Anadolu Ajansı kaynaklı haberde “Radikal” yanlışlar ve bazı acı gerçekler- Zahit Atam

80


Radikal gazetesinin  internet sayfasında “Kültür Bakanlığı Yılmaz Güney’i silmiş” üst başlıklı haberde bilgi yanlışları olduğu için bu yazıyı kaleme aldım. Yazıda Türk Sinemasının başlangıç yıllarına dair bilgilerde yanlışlar ve Yılmaz Güney’in filmlerinin kendisi hakkında eksik bilgiler vardır.
Radikal’in Anadolu Ajansı kaynaklı haberinde acı birkaç gerçek ve Türkiye Sinemasının darbe döneminde yaşadıklarının bir bölümünü düşündüren tarihsel verilerin ışığında aydınlanabilecek bazı konular ve birkaç bilgi yanlışı var. Tarihsel olarak konuyu incelemeye çalışalım;

1. 1920 yapımı Atatürk Filmleri yoktur. Türkiye’de sinemaya dair ilk resmi kurum 1915 tarihli Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) olmuştur. Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın Almanya’ya bir yıl önceki ziyaretinde gördüklerinden etkilenerek verdiği emirle kurulmuştur. Daha sonra 1917 yılında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti (MMC) sinemacılık kolu kurulmuştur. İki kurumda 1918’de savaşın kaybedilmesi ve Sevr Antlaşmasından sonra ordunun tasfiye edilmesi nedeniyle kapatılmıştır.

2. MOSD ve MMC’nin sinema araçlarına düşman kuvvetleri el koymasın diye, araç ve gereçler Malul Gaziler Cemiyeti’ne 1919 yılında aktarılmıştır. Kurumun başına ise MOSD’un da yönetmenlerinden Fuat Uzkınay getirilmiştir. Bu kurum ticari amaçlarla çeşitli filmler yaptıktan sonra, ancak 1922 yılında savaş belgeciliği, haber filmlerinde memleketin koşullarına eğilmiş ve Uzkınay tarafından bu yıl Zafer Yollarında ve TBMM Ordu Film Teşkilatı ise İzmir Zaferi, Dumlupınar Vekayii, İzmir Nasıl İstirdat Edildi?, İzmir’in İşgali, İzmir’de Yunan Fecayii, Gazi’nin İzmir’e Gelişi ve Karşılanışı gibi belgeseller yapmıştır. Ancak 1922 yılında TBMM bünyesinde Ordu Film Teşkilatı kurulabilmiştir. Ama bu kurumların yaptığı ve 1920 tarihli Atatürk Filmleri diye ya da bu adla anılan filmler yoktur. Yukarıda sözü geçen filmlerde kısa şekillerde Atatürk’te görüntülerde yer alır ve bu filmler dönemin özelliği gereği siyah-beyaz ve sessizdiler.

3. 1933 tarihli ve Abidin Dino’nun yönettiği Ankara Türkiye’nin Kalbi adlı bir film yoktur. Cumhuriyet’in 10. yılı için bir film yapılması düşünüldüğünde, Cumhuriyet’in kaydettiği ilerlemeyi ulusumuzdan anlatacak bir sinemacı olduğuna inanılmadığından o dönemde Türkiye’nin dostane ilişkiler yürüttüğü ve dünyaca saygınlığı olan Sovyet Sinemacılarından yardım istenmiş ve Sovyet yönetmeni Sergey Yutkeviç öncülüğünde Lev Arnştam ile birlikte yönettiği Ankara Türkiye’nin Kalbidir adlı (Rusçası “Ankara, serdçe Türeçkii”) olan bir film yaptırılmıştır. Bu filmde 1934 yılında tamamlanıp gösterilebilmiştir. Aynı ekip Atatürk’ün 10. yıl nutkundan bir bölümünü de çekmiştir, halen bu Nutuk’tan bazı sesli bölümlerde günümüze ulaşmıştır. Aynı film 1969 yılında TRT’de gösterildiğinde olay olur ve o dönemde yurtdışında Televizyon eğitimi almış olan ve TRT’nin sosyalist eğilimli çalışanlarından Mahmut Tali Öngören filmin gösterimi yüzünden görevinden uzaklaştırılır. Çünkü filmin gösterimi sırasında TRT telefon yağmuruna tutulmuş ve komünist filmi yayınlıyor diye ihbarlarda bulunuluyordu. TRT’nin o zamanki genel müdürü Adnan Öztrak bizzat kendisi TRT stüdyosunu basmıştır. Çünkü filmin içinde Sovyet Bakanı Voroşilov’un Ankara ziyareti vardır ve konuşması sırasındaki görüntülerine Enternasyonal eşlik etmektedir. Kısacası söz konusu filmi Abidin Dino değil Yutkeviç ve Arnştam yönetmiş ve kurgulamıştır.

4. Yine benzeri bir seyir izleyerek Türkiye’de Birinci Dünya Savaşı sırasında, Sevr’den sonra ve İstiklal Savaşı boyunca çekilen belgeseller ve Cumhuriyet dönemindeki belgeselleri ulusal sinemacılarımız başarılı bir belgesele dönüştüremedikleri için ünlü Sovyet kadın belgesel sanatçısı Ester Şub’un yönetiminde Kemal Necati Çakuş’la birlikte 1934-37 arasında üç yıl süren bir çalışmadan sonra Türk İnkılabında Terakki Hamleleri adıyla bir filme dönüştürme çalışması yapılmıştır. Gerçekten Türk sinemacıların bu eserleri yapması ne yazık ki yıllarca beklenmesine ve istenmesine rağmen başarılı bir sonuç elde edilememiştir. Örneğin Atatürk’ün Nutku’nu mecliste okuduğu zaman Muhsin Ertuğrul’un başkanlığında bir ekip filme almaya çalışmış, ama konuşma çekilmiş olmasına rağmen, ekip sesli çekim yapmayı unutmuştur. Bu Nutkun okunuşunun elimizde sessiz çekilmiş görüntüleri vardır (Bu deneme sesli film döneminde olmuştur, bu bilgide bir yanlışlık yoktur). Atatürk sinemanın önemini anlamış devlet adamlarından birisidir, şu sözünü hatırlayalım; “Sinema, gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır. Şimdi bize basit gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir. Japonya’daki kadın, Amerika’daki zenci, Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır. Tek ve birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi yanında tarihte devirler açan matbaa, barut, Amerika’nın keşfi gibi olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır.” Atatürk özellikle İstiklal Savaşı filminin yapılmasını çok istiyordu ve Fuat Uzkınay yıllarca söz konusu filmi yapmak için çalıştı ve sonuçta filmi 1934 yılında gören Atatürk beğenmedi ve bunun üzerine Sovyetler Birliği’nden Ester Şub Türkiye’ye geldi. Bir başka ayrıntı da Uzkınay’ın yaptığı Zafer Yollarında adlı filme ilişkin verilebilir; filmde Atatürk’ün hareketli görüntüleri yoktu ve buna üzülen ve kızan Atatürk’ün şu sözleri de tarihin kayıtlarına geçmiştir; “Ben hayattayım… Milli mücadeleye ait bütün evrakım, kılıcım, çizmem hâlihazırda mevcut olduğuna göre çağırdığınız anda bana düşen vazife ve görevi yapmadım mı? Böyle bir teklif karşısında kalsam memnuniyetle kabul eder, bir artist gibi filmde rol alır, hatıraları canlandırırdım. Bu, milli bir vazifedir. Çünkü Türk gençliğine bu mücadelenin nasıl kazanıldığını canlı olarak ispat etmek, hatıra bırakmak, ancak bu filmle mümkün olacaktır.” Ayrıca Mustafa Kemal bir senaryo yazmıştır ve adını da ‘Ben bir İnkılap Çocuğuyum’ koymuştur. Filmi Münir Hayri Egeli çekecektir, Atatürk de oynayacaktır. Ancak sene 1937’dir ve ne yazık ki ömrü yetmemiştir… Ayrıca Atatürk tiyatro tarihçisi Metin And’a göre ülkemizin ilk dramaturg’udur. Atatürk belirli oyunların metinlerini okumuş, bunlara dramaturjik notlar alıp oyun analizi yazmış ve karakterler ile bunların resmedilişi üzerine yorumlar yapmıştır. Bu çabalarına rağmen ulusal sinemacılarımızın söz konusu kurmaca ya da belge filmi yapamamaları sonucunda inkılabın belgeselinin yönetimi dönemin dünyanın en iyilerinden Ester Şub’a kurgulatılması ve ancak eldeki görüntülerden yararlanılarak yapılabilmesi yoluna gidilmiştir. Ancak bir başka önemli ayrıntı da; Atatürk’ün sinemaya gereken ehemmiyeti vermeliyiz sözünün yanlış anlaşılıp ülkemizin kalkınması, halkımızın aydınlatılması ve sanatla tanışması için bir araç olarak değil, sinemamız resmi kurumlar için ödediği vergilerle iyi bir gelir kaynağı olarak görülmüş ve aynı zamanda etkili olduğu için sıkı bir şekilde kontrol edilmesi gereken sanat dalı muamelesi olarak sıkı bir sansüre tabi tutulmuştur. Sinemaya gereken ehemmiyeti veren ülke ise aşağı yukarı aynı yıllarda kurulan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olmuştur.

5. Bir diğer yanlışlık Yılmaz Güney’le ilgili bölümlerde görülmektedir; bunlarda özellikle bilgi eksikliği dikkati çekmektedir. Yılmaz Güney’in filmlerinin negatifleri ve pozitifleri üzerine acı notlar; Yılmaz Güney gerek halkımız ve gerekse dünya halkları tarafından en tanınan yönetmemizdir, aynı zamanda toplumsal etki bakımından ülkemizde ve dünyada en etkili olmuş sinemacımızdır. Bugün Yılmaz Güney filmleri dediğimizde a) Senaryo yazarı, yönetmen ve aktör olarak (toplam: 20 adet) b) Senaryo yazarı ve yönetmen olarak (toplam: 1), c) Senaryo yazarı ve aktör olarak (toplam: 23), d) Senaryo yazarı olarak (toplam: 10), e) aktör olarak (61) olmak üzere beş farklı türde toplam 115 film olduğunu görüyoruz. Örneğin söz konusu haberde adı geçen Kızılırmak- Karakoyun adlı filmin ilk senaryosunu aynı adlarla iki farklı halk türküsünden yola çıkarak ilk kez Nazım Hikmet yazmıştır. Bu senaryo 1967 yılında bizzat Yılmaz Güney’in önerisiyle ustam dediği L. Akad’ın Nazım Hikmet’in orijinal senaryosundan da yararlanarak yazdığı senaryoyla çekilmiştir ve Güney başrolde oynamıştır. Dolayısıyla Kültür Bakanlığının arşivinin 1960 sonrasını kapsadığı düşünüldüğünde, bu tarihten önce çekilen toplam 4 filmi çıkardığımızda geriye 111 film kalmaktadır. Bunların ne kadarının Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı arşivinde olduğunu ancak tam liste açıklanırsa bilebileceğiz. Ancak trajik durum bu noktadan sonra başlamaktadır ve durum gerçekten Yeşilçam filmlerinden daha acıklıdır…

6. Yılmaz Güney 1970’li yılların sonlarında Yumurtalık olayından değil de, sonradan aldığı soyadıyla Güney adında çıkardığı dergideki siyasi-estetik-sanatsal ve sinemaya yönelik yazılarından ötürü hakkında çok sayıda dava açılmış ve bu davaların mahkumiyetle bitmesi ve kararların sonradan kesinleşmesi 80 darbesiyle hızlanınca, cezaların toplamı 100 yılı aşınca, artık Türkiye’de kalırsa hapishanede öleceğini anlayınca, ancak o zaman yurtdışına çıkmaya kesin olarak karar vermiştir. 1979’tan itibaren bu olasılık reel hale gelmiştir. Güney o dönemin tipik tartışmalarından darbe olur mu? Ve darbe olursa niteliği ne olur? Sorularına evet bir darbe muhtemeldir ve olursa faşist nitelikli olacaktır inancını taşıdığı için ve bu darbenin kendi filmlerini yok etmek isteyeceğini bildiği için, a) başta kendi yapımcısı olduğu filmleri ve b) diğer yapımcıların metası olan kendi filmlerinin bulabildiklerinin negatiflerini, bulamadıklarının pozitiflerini belirli bir plan dâhilinde yurtdışına çıkarmaya çalışmıştır. Ciddi sayıda filmi yurtdışına çıkarmayı başarmıştır da.

7. Darbe olduktan ve Yılmaz Güney hapisten kaçıp önce İsviçre’ye (Yol’un kurgusu burada yapılmıştır) sonra da Fransa’ya yerleştiği zaman Türkiye’de vatandaşlıktan çıkarma çalışması başlatılmış, Yol’un Cannes’daki gösteriminden sonra karar kesinleşmiştir. Yani Türkiye Yol’un Cannes’da Altın Palmiye almasını onu vatandaşlıktan çıkararak ve Yol’un bütün çalışanlarını mahkemelerde yargılayarak kutlamıştır.

8. 1980 sonrasında piyasada çeşitli firmaların ellerinde bulunan bütün Yılmaz Güney filmleri toplatılmaya çalışılmış ve bulunanlar imha edilmiştir. Ancak iki önemli engelle karşılaşılmıştır. 1) O yıllarda video dünya çapında hızla yayılıyordu ve Türkiye’den özellikle Almanya pazarı için yine özellikle Yılmaz Güney filmleri talep ediliyordu. Bu filmlerin büyük bölümü kötü kopyalardan türetilmiş olsalar da video formatında Almanya pazarına girmiştir. Ve bu kopyaların yalnızca Almanya’da legal olarak satılan kasetlerin sayısı 3 milyonu aşmıştır. 2) İkinci engel ise hep tartışılan Sami Şekeroğlu olmuştur. Şekeroğlu Türkiye’de yerli-yabancı, iyi-kötü ulaşabildiği bütün filmlerin birer kopyasını elde etmeyi düşünen ve buna hayatını adayan kişidir. Yine Şekeroğlu 1971 darbesinden ders alarak kimi özel tarihsel durumlarda filmlerin kimilerinin siyasi iktidar tarafından imha edilebileceğini akıl etmiş ve kurucusu ve başkanı olduğu Türk Film Arşivi’nde filmleri kendince geliştirdiği bir şifrelemeyle saklamıştır. 1980 sonrasında bir subay öncülüğünde jandarma ve polisler Türk Film Arşivinden Yılmaz Güney filmlerini almak ve yok etmek için kuruma resmi yazıyla gitmişlerdir. Şekeroğlu elinde hiç Yılmaz Güney filmi olmadığını söylemiştir. Subay inanmamış ve arşivin soğuk deposuna inmiştir. Filmlerin üzerinde hiçbiri kendi adıyla yazılı olmadığı için bir şey bulamayınca Şekeroğlu’na başına bela aldığını söyleyip tehdit etmiştir. Şekeroğlu direnebildiği kadarıyla direnmiş ve şifreli olduğunu bulamayacağını söylemiştir. En sonunda ağzından filmlerin olduğunu kaçırmış, bu defa subay eliyle Şekeroğlu’nun ağzını kapayarak “Sus, bunu bir daha hiç ağzına alma” deyip arşivden çıkıp gitmiştir. Dolayısıyla bu filmler Türk Film Arşivinden alınıp yok edilememiştir. Ancak yine örneğin bazı Yılmaz Güney filmleri ya kötü kopyayla ya da Şekeroğlu’nda kopyası olmadığı için, bu filmlere sahip Londra’daki kardeş kuruluştan istendiğinde ret yanıtı alınmıştır; Yılmaz Güney Türk vatandaşı dolayısıyla bu filmlerin orijinali sizin elinizde olması lazım, eğer yoksa i) zamanında niçin kopyasını almadınız, eğer varsa, ii) niçin yok ettiniz ya da zamanında iyi kopyasını saklamadınız gerekçesiyle. Kayıp filmin kopyasını saklamaya bir örnekte Halit Refiğ’in tartışmalı Yorgun Savaşçı filmidir. Bu film 80 darbesinden sonra da ordu destekli olarak çekilmeye devam etmiş, bittikten ise önce sansüre gönderilmiş, ardından da yakılarak yok edilmesine karar verilmiştir. TRT’deki kopyalar yakılmıştır, ancak filmin bir kopyası 10 yıl sonra Şekeroğlu’ndan edinilerek hem TRT hem de özel kanallarda gösterilmiştir.

9. Son olarak bugün en azından Güney Filmin kendisinin yaptığı filmlerin negatifleri Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı’nda vardır. Kimi filmleri Avrupa’nın değişik ülkelerinde vardır, kimi filmleri de Sami Şekeroğlu’nda vardır. Ancak belirli filmlerinin kayıp olduğu kesindir.

10. Ancak Kültür Bakanlığı’nda bu filmlerin kopyasının olmamasının başta bakanımız Ertuğrul Günay olmak üzere bakanlığımız için utanç verici olduğu da kesindir. Bu durum Türkiye’de niteliğin ve yaratıcılığın bastırıldığı, örneğin tümüyle yeteneksiz ve hatta bayağı bir yönetmen olan Yücel Çakmaklı gibi isimlere tanınan olanaklara ve bu isimlerin Kültür Bakanlığında Danışman olarak istihdam edilmesi gibi durumları da göz önüne alarak, her türlü gericiliğin ve yeteneksizliğin “yeter ki bizden olsun” mantığıyla ödüllendirilmesinden dolayı sektörün kendi adlandırmasıyla “kifayetsiz muhterislerin” ödüllendiği bir dönemden geçtiğimizi gösterir; ve bu dönemin en kısa sürede bitmesi dileğiyle bu bilimsel yazımızı bitirelim.

ZAHİT ATAM
Yeni İnsan Yeni SİNEMA dergisi
Yayın kurulu üyesi ve yazarı

Notlar;

1. Cumhuriyet Döneminin ilk dönem filmleri için bakınız Nijat Özön, Türk Sinemasının Kronolojisi, Bilgi yayınevi, Şubat 1968, Ankara.
2. Kızılırmak-Karakoyun’un hikayesi için bakınız, Lütfi Akad, Işıkla Karanlık Arasında, İş Bankası Kültür Yayınları, Nisan 2004, İstanbul,
3. Yılmaz Güney filmlerinin sınıflandırması için bakınız Zahit Atam, Yılmaz Güney’e ve Yol’una Dair…, Yeni Sinema broşürü, Şubat 1999 (derleme Agah Özgüç’ün Türk Filmleri Sözlüğü’nden derlenmiştir).
4. Yılmaz Güney’in yurtdışına çıkış bilgileri için Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı yetkilileriyle konuşmalar, Türk Film Arşivi’nde Sami Şekeroğlu’ya ilgili bölümler ise bizzat kendisiyle yapılmış ve yayınlanmamış söyleşilerime dayanmıştır.
5. Atatürk’ün sözleri için ise kaynaklar yüzlerce kitapta bulunabilecek alıntılardır.

1 Yorum

  1. Merhabalar. Cafrande.org sitesine ne kadar teşekkür etsek laf-ı güzaf olur. Zahit Atam gibi birikimli bir yazarın bu sitede yazması ile daha bir çok “radikal yanlışlar”dan kurtulacağımıza eminim.
    Yaşadığımız çağda en fazla eksiğini çektiğimiz olmazsa olmazı eleştiridir. Yazılarını beğenerek okuduğum Zahit Atam, sinema ve tiyatro konusunda yazılarıyla yaşamımızın ve dünyaya bakışımızın niteliğini artırıyor. Zahit Atam’ın yazılarını bu site aracılığıyla ulaşmanın sevincini yaşamakta olduğumu ve yazılarını merakla bekleyeceğimi belirtmek isterim.
    Siteye ve Zahit Atam’a teşekkür ederim. Kolay gelsin.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz