Ülkemizde sinema dergilerinin hazin bir öyküsü vardır, neredeyse estetik-kuramsal-tarihsel bir dergi çıkarmak bütün Cumhuriyet dönemi düşünüldüğünde kısa ömürlü ve sınırlı okuyucuya ulaşan dergi anlamına geliyor. Ancak gerçek anlamda sinema kültürü ve estetik için bu dergilere başvurmak da zorunlu oluyor.
Türkiye’de sinema dergilerinin başlangıcı 1930’lara dayanır. Dönemin ticari sineması içinde ülkemizde Holivut diye bir sinema dergisi vardı, ama bunun dışında ciddi sinema dergileri için ise 1950’li yılları beklememiz gerekir. 1950’li yıllarda aynı zamanda basında düzenli sinema yazıları da yayınlanmaya başlanır. Acı Cumhuriyet tarihimizin sinema yayıncılığına ilişkin makûs talihine eğildiğimizde, ülkemizde 1960’lı yıllarda Artist/Ses gibi dergilerin sektör için çok önemli olduğunun yanı sıra, bunlardan özel olarak yurtdışından getirilen Tifdruk kâğıdına basılanları, sektöre yeni starları getirenleri olduğunu da biliyoruz. En kötüsü ise piyasa dergilerinin ciddi sinema dergilerinden çok daha uzun ömürlü olmuş olmasıdır.
Süreç 1980’li yıllarda değişmiş, darbenin etkisiyle çok yoğun olarak kültürel bir kabus yaşadığımız o yıllarda bir bütün olarak dergicilik faaliyetleri gittikçe yok olmaya yüz tutmuştu. Artık milletin eli dergilere pek uzanmıyor, kültürel hayatımızın geçmişteki kurucu öğelerinden dergicilikte şimdi darbenin sola karşı besleyip büyüttüğü gericiliğin çanları çalıyordu. Üstelik Cumhuriyetin yasalarını açıkça çiğneye çiğneye geliyorlardı.
Eğer sinema dergileri açısından bakarsak, 1980’li yıllarda sinema dergileri iyici küçüldü, gittikçe daha uzun aralıklarla yayınlandılar. 1990’lı yıllarla birlikte Amerikan majörlerinin ülkemize girmesi Holivut tarzında dergilerin yeniden filizlenmesine yol açtı. Önce Antrak dergisi Hollywood’un pespaye starlarını kapak yaparak kuşe kağıdına basılmaya başladı. Ardından Sabah grubu popüler Sinema diye bir dergi yayınlamaya başladılar. Bu dergilerin olmazsa olmazı reklama dayanarak ve gavur ellerindeki kendi benzeri dergilerden her türlü görsel ve yazılı metni çalarak çok az yazarla çıkıyorlardı. Reklam geliri kalksa, derginin çalışanlarına maaş ödemeyi bırakın o dergiyi satışlardan gelen para basmaya bile yetmezdi. Renkli, kuşe kağıda, poster ekli olarak özetlenebilecek bu dergiler deyim yerindeyse tam anlamıyla kepazeliğin, cahilliğin, kopyacılığın, Hollywood süprüntülerine yalakalığın toplamından oluşuyordu.
Bir de bu dergilerin dışında sinema dergileri vardı ülkemizde; 25. Kare, Görüntü, Yeni İnsan Yeni Sinema gibi. Bu dergiler içinde halen çıkmaya devam eden, özellikle Üçüncü Dünya Sineması ile sosyalist bakış açısıyla Türkiye Sinema Tarihini yeniden yazmaya çalışan, filmleri ele alırken belirli bir estetik kuramına dayanarak, toplumbilimden ve tarihten beslenerek, aynı zamanda belirli bir ilerici bakış açısıyla siyasal olarak kendi konumunu açıkça ifade eden en eski sinema dergisi Yeni Sinema’dır. Yeni Sinema adının geldiği yer ise ilginç; iki kaynağı var bunun, birincisi 1960’larda kurulan solcu Sinematek’imizin yayın organının adıydı. İkincisi ise, en az bunun kadar önemli, 1960’larda Latin Amerika’da çıkan en önemli akımlardan birisi olan, anti-emperyalist ve aynı zamanda kendi topraklarının kültürüne, ezilmişlerine, direnen insanlarına özel bir sempati besleyen Brezilyalı bir akım olan Cinema Novo’dur. Türkçesi ise Yeni Sinema’dır. Bu anlamda belirli bir çağdaşlık yanlısı olan, aynı zamanda anti-emperyalist, öte yandan bir direniş geleneğine sahip olan bir mirasa sahip çıktığını da belirtmek için dergi bu adı almıştır.
Mevsimlik yayınlanan ve bugün 24. sayısına ulaşan dergide şu yazılar dikkat çekiyor;
Türkiye Sinema Tarihini yeniden yazmak yazısında Cumhuriyetin kuruluş yıllarında sinemanın yeri ve neden modernleşme süreçlerinde sinemanın aktif olarak yer almadığı, Kemalizm’in bir modernleşme projesinin olup olmadığı sorularına yanıt aranıyor.
Sinemamız İdeolojiyi Hatırlarken; 1960’ların Türkiye’sinde Devrimci Sinema/Ulusal Sinema Tartışmaları ise çok daha ilginç bir yerde duruyor. Çünkü sinemamızın bütün bir geçmişinin yeniden ele alınmasının yanı sıra, aynı yıllar Türkiye’de aydının safını seçmek durumunda kaldığı yıllardı. Bu açıdan az bilinse de gerçek bir tartışma olarak Türkiye’de sinema yazarları ve kimi yönetmenler sinemamızın tarihini yeniden yazmaya ve aynı zamanda kendi saflarını seçmeye başlamışlardı. Safların sıklaştığı yerlerde kaytaranlar ve burjuvaziden korkarak saf değiştirenler nedense bu topraklarda hiç eksik olmaz, bu anlamda yazı sinemamızdaki tartışmaları anlatırken, aynı zamanda Türkiye Sinemasının tarihini, genel özelliklerini, sinemamızda sömürünün nasıl işlediğini, Yeşilçam’ın anonim bir hırsızlığı on yıllar boyunca nasıl sürdürdüğünü de anlatıyor.
Üçüncü Sinema üzerine eğilen en uzun yazı ise, Türkiye ve Üçüncü Dünya arasında sürekli karşılaştırma yaparak Batılı Dünyaya karşı nasıl kendi sesimizi bulabiliriz sorusuna yanıt arıyor.
Birkaç yıl önce kaybettiğimiz Ömer Kavur bir dizi önemli romanımızı sinemaya uyarlamıştı. Bir diğer önemli araştırma ise Kavur’un uyarladığı romanlarla filmlerin iki farklı sanat dalının özgünlükleri içerisinde karşılaştırmalı olarak incelenmesine dayanıyor.