NIETZSCHE: GELECEK, GEÇMİŞİ PEŞİNDEN SÜRÜKLER DURUR

Günlük yaşantılarımız kurbanı bazen bu, bazen o dürtüye fırlatırlar; dürtü kurbanı hırsla kapar. Ancak, bu olayların bütün gelişleri ve gidişleri, bütün dürtülerin beslenme gereksinimleri ile mantıksal bir bağ içinde değildirler. Böylece iki farklı şey ortaya çıkar; birinin açlıktan ölmesi ve körelmesi, ötekinin tıka basa yemesi.

Başından Geçmek ve Uydurmak

Birisi özbilişini ne kadar ilerletirse ilerletsin, hiçbir şey yapısını oluşturan bütün dürtülerin imgesinden daha yetersiz olamaz. Ancak kabalarının adlarını sayabilir. Sayılarıyla güçleri, gelgitleri, birbirleriyle oynadıkları oyunlarıyla karşı oyunları ve her şeyden önce beslenme yasaları ona tümden yabancı kalır. Yani bu beslenme tesadüf eseri olur. Günlük yaşantılarımız kurbanı bazen bu, bazen o dürtüye fırlatırlar; dürtü kurbanı hırsla kapar. Ancak, bu olayların bütün gelişleri ve gidişleri, bütün dürtülerin beslenme gereksinimleri ile mantıksal bir bağ içinde değildirler. Böylece iki farklı şey ortaya çıkar; birinin açlıktan ölmesi ve körelmesi, ötekinin tıka basa yemesi. Yaşamımızın her anı, o anın içinde taşıdığı ya da taşımadığı besine göre varlığımızın birkaç ahtapot kolunu büyütür, diğer bazılarını kurutur. Söylediğimiz gibi, deneyimlerimizin hepsi bu anlamda gıda maddeleridir, ama bunları kimin açlık ve sefalet olduğunu, kimin tok ve bolluk içinde yüzdüğünü bilmeden kör bir el dağıtmıştır. Ve organların bu rastlantısal beslenmesinin sonucu olarak büyümesini tamamlamış ahtapot da kendi oluşu gibi biraz rastlantısal olacak.

Daha açık söylemek gerekirse: Bir dürtünün tatmin edilmek istediği bir noktada bulunduğunu varsayalım… ya da gücünün kullanma ya da boşaltma, ya da bir boşluğun doyurulması… bunların hepsi mecazi konuşmadır: Böylece o, günün her olayına, kendi amacı için nasıl kullanabileceği yönünden bakar; acaba şimdi insan koşuyor mu, yoksa dinleniyor mu, yoksa kızıyor mu? yoksa okuyor mu, yoksa konuşuyor mu, yoksa kavga mı ediyor, yoksa sevinç çığlıkları mı atıyor? Susamış olan dürtü, insanın içine girdiği her durumu aynı şekilde yoklar ve ortalama olarak onda kendisi için hiçbir şey bulamaz, beklemek ve susamaya devam etmek zorundadır. Bir süre daha devam edip, güçsüz düşecektir, tatminsizlik birkaç gün ya da ay daha sürerse, yağmur almayan bir bitki gibi kuruyacaktır. Eğer bütün dürtüler rüyada görülen yiyeceklerle memnun olmayan açlık gibi kökten davransalardı, belki rastlantının bu vahşiliği göze daha şiddetli batardı. Ama dürtülerin birçoğu, özellikle sözde ahlaksal olanlar, işte bunu yaparlar… eğer tahminim doğruysa, rüyalarımız “gıdanın” gün boyu rastlantısal yokluğunu bir dereceye kadar dengeleme değeri ve anlamı taşırlar.

Neden dünkü rüya sevgi ve gözyaşlarıyla dolu, evvelki günkü komik ve coşkulu, bir önceki serüvenci ve hep kasvetli bir arayıştı? Neden bir rüyada tarifsiz güzelliklerinin tadını çıkarıyor, bir başkasında bir kartalın engin keyfiyle uçup süzülüyorum uzak dağların doruklarına? Sevginin ya da komikliğin ya da serüvenciliğin ya da müzik ve dağ isteğimizin dürtülerimize oyun alanı ve boşalma sağlayan bu uydurmalarımız —ve her biri kendi ikna edici örneğine sahip olacak— sinir tahriklerimizin uyku sırasındaki yorumlarıdır, kan dolaşımı ve bağırsak hareketlerinden, kolların ve yorganın baskısından, kilise çanlarının seslerinden, rüzgar fırıldaklarından, gece nağaracılarından ve diğer tarzlardaki şeylerden kaynaklanan çok serbest, çok keyfi yorumlardır. Genelde bir gece için neyse öbürü için de büyük ölçüde aynısı olan bu metin, öyle değişik yorumlanır ki, yaratıcı akıl aynı sinir tahriklerine dün için ve bugün için çok değişik nedenler hayal eder. Bunun sebebi, bu aklın suflörünün bugün, dünkünden başka olmasında yatar. — Başka bir dürtü tatmin olmak, çalışmak, alıştırma yapmak, içini açmak ve boşaltmak istiyordu, — şimdi o yüksek dalgasında bulunuyordu, dün ise o durumda olan başka birisiydi.— Uyanık yaşamın, rüyada yaşarken elde ettiği bu yorum özgürlüğü yoktur, pek hayalci olmayıp gem vurulmamıştır… dürtülerimiz uyanıkken dahi sinir tahriklerini yorumlamaktan ve ihtiyaçlarına göre “nedenlerini” koymaktan başka bir şey yapmadıklarını; uyanıklıkla rüya arasında, önemli bir fark olmadığını; çok değişik kültür düzeylerinin karşılaştırılmasında bile, birindeki uyanık yorum özgürlüğünün, diğerinin rüyadaki özgürlüğüne hiçbir şekilde taviz vermediğini; ahlaksal yargılarımız ve değer vermelerimiz de bizce bilinmeyen psikolojik bir sürecin sadece imgeleri ve fantezileri, bir çeşit alışılmış dili, belli bir sinir tahriki olarak niteleneceğini; bütün sözde bilincimiz, bilinmeyen, belki bilinemeyen, ama hissedilen bir metnin az ya da çok fantastik yorumu olduğunu da anlatayım mı?

— Küçük bir yaşantıyı ele alalım. Bir gün pazardan geçerken birisinin bize güldüğünü fark ettiğimizi varsayalım: O anda içimizdeki şu ya da bu dürtünün o andaki kabarmasına göre, bu olay bizim için şu ya da bu anlama gelecek… ve hangi türden insan isek ona göre çok değişik bir olay olarak yorumlanacaktır. Birisi onu bir yağmur damlası gibi kabullenir, öteki bir böcek gibi üzerinden silkeler, başka biri onunla ticaret yapmaya kalkar, bir başkası gülecek bir şey var mı diye elbisesini kontrol eder, öbürü bunun sonucu olarak komiklik hakkında derin derin düşünür, birinin dünyanın neşesine ve güneş ışığına istemeden bir parıltı vermiş olmak hoşuna gider… ve her halükarda dürtü bununla tatmin olur; o ister kızma, ister kavga etme, ister düşünme, ister iyi niyet besleme dürtüsü olsun. Bu dürtü, olayı kendi ganimeti gibi yakalar: Neden tam da o? Çünkü o aç susuz pusuya yatmıştır. —Geçenlerde öğleden önce saat on birde hemen önümde bir adam yıldırım çarpmışçasına birdenbire doğruca yere yıkıldı. Çevredeki kadınlar çığlık attılar; ben ise onu ayağa kaldırıp, tekrar konuşana kadar bekledim… bu sırada, yüzümdeki hiçbir adale hareket etmedi, hiçbir şey hissetmedim, ne korku, ne merhamet, tersine, yapılması gerekeni yaptım ve soğukkanlı bir şekilde oradan uzaklaştım. Bana bir gün önceden sabah saat on birde birisinin yanımda bu şekilde yıkılacağının söylendiğini varsayalım… önceden bin bir türlü acıyla kıvranırdım, gece uyuyamazdım ve belki de en önemli anda ona yardım edecek yerde o adam gibi olurdum.

Yani bu arada bütün olası dürtülerin olayı düşünüp yorumlamak için zamanı olurdu.—

Yaşantılarımız nedir? İçine koyduğumuzun içinde bulunandan daha çok oluşudur! Ya da esasen içinde hiçbir şey yoktur mu demeli? Başından geçmek için hayal kurmak mı demeli?

Friedrich Nietzsche
Tan Kızıllığı / Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler – İmge Yayınevi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz