Tembelliğin Baş Kahramanı Oblomov: “İnsan bazen Mozart’ı bile dinlemek istemiyor”

Oblomov“Her duydukları şey üzerinde inceden inceye fikir yürütürler, ama aslında hiçbir şeyle de candan ilgilendikleri yoktur. Ha böyle gürültü patırtı etmişler, ha uyumuşlar, hepsi bir. Konuştukları şeyler kiralanmış elbiseler gibi, kendi malları değildir. Yapacak işleri olmadığı için güçlerini öteye beriye harcarlar. Her şeye sarılan ilgileri, ruhlarının boşluğunu ve sevgi yoksulluklarını kapayan bir örtüdür. Ama orta halli bir yol seçmek ve orada derin bir iz bırakarak yürümek işlerine gelmez; çünkü böylesi can sıkar, göze çarpmaz; çok şey bilmek o zaman işe yaramaz, gösterişe yer kalmaz.”*

***
“Her şey; durmadan öteye beriye koşmalar, küçük ihtiras oyunları, hele de açgözlülükler, rekabetler, dedikodular, birbirine çelme atmalar, birbirini tepeden tırnağa süzmeler. Konuşmalarını dinledikçe insan budalalaşıyor. İlk bakışta zeki adamlar sanırsın, yüzlerinde ciddilik okunur, ama bütün söyledikleri şu biçim şeyler: “Falanca veya filanca, bilmem ne satın aldı, bilmem neresini kiraladı.” Başka birisi: “Aa! Olur şey değil; niçin acaba?” Ya da: ” Falanca dün akşam kulüpte müthiş para kaybetti, bir başkası üç yüz bin kazandı.” İllallah bunlardan. Bunlar arasında insanlık nerede? İnsanlığın yüceliği, bütünlüğü nerede kaldı? İnsanlık ufak paralar haline gelmiş.”**

Yaratılmış bir dünyada yaşamak mı, yaşanılacak bir dünya yaratmak mı?

İnsan, iki dünyada yaşıyor. Biri, gezegenimiz olan dünya, diğeri, kişinin kendi dünyası. Kişinin kendi dünyası, elbette gezegenin doğal koşullarıyla irtibatlı. İki dünya arasında etkileşim var. İnsanların çoğu, kendi dünyalarının farkında değiller. Bu farkındasızlık, kişinin ümmî kalmasına neden oluyor. Ümmî, doğuştan elde ettiği kazanımların üzerine bir şey koyamayan anlamında. Bunların yaşayabilecek bir dünyaları olmadığı gibi –ki buna benlik de denebilir- gezegenin doğal şartlarıyla da uyum sağlayamıyorlar. Ümmî insan, iki dünyada da yok. Boşlukta yaşıyor.

Oblomov, en genel anlamda, kişinin kendi dünyası (benlik) ile yaşadığı gezegen arasındaki çatışmanın romanı olarak görülebilir.

Oblomov, 1800’lü yılların sonunda yaşamış, Rus derebeyi sınıfının çocuğudur. Oblomov’un ait olduğu sınıfın, içinde yaşadığı tarihsel dönemle ilişkisi trajik olmuştur. Bu sınıfın inanışları, pratikleri ve ilişkileri o dönemde yıkılmaya başlar. Oblomov da bu yıkıntının altında kalmaktan kurtulamaz. Bu yıkıma karşı, bir şeyler yapması gerektiğinin farkındadır, ancak bir şeyler yapacak dermanı yoktur. O zamana kadar, hep onun yerine birileri bir şeyler yapmıştır çünkü. Fakat asalaklığın soyluluk olduğu dönem artık sona erecektir…

Soylular ile halk arasındaki setin yıkılması, soylu ile halk arasında bir çatışma doğurur. Oblomov, kaybedilen iktidarın hırsını, uşaklığını yapan Zahar’dan çıkarır. Zahar’a verdiği nasihatler, bağırıp çağırmalar, hep bu hırsın dışa vurulmasıdır. Hırs, bilinçaltındadır. Çünkü Oblomov, iktidarın kaybedildiğini kabullenmek istemez. Batılı dostu Ştoltz’a şöyle der: “Köylülere okuyup yazmayı öğretmek tehlikeli; toprağı kazmaz olurlar.” (S.205) Buna benzer bir tavra, malum Ankara valisinin, Osman Yüksel Serdengeçti’ye söylediği malum sözlerden de aşinayız aslında… Bu ülkede de Oblomov’lar çoktur.

Oblomov’daki tek çatışma, soylu ile sıradan insan arasında değil. Doğulu ve batılı insan arasında da bir çatışma var. Gonçarov, Oblomov’un yanına yerleştirdiği iki karakterle, bu iki çatışmayı roman boyu diri tutuyor. Oblomov’un uşağı Zahar sıradan, cahil ve kaba insanı; en yakın arkadaşı Ştoltz ise batılı, çalışkan ve idealist insanı temsil ediyor. Oblomov, bir yandan, sıradan insan karşısındaki saygınlığının yitirilişini sindirmeye çalışırken, diğer yandan, batıya karşı kompleksleriyle yüzleşiyor. Ştoltz karşısında içten içe eziliyor. Batılı karşısındaki ezilmişliğinin hırsını, yine cahil köylü Zahar’dan çıkarıyor. Bu da, ne kadar tanıdık bir aydın tavrıdır değil mi?

Gonçarov’un klasikleşmiş bu eserinin, İş Bankası baskısının önsözünde Nikolay Dobrolyubov’un şu sözüne yer verilmiş: “Bu kitapta önemli olan Oblomov değil, Oblomovluktur.” Oblomovluk, bir yaşam pratiğinden yoksunluğa işaret eder. Oblomovluğun temel vasıfları tembellik, miskinlik, müzmin huzursuzluk ve yorgunluktur. Batının, Reform ve Rönesans’ı gerçekleştirmesi, Oblomovluğu, doğu insanının ruhuna işlemiştir sanki. Oblomovluk, sadece Rus insanının değil, belki bütün doğu insanının sorunudur.

Kitabın önsözünde Lenin’in şu sözleri yer alıyor: “Rusya üç devrim geçirdi ama yine de Oblomov’lar kaldı; çünkü Oblomov’lar yalnız derebeyler, köylüler, aydınlar arasında değil, işçiler, komünistler arasında da vardır. Toplantılarda, komisyonlarda nasıl çalıştığımıza bakarsanız, eski Oblomov’un içimizde olduğunu görürsünüz. Onu adam etmek için daha çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak, dövmek gerekecektir.

Oblomov’lar döverek adam edilir mi? Doğulu devrimciler, genellikle bu yolu denediler. Sonuç, herkesin takdiri…

Oblomov, Rus toplumundaki kabuk değişiminin en çarpıcı ifadelerinden biri. Eski Rus kültürü ile Avrupa kültürü arasındaki gerilim, dönemin birçok Rus romanına konu olmuş. Osmanlı romanında da benzer izler görmek mümkün. Şerif Mardin’e göre, Türk modernleşmesi incelenirken, Osmanlı dönemine ait romanların, görmezden gelinmemesi gerekir. Recaizade Mahmud Ekrem’in, Tanzimat’ın ardından toplumun bazı kesimlerinde beliren yüzeysel batılılaşma gayretlerini eleştirdiği Araba Sevdası adlı romanını inceleyen Mardin, romanın baş kişisi Bihruz Bey’i, Oblomov’a benzetir. Bihruz Bey’i, Türk Oblomov’u olarak adlandırır. Şerif Mardin’e göre, Bihruz Bey’in de, Oblomov’un da hastalığı aynıdır: “İkisinde de uygarlık hastalığının aynı çeşidi görülür: kök ve kimlik yoksunluğu.” (Türk Modernleşmesi, Şerif Mardin, S. 37, İletişim, İstanbul 2008)

Çoğumuz, içinde bulunduğumuz koşullardan memnun değiliz. Başka bir dünya istiyoruz. Ne istemediğimizi biliyoruz ama ne istediğimizi bilmiyoruz. Bize sunulan bütün düşünme biçimleri, ne istemediğimizi ifade etmek üzerine kurulu. Ne istediğimizi ifade edecek bir dilden yoksunuz. O dili inşa edemediğimiz sürece, Oblomovluk hepimizi bekleyen bir tehlike.

Güzel veya kötü olan, sadece kişilerin, olayların ve nesnelerin kendisi değil. Güzeli ve kötüyü belirleyen, aynı zamanda, bizim kişilere, olaylara ve nesnelere bakışımız. Dolayısıyla, güzel veya çirkin, dışsal olduğu kadar, içsel de durumlardır. O halde, Oblomovluk içimize işlemişse, güzelin güzel olduğunu görmek mümkün olmayacaktır.

Deniz, çoğu insana huzur verir. Deniz kenarında olmak, denizi izlemek, güzelliğin alanına girer. Ama Gonçarov’un kahramanı Oblomov, Oblomovluğundan ötürü denizden şöyle bahseder: “Mesela deniz. Allah eksik etmesin ama bizden uzak olsun daha iyi! İnsana hüzün vermekten başka şeye yaramaz. Baktıkça ağlayacağınız gelir. Bu uçsuz bucaksız su kitlesi önünde ruh ezilip büzülür; hiç değişmeden, alabildiğine uzayıp giden bu güzel manzarada yorulan göz, dinlenecek bir yer bulamaz.” (S.119) Bu nasıl bir keyifsizliğin ifadesidir… Bakmak ve görmek arasındaki fark bu olmalı. Oblomov, o esnada denizi görmemektedir. Denize dair kafasında belli imgeler vardır ve bu imgelerin çoğu, içinde bulunduğu huzursuzluktan dolayı kötü imgelerdir. Oblomov, denizin kafasında yarattığı çağrışımlara bakmaktadır sadece. Bazıları, böylesi bir bakışı, bir “insan”a bakarken de yapıyor ki, savaşlar, katliamlar ve sömürüler, tam da bu bakıştan kaynaklanıyor.

Kitapta, Oblomovluğun en çarpıcı ifadesi şu cümle olmalı: “İnsan bazen Mozart’ı bile dinlemek istemiyor…” (S.240) Oblomov’un ki, Mozart’ın kıymetini bildiği halde, ondan zevk alamamak. Bir de, Mozart’a vâkıf olamamak var. Hangisi daha acı olabilir?

Emre Demir
Ayraç dergisi 6. sayısı (Mart 2010)
“İnsanlar, rahat yaşamak için çalışıyor, ama rahat değiler” >>


*Oblomov, İvan Gonçarov (Sayfa 216 – İş Bankası Y.)
**Oblomov, İvan Gonçarov (Sayfa 213 – İş Bankası Y.)

“Ya ben yaşadığım hayatı anlayamadım, ya da bu hayatın hiçbir değeri yoktu. Daha iyisini de bulamadım, göremedim, kimse göstermedi.”

Kitabın baş kahramanı Oblomov adında bir Rus soylusudur. Oblomov kendisi için hep yeni projeler üzerine düşünür, ama tembelliğinden dolayı bir türlü bunları hayata geçiremez. Durumu daha da kötüye gitmeye ve toprağını kaybetmeye başlar. Olga’ya olan büyük aşkı bile değişmesini sağlamaya yetmez. Oblomov aslında yazarın Rus aristokrasisine bir eleştirisidir. Romanın kahramanlarından Stoltz ise disiplin ve çalışkanlığıyla Avrupa’yı ve burjuvaziyi simgeler. Ayrıca Oblomov çok dürüst, saf, insanların iyiliğini isteyen ve sadık bir insandır. Oblomov’un karakteri “Oblomovluk” diye bir kavramın doğmasına da yol açmıştır. Bu kavram aşırı tembelliğin bir ifadesi olarak kullanılmaya başlamıştır. Rus yönetmen Nikita Mikhalkov tarafından 1980 tarihinde Neskolko dney iz zhizni I.I. Oblomova (A Few Days in the Life of I.I. Oblomov) adıyla sinemaya uyarlanmıştır. Türkçe’de Oblomov adıyla gösterilmiştir.

 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz