Tutuklu gazeteci Turabi Kişin: Doğrudur, bu ‘suçu’ işledim!

Biz tutuklu gazeteciler hakkında örneği az görülür maharette hazırlanmış 800 sayfalık iddianamenin içindeki yüzlerce ucubelikten biri de ajansa yansıyan bazı konuşmalarımın cımbızlanarak hakkımda suç delili olarak konulmasıdır…

Doğrudur, bu ‘suçu’ işledim!

EMEP’in 22 Ocak 2011 tarihinde İstanbul Mecidiyeköy’de geniş bir salonda düzenlediği “Halk için Demokratik Anayasa Forumu”na çok sayıda siyasetçi, akademisyen, sendika temsilcisi, gazeteci, şair ve yazar konuşmacı olarak davet edilmişti.

Şimdi TBMM’de Bağımsız Milletvekili olan EMEP Genel Başkanı Sayın Levent Tüzel de orada bir konuşma yapmış ve partisinin yapılacak yeni anayasaya dönük görüşlerini bir anlamda kamuoyuna deklare etmişti. Toplantının sonuç bildirisini hazırlayıp okuyan kişi ise yazar Aydın Çubukçu idi.

Gün boyu süren foruma katılan çok sayıda gazeteci de vardı. Hatırladığım kadarıyla AGOS gazetesi adına Patrak Estukyan, Birgün gazetesinden ismini hatırlayamadığım bir gazeteci arkadaşımız, Evrensel gazetesi adına Fatih Polat ve o dönem ismi Günlük olan gazetemiz adına da ben birer konuşma yaptık.

Aynı akşam, gün boyu yapılan konuşmaların birçoğunun özetlenmiş hali, haberleştirilerek ajansların sitelerine düştü. Bu ajanslardan biri de Dicle Haber Ajansı (DİHA) idi. Haber “yeni anayasanın içeriği kadar hazırlanış tarzı da önemli” başlığı adı altında verilmişti.

Hakkımızda örneği az görülür maharette hazırlanmış 800 sayfalık iddianamenin içindeki yüzlerce ucubelikten biri de ajansa yansıyan forumda yaptığım konuşmanın bazı bölümlerinin cımbızlanarak hakkımda suç delili olarak konulmasıdır. Birlikte bakalım.

Kürtler anayasal komploya uğradı

İddianamenin 253. sayfasında, “Kürtlerin tarihten bu yana anayasal bir komplo içinde sokulduğuna dikkat çeken KİŞİN, bu yüzden yeni yapılacak anayasanın Kürtler için önemli olduğunu söyledi” denilmektedir.

Şimdi bunu söylediğim doğru, ama eksik. Konuşmamda, şu hususlara da işaret etmiştim: Cumhuriyetin kuruluş aşamasında iki temel kurucu unsurdan biri olan Kürtlerin özellikle 1924 Anayasası başta olmak üzere 1960 ve 1982 anayasalarında inkar edildikleri, varoluşlarından kaynaklı en doğal insani, kültüler, kimliksel haklarından mahrum bırakıldıkları, bu anlamda anayasal bir komplo sürecine tabi tutuldukları gün gibi açık bir gerçek. Bunu artık tüm Türkiye hatta dünya kabul ediyor, ki, yeni bir anayasa arayışı söz konusu…

Kürtlerin son 30 yıla damgasını vuran özgürlük mücadelesi, bu anayasal komplo sürecine bir son verip, yeni ve gerçekten demokratik bir anayasanın yapılması amaçlıdır. Bugün Türkiye’de yeni bir anayasa tartışmaları yapılıyorsa, bu, 1924’ten bu yana ülkeyi yönetenlerin bir lütfu veya isteğinden kaynaklı değil. Tam tersine 1924’ten bu yana komplocu, inkar ve imhayı esas alan, anti-demokratik ve faşizan anayasalara karşı direnenlerin, bedel ödeyenlerin emeği sayesindedir. Kürt özgürlük hareketinin öncülüğünü yaptığı toplumsal muhalefet, devleti yönetenlere “Artık mevcut anayasayla bu toplum yürütülemez. Yeni bir anayasa yapmazsak aşılırız” dedirtti.

Bu komplocu anayasalar yapılırken Sünni İslam ve Türk olan kesimlerin dışında kalan Kürtler başta olmak üzere neredeyse tüm toplumsal kesimler, yapım sürecinin dışına itilmiş ve yok sayılmışlardır. Doğal olarak bedeli de ağır olmuştur. Yeni bir anayasa yapılırken bazı ayak oyunlarıyla yeniden dışlanma ihtimalleri hiç de az değildir. Bu nedenle demokratik toplumsal muhalefetin kesinlikle bir araya gelip sürece dahil olmak için elini çabuk tutması tarihi önemdedir. Bu içerikli değerlendirmem de oldu.

İnkarın devamı olmasın

Yine iddianamenin aynı sayfasında, “Yeni anayasada Kürtlerin taleplerinin görülmemesi inkarın devamı anlamına gelecektir” denilmektedir. Doğrudur. Bu cümle de bana ait. Aslında cümle tek başına çarpıcı bir gerçeğe işaret ediyor. Yine de orada dile getirdiklerimi hatırladığım kadarıyla buraya alayım:

Yeni bir anayasa sadece Kürtler için değil, Türkiye’de yaşayan tüm halklar, inançlar ve toplumsal kesimler için, ama belki de en çok Kürtler için önemlidir. Çünkü yeni bir anayasal dışlanışı kaldırma güçleri ve tahammülleri kalmamıştır. Bu dışlanış 1925’te Şeyh Said ve arkadaşları gerekçe yapılarak, 1938’de Seyid Rızalar gerekçe yapılarak Kürtlere yaşatılan katliamların devamı, Ağrıların, Zilanların, 33 kurşunların devamı anlamına gelecektir. Son 30 yıldır kesintisiz süren çatışmalı sürecin, zorla göçertilmelerin, faili meçhullerin, köy boşaltmaların, hapis ve sürgünlerin devamı anlamına gelecektir. Asimilasyonun, dilsizliğin devamı, maddi ve manevi kayıpların devamı anlamına gelecektir. Bu sadece Kürtlere değil, bugüne kadar olduğu gibi Türk halkına da kaybettirecektir.

Demokratikleşmenin olmazsa olmazı

İddianamenin aynı sayfasında, “Kürtlerin taleplerini dikkate almayan bir anayasa Türkiye’nin demokratikleşmesine ciddi bir katkı sunamaz” dediğim, bilmem hangi yasanın hangi maddesine göre suç işlediğim belirtiliyor.

Cumhuriyet kurulduğundan bu yana devlet tüm enerjisini, iç ve dış politikasını Kürtler haklarını elde etmesin üzerine şekillendirdi. Bu Kürtlere düşmanlığından ziyade, tek dil ve tek millet yaratma ulus devletçi zihniyetin kaçınılmaz bir sonucuydu. “Bir ulusu esir eden egemen ulusun kendisi de özgür olamaz” gerçeğinin bir örneğini 1924’ten bu yana yaşadık. Tüm anayasalar, yasalar, günlük uygulamalar, eğitim müfredatı, kültür, güvenlik, diplomasi ve hatta sağlık politikaları bile buna göre oluşturuldu.

Sonuç, Kürtler özgürlüğüne kavuşmadı. Demokratik haklarını elde edemedi. Mutlu değiller. Peki Türk halkının kavuştuğunu, mutlu olduğunu kim söyleyebilir? Türkiye’ye gerçek anlamda demokrasi bilinci, kültürü yerleşebildi mi? Diğer halklar, azınlıklar, inanç grupları vb. demokratik haklarını elde edebildi mi? Hayır. Mutlular mı? Değiller.

Bugün artık herkes Türkiye’nin en temel sorununun Kürt sorunu olduğunu, bu sorun çözülürse, kronikleşmiş birçok sorunun çözümünü de beraberinde getireceğini kabul ediyor. Bu doğruysa -ki doğru- o halde konuşmamı suç sayan ilgili merkezlere buradan bir kez daha sesleniyorum. “Kürtlerin taleplerini dikkate almayan bir anayasa Türkiye’nin demokratikleşmesine ciddi bir katkı sunamaz.”

Mutlaka değiştirilmesi gereken maddeler

“Suç” teşkil eden bir cümlem de, “Kişin mevcut anayasada mutlaka değiştirilmesi gereken maddeler öncelikle değiştirilemez denilen ilk maddelerdir dedi” ifadesidir.

Kabulümdür. Bu cümle de bana ait. Ama o da eksik. O dönem başta Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek olmak üzere hükümet yetkilileri ilk üç madde için “kırmızı çizgimizdir, dolayısıyla değiştirilemez” demişlerdi. (Hâlâ aynı noktada olduklarına inanıyorum.)

İlk üç madde değiştirilemeyecekse, kırmızı çizgiler dayatılacaksa neden yeni anayasa diyoruz? Eski anayasaların ruhu korunmak kaydıyla boyandıktan sonra cilalanıp yeniden topluma Kayseri tüccarları misali yutturulacağı gerçeğiyle yüz yüzelik söz konusu. Neden değişmeyecekmiş? Kur’an Ayeti midir ki, değişmeyecek? Değişmeyecekse neden sahtekarlık yapıp adını yeni anayasa koyuyorsun?

Hani anayasa eşittir toplumsal sözleşme demekti? Hani tüm toplumun kendisini içinde bulduğu, demokratik uzlaşı sonucu elde edilmiş bir temel bağlayıcı belgeydi? Zaten tüm sorunların ana kaynağı tek dil, tek millet, tek din, tek bilmiyorum ne zihniyeti değil miydi? Yeni anayasada bunu koruyarak neyin çözümünü üreteceksiniz?

Dolayısıyla ilk üç maddenin değiştirilmesi, demokratik bir muhtevaya kavuşturulması Kürtler açısından olmazsa olmaz kabilindedir.

Gazetem adına katıldığım forumda dilim döndüğünce bu ve benzer şeyleri dile getirdim. Yeni bir anayasa tartışmalarının sürdüğü 2011 Türkiye’sinde toplumun tüm kesimlerinin ve doğal olarak biz gazetecilerin de düşüncelerini belirtmesinden daha doğal ne olabilir ki? Gel gör ki biz Türkiye’de yaşıyoruz. Söz konusu olan Kürtler ise, konuşan da bir Kürt ise iş bölücülüğe kadar gider.

Katılımın önünü açmak

Toplumumuzun yarısı kadınlardan oluşmaktadır ve en az Kürtler kadar kadınlar da mevcut anayasaların dışına itilmiş ve zarar görmüşlerdir. Kadının renginin derinlemesine yansımadığı bir anayasa, yine erkeği, erkek olan devleti anlatacak ve demokratik ruhtan yoksun olacaktır, dedim. Ve kadının katılımının önündeki engellerin kaldırılmasına da işaret etmeye çalıştım.

Aynı konuşmamdan: En nihayetinde anayasaya son halini verecek olan irade Meclis’tir. Bugün toplumun çok önemli bir kesiminin yüzde 10 seçim barajı nedeniyle iradesi Meclis’e yansımamaktadır. (Henüz son genel seçim yapılmamıştı). Kurucu bir meclis, anayasa yapıcı bir meclis isteniyorsa -ki doğru olan istenmesidir- yüzde 10 seçim barajının kaldırılması gerektiğini; TMK başta olmak üzere, ifade ve örgütlenme özgürlüğü önünde engel olan anti-demokratik birçok yasanın bir an önce kaldırılması gerektiğini; bu yasalardan hareketle KCK adı altında tutuklanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması ve anayasa yapım sürecine dahil edilmesinin şant olduğunu; ancak böyle olursa Kürtlerin ve diğer toplumsal kesimlerin iradesinin yeni anayasaya yansıyabileceğini de söyledim. Malumunuz seçim barajı kaldırılmadığı gibi, baskı ve güvenlik politikalarındaki ısrar sonucu o gün bin civarı olan “KCK”li tutuklu sayısı bugün sekiz bini aşkın bir sayıyla ifade ediliyor. Taktir okuyucuların.

Dışlanmak için tutuklandık

Hükümetin onayıyla Kürt siyasetçi, hukukçu ve biz gazetecilere yapılan operasyonların gerekçelerini öğrenmek isteyenlere bu türden verebileceğimiz örneklerimiz çok.

Biz, bu yeni anayasal süreç eskisi gibi Kürtleri komploya getirmesin, sürece dahil edilsinler ve bu kez demokratik bir anayasa ortaya çıksın, Türkiye bu utanç verici tablodan kurtulsun dedikçe onlar bizi tutuklayıp hapislere dolduruyorlar.

Cezaevlerine doldurulan, tecrit edilen, susturulan bir halkın, yeni diye tabir elden bir anayasa yapım sürecine katıldığını söyleyebilir misiniz? Derseniz kendinizi aldatmış olursunuz. Çok açıktır ki, bu tür uygulamalarla Kürtler bir kez daha bu önemli sürecin dışında tutulmaya çalışılıyor. Ne verirsek ona razı olacaksınız denilmeye çalışılıyor. Hepimizin tutuklanma sebebi de özetle bu ve benzer nedenlerledir. Bu da çok açık.

Durmak bilmeyen askeri ve siyasi soykırım operasyonları, bizzat Başbakan şahsında somutlaşan aşağılayıcı, dışlayıcı dil, sinsice uygulanan özel savaş yöntemleri, Sayın Öcalan üzerindeki amansız tecrit, içeride ve dışarıda geliştirilen politik-diplomatik ilişkiler de gösteriliyor ki tüm hesaplar buna dönük.

1982 faşist anayasasının yürürlüğe girdiği günden günümüze kadar neredeyse tüm hükümetlerin en kilit noktalarında yer alan ve adeta 12 Eylül Anayasası’nın yürüyen ruhu olan Cemil Çiçek, yeni anayasa yapımından birinci dereceden sorumlu kılınınca, “Eyvah, kuzu bir kez daha kurda emanet” demiştim. Yanılmayı çok isterim.

Kaynak: Ö. Gündem

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz