapmayı, dikişi falan öğrenir. Yok okuyorlarsa okusunlar işte. Akılları havayi işlerde olmasın. Ortalık bozuldu da ondan. Sinemalar her türlü filmi gösteriyor, gazeteler, dergiler ahlaksızlığın her çeşidini yayıyor. Asıl bunları yasaklamak. Bu gibi şeyleri biz nasıl öğrendikse onlarda öyle öğrenecek. Zamanı gelince elbette. Evlendikleri zaman. Bilmiyorum çocuklarımızı nasıl koruyacağız. Neyse ki bizimkilerin o taraklarda bezi yok. Doğrusu tertemiz çocuklar. Ama etraftan korkuyorum.

Sorunu görmezden gelmek budur.

Arkadan «gizlilik» gelir.

Suçlu cinsellik «gizlenir». Her şey gizlidir, artık hep gizli kalacaktır. Duygular gizlenecektir, istekler gizlenecektir, niyetler gizlenecektir, edimler gizlenecektir. Bu «gizliliği» herkes bilecektir ama onaylayacaktır, böyle olmasını doğru bulacaktır, böyle olmasını isteyecektir, böyle olursa ses çıkarmayacaktır. «Gizlilik» öylesine kabul edilmiş bir kalıp olacaktır ki, bu işi «açıkça» yapmaya kalkışan hayvanlara bile katlanılmayacaktır.

Köpekler hayvan olduklarından ve ahlaktan haberleri olmadığından bu işin gizli yapılması gerektiğini bilmezler. Böylece «ahlaksız köpekler» açıkça çiftleştikleri zaman bunu gören insanlar koşarlar, sopalarla birbirine bitişik duran köpekleri ayırmaya çalışırlar. Çocukluğumda ne çok gördüğüm bir sahneydi bu. insanlar birbirine bitişik duran iki köpeğin başına sopalarla üşüşürdü. Köpeklerin birbirine bitişik olduğu arkalarına sopalarla vururlardı. Hayvanlar bağırır, kıvrılır, ne yapacaklarını bilemezler, inlerlerdi. Sopayla vurma işi hayvanlar zorla ayrılana kadar sürerdi. Canları yanmış köpekler birbirinden ayrılınca bir tarafa kapışırlardı. Onları sopalarla ayıranlar sonunda bu ahlaksızlığı önlemenin rahatlığıyla başlarını iki yana sallar, çocukları oradan kovarlar, işlerine dönerlerdi. Biz taşrada yaşayan çocuklardık. Cinsellikle ilgili çok bilgimiz vardı. Yapılanlar bize de çok doğal gelirdi. Büyüklerin yaptığı doğruydu. Cinsellik suçtu ve gizliydi. Hayvanlar elbette hayvan olduklarından bunu bilmiyor, açıkta «bu işi» yapıyorlardı. Öyleyse sopa yemeleri de doğruydu. Artık akıllansınlar, bu pis işlerini gizli yerlerde yapsınlardı. İnleye inleye kaçışan köpeklerin arkasından bakar, toplumun ilk cinsel derslerini alırdık.

Sonraları, evimizin dişi kedisinden ne çok utanacaktım. Kedimizin kızışma zamanı gelince davranışları değişirdi. O çok sevdiğimiz kedimize bir haller olurdu. Vıyıklardı, zıyıklardı, yerlere sürünürdü, dışarı çıkmak isterdi. Biz çıkmamasına çalışırdık, kapıları kapatır, evde kalmasına çok dikkat ederdik. Ama o gene bir fırsatını bulur, dışarı kaçardı. Başına üşüşen erkek kedilerin arasında o masum, o tertemiz kedimizi görmek bana ne büyük acı verirdi: Hemen fırlar, bir sopayla erkek kedileri kovalar, üstü başı kirlenmiş masum yavrumuzu alır, içerde kıza söylene yıkardık. Kedimiz de pek masum değildi anlaşılan, biraz dinlenip rahat ettikten sonra gene gözünü kapılara dikerdi. Annem bize engel olmaya çalışır, hayvanların böyle zamanları olduğunu, onu serbest bırakmamızı söylerdi ama annemi de dinlemezdik.

Toplum ahlakının insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkiye yansıması, şimdi düşünüyorum da, ne çok şey anlatıyor.

Ama gizliliğin sonu nedir? Merak değil mi?

Toplumsal bir davranışımız da «merak».

Cinsel konularda bu denli «meraklı» bir toplum olmamızın kökenlerinde «görmezden gelme»nin, «gizliliğin» payı büyük değil mi? Görmezden gelip de gizliliğe ittiğimiz «cinsellik» bu kez de «aşırı merak»la kendini dışarı vurur. Kim kimleymiş? Yok yahu, dur dur, şunu bi daha anlat hele. Bir keresinde birisini tanımıştım, inanmazsın, ben bile inanamıyorum. Şu anlattığın şey varya, bir kere benim de başımdan geçmişti. Nasıl mı, dur anlatayım.

Küçük grupların alçak sesle, fısıltılı konuşmaları. Fıkırdaşmalar, kıkırdaşmalar, ara sıra yükselen kısık kahkahalar. Neyin konuşulduğunu hemen açıklayan ortak davranışlar. Küçük erkek gruplarının, küçük kadın gruplarının ortak konusu, cinsellik.

«Aşırı merak»la kendini dışavuran «gizli» cinsellik.

Başkasında ayıplanıp, kendisinde doğal bulunan «aşırı merak».

İnsanı «sinsileştiren», insanı «gizlilikle kışkırtan», insanı biraz «dikizci» biraz «fetişist» yapan aşırı merak.

Küçük çocukta «seninki nasıl?» diye başlayan doğal merak bir türlü açıklığa kavuşmadığı için artacak, çeşitlenecektir. Kendilerine göre gizlice bir köşe bulup birbirlerinin cinsel organına bakan küçük masum yavruları «yakalayan» büyüklerse dehşet içinde kalarak birbirlerine sorarlar: Bu çocuklar ilerde azgın olmaya mı adaydır? Oysa onlar sadece bilinmeyeni öğrenmeye çalışmaktadır.

Bu doğal merak ilerde zengin malzemeli bir «sosyal meraca dönüşecek, gizlilikte yeşeren hayalgücünün eşsiz katkılarıyla genişleyecektir. Böyle kazanılan alışkanlıklarla herkesin en çok merak ettiği şey «kişilerin cinsel hayatı, yatak odası öyküleri, insanların cinsel davranışları» olacaktır.

Diğer yandan «suçlu cinsellik» yargısı hiç azalmadan süreceği için, bu merakı örtmeye yardım eden bir «aşağılama» davranışı da gelişecektir. Bu konular hem konuşulacak hem de insanlar birbirini «belden aşağıyla çok uğraşmakla» suçlayacak, kendisini konunun dışında gösterme çabalarını elden bırakmayacaktır. Görünüşte kimse «bu gibi şeyler»le ilgilenmeyecek, bu ilginin açıkça gösterilişi kınanacak, aslında ise kimse aklında kıpır kıpır eden konunun dışında kalamayacaktır. Bir toplulukta başlayan samimiyet, keyifle içilen içki konuyu cinsellik alanına kaydırınca görülecektir ki, herkes kendi meşrebine göre «bu iş»le ilgilidir.

Böylece, «görmezden gelme»yle başlayıp «gizlilik»le süren davranışlar, «aşırı merak»la «aşağılama» arasında bocalarken, cinselliğin bir «cezalandırma» biçimine dönüşmesiyle kişiyi rahatlatacaktır.

«Suç»la başlayan bir olgu «ceza»ya dönüşmekte, böylece yanlış yerden başlayan bir serüven yanlış biterek, kısır döngü tamamlanmaktadır.

Kişi, içinde yaşayan «suç»u, başkasına aktararak ona «ceza» vermekte, kendisi bu ağır suçtan kurtulmaktadır. Belki de cinsellik olgusunda en çok ilgimizi çekmesi gereken yan, onun nasıl olup da cezaya dönüştüğüdür.

Ama, cinselliğin cezaya dönüştüğü de kesindir.

Toplumumuzda yaşayan küfürlere bakmak bile bu oluşumu anlamaya yeterlidir. Belki de geç kalmış bir araştırmadır ama, gene de «toplumumuzda yaşayan küfürler»in nitelikleri incelenmelidir.

Küfürlerimizin büyük çoğunluğu, üstelik de en etkilisi «cinsel eylem»le ilgilidir. Kafası kızan kişi «cinsel eylemi yapan»dır, kızılan kişi de «cinsel eylemin yapıldığı» kişidir. Çoğu kere, kızılan kişinin yakınları da bu küfürlerin hedefi olur. En başta anne, karı, bacı gibi yakınlar küfrün alanına girer. Küfürlerde geçen «cinsel eylem»in hedefi olmak için canlı olmak da gerekmez, kimi zaman «dini, imanı, kitabı» gibi manevi konular bile bu cezanın dışında kalamaz. Sunturlu denilen küfürlerde, birinin bütün ailesi

bu cezanın kapsamına alınmakta, «eşikteki, beşikteki » diye bütün sülale sayılmaktadır. Kimi zaman da birinin ya da bir olayın «geçmişi» cezanın hedefi olmaktadır.

Bir toplumun beslenme kültürünü çöp tenekelerinden, sosyal kültürünü küfürlerinden öğrenebilirsiniz.

Bizim sosyal kültürümüzü de küfürlerimize bakarak öğrenmek isteyen bir araştırmacı, «cinsel temalı küfürler»in bolluğu, zengin çeşitleri, kullanış sıklığını görünce şaşırabilir. Beş yaşındaki çocuklar bile birbirlerine kızdıkları zaman, «analarını cinsel hedef» olarak gördüklerini bağırmakta, daha nasıl yapacaklarını bile bilmedikleri bir eylemi ceza olarak görmektedirler.

Suçla başlayıp cezayla biten bir «cinsellik» nasıl olur da insanların mutlu olacağı bir «doğal davranış» olabilir? Sorun budur.

Sorunu görmemek de sorunun bir parçası değil mi?

«Cinsel Konular Beni İğrendiriyor…»

Prof.Dr. Aysel Ekşi «gençlik»le ilgili önemli araştırmaların sahibi bir bilim insanımız. Üniversite öğrencisi gençlerle ilgilenen Mediko-Sosyal Merkezlerinde yaptığı çalışmaları açıkladığı yayınları, sadece cinsellikle değil birçok konudaki sorunları ortaya koymaktadır. Bir çalışmasında «cinsellikle» ilgili bölümde şunları yazmaktadır:

«Üniversiteli kızların cinsel sorunları ile ilgili bütün bu gözlemlerimizi, daha somut örneklerle toplamaya çalışalım. Ankara Üniversitesi Mediko-Sosyal Merkezi Psikolojik Danışma Bölümüne 19681973 yıllarında çeşitli sorunları ile gelen gençlere, ilk başvurdukları zaman doldurmaları için «Beier Cümle Tamamlama Testleri» verilmişti. Bu testte çeşitli tamamlanmamış cümleler veya kelimeler vardır. Bireylerden bu cümleleri, o an hemen içlerinden geldiği gibi tamamlamaları istenmektedir. Bu beş yıl içinde çeşitli psikolojik sorunları ile başvurmuş 242 genç kızın «cinsel » kelimesini tamamladıkları cümlelerden birkaç örnek, kızlarımızın yukarıda belirtilen cinsel sorunlarını aksettirdiği düşüncesi ile topluca aşağıda verilmiştir.

«Cinsel konular beni iğrendiriyor. Evlendiğim insanın bana yalnızca manevi destek olmasını isterim.»

«Bu konuyu düşünmekten bile nefret ederim. Herhalde sadece mecburi bir vazifedir diye düşünürüm.»

«Cinsel konuları insan evleneceği zaman öğrenmelidir, şimdi buna vaktim yok.»

«Cinsel münasebet şart değildir ve bence sevgiden çok ayrı bir şeydir.»

«Erkekler beni iğrendiriyor.»

«Erkekle kadını bir arada görünce tiksinirim ve onlara acırım.»

«Cinsel birleşme bana çok iğrenç geliyor, onu düşündüğüm an kediler köpekler geliyor aklıma.»

«Normal çerçeve içinde düşünmeye çalışmama rağmen, cinsi hayat beni korkutur. Bunu insanlar için zayıf yön sayarım ve üzülürüm.»

«Böyle konuları sevmem.»

«Bu ana kadar böyle konular hakkında hiç düşünmüş değilim.»

«Cinsel konuların iğrenç ve saçma bir şey olduğunu sanıyorum. Böyle bir ihtiyacı Tanrı vermemiş olsaydı, aşklar ve evlilikler platonik ve kutsal olurdu.»

«Acaba insanlar başka türlü üreseler olmaz mıydı?»

«Ne yazık ki ben erkek değilim.»

«Kadınlar daima çile çekmek için yaratılmıştır.»

«Kadınlar dünyanın en bahtsız kişileridir.»

«Kadın dünyanın esiridir.»

«Kadınlara acıyorum.»

«Kız olmaktan nefret ediyorum.»

Görüldüğü gibi yukardaki cümleler büyük ölçüde genç kızların cinsel konuları isyan, korku, iğrenme duyguları ile karşıladıklarını, cinsel yaşamın şart olmadığını kabul edip platonik evlenme isteğini ve son yedi cümle de kendi cinsiyetlerine karşı olumsuz duyguları belirtmektedir.

Bu kızların yakından incelenmeleri ise açıkça ortaya koymaktadır ki, büyük çoğunluğunun temelde yatan gerçek sorunu, cinsel kimliklerini kazanmada geçirdikleri bocalamadır. Samimi ve inanarak olduğu gibi yazdıkları duyguları gerçekte bu bocalamada kendilerinin de farkında olmadıkları çeşitli bilinçdışı savunmalarının işaretleridir.

Gene aynı yıllarda psikolojik danışmaya başvurmuş genç kızların erkek-kız arkadaşlığıyla veya erkeklerle ilgili duyguları ise birkaç örnekle aşağıda verilmiştir: Bu cümlelerin daha somut bazı tecrübeleri veya hayal kırıklıklarını ya da özlemleri yansıttığı açıkça görülmektedir.

«Erkekler güvenilmeyecek yaratıklar. Hepsi de eğlenmek düşüncesi olan basit insanlar.»

«Erkekler benim için çok yabancı mahluklardır.»

«Karşı cinsle arkadaş olmak benim için güç bir mesele. Bu yönden kendime güvenemiyorum.»

«Her genç kızın bir erkek arkadaşa ihtiyacı vardır. Ancak bu arkadaşlıkta kız kendini düşürmemelidir.»

«Erkeklerin aldatıcı olduğunu arkadaşlardan görüyorum. Kendim için ebedi bekarlık düşünüyorum.»

«Cinsel hayatım hayallerimdedir.»

«Beier Cümle Tamamlama Testi»nde ‘cinsel ’ kelimesinin çağrışım yaptırdığı ve erkek öğrencilerin yazdıkları bazı cümlelerden örnekler aşağıda verilmiştir:

«Dini inanışlarıma bağlı kalarak daima zinadan (genelev) kaçınmaya çalışıyorum. Güzel gördüğüme bakmaktan da müthiş haz duyuyorum.»

«Ahlak anlayışım ile çelişkili olduğundan cinsel hayat beni bunaltıyor.»

«Flörtten hoşlanmam ve hiç flörtüm olmadı. O bakımdan mutaassıbım. Esasen kızlarla normal arkadaşlık yapamıyorum. Çok çekingenim.»

«Doğru dürüst hiçbir arkadaşlık yapamadım. Kızların yanına gelince ellerim, dizlerim titrer. Cinsel arzularım bütün benliğimi etkisi altına alır.»

«İnsan büyük şehre gelince, kendini Avrupa’nın sosyetik bir şehrinde sanıyor. Kızlar çok açık, bizi tahrik ediyorlar. Biz ise terbiyemizden bir şey yapamıyoruz.»

«Cinsel tatminsizlik bunaltıyor.»

«Kontrolsüz heyecan duyuyorum.»

«Kızların tahrik edici kıyafetleri beni çileden çıkarıyor.»

«Tecavüz etmemek için irademe çok zor sahip çıkıyorum.»

«Tatmin edilmeyen cinsi arzularım şuuraltında beni rahatsız ediyor.»

«Yalnız yaşamanın cinsel ve psikolojik baskıları yüzünden yorgunum.»

«Erkeğin her yaşta tatmin olması yani cinsel hayatının bu kadar kısıtlanmamış olması gerekir.»

«Kızlar erkeklere karşı daha nazik olmalı. Teklifi reddedecekse daha nazikane reddetmeli.»

«Her flörtün evlilikle sonuçlanmasını düşünen kız arkadaşları çok sıkıcı buluyorum.»

«Türkiye bu bakımdan kuşkusuz bir cendere.»

«Beğendiğim kız veya kadın olsun, yanında hemen’ heyecanlanırım. Bugüne kadar hiç cinsel denemem olmadı. Burada kız arkadaşlarımla konuşmak bana vicdan azabı veriyor.»

Yukardaki cümlelerde de görüldüğü gibi, erkek öğrencilerimizin cinsel sorunları, büyük ölçüde cinsel yaşamın kısıtlı olması çevresinde yoğunlaşmaktadır.»

«Özellikle küçük yerlerden gelen gençler yalnızlık duygusundan kurtulabilmek, büyük şehir yaşamına uyum sağlayabilmek, çevre tarafından kabul edildiği duygusunu yaşayabilmek için, kız arkadaşa büyük bir gereksinim duyarlar. ‘Bir kız arkadaşım olsa, bütün problemlerimden kurtulurdum’ duygusunu yaşayan gençler pek çoktur. Gerçekte, başkalarına dayanma gereksinimini çözememiş bağımlı gençler, farkında olmadan bu dayanmayı sağlamak amacıyla, mutlaka karşı cinsten bir arkadaş aramaktadırlar. Kendini bulamamış genç bunu karşı cinsten beklemektedir. Bu anlamda kendini bulmayı ümit ederek başkasını aramaktadır.»

Kız Arkadaş-Erkek Arkadaş Kolay mı, Zor mu?

Genç bir erkeğin «kız arkadaş» bulması.

Genç bir kızın «erkek arkadaşı» olması.

Çok önemli bir sorun mu? Evet, çok önemli bir sorun. Bir gencin topluma katılmasında çok önemli bir dönemeç. Kişilik gelişmesinde önemli bir aşama. Bu arkadaşlığın toplumsal bir doğallık içinde olabilmesi de toplumun bu olaya bakışıyla yakından ilgili.

Cumhuriyet gazetesi Veri Araştırma grubunca yapılan «Gençlerin Cinsellik ve Evlilik Üzerine Düşünceleri» araştırması, bu önemli konuda sorunlar olduğunu saptıyor. (Değerli Şahin Alpay’a bu araştırma için teşekkür ediyorum.)

«Karşı cinsle arkadaşlık kurmada sorunla karşılaşmıyorum» diyen gençler, toplam gençlerin yalnızca üçte biri. Evet, her üç gençten ikisi, karşı cinsle arkadaşlık kurmada sorunlarla karşı karşıya.

Gençlerin yaşları büyüdükçe, eğitim düzeyleri, yükseldikçe karşı cinsle arkadaşlık kurmada sorunları azalıyor. Yaşın büyümesi, eğitim düzeyinin yükselmesiyle karşı cinsle ilişki kurmada sorunlar azalıyor belki ama, sorunların niteliği değişmiyor.

Kızlar için karşı cinsle arkadaşlık kurmada karşılaşılan en önemli sorun «aile baskısı». Karşı cinsle arkadaşlık kurmada «inanç ve düşüncelere ters düşmesi», bir sorun olarak değil bir tavır olarak ele alınmalı. Ancak böyle bir tavrın karşı cinsle arkadaşlık kuramamış kızlar arasında dörtte bir oranına erişmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta olsa gerek. Belki de bu, kızlar açısından aile baskısının kabullenilmiş biçiminin karşı cinsle arkadaşlık kurmaya getirdiği açıklamadır. «Karşı cinse kendini sevdirememe ya da arkadaşlıkta başarılı olamama korkusu», kızlar arasında üçüncü sırada yer alan bir sorun. Kızlar için; parasızlik, bilgisizlik, fiziksel sorunlar ve diğer nedenler, karşı cinsle arkadaşlık kurulmasını engelleyen sorunlar içinde önemli bir yer tutmuyor.

Erkeklerin karşı cinsle arkadaşlık kurma açısından karşılaştığı sorunlara bakıldığında ortaya başka bir görüntü çıkıyor. Erkekler için en önemli iki sorun, «başarısızlık korkusu» ve «parasızlık». Kızlar için en önemli sorun olan aile baskısı, erkekler için ancak beşinci sırada yer alabiliyor. Bu da, ailelerin karşı cinsle arkadaşlık konusunda kız ve erkek çocuklara farklı biçimlerde davrandıklarını gösterir. Ancak bu farklı davranış, bir yanda baskı ile ifadesini bulurken, diğer yanda da başaramama korkusu ve parasızlıkla kız ve erkeklerde benzeşen bir tavır gelişmesine neden olmuyor mu? Çünkü karşı cinsle arkadaşlık kurmada sorunla karşılaşmayan kızlarla (%37.6) erkeklerin (%33.2) oranı birbirine oldukça yakın.

Çocukluktan gençliğe geçiş sürecinde kızların ve erkeklerin aile içinde cinsel konularda bilgilendirilmemeleri, örgün eğitim programları içinde cinsel konulara yer verilmemesi; erkeklere erkek toplumu kavramlaştırmasıyla güvensizliğin aşılanması; kızlara baskıyla korkunun yerleştirilmesi, gençliğin kadın-erkek ilişkilerine ve evliliğe bakışında nasıl bir çerçeve getirir acaba?»

Karşı cinsle arkadaşlık kurmada sorunla karşılaşan gençlerin karşılaştıkları sorunların dağılımı (Yüzde olarak)

Toplam Gençler

Kızlar

Erkekler

Aile baskısı

26.4

50.3

7.7

Kendini sevdirememe ya da

başaramama korkusu

24.2

13.7

32.4

İnanç ve düşüncelerine

ters düşme

23.1

26.7

20.3

Parasızlık

14.9

1.2

25.6

Bilgisizlik

7.6

6.2

8.7

Fiziksel sorunlar ve diğer nedenler
3.8

1.9 5.3

Belirtilen sorunlar toplamı

100.0

100.0

100.0

Ya Duygular? Ya Acılar? Ya İnsan?

Araştırmalar sorulardır, yanıtlardır, rakamlardır, yüzdelerdir.

Ya yaşananlar? Kırılan duygular, çekilen acılar, örselenen insan?

Onlar içimizdedir, yanımızdadır, yollardadır, evlerdedir.

Büyük kentin ışıkları insanın üstüne çöker. Evlerin pencerelerinde yanan ampuller hep mutlu yuvaları duyumsatır insana. Oralarda birbirini seven insanlar var dersin. Birlikte oturuyorlar, neşeyle yemek yiyorlar, konuşuyorlar, gülüşüyorlar. Sen yalnızsındır. Yapayalnız. Kendini bu kentte, bu dünyada, bu sonsuzmuş gibi uzanan gökyüzünde tek başına duyarsın. Tek başınasın. Tek başına. Hüzünlü bir gurura sığınırsın. Kimi zaman hüzün ağır basar, kimi zaman gurur. Bu dünyada senden başka kimsenin yalnız olmadığını düşünürsün. Yüreğine taş gibi çöker bu duygu. Kadın aradığını sananlar yerin dibine batsın. Aradığın bir arkadaştır. Sadece konuşmak istersin. Her şeyden konuşmak. Duygularını konuşmak. Düşündüklerini konuşmak. Olan biteni konuşmak. Belki kendini anlatmak istersin. Kim olduğunu, neler yapmak istediğini, daha önce neler yaşadığını. Konuşmak işte. Çok mudur bunu istemek? Çok mu yanlıştır bunu istemek? Sinemaya gidersin, filmlerde kızlarla erkeklerin arkadaş olduğunu görürsün. Arkadaş olurlar, birlikte gezerler, kırlara giderler, piknik yaparlar, dansederler, öpüşürler, için gider. Bir kız arkadaşın olsun istersin. Onun için her şeyi yapmaya hazırsındır. Seni dinlesin yeter. Seninle otursun yeter. Seninle sinemaya gitsin yeter. Sen de onu dinlemek istersin. Neler düşünür, neler ister, bilmek istersin, istediği her şeyi yapmak istersin. Ama olmaz işte. Kız arkadaşın yoktur. Kızlarla nasıl arkadaş olunur, bilemezsin. Onlara ne denir, ne söylenir, nasıl yaklaşılır da arkadaş olunur. Bilemezsin. Ya istemezlerse, ya terslerlerse? Bunu göze alamazsın. Küçük düşürülmeye dayanamazsın. Reddedilmeye dayanamazsın. Sen de işi umursamazlığa vurursun. Kızlarla arkadaş olmayı «en istemiyorsundur. Hem ne olacakmış kızlarla arkadaş olacakmışsın da? Hepsi birbirinin eşi, boş kafalı kızlar. Onlar ne anlar arkadaşlıktan? Onlar ne bilir dostluğu? Onların gözü yakışıklılardadır, parası olanlarda, arabalılarda. Sen de yakışıklı değilsin işte. Paran da yok araban da. Sen de onlarla arkadaş olmazsın. Hem onlarla arkadaş olacaksın da ne olacak? Hep gezmek isteyecekler, bir yerlere gidip bir şeyler yiyecekler, olur olmaz gülecekler. Seni anlayacak kız nerde? Sen geçen gün sinemada gördüğün kız gibi birisini istersin. Seni anlayacak, seni dinleyecek bir kız. Gözü paranda değil sende olacak. Öylesini bulsaydın işte o zaman her şey başka olurdu. Ama yoktur, öylesi yoktur. Gece olunca genelevlerin gözleri sana bakmaya başlar. Sen yalnızsındır ve onlar gözlerini diker, sana bakarlar.

«Yapma be oğlum. Sen bu meseleye iyice kafanı takmışsın. Boşversene kızlara mızlara. Hem ne olacak, onlar kız. Kızdan bize ne hayır gelir? Adı üstünde kız. Elini tutsan mızıklanır. Biraz oranı buranı desen huylanır. Kızlar bize yaramaz oğlum. Sen kadınlara bakacaksın. Şöyle görmüş geçirmiş bir kadın bulacaksın, tamam. Ne dur der, ne olmaz der. Ne uğraşıyorsun kızlarla. Arkadaşlıkmış, ne arkadaşlığı be. İşin yoksa konuş dur. Ne olacakmış konuşup da. Şimdi parayı denkleştirelim de tanıdığım bir ev var, oraya gidelim. Bak orada birini tanıştıracağım sana, gör. Gözün açılsın gözün, sığırcık yavrusu.»

Ve Geneleve Gidilir…

Kapıların önünde öbek öbek birikmiş erkekler.

Kapının orta yerinde açılmış bir delikten eğilip eğilip bakıyorlar.

Sen de sıranı bekler, yanındakileri de dirseğinle itekleyip gözünü deliğe ayarlar, bakarsın.

Gördüğün küçük bir salonun görebildiğin yeridir bir de yukarı çıkan merdiven. Merdiven basamaklarına oturmuş kadınlar, bacaklarını iki yana ayırmış, sıyrılmış eteklerinin altında parlak renkli donlarıyla müşteri beklemektedir. Salonda bir sedir görünür, orada da birkaç kadın oturmuştur, sütyenleri gözalıcı renklerdedir, ellerinde sigara, sıkıntıyla bir yerlere bakarlar.

Bu kadınlardan birini seçeceksindir. Gözün kadınların donlarında gezinir. Hangisi daha iyidir? «Daha iyi» ne demek, onu bile bilmezsin. Şöyle salona bakarsın, oradakiler nasıldır? Daha dur, karar verme, başka evler de vardır.

Çevrendekiler seni dürterler, «hadi yeterdir, biraz da onlar baksınlardır.» Çekilir, yerini başkasına bırakırsın.

Çekilirsin, derin bir soluk alırsın. Altüst olmuşsundur. İstediğin bu değildir, anladığın budur. Onca hayallendiğin donlar, sütyenler bunlar değildir. Böyle düşünmemişsindir, böyle istememişsindir. Şimdi içinden gelen, buradan çıkıp gitmektir. Çıkıp gitmek, temiz bir soluk almak. İstediğin budur. (Ama olmaz.)

«Ne oldu oğlum, karılardan birini beğenmedin mi? Ama bizimki içerdedir, o boş kalmaz. Sen boşta oturan karıları gördün. Onlarda iş yok. Öbür evlere de bakarız ama, asıl karı burda. Gene de sen bilirsin.»

Senin bildiğin bir şey yoktur. Onlar da ne kadarını bilir, onu da bilmezsin ama onlar daha tecrübelidir. Tecrübe de bu alanda her şey demek.

«Bana bak, yoksa istemiyor musun? İlkinde öyle olur, sonra alışırsın. Hele bir tadını al da öyle konuşalım. Hadi hadi utanma, milli oluyorsun.»

Utanmak değildir bu. Daha karışık duygulardır. Ne olduğunu sen de tam bilemezsin. İsteklenme, acıma, iğrenme, merak, utanma, arsızlık, övünme, korku, cesaret… Hepsi biraradadır. Karmakarışık duygulardır. Tam bilemezsin. Ne dürter seni, ne çıkıp gitmek istenir, tam bilemezsin.

Ama çıkıp gitmeye de korkarsın. Çok korkarsın. Sonra neler deneceğini bilirsin. Gitti de karıyı becermeye korktu diyeceklerdir. Adın kötüye çıkar, ibne bile derler. Çok korkarsın. Artık çıkıp gidemezsin. Birine girmek zorundasın. Zorundasın. Korku seni zorlar.

Sonrasını anımsamak istemezsin. Çok kötüdür. Çok iyidir. Çok sıkıntılıdır. Çok hoştur. Kadın önden çıkar, sen arkadan. Kendini toparlamaya çalışırsın. Odaya girersin. İlk duygun gene odadan çıkıp gitmek olur. Herkesin yatıp kalktığı odadır işte. Yerin dibine batsın. Parayı veren gelir, bu kadını düzer. Sen de onlardan birisindir işte. Aşağılık bir iştir bu yaptığın. Kadının bir şey söyleyemeyeceğini bilsen gene de parasını verir, çıkar gidersin ama olmaz. Kadın arkadaşlarına «beceremedi» der, rezil olursun. Kadın da biraz yakınlık göstermeye başlamıştır. Elini senin önüne atar, yoklar «sen tam erkek olmuşsun» der, o pisliğin içinde ne kımıldar bilemezsin, sen de bir şey kıpırdar, erkek olmak hoşuna gider, sonra kadın rahat soyunur, senin soyunmana da yardım eder, kadın yatar, sen üstüne abanırsın hadi artık olup bitsindir, felakettir, hiçbir şey olmamaktadır, rezil oluyorsundur, neleri düşünüp kendini uyandırman gerekir, kadın elini uzatır, seninkiyle oynar, şimdi bir şeyler oluyordur, ne oluyordur, oluyor mudur, olmuyor mudur, Tanrım ne olsun, olsundur, dur dur oluyordur, oluyordur, galiba oluyordur. Oluyordur, erkeksindir galiba, galiba mı ne galibası, işte erkeksindir, her şey birbirine karışmıştır, artık kadını bile görmüyorsundur.

«Hadi bakalım, giyin. Sen artık erkek olmuşsun delikanlı.»

Şaşkın, giyinirsin. Donun, pantolonun, gerisi zaten üstündedir. Kadına sormaya utanırsın oysa nasıl sormak istersin: Nasıldım, iyi miydim, artık erkek miyim? Soramazsın. Kadın bilir, kendi söyler: Hep bana gel olur mu? Benim kocam ol.

Oradan çıkarsınız. Sorarlar, nasıl olmuştur, karı hoşuna gitmiş midir, sen de iyiydi dersin, kadın çok güzeldi, gene buraya geliriz.

Gider bir bira içersiniz. Artık erkeklerin gittiği yerlere gelebilirsiniz, tabureye kaykılır, yan oturursunuz. Erkeksiniz.

Erkeksin erkek. Anladın mı? Erkek.

Evlenilecek Kadın.. Yatılacak Kadın…

Artık aklında kadınlar ayrı yerlerde duracaklardır.

«Evlenilecek kadın» ayrı bir yerdedir.

«Yatılacak kadın» ayrı bir yerdedir.

«Kız arkadaş» ayrı bir yerdedir.

Artık kadınları tanıyan bir erkek olacaksın. Bir bakışta kimin ne olduğunu anlayacaksın. Yollu kadını, işvericiyi, malın gözünü, rahat kadını bileceksin. Onlarla gönül eğlendireceksin. Onlarla günü gün edeceksin ama asla kendini kaptırmayacaksın. Onların hepsi de «genelevde gördüğün kadın»dır, bunu unutmayacaksın. Seninle rahat arkadaşlık eden kıza bu gözle bakacaksın, seninle rahat konuşan kıza bu gözle bakacaksın, herkesle rahat arkadaşlık eden kıza bu gözle bakacaksın.

Seninle «yatan» kıza genelevdeki kadın gibi bakacaksın. O orospudur, herkesle yatabilir. O yemin edecek, ilk kez seninle yatsa ne değişir ki? Seninle «evlenmeden» yatan kız herkesle yatabilecek demektir. O senin listende bir yer tutacak, o kadar. Sen ancak bir «kız»la evlenebilirsin. Ağlayarak seni sevdiğini, her şeye onun için razı olduğunu söylemesi yüreğini yumuşatmayacak. Genelevdeki kadını unutmayacaksın. O kadın da sana «benim kocam ol» dememiş miydi? Bunların hepsinin de aynı olduğunu bileceksin. Önce yatacaklar, sonra da kocam ol diyeceklerdir. İnanmayacaksın. Kadınlara inanılmaz. Güvenmeyeceksin. Kadınlara güvenilmez.

«Evlenilecek kadın» başkadır. O kızı bir görüşte anlarsın. Ciddidir. Kimseyle arkadaşlık etmemiştir. Hadi arkadaşlık etsin, elini kimseye değdirmemiştir. Hadi, elini değdirsin ileriye gitmemiştir. Ancak ona güvenebilirsin. Kızlığı da sağlamdır. Sen artık kadınları tanıyorsundur.

«Kız arkadaş» diye çektiğin acılar da sona ermiş. Artık kız arkadaşların da vardır ama onlarla sadece arkadaşsınızdır. Onlara şöyle bakıp da içinden gülersin. Onlar daha hiçbir şey bilmiyorlardır. Senin bildiklerini bilseler nasıl bakarlardı sana? Ama hiçbir şey bilemezler. Bilenleri de vardır ya, onlarla da gönül eğlendirilir.

Artık içinde «kadın kutuları» vardır, tanıdığın her kadın o kutuların içinde kendi yerini bulacaktır.

«Kızlık» Sorunu…

Ben yaşadığımız bir sorundan söz etmek istiyorum. Bu sorun «bekarettir». Bekaret, biz genç kızların başına bela olmuştur. Bekareti olup olmamak bir genç kızın en büyük değeri sayılmaktadır. Ben buna karşı çıkıyorum. Artık üzerimizdeki bu baskı kalkmalıdır: Bakire olup olmamak bizim tek değerimiz olmamalıdır. Benim tartışmak istediğim konu bu.

Bir imza-söyleşi günüydü. Söyleşinin ortalarıydı. Genç bir kız söz almıştı. Söyledikleri bunlardı: Bakırköy Karya Sanat Merkezinde o gün her yaştan, değişik kesimlerden kadınlar, erkekler, gençler vardı. Şöyle çevreye bakmıştım, tartışmaya katılmak isteyen yok gibiydi. Doğrusu cesaretli bir çıkıştı bu. Genç kız toplumumuzda pek de alışık olmadığımız bir açıkyüreklilik göstermişti. Tartışmaya açtığı konu uzun yılların tabusuydu. O gün toplantıda bu tabu yıkılıyor muydu? Hayır, yıkılmadığını gördüm. Hiçbir erkek «ben de böyle düşünüyorum, bir kadın için bekaretten daha önemli değerler vardır, ben de bu arkadaşa katılıyorum» demedi. Belki de diyemedi. Oysa, o toplantıda bu genç kız gibi düşünenler olduğunu sanıyorum. Pek çok konu çağdaş biçimde tartışılmıştı. İnsanlar konuşarak birbirine daha yaklaşmıştı. Ama bu konuda tek bir söz söylenmedi. Karşı da çıkılmadı. Sadece susuldu. Biraz uzakta duran bir kadının orta yaşlı, sevecen yüzlüydü gülümseyerek başını iki yana salladığını gördüm. Salondaki tek tepki buydu. Kadın da konuşmamıştı ama hareketiyle konuşan kıza «ah yavrum, ne haklısın, biz neler çektik bu konudan» diyordu.

O genç kıza neler söylemiştim? O topluluğa neler söylemiştim? Sonra, yeniden düşündüm neler söylediğimi. Konuyu yeterince ortaya koyabilmiş miydim? Sanmıyorum. Yeterince cesaretli, yeterince açık konuşmamıştım sanıyorum. Belki de topluluğun suskunluğu beni de duraklatmıştı. Belki sadece konuşmayla bu sorunun çözülemeyeceğini düşünmüştüm. Gene de «bekaret konusunun toplumsal değer yargısından kaynaklandığını, bunun da kadınlar üzerinde bir baskı olduğunu, olasılıkla amacının sadece bu olduğunu, değer yargılarının değişmesiyle bu durumun da değişeceğini, bu konunun bir toplantıda konuşulmasının bile ne büyük aşama olduğunu» söylemiştim. Ama sadece konuşmak neye yarardı?

«Kızlık sorunu» bu toplumun, bizim toplumumuzun, bizim dediğimiz toplumun ne acılarına yol açmıştır. Bu acılarda kızların aşağılanması vardır, kızların «bozuk» sayılması vardır, kızların kollarından tutulup baba evlerine götürülüşü vardır, kızların yapılan hakaretlere dayanamayıp intihar etmesi vardır. Bu acılarda erkeklerin korkuları vardır, merakları vardır, sevgilerini reddetmeleri vardır, mutsuzlukları vardır.

«Kızlık sorunu» bir ahlak sorunu sayılır, keşke öyle olsaydı. Burada «ahlak nedir?» tartışmasına girmek niyetinde değilim. Elbette onun da tartışılması gerekir. Ama toplumda «ahlak» denince anlaşılan, dürüstlük, yalan söylememek, başkasına zarar vermemek gibi kavramlardan doğmamıştır «kızlık sorunu». Bu sorun, «bekaret sorunu» «bir kızın bakire olup olmaması sorunu», «bir kızın daha önce cinsel ilişkide bulunmamış olduğunun işaretini taşıması sorunu», bir mülkiyet sorunudur. «Kızın sahibinin kim olduğu» sorunudur. «Kızın ilk sahibinin kim olduğu sorunudur. Çünkü, geleneksel toplumda evlilik «erkeğin kızın ilk sahibi olması» koşulunu arar.

«Kızlık zarı» işte bu «kızın ilk sahibine vereceği hazinenin nişanı» oluyor, önemi burda. İlk gecenin beklentisi, kanlı çarşafın asılması, arkadan kopan mutlu gürültü, geleneksel toplumun kadınerkek ilişkisine «sahip-mal» olarak bakışını yansıtır.

Bu konuda geleneksel toplum sıkıntı çekerdi ama bunlar önüne geçilemez dürtülerin kuralları aşan sıkıntılarıydı. Kurallar kesindi, herkes tarafından bilinirdi, uygulanması zorunluydu, dışına çıkan cezalandırılırdı. Bu cezalar hep kadınların çektiği cezalardı. Gene de evlilikle biten ilişkilerde sorun kolay çözülürdü. Ama evliliğe izin verilmeyen ilişkiler büyük acılarla, kanlı olaylarla, ölümlerle biterdi. Evliliğe izin verilip verilmemesi de hep mal mülk konusuna bağlıydı. Geleneksel toplumda «evlilik» kadar, «cinsellik» kadar mal mülk uğruna kullanılan çok az olay olmuştur. Geleneksel toplumun bir «ahlak toplumu» olduğunu düşünen tutucular yanılıyorlar. Geleneksel toplum, gerçekte bir «ahlak toplumu» değil, «mülkiyet tutkusuna dayalı» bir toplumdur, bütün ahlak kuralları da malmülk hesabına dayalıdır. Bunu bilmek gerekiyor. Geleneksel toplumun yıkılışına şaşmamak gerekli. Ama toplumsal değer yargıları her zaman geç değişir. Bugün de geleneksel toplumun değer yargıları, ekonomik bakımdan değişen toplumumuzda yaşamaktadır. Kapitalist toplumlarda da, sosyalist toplumlarda da artık geleneksel toplumun değer yargıları yaşayamaz.

Ama, toplumumuzda belirgin bir kapitalistleşme süreci yaşandığı halde, geleneksel toplumun değer yargıları yaşamaktadır. Burada sıkıntının temel kaynağı «geçiş süreci»nde yaşamakta oluşumuz. Toplumumuzda kadın eğitiliyor, yüksek eğitim yapabiliyor, meslek sahibi oluyor, kendi emeğiyle para kazanıyor ama «kızlık sorunu» karşısında gene geleneksel toplumun sıkıntılarını yaşamak zorunda.

Bu konuda erkeklerin davranışı da ikiyüzlülükten kurtulamıyor. Gönül eğlendirmek için aradıkları kızlarda «kızlık» bir engeldir ama evlenecekleri kızlarda aradıkları bir «erdem». Kızları böyle kategorilere ayıran bir erkek anlayışı, ne geleneksel topluma uygundur, ne de çağdaş topluma. Böylece, bugünlerin kızlarını, kadınlarını çok rahatsız eden bir değer yargısı ortaya çıkıyor: Gezip tozmak istiyorsan kızlığa boş vereceksin, evlenmek istiyorsan kızlığına sıkı sıkı sarılacaksın.

Bu durum da ortaya başka ikiyüzlülükler, başka sahtekarlıklar çıkarıyor: Bozulan kızlık zarını diktirmek, şu ya da bu biçimde evlenirken durumu «idare etmek».

İşte «ahlakın ahlaksızlığı» denilen şey tam da budur. insanları yalana, dolana, ikiyüzlülüğe, sahtekarlığa iten tutum budur.

Toplumsal değer yargılarının değişmesi daha da zaman alacaktır. Ama bugünden bilinmesi gereken şey, insan değerlerinin böyle konulara indirgenmesinin gerçekte «insanın aşağılanması» olduğudur.

Bu «kızlık zarı» sorunu, aslında bir insan hakları konusudur. Bu konuya kadınlar kadar erkeklerin de böyle bakması zorunludur. Bunu bilemediğimiz sürece, bunu anlayamadığımız sürece, bunu yaşayamadığımız sürece, gerçekte ne çağdaş olabiliriz ne de insan hakları kavramını anlayabiliriz.

Gerçek ahlak da sadece bunu bilmektir.

Cinsel Bilgileri Nereden Alıyoruz?

Ünlü Amerikalı fıkra yazarı Art Buchvald, Amerika’da çocukların ilk cinsel bilgilerini edinmede şekerci dükkanlarının çok büyük rolü olduğunu yazmıştı. Küçük çocuklar bir yandan şekerci dükkanlarından şeker alırken, diğer yandan da cinsel konuları konuşur, böylece bilgi edinirlermiş.

Bizim çocuklarımız, bizim gençlerimiz ilk cinsel bilgilerini nerelerden alırlar acaba?

Yapılan araştırmalar da aklımıza gelenleri doğruluyor. Bizde cinsel bilgilerin en büyük kaynağı «arkadaşlardır. Son on yıllarda «dergiler, kitaplar, video filmleri» de önemli bir diğer kaynağı oluşturdu. Ya anneler-babalar?

Kabul edilmesi gerekir ki, onların da işi zor. Kendi gençliklerinde cinsel bilgileri annebabalarından almamış olmaları, toplumun bu alanda daha baskılı dönemlerinde büyümüş olmaları, çocuklarıyla aralarındaki ilişkinin bu tür konulara izin vermeyecek biçimde düzenlenmiş olması annebabaların karşılaştığı güçlüklerin bir bölümünü oluşturuyor. Bunun yanında pek çok annebaba cinsellik konusunda fazla bir bilgi sahibi de değil. Önemli bir neden de cinsel ahlakın bu konulan «ayıp» saymasının birçok annebabada yaşıyor olması. Bu nedenlerle de kendi gençlik dönemlerinin sıkıntılarını aşamamış annebabalardan çocuklarıyla cinsel konularda konuşmaları beklenemez.

Anne-babalara bu konularda çocuklarıyla nasıl konuşmaları gerektiğinin de öğretilmesi gerekiyor. Çünkü bir bölümünün gerçekten bu konuyu bilmediklerini anlamamız gerekli, bir bölümü de «nereye kadar bilgi?» sorusunun yanıtını aramaktadır, bir bölümü ise «ne tür bilgi» vereceğine karar verememektedir.

Bir toplantıda çok aklı başında bir anne de bu soruyu sormuştu:

Ben çocuklarıma cinsel bilgileri vemeyi istiyorum. Ama bunları konuşmak çocuklarımızla aramızdaki saygı mesafesini zedelemez mi?

Bu duygunun da cinsel bilgilerin iletilmesinde önemli bir rolü var.

Bu anneye ve diğer dinleyicilere söylediğim şu olmuştu:

Çocuklarımıza onların bilmek istediği konularda vereceğimiz bilgiler, sadece onların bize duydukları (ya da duymadıkları) saygıyı arttırır (ya da yaratır). Bu bilgileri onlara vermekle onlara duyduğumuz yakınlığı belirtiyoruz demektir, ayrıca onlara güveniyoruz demektir. Cinsel bilgilerin annelerbabalar tarafından verilmesinin çocuklar için, gençler için çok özel, çok olumlu bir anlamı var. Bu davranış onları artık ergin olarak kabul ettiğimizin işaretidir. Bunları bizden öğrenmemek, başka yerlerden bilgi edinmek düşünülenin tersine bize duydukları saygıyı azaltır.

«Nelerin söylenmesi» konusuna gelince, bir çocuğa da, bir gence de bilmesini yararlı gördüğümüz her şey söylenmelidir. Hiçbir şey saklanmadan, açıkça anlatılmalıdır. Burada önemli ölçü, çocuğun merak ettiği şeyleri anlatmak, yaşına göre merak etmediği konularda merakını gıdıklamamaktır. Bunu da annelerbabalar kendi çocuklarının yapısıyla, davranışlarıyla anlayabilirler. Ama verilen bilgiler kesinlikle doğru olmalıdır. Bu nokta çok önemli.

«Ne zaman söylenmeli?» konusunda çocuğun davranışları da yol göstericidir. Çocuklar üç yaşından sonra cinsel konularda soru sormaya başlarlar. Bu sorular o zamandan başlayarak yanıtlanmalıdır. Kuşkusuz, yaşına göre uygun anlatım ölçüleri koyarak yanıtlanmalıdır. Anneler-babalar bu konularda yazılmış kitapları da okumalıdırlar. Kesinlikle yapılmaması gereken çocuğu susturmak, çocuğu ayıplamak, çocuğa şiddet kullanmaktır. Bütün bunlar yanlışlığı bir yan sadece çocuğun merakını uyandıracak, onu başka bilgi kaynaklarına yöneltecektir.

Buluğ (erinlik) çağına gelen gençlere ise, sormasa bile mutlaka bilgi verilmelidir. Burada anne-babaların önemli bir sığınma yolu «bana bir şey sormadı ki» bahanesidir. Çocuk hiçbir şey sormayabilir. Bu onun hiçbir şeyi bilmediği anlamına gelmez. Tersine, belki de her şeyi biliyordur. Ama annelerin-babaların çocuklarına bilgi vermesi onlara önem verdiklerini, onlara yakınlık duyduklarını, onlara güvendiklerini gösterir. Anne-baba tarafından cinsel bilgiler verilmesinin en önemli yanı da budur.

Yoksa, bizim dönemimizde bile (50 yıl öncesi) on yaşında hemen her şeyin bilindiği düşünülürse, bugünün on yaş çocuklarının günümüz medya araçları içinde pek çok şeyi bildiğini düşünmek akıllıcadır.

Bu konudaki geleneksel tutumun «bilmeyen yapmaz» formülüne dayalı bir görmezden gelme olduğunu biliyoruz. Kuşaklar boyu bu nedenle çekilen bilgisizlik, sonuçta pek çok yanlışa yol açtı, insanlar mutsuz oldu, acı çekti.

Mastürbasyon: Nereden Nereye?..

Playboy dergisinin sahibi Hugh Hefner’in bir görüşünü okumuştum. Hefner «biz herkesin sekste özgür olmasını sağladık. Bu alandaki tabuları yıktık» diyordu. Birbirinden güzel kızların fotoğraflarını çekmek, bunları alışılmamış erotik pozlarla yayınlamak, bilinen cüret sınırlarını zorlayan seks öykülerini basmak cinsel dünyada yeni boyutlar açıyordu.

«Cinsel fantaziler» belki de cinsel tabuların tabusuydu. En tutucu cinsel davranış alanında bile cinsel ilişkiden kaçınılamazdı. İnsan türünün sürmesi için zorunlu olan bu eylem sıkı kurallara bağlanarak sürdürülüyor, buna izin vermekten başka çare bulunamıyordu. Gene de «cinsel ilişkiyi» zorunlu bir görev sınırına kapatmanın yolları bulunuyor, «bu iş»in karanlıkta, birbirini görmeden, pek soyunmadan, fazla da uzatmadan, zararlı şeyler düşünmeden yapılıverilmesi uygun bulunuyordu. Ama, insana musallat olan şeytanın baştan çıkarmalarına kapılan günahkar kullar ne yapıp edip «bu pis iş»ten bilinmez keyifler almayı başarıyordu. Neyse ki «ayıp yorgan altında» kuralınca bu işler gizli kapaklı yapılıyor, orada da kalıyordu.

Cinsel özgürlük akımının en şaşırtıcı sonuçlarından birisi de «mastürbasyon»la ilgili olanıydı. Geçmiş yüzyılların «en büyük günah»! olan mastürbasyon birden «solo seks» oluyor, övgülere layık görülüyordu. Yeni cinsel söyleme göre, «mastürbasyon» zararlı olmak bir yana, yararlı olan bir işti. Yalnız bekarların yaptığı iş diye bilinen bu «solo seks eylemi»nin hiç de öyle olmadığı, pek çok evli erkek ve kadının zaman zaman bu yolla doyuma ulaştığı, bunun da cinsel özgürlüğün bir parçası olduğu açıklanıyordu.

Oysa bizlere mastürbasyonla ilgili ne çok «zararlı sonuç» anlatılmıştı. Anlatılmıştı dedimse öyle konuşma falan değil Dolaylı anlatımlardan bizim çıkarlarımız, arkadaşlar arasında geçen konuşmalarımız. Bunlardan öğreniyorduk ki, «bu işi yapanlar»ın hali dumandı.

Mastürbasyonla akan beynin fosforuydu. (Beynin fosforu da insanın aklıydı, zekasıydı. Bunu yapanlar aptal, sarsak, deli olurdu.)

Mastürbasyon yapanlar verem olurdu, zayıflardı, ölürdü.

Bunu yapanların sonra çocuğu olmazdı. (Çocuğu olmazdı, çünkü böyle böyle insanın erkeklik suyu biterdi. Bu suyun yeniden yapılması yoktu.)

Zaman zaman arkadaşlarla konuşurken, bütün bunların kadınlarla ilişkide neden olmadığını düşünürdük. Herhalde kadınlardan erkeklere geçen bir şeylerin olduğunu, bu yüzden de böyle olmadığını çıkarırdık.

Bütün bunlara gerçekten inanılırdı, gene de kimse bu işi yapmaktan geri kalmazdı. Yetişme çağlarımızın gözde cinsel eylemi elbette «kadınla yapılan»dı ama bu nasıl olacaktı? Biz küçük erkekler bu işe pek hevesleniyorduk ya, hiçbir çıkar yolumuz yoktu. Mahallenin rahat oturup orası burası görünen kadınları, kızları aramızdaki konuşmaların konusu oluyordu ama hedefi bulan yoktu. İş gene dönüp dolaşıp «el işi»ne kalıyordu.

Bir işi hem yapıp hem korkmanın üzerimizdeki etkilerini kim bilebilir? Yapmak, korkmak, pişman olmak, gene yapmak, yakalanmamak için çevreyi kollamak, iz kalmasın diye önlemler almak, zaman zaman kendine yapmama sözü vermek, gene sözünden vazgeçip yapmak…

Bizim cinsel hayatımız ne ağır baskılarla geçmiştir. Düşünüyorum da, en büyük korkuları bu alanda yaşamışız, en büyük baskılarla bu alanda karşılaşmışız, en büyük yalnızlığı bu alanda yaşamışız.

Mastürbasyonun hiçbir zararı olmadığını yıllar sonra öğrendim. Fakat bu tabuyu belki de hiçbir zaman aşamadık. Erkek arkadaşlarla sonraları her şeyi konuşmuşuzdur. Kadınlarla ilişkilerimiz, başarılarımız, başarısızlıklarımız her şeyi konuşmuşuzdur. Ama tek bir sözle bile mastürbasyon aramızda konuşulmamıştır. Mastürbasyon, bugün bile aile içindeki en sıkıntılı konudur. Oysa onun da konuşulması gerekir. Bu tabunun da yıkılması gerekir.

Gençlerle bu konu da rahatça konuşulmalıdır. Sadelikle, açıkyüreklilikle, doğal bir davranış olarak konuşulmalıdır.

Bugün düşünüyorum da, ülkemizdeki evliliklerin çoğunda cinsel ilişki, bir başka mastürbasyon olarak yapılıyor. Buna «insanlı mastürbasyon» demek istiyorum. Cinsel ilişkide insanların birbirinden koptuğu, birbiriyle ilişkisiz bir cinsel ilişki biçimi. Eşlerin kimbilir neler düşünerek zevk almaya çalıştığı, insan-insan ilişkisinin kalmadığı bir olgudur «insanlı mastürbasyon». Belki de asıl bu yanlışı düşünmek gerekiyor.

Cinselliğin Toplumsal Önemi…

Cinsellik insan için çok önemli elbette. İnsanın mutluluğunda mutsuzluğunda payı büyük. Genç bir insanın hayat sürecini belirleyen önemli bir etken… Ama «cinsellik olgusu»nun bireyi çok aşan toplumsal bir önemi de var.

Cinsellik olgusu, toplumsal baskıların en büyük aracı yapılmıştır.

Dikkat edelim, toplumumuzda insanlara yönelik en etkili tehditler hep cinsellik aracıyla yapılır. İnsanlara yönelik en büyük aşağılamalar hep cinsel konularla gerçekleştirilir. İnsanlara yönelik en sert baskılar hep cinsel alanda uygulanır.

Yasakların en sert, baskıların en yoğun, şiddetin en koyu, korkuların en çok, yalanların en sık yaşadığı alan «cinsellik»tir. Bunların hepsi de cinsel ahlak adına yapılmaktadır. Her şeyden önce «cinsel ahlak»ın sorgulanması gerektiğine inanıyorum. «Cinsel ahlak» etiketi altında büyütülen yasaklardan, baskılardan, şiddetten, korkulardan, yalanlardan kurtulmadıkça bu toplumda ne doğru dürüst cinsel eğitim yapılabilir, ne de cinsel alandaki davranışlar değişebilir. Bütün bunların insan kişiliğini, ezmek için, insanı baskı altında tutmak için kurulduğunu, uygulandığını, yaşatıldığını görmek zorundayız.

Cinsel alanda açık olmadan, açıkyürekli olmadan, doğallaşmadan, gerçekçi olmadan ülkemizdeki insanın bireyleşme aşamasına ulaşamayacağını anlamak zorundayız. Bu alandaki saplantılarımızdan kurtulmadıkça gerçek özgürlük anlayışına varamayacağımızı bilmek zorundayız.

Gerçek özgürlük anlayışına varmadıkça da ülkemizde gerçek demokrasinin kurulması, yaşaması olgusunu yakalayamayız. Cinsellik olgusuna doğru bakabilmekle bir ülkedeki demokrasi arasında doğrudan bağlantı vardır, içinde her türlü gizliliği barındıran, her türlü korkuyu yaşatan, içindeki baskılardan kurtulamamış insanların birbirlerini anlamaya çalışmaları, birbirlerine hoşgörüyle bakabilmeleri, karşısındaki insanın da haklı olabileceğini kabul edebilmesi olanaklı mıdır? Ülkemizde çekilen demokrasi sancılarında, çağdaşlaşma güçlüklerinde cinsel alanda yaşayan yanlışların büyük payı vardır.

Bakınız, insanları baskı altına almak için yapılan cinsel tehditler ne boyutlardadır? Siyasal suçlama amacıyla yakalanan genç kızların «kızlık muayenesi»ne gönderilmesinin altında toplumun bu baskıcı tutumu yatmıyor mu? Gözaltına alınan genç erkekler «erkekliklerinin yokedilmesi»yle tehdit edilmiyor mu? Bir fakültenin bahçesinde elele tutuştuğu için «ahlaksızlıkla suçlanan genç insanlara yönelik tehdit nerden kaynaklanıyor?

Gençlerimizi, doğru yetiştirmekle yükümlü olduğumuz insanlarımızı böyle baskıların, böyle tehditlerin altında tutarak yapmakta olduğumuz yanlışları ne zaman göreceğiz?

Bu ülkede demokrasi isteyen herkes, özgürlük isteyen herkes, insan hakları isteyen herkes önce bu soruların yanıtını vermek zorundadır.

«Cinsel ahlak» etiketi altında kurulan, yaşatılan, uygulanan yasakları, baskıları, şiddeti, korkuları, yalanları önümüze koymak, düşünmek, sorgulamak, karşısına çıkmak zorundayız.

Anneler, babalar, eğitimciler, ruhbilimciler, düşünürler, yazarlar, hepimiz bunları düşünmek zorundayız. Bunları düşünmek, doğruları önümüze koymak, kendimize doğru bakmak, edimlerimizi doğruya yöneltmek zorundayız.

Söylemek istediğim budur.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz