Seçim 2011 | Peki şimdi ne olacak? – Prof. Dr. Gençay Gürsoy

Eğer seçim sonuçlarında bir feraset eseri aranacaksa onun sahibi, bunca yıldır sürüp giden zulümlere, baskılara, yıldırma çabalarına boyun eğmeyen ve bütün engellemelere, yüzde 10 seçim barajı gibi hiçbir demokraside örneği olmayan ucubeliğe karşın 36 bağımsızı meclise göndermeyi başaran Kürt halkı ve ondaki devrimci dönüşüm potansiyelini fark eden inatçı Türkiye solcularıdır. Türkiye solunun bu başarıya katkısını da fazla abartmamak gerekir. Entelektüel ve manevi desteği dışında, niceliksel katkısı, birinci Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) beri ne uzayan ne kısalan hepitopu 200- 300 bin civarında oydan ibarettir.

Eğri oturup doğru konuşalım, kendini “Türk” kimliğiyle ifade eden seçmen, seçim meydanlarında adam asma yarışının, dini ve milli duyguları istismar etmenin, özel hayatın dokunulmaz alanını pervasızca çiğnemenin en yakası açılmadık örneklerini sergileyen AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı bir kez daha canı gönülden ödüllendirdi.
“Evet, seçmen R. Tayyip Erdoğan’ı ödüllendirdi ama bu coğrafyaya dilediği gibi nizamat vermesini sağlayacak padişah beratını da esirgedi, buna da şükür!” kabilinden fakir tesellilerinin bence hiçbir geçerliliği yok. Niyet düpedüz o beratı vermekti ama bu kez kaderin cilvesine takılan seçim barajı, AKP milletvekili sayısında bir miktar iskontoya yol açtı, hepsi o kadar.
Eğer seçim sonuçlarında bir feraset eseri aranacaksa onun sahibi, bunca yıldır sürüp giden zulümlere, baskılara, yıldırma çabalarına boyun eğmeyen ve bütün engellemelere, yüzde 10 seçim barajı gibi hiçbir demokraside örneği olmayan ucubeliğe karşın 36 bağımsızı meclise göndermeyi başaran Kürt halkı ve ondaki devrimci dönüşüm potansiyelini fark eden inatçı Türkiye solcularıdır. Türkiye solunun bu başarıya katkısını da fazla abartmamak gerekir. Entelektüel ve manevi desteği dışında, niceliksel katkısı, birinci Türkiye İşçi Partisi’nden (TİP) beri ne uzayan ne kısalan hepitopu 200- 300 bin civarında oydan ibarettir.

Rüşt ispatı
Kürt siyasi hareketinin Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adıyla 36 bağımsızı meclise gönderebilmesi öyle lafı edilip geçilecek bir başarı değil. Binlerce aktif siyasetçisi KCK davalarından cezaevlerinde çile dolduran, her seçim toplantısı akıl almaz boyutlarda polis şiddetiyle dağıtılan, her yasal eylemde onlarca destekleyeni tutuklanan Kürt siyasi hareketi, bu seçim başarısıyla rüştünü tam anlamıyla ispat etti. Başta Kürt sorunu ve anayasa olmak üzere ülkenin bütün temel ve siyasal sorunlarında en önemli role sahip aktörlerden biri olduğunu da kanıtladı.
Hareketin doğasından ve tarihsel gelişiminden kaynaklanan kimi iç sorunlar ortalığı kırıp dökmeden hale yola koyuldu, Kürt toplumu içinde olabildiğince çoğulcu bir taban genişlemesi ve katılımı sağlandı ve isabetli bir aday kadrosu çıkartıldı. Bütün bunların ötesinde Kürt siyasi hareketi olarak, iktidar-yargı örtülü ittifakının bağımsız adaylar için kurduğu seçim tuzaklarının üstesinden gelme ve oy dağılımını neredeyse ev ev düzenleme becerisiyle, olağanüstü bir örgütleme başarısı gösterildi. Unutmayalım ki, Güneydoğu’da bağımsızların kazandığı her milletvekilliği başka hiçbir partinin değil AKP’nin meclis çoğunluğunu bir eksiltti. Bunun kıymetini, başta CHP olmak üzere, mutlak AKP (R. Tayyip Erdoğan) iktidarından endişe duyan her siyaset bilmek, görmek ve bundan sonraki adımlarını ona göre atmak zorunda.

Yorumlar, niyet okumalar
Seçim gecesi iktidar yandaşı medyanın (olmayanı kaldı mı?) pek beğendiği R. Tayyip Erdoğan’ın “balkon konuşması”, kimilerine göre göz yaşartıcı bir hitabet örneğiydi. Kimilerine göre de, içinde Kürt sorununun çözümünü ve yeni anayasanın özünü belirleyen bir şifreyi gizliyordu: “Kurucu felsefe”. Blok harflerle manşetten verilen şifrenin altında açıklaması vardı: “Erdoğan konuşmasında, Kürt meselesi için düşündüğü çözümün ipucunu verdi: Adem-i merkeziyetçi 1920-1924 dönemi örnek alınacak”( Taraf, 4 Haziran 2011).
Oysa konuşmanın ne “kuruluş felsefesi” sözcüklerinin geçtiği bölümünde ne de başka bir yerinde “adem-i merkeziyet” ifadesi yer alıyordu. Konuşma metninin herhangi bir yerinde 1920-1924 dönemine bir gönderme de yoktu. Konuşmanın kuruluş felsefesiyle ilgili bölümünde “Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bina ettikleri Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesine uygun şekilde güçlü demokrasisiyle muasır devletler seviyesine ulaşmıştır” deniyordu. Yani geleceğe ait bir atıf ya da tasavvur ima edilmiyor, bugünün devleti tarif ediliyordu.
R. Tayyip Erdoğan’ın bu cümlesinden “sayemizde demokrasimiz güçlenmiştir, durum iyidir, yola devam!” yerine, Kürt sorununun çözümünde T. C. kuruluş felsefesine dayanan “adem-i merkeziyetçi” bir anlayışa yer verileceği yorumunu çıkarmak hiç kolay değil. Nitekim niyet okumaya çalışan iyi niyetliler, bin dereden su getirerek bu yorumu doğrulamak için epey çaba sarf ediyorlar: “Neden ‘Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi’ de ‘Atatürk ilke ve inkilapları’ değil, neden ‘Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları’ da ‘Ulu önder Atatürk’ değil” (Yıldıray Oğur, Taraf, 4 Haziran 2011).
Biraz zorlama da olsa bu yorumun büsbütün ayakları havada olduğunu söyleyemeyiz. En azından bir iyi niyet beyanı olduğunu da inkar edemeyiz. Gerçekten de konuşma metninde yeni anayasanın kapsayıcı olacağı konusunda vaatler yok değil: “Bu anayasada herkes kendisini bulacak. Doğu kendisini bulacak, Batı kendisini bulacak, Kuzey bulacak, Güney bulacak… Bu anayasa Türk’ün, Kürt’ün, Zaza’nın, Arap’ın, Çerkes’in, … yani 74 milyonun anayasası olacak” vb…

Olasılıklar, beklentiler
Etnik kimliklerden arınmış, adem-i merkeziyetçi, özgürlükçü ve gerçekten demokratik bir anayasal yaklaşımın Kürt sorununun çözümünde çok önemli bir adım olacağından kimsenin kuşkusu yok. Yukarıda sözünü ettiğim yorumda ifade edildiği gibi Abdullah Öcalan’ın da aynı doğrultuda çözüm önerileri var: “Başbakan 15 Haziran’a kadar çıkıp konuşsun ve bana ‘silahlı güçlerini bir yere çek ve biz de demokratik anayasa çözümü üzerinden çözüm getireceğiz’ desin. O zaman bu savaşı durdurmuş olur.”
Peki ama Kürt siyasi hareketi ve bu memleketin siyasi etik, terbiye, edep, erkandan az buçuk nasiplenmiş insanları, R. Tayyip Erdoğan’ın daha yankıları kulaklarımızda çınlayan o karanlık sözlerini, meşru Kürt siyasetçilerini “terörist” ilan eden ithamlarını, Abdullah Öcalan’ın ipini çekerek oy devşirme telaşını nasıl unutacak? Bütün bu konuşmaların yaydığı tahammülfersa kokuyu balkondan atılan çiçek demetleri mi ortadan kaldıracak?
Pişkin Türk medyası balkon konuşmasını pazarlama heyecanı içinde, seçim dönemlerinde bu tür sertliklerin olağan karşılanması gerektiğine dair örnekler sıralarken, Kürt siyasal hareketinin seçim sonrası ilk açıklamaları kimilerinin beklediği gibi başarı sarhoşluğu içinde esip savurmaktan hayli uzak, soğukkanlı ve ölçülü bir üsluptaydı. Besbelli ki BDP’de herkes, Kürt halkının barış ve demokrasi taleplerinin öfkeden çok, uzlaşma yanlısı bir dili zorunlu kıldığını kavramış durumda. İmralı’dan gelen ilk işaretler, devlet-Öcalan görüşmelerinin seçim sonrasında devam ettiğini ve “eylemsizlik sürecinin uzayıp uzamayacağının bu görüşmeden çıkacak sonuca göre belirleneceğini” gösteriyor (Taraf, 15 Haziran 2011).
Kısaca Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kritik eşikte Kürt sorununun çözümü ve yeni anayasa konusunda adım atmaya nispeten elverişli bir iklime doğru yol aldığını, seçim sonrası iç hesaplaşmaları yatıştırabildiği takdirde ana muhalefet partisinin de en azından sorun çözme yolunda yapıcı tavrını sürdüreceği söyleyebiliriz.
Hamle sırası şimdi iktidarda (R. Tayyip Erdoğan). En iyimser beklenti, seçim zaferinin sağladığı ego tatminiyle rahatlayan R. Tayyip Erdoğan’ın, başkanlık rejimini hedefleyen Çankaya hesaplarını bir yana bırakıp barış ve demokrasi yolunda üzerine düşeni yaparak “tarihe geçmek” isteyeceği öngörüsüne dayanıyor (Tarhan Erdem, Taraf, 15 Haziran 2011) . En kötümser beklenti, R. Tayyip Erdoğan’ın, bunun tam tersini yaparak tarihe değil ‘resmi tarihe’ geçmek için fırsat kollayacağı şeklinde özetlenebilir. En olası beklenti ise, her zaman olduğu gibi ikisinin arasında bir yerlerde. Bekleyip görelim.

19/06/2011 (Radikal 2)


Gençay Gürsoy, (d. 20 Ağustos 1939, Oltu, Erzurum, Türkiye), Türk Nörolog.

İlk, orta ve lise eğitimini Kars’ta tamamlayarak 1956’da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ ne girdi. 1963 yılında mezun olarak Bitlis’ in Adilcevaz ilçesinde mecburi hizmetini ve İstanbul’ da askerlik hizmetini yapmasının ardından 1966’da aynı fakültenin Nöroloji kürsüsünde asistanlığına başladı. 1970’de uzman, 1975’de doçent oldu. 1980’de profesörlüğe yükseltildi. 12 Eylül Darbesinin etkisiyle; 1983 yılında 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası’na dayanılarak “bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmamak üzere” görevinden uzaklaştırıldı. 1990’da Danıştay kararı ile kaybedilmiş haklarını geri alarak görevine döndü.

1968-1969 ve 1972-1974 yılları arasında Oslo Tıp Fakültesi’nde nöroradyoloji eğitimi gören, Dr. Gürsoy, çalıştığı kürsüde başta serebral anjiyografi olmak üzere çeşitli nörolojik görüntüleme yöntemlerinin uygulanabildiği nöroradyoloji laboratuarlarının kurulmasını sağladı. Nörolojinin çeşitli konularında uluslararası ve ulusal bilimsel dergilerde yayınlanmış yazıları, kitap bölümü ve monografileri bulunan Prof. Dr. Gençay Gürsoy’un 1975-1990 dönemine ait gazete ve dergilerde çıkan toplumsal-siyasal içerikli yazılarını topladığı Bir Resimaltı adlı kitabı 1991’de yayınlanmıştır.

Bir dönem İstanbul Tabip Odası genel sekreterliği, iki dönem TTB Yüksek Onur Kurulu üyeliği, iki dönem İstanbul Tabip Odası başkanlığı yapan Gürsoy, 1996 – 2002 tarihleri arasında İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı yürütmüştür. 2006 yılında üniversite öğretim üyeliği görevinden emekli olan Prof. Gürsoy, aynı yıl Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığına seçilmiştir .

1962 yılında öğrenciyken Türkiye İşçi Partisi’ne girmiş, parti kapatılıncaya kadar gençlik kollarında ve çeşitli yönetim kademelerinde çalışmıştır. 1989’da sosyalistleri bir parti çatısı altında toplamak amacıyla başlatılan “Kuruçeşme Toplantıları”nın çağrıcıları arasında yer alan Dr. Gürsoy, Sosyalist Birlik Partisi (SBP) kuruluşuna katkıda bulunmuş daha sonra kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)’nin merkez organlarında 3 dönem görev yapmıştır.

Asistanlığı döneminde (1961-1970) Üniversite Asistanları Sendikası (ÜNAS) İstanbul Şube başkanlığını, sendika kapandıktan sonra kurulan Üniversite Asistanları Derneği’nin (TUMAS) kurucu üyelerinden biri olarak 2 dönem dernek başkanlığını yapmıştır. Dr. Gürsoy İnsan Hakları Derneği ve İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucuları arasında yer almış, ilk dönem yönetim kurullarında çalışmış, 3 dönem Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf Başkanlığı’nı üstlenmiştir.

Halen Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığını Temmuz 2010’a kadar sürdürmüştür.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz