Toplumsal Adalet ve Eşitlik (Hakkaniyet) – J. L. Freeadman, D. O Sears & J. M. Carlsmith

Özgeci (başkalarını düşünen) ve genel olarak olumlu sosyal davranışı etkileyen temel etmenler nelerdir? Toplumsal etkileşimi etkileyen güdülerden biri toplumsal adalet ve eşitlik duygusudur. İnsanlar, her bireyin çabaları, becerileri, yetenekleri ve katkıları ölçüsünde hak ettiğini alması gerektiği inancındadırlar. Homans (1961) buna toplumsal adalet duygusu, Adams da (1965) toplumsal eşitlik (hakkaniyet) duygusu adını vermektedir. Eğer iki kişi bir işe ya da ödeve aynı ölçüde çaba harcamışlarsa, ilke olarak aynı ödülü almalıdırlar. Eğer biri diğerinden daha fazla alırsa, sonuç eşitsizliktir. İnsanlar, genellikle ödülleri yeniden dağıtarak eşitliği sağlamaya çalışırlar. Özellikle hak ettiğinden daha fazlasını alan kişi, aldığının birazını çok az pay alan kişiye verebilir ya da durumu gözleyen bir üçüncü kişi, haksızlığa uğrayanın zararının bir kısmını ona geri vermek isteyebilir.

Bunun, hayır kurumlarına bağışta bulunmaların, yardım deneklerinde yer almaların ve sosyal hizmet programlarının altında yatan temel güdü olduğu varsayılır. İnsanlar dünya kaynaklarından, en alt düzeyde de olsa herkesin bir pay alması gerektiğine inanmak eğilimindedirler ve hiçbir şeyi olmayan birine, toplumsal eşitliği bir ölçüde de olsa sağlamak için genellikle bir şeyler verilir. Fakat biz, ayrıca çaba gösterenlerin göstermeyenlerden daha fazlasını hak ettiğine de inanırız ve bu, insanların iş arayıp aramadıklarına, çalışamayacak durumda olup olmadıklarına ya da yardımı hak etmek için başka özel nedenlerinin bulunup bulunmadığına bakmaksızın, yardım dağıtan sosyal hizmet programlarına itirazları açıklayabilir. Diğer bir deyişle, herkesin bakım görmesi ve herkese yiyecek ve barınak verilmesi gerektiği yönündeki genel inanca ek olarak, bazılarının harcadıkları çabaya ve yaptıkları katkıya bağlı olarak diğerlerinden daha fazla hak ettiklerini düşünmek eğilimindeyizdir.

“Eşit İşe Eşit Ücret” İlkesi ve Maymunlar

Kuşkusuz bu, herkesin her zaman herkese karşı adaletli davrandığı ya da davranacağı, dünyada açgözlülük diye bir şeyin olmadığı ya da insanların hak ettiklerinden daha fazlasını aldıklarında memnun olmayacakları anlamına gelmez. Önemli olan, bir ölçüde de olsa, insanların toplumsal adalet doğrultusunda bir baskı duydukları ve bunu başarmak için belirli bir eğilim sergiledikleridir. Bu olgunun bir sonucu, birinin bir şey kaybetmesine neden olan ya da birinin bir şeyler kaybettiğini gören ama kendisi aynı kayba uğramayan insanlar üzerindeki etkiyle ilgilidir. Eğer biri bin dolar kaybetmişse, aynı zamanda bir başkası bin dolar kazanmıştır ve bunu hak etmek için her ikisi de hiçbir şey yapmamıştır. Bu durumda, ikisi arasında bir eşitsizlik durumu ortaya çıkacaktır. Eşit davranılmayı hak etmiş olmalarına karşın, biri kaybederken diğeri kazanmıştır. Eğer bin doları kazanan kişi diğerinin kaybetmesine neden olmuşsa, eşitsizlik duygusu çok güçlü olacaktır, fakat yalnızca diğerinin bin dolar kaybettiğini bilmesi bile, bir eşitsizlik duygusu yaşamasına neden olacaktır. Bu duygu, kazananın kaybedenden daha fazlasını hak etmediği bir durumda vardır. İki kişiden, aynı çabayı göstermelerine karşın, birinin kazanıp diğerinin kaybetmesi, bir anlamda adaletsizliktir; bu nedenle, ortada bir haksızlığın ya da adaletsizliğin olduğuna ilişkin bir duygu gelişecektir. Unutulmaması gereken nokta, bu dengesizliğe yeniden bir biçim vererek bir eşitlik durumu yaratma yönünde bir eğilimin bulunduğudur.

Eşitlik (Hakkaniyet) Eğilimi İçin Kanıtlar

Bir dizi çalışma bunu kanıtlamıştır. Bu çalışmaların birçoğunda (Berscheid ve Walster, 1967; Berscheid ve diğerleri, 1969) denekler, karşısındakiler kendi hatası olmaksızın kaybederken, kendilerinin kazandığı bir oyun oynadılar (kumar). Oyunun sonunda kazanan kişiye (gerçek denek) kazandığı paranın bir bölümünü kaybedene geri verme fırsatı tanındı. Bu koşullar altında, kazanılanın, yasal olarak kazanılmış bile olsa, bir bölümünü geri verme yönünde güçlü bir eğilimin bulunduğu görüldü. Tersine, kazanılanların eşit olması durumunda denekte, kazandığının bir bölümünü karşısındaki oyuncuya verme yönünde çok cılız bir eğilimden ancak söz edilebilirdi.

Schmitt ve Manvell de (1972) eşitlik ilkesini destekler nitelikte bulgular elde ettiler. İki kişilik bir takımın üyelerinden birine, ortağına verilenin iki, üç ya da beş katı verildiğinde bu üyenin kazandığını eşitlemek için, aldığı paranın bir miktarını ortağına vermek eğiliminde olduğu gözlendi. Ek olarak, fazla ödüllendirilen ortağın, ödüllerin daha hakça paylaştırılacağı güvencesinin verildiği bir başka oyunda oynamaya, genellikle istekli olduğu da görüldü. Diğer bir deyişle, daha hakça bir paylaşım için, yalnızca paranın bir bölümünü gözden çıkarmakla kalmıyor, daha başlangıçta eşitsizliğe neden olan duruma tekrar dönmekten de kaçınıyordu.

Leventhal, Michael ve Sanford (1972) bir takımın üyelerine para dağıtmaları istenen deneklerin, başarılı olanlara daha fazla vermek eğiliminde olduklarını ortaya koydular. Fakat grupta çatışmayı önlemek için olacak, en başarısıza hak ettiğinden biraz fazla, en başarılıya da hak ettiğinden biraz eksik verme yönünde hafif bir eğilim gördüler. Başka bir deyişle, ödüllerdeki farklılık başarılardaki farklılığın gerektirdiğinden daha küçüktü.

Lerner tarafından yapılan birçok çalışma, oldukça küçük çocukların bile hakkaniyet kurallarına göre davrandıklarını göstermiştir. Bir oyun oynayan ve kazanılan ödülleri dağıtabilen anaokulu yaşındaki çocukların hakkaniyeti bir tarafa bırakarak, Lerner’ın tarafsızlık (parity) adını verdiği bir ilkeyi kullandıkları görülmektedir. Diğer bir deyişle, oyuna katkısına bakılmaksızın herkes aynı miktarda pay almaktadır. Fakat biraz daha büyük çocuklar, takımdaki her üyenin çabasını göz önüne alarak, takımdaki yeri daha önemli olanlara daha büyük ödüller vermektedirler (Lerner, 1974). Ek olarak, daha fazla katkıda bulunanların daha büyük ödüller bekledikleri de görülmektedir. Bir başka çalışma da (Long ve Lerner, 1974), yaptıkları belirli bir iş karşılığı olarak fazla ödeme yapılan çocukların, aynı iş için bekledikleri kadar bir ödeme yapılan çocuklarla karşılaştırıldığında, daha sonra hayır kurumlarına daha fazla para ödedikleri gözlendi. Bu sonucun ilginç bir yönü, bu farklılığın bağışların ilan edilip edilmemesine bakılmaksızın ortaya çıkmasıdır. Öyle görülüyor ki, çocuklar birilerini etkilemek ya da gösteriş yapmak için değil, öyle istedikleri ya da doğru bir davranış olduğuna inandıkları için katkıda bulunuyorlardı.

Eşitlik ya da sosyal adalet yönelimiyle ilgili diğer sonuçlar daha az özgecidir. Birey anlaşılan kendisine de haklı ya da adil davranılması konusunda çok duyarlıdır. Eğer bir takımın bir üyesine dağıtılmak üzere eldeki bütün para verilirse, çoğu koşullarda bunu eşit olarak dağıtacaktır. Fakat kendisine verilen paranın miktarı beklediğinden daha az ya da oldukça fazla olduğunda, kendisine takım arkadaşlarına verdiğinden daha fazlasını ayırmak eğilimindedir (Lane ve Messe, 1972). Öyle görülüyor ki, dağıtımı ya da bölüştürmeyi yapan kişi, hiç değilse hak ettiğini güvence altına almak istemektedir (olması gerektiğinden daha az paranın bulunduğu durumlarda). Ya da beklenenden fazla paranın bulunduğu durumlarda fazlalıktan özellikle kendisi yararlanmak istemektedir. Bu davranış tam olarak eşitlikçi bir davranış değildir, ancak garip bir biçimde (hiç değilse kişinin kendisi için) toplumsal adalet anlayışına uymaktadır. Benzer bir biçimde, eğer bölüştürmeyi yapan kişi kendisinin takım arkadaşından daha iyi olduğunu düşünürse, eldeki paranın yarısından fazlasını kendine ayırmak eğilimindedir. Öte yandan, eğer kendisinin arkadaşından daha kötü olduğunu düşünüyorsa, yarıdan daha azını kendisine ayıracaktır (Leventhal ve Lane, 1970; Leventhal ve Anderson, 1970). Diğer bir anlatımla, fırsat verildiğinde birey, başarı ya da katkıları açısından herkese hak ettiğini vermeye çalışacaktır. Fakat ortada dağıtmak için çok fazla ya da çok az paranın bulunması durumunda bencillik su yüzüne çıkmakta ve birey önce kendi çıkarını korumaktadır.

İyilik Borcu

Hakkaniyet görüşünün diğer bir sonucu, bir başkası için bir iyilik yapmanın etkisiyle ilgilidir. Eğer havasız, sıcak bir odada çalışıyorsak ve biri bize içecek soğuk bir şey getirirse, bu kişi bize iyilik yapmış olur. Bu durumda kendimizi borçlu hisseder, bir karşılıkta bulunmak yönünde bir baskı duyarız. Sonradan kendisi için bir şey yapmamızı isterse, isteğini bize bir iyilik yapmamış olduğu durumda olduğundan daha fazla yerine getirmek eğilimindeyizdir. Benzeri biçimde, eğer sıkıcı ve yorucu bir iş yaparken biri bize yardım teklif ederse, karşılığında ona yardım etmeye daha bir eğilimli oluruz.

Biri bir iyilik yaptığında, duyarlı hakkaniyet dengesini bozmaktadır. Bizim için bir şey yapmıştır; biz ise onun için bir şey yapmadık. Ona bir şeyler borçluyuzdur. Eşitliği yeniden sağlamak doğrultusunda onun için bir iyilik yapmak zorundayızdır. İstediğinde ona yardım etmek için, küçümsenmeyecek bir baskı altında hissederiz kendimizi. Hatta bizden kendisinin bize yaptığından çok daha fazla çabaya mal olacak bir şey istese bile, onu reddetmeyi kolay kolay göze alamayız.

Berkowitz bir dizi çalışmada bu olguyu (borçlu hissetme) araştırmıştır (Berkowitz, 1968; Berkowitz ve Daniels, 1964; Goranson ve Berkowitz, 1966). Yaptığı deneylerde, her deneğe bir iş yaptırılmış ve bir yalancı denek ona yardım etmiştir. Daha sonra, denek benzeri bir işte yalancı deneğe yardım etme fırsatı ele geçirmiştir. Böyle bir durumda deneklerin, kendilerine daha önce yardım eden yalancı deneklere, yardım etmeyenlerden daha fazla yardım etme eğiliminde oldukları görülmüştür. Bu deneylerde, denek için yapılan iyilikle deneğin karşılık olarak yaptığı iyilik aynıydı. Yapılan iyiliklerin farklı olduğu durumlarda da benzeri bir etkinin söz konusu olduğu Regan (1968) tarafından yapılan bir çalışmada gösterilmiştir. Üniversite öğrencileri çifter çifter deneye alınmışlardır. Fakat gerçekte, her çiftin üyelerinden biri bir yalancı denektir. Araştırmanın algısal ve estetik yargılarla ilgili olduğu söylenmiştir. Denekler ayrı odalara alınmış, kendilerine bir dizi resim gösterilmiş ve her resmi ne kadar sevdiklerini belirtmeleri istenmiştir. Bir dizi resmi ne kadar sevdiklerini belirttikten sonra, kısa bir ara verdirilmiş ve bu arada, kendilerine deney hakkında konuşmamak koşuluyla istediklerini yapabilecekleri söylenmiştir. Bu noktada yalancı denek yerinden kalkmış, binadan ayrılmış ve bir süre sonra iki şişe Coca Colayle geri gelmiştir. “Araştırmacıya bir şişe Coca Cola alıp alamayacağımı sordum. Alabilirsin dedi. Bir tane de sana getirdim diyerek”, birini deneğe uzatmıştır. Denek Coca Colayı aldıktan sonra, araştırmacı değerlendirmeleri için ikinci bir dizi resim vermiştir. Diğer bir koşulda araştırmacı dışarı çıkmış ve iki Coca Cola ile dönmüştür. “Çocuklar size Coca Cola getirdim” diyerek birini deneğe, diğerini de yalancı deneğe vermiştir. Üçünü koşulda deneğe Coca Cola verilmemiştir.

İkinci dizi resimler de ne kadar sevildikleri açısından değerlendirildikten sonra, kısa bir ara daha verilmiş ve bu arada yalancı denek (deneğin işitebileceği kadar yüksek bir sesle) araştırmacıdan deneğe bir not gönderip gönderemeyeceğini sormuştur. Araştırmacı, deneyi ilgilendirmemek koşuluyla bunu yapabileceğini belirtmiştir. Bundan sonra yalancı denek aşağıdaki notu yazmıştır:

Benim için bir iyilik yapar mısın? Memlekette, mezun olduğum liseye bir spor salonu yaptırma yararına para toplamak için piyango biletleri satıyorum. Biletlerden her biri yirmi beş Cent’tir. Sonunda bir çekiliş yapılacak. Ödül olarak Corvette marka yeni bir araba verilecektir. Eğer en çok bileti ben satabilirsem elli dolar kazanacağım ve buna ihtiyacım var. Almak istersen, bu notun altına kaç tane istediğini yaz ve bana geri gönder ki, seninkileri ayırayım. Ne kadar çok alabilirsen o kadar iyi, ancak alabildiğin kadarı da büyük bir yardım olacaktır. Teşekkürler (Regan, 1968, s. 19).

Yapılan ya da yapılacak yardımın ölçüsü, deneğin satın almaya razı olduğu bilet sayışıydı. Veriler Çizelge 71’de görülmektedir.

ÇİZELGE 71
İyilik borcunun yardım etme davranışı üzerindeki etkisi
Koşul
Satın alınmaya razı olunan bilet sayısı
Coca Colayı yalancı denek verdi
1.73
Coca Colayı araştırmacı verdi
1.08
Coca Cola yok
0.92
Kaynak: Regan’dan (1968) alınmıştır.

Yalancı deneğin deneğe bir Coca Cola verdiği ve ondan kendisi için bir iyilik yapmasını istediği koşulda, Coca Colayı araştırmacının verdiği ve Coca Colanın verilmediği koşullarda olduğundan daha fazla yardım edildiği görülmüştür. Son iki koşuldaki yardımlar arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Bu araştırmaya göre, kendimize bir iyiliğin yapılmasından sonra, bizden bu iyiliği yapan kişiden başka birinin yardım istemesi, bizi yardım etmeye daha eğilimli kılmamaktadır. Fakat araştırma, bir kişinin daha fazla yardım etmesini sağlamanın bir yolunun ona yardım etmek olduğunu göstermektedir. Yardımın alıcısı, kendisini yardım edene borçlu hissetmekte ve arkasından gelen yardım isteğine uymaya, ona hiçbir iyiliğin yapılmadığı durumda olduğundan daha hazır olmaktadır.

Bir iyiliğe karşılık verme eğilimi oldukça güçlü ve evrensel bir eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun ABD, Japonya ve İsveç’i de içine alan birçok kültürde geçerli olduğu ortaya konmuştur (Gergen ve arkadaşları, 1975). Örneğin Greenberg ve Frisch (1972), büyük iyiliklerin küçük iyiliklerden daha sık karşılık gördüğünü ortaya koymuşlardır. Ek olarak, ilk yardımın yardım amacıyla yapıldığı düşünülürse, karşılık görmesi olasılığı, rastlantısal ya da kaza eseri yapıldığının düşünüldüğü durumlarda olduğundan daha yüksektir. Benzeri bir biçimde, Goranson ve Berkowitz (1966), bu etkinin kısmen diğer kişinin yardım etme nedenini algılayış biçimine bağlı olduğunu göstermişlerdir. Araştırmalarında yalancı denek, ya gönüllü yardım etmiş ya da yardım etmesi emredilmiştir. Yardım gönüllü yapıldığında, denekler zorunlu olduğu durumdakinden daha fazla karşılık vermişlerdir. Öyle görülüyor ki, yardım önerisinin isteğe bağlı olmadığı durumlarda çok az bir karşılık verme zorunluluğu yaratılmaktadır. Bu araştırma, ayrıca zorunluluk duygusunun öncelikle yardım önerisinde bulunan kişiye karşı duyulduğunu düşündürmektedir. Binlerinden yardım alan deneklerin yalnızca kendilerine yardım eden kişilere, karşılığında bir iyilik yapmak eğiliminde oldukları, fakat başka birine yardım etmeye daha az eğilimli oldukları görülmüştür.

Zorunluluk duygularına ek olarak, yardım etme davranışı üzerinde iyilik yapmanın etkisini açıklamanın olası diğer bir yolu da sevme açısından olabilir. Bir iyilik yapma, genellikle dostça, arkadaşça bir davranış olarak algılanır. Yardımın alıcısı kendine yardım edeni, etmeyen birinden daha fazla sevecektir ve bu sevme daha sonraki yardım isteğine daha fazla uymaya yol açabilir. Ancak bu noktada, sevmenin uymayı etkileyen önemli bir etmen olduğu yönünde çok az kanıt vardır. Dolayısıyla, bu açıklama bir tahmin olarak görülmelidir. İyilik yapmanın yardım etme davranışı üzerindeki etkileri temel olarak toplumsal adalet ve eşitlik yönünde duyulan baskılara bağlanabilir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz