Siz Korkular Kurgulamadınız mı Hiç?
Sıradan insanlar – canlı ve aydınlıktır;
Yanlızca ben karanlık ve kasvetliyim.
Sıradan insanlar -kesin ve kurnazdır;
Yalnızca ben, donuk ve ahmağım.
Ve yine de, yalnızca ben hükmedilmeyen ve ıssızım,
Yalnızca ben, diğerlerinden farklıyım.
Tao I Ching (R.L.Wing çevirisi, Thorsons 1988)
Sevgili Dostum,
Böyle bir mektuba nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Seninle çok yakındık. Fakat belki çok değişmişsindir. Belki beni anımsamayacak kadar çok… Çünkü zaman değiştiriyor. Örneğin ben çok değiştim.
Görsen tanımayacağına yemin edebilirim. Kediler ölülerini gizlerlermiş. Öleceğini anlayan bir kedi ortadan yok olur, on yıllık sahibi bile cesedini bulamazmış. Bu güne kadar da eceliyle ölmüş bir kedinin cesedine rastlayan olmamış. Sadece ortadan kayboluyorlar.
Görüşmediğimiz süre içinde hep aynı yerde görev yaptım. Oraya gittiğimden beri -ne kadar sevinmiştik hatırlarsın- bir kâbusu yaşıyorum. Keşke savaşın orta yerine gitseydim belki çok daha kısa bir süre yaşardım, fakat hiç olmazsa yaralı insanları iyileştirmeye çalışmakla geçerdi o kısa zaman dilimi. O doktorları nasıl kıskanıyorum bilemezsin. Ben ne mi yapıyorum? Bir hapishane doktoru ne yaparsa onu dostum. Mahkumları tedavi ediyorum. Ve onlar idam ediyorlar. Biliyorsun bu hapishaneye girenler oradan bir tek şekilde çıkabiliyorlar. Yine benim verdiğim ölüm raporuyla. Fakat önce tedavi ediyorum. ıdam edilmeden önce sağlık raporu veriyorum. Ve sonra, ölüm raporu veriyorum. Sabah altı otuz, sağlıklı; sabah dokuz onbeş, ölü. Ve günler gelip geçiyor, ben ölmüyorum. Her an duracağını zannettiğim kalbim beni her gün yanıltıyor. Dün gece yine tuhaf bir rüya gördüm. Fakat ondan öncekini anlatmalıyım. Geçen ay idam edilmeden önce muayene ettiğim bir kadınla ilgili. Kadın savaş suçlusu olarak getirilmişti. En yakın arkadaşı gizli polismiş. Ve onun hazırladığı raporla tutuklanmış, suçunu itiraf etmiş. “Savaş karşıtlığı ve düşman ülkelerin menfaatlerini koruma ve kollama eğilimi…” Her neyse geçenlerde gördüğüm rüya şöyle:Bir kasabadayım. Çok fakir bir yer.
Bir cenaze töreni yapılmakta. Ölen, sıradan bir yoksul. Tam gömülmek üzereyken, ölünün alacaklıları cenazeyi basıyorlar ve borçları ödenmeden gömülemeyeceğini söylüyorlar. Ölünün yakınları yalvarıyorlar adamlara fakat nuh diyorlar peygamber demiyorlar. Ne kadar borcu olduğunu soruyorum. Adamların söylediği o kadar küçük bir miktar ki durum son derece saçma geliyor bana ve çıkarıp borcu ödüyorum. Sonra adamın evindeyiz. Yakınları beni ağırlamak istediklerini söylüyorlar. ıtiraz etmiyorum ve geceyi orada geçirmeye karar veriyorum. Odanın ortasına bir yatak serilmiş. Yatıyorum ve borçlarını ödediğim için huzur içinde gömülmüş olan adam rüyama giriyor. Bana teşekkür ediyor ve bundan sonra bahtımın açıldığını, başıma hiç ummadığım kadar güzel şeyler geleceğini muştuluyor.
Yalnız her şeyde ortağız artık, diyor. Uyanıp yola çıkıyorum. Artık bambaşka bir yerdeyim. Göl kıyısı. Gün batarken birden gölün içinde bir kızın yüzdüğünü görüyorum. şaşırıyorum. O “Sağlıklı:ıdam
edilmesinde bir sakınca yoktur!” raporu verdiğim genç kadın. Ne iyi, kurtulmuş diyorum. O sırada kız beni farkediyor ve bana doğru yüzüyor. Ona aşık olduğumu hissediyorum. O da bana aşıkmış.
Birbirimizin yüzünü öpüyoruz. Fakat birdenbire bana kızdığını hatırlıyor sanki. Neden kurtarmadın beni diyor. Benim bir şey söylememe fırsat vermeden sudan çıkmaya başlıyor. Belinden aşağısı korkunç bir ejderha bedeni ve bacaklarının arasından binlerce yırtıcı çene çıkıyor. O sırada borçlarını ödediğim adamın sesini duyuyorum.
’Ne kazanırsan yarısı benim demiştim. ışte şimdi ödeşiyoruz!’ diyor ve kızın ejderha kısmını alıyor. Genç kadınla sonsuz bir mutluluk içinde sulara gömülüyoruz ve uyanıyorum. Canını sıktığımı biliyorum, sevgili dostum. şimdi bu mektubu okumak yerine kimbilir neler yapacaktın.
Fakat başka çarem kalmadı. Senin bir nebze olsun yaşadıklarıma tanık olmanı istedim. Çünkü yaşanılanlar izlenmiyorsa, bilinmiyorsa hiç bir anlamı kalmıyor. Tanığı olmadığımız olaylar bizim için adeta varolmuyorlar. Beni gözünün önünde canlandırmanı istiyorum. Son görüşmemizden bu yana hızla yaşlandım. Orta yaşlı bir adam görüntüsüne sahip, kel ve zayıfım. Küçükken kızların hoşuna giden çillerim hastalıklı suratımda pis lekelere dönüştü. Ve her sabah o gün asılacak ya da ilaçla öldürülecek olan mahkumları muayene ediyorum.
Ya da idam edilmiş olanların ölüm raporlarını yazıyorum. Sonra öğlen oluyor. Yemekten sonra yine muayeneler… Akşamları ise tam bir işkence. Televizyonda hiçbir şey yokmuşcasına eğlenen insanların gizli hayatları üzerine alışılmış programlar ve bir türlü gelmek bilmeyen uyku. Uzunca bir süreden beri o kadını rüyalarımda görüyorum.
Bazılarında demin anlattığım gibi mutlu sonla uyanıyorum, fakat çoğunlukla kâbuslarla boğuşuyorum. Kalbim hasta olduğu için uyuşturucunun dozunu artıramıyorum. Ha söylemeyi unuttum. Evde kendime küçük bir laboratuvar kurdum. Eminim farkındalar fakat bir şey söylemiyorlar. Hatta ürettiğim sentetik uyarıcıları ima ederek infaz işinde çalışanlara özel bir ’moral programı’ uygulamamı bile istediler. Özellikle gardiyanlardan beşinin birbiri ardına intiharından sonra…
Kendime birazcık nefes aldırabildiğim tek pencere bu sentetik uyarıcılar. Ne yazık ki haftada iki kez kullanabiliyorum ve ancak o zaman rüyalarım mutlu sonla bitiyor. Kâbuslarım ise hep aynı. Tuhaf ve büyük bir apartmanın önünde başlıyor rüya. Kapıdan içeri girmem gerekli fakat tam kapının önüne gevşek bir iple bağlı ve durmaksızın havlayan vahşi bir köpek girmeme engel oluyor. O sırada yüzünü hiçbir zaman seçemediğim bir adam gelip köpeği kontrol altına alıyor ve ben içeri girebiliyorum. Asansör gitmem gereken kata ulaştığında bu apartmanda her katın tek bir daire olduğunu anlıyorum. ıçerde egzotik bir atmosfer var. Her taraf karanlık. Mumların cılızca aydınlattığı köşelerde göze çarpan garip semboller var. Bir takım arkaik resimler görüyorum. Taş devrinde insanların şeytan figürleri betimlediklerini fark edince şaşırıyorum. Neden orada olduğumu bilmiyorum. Tütsüye karışan bir parfüm kokusu alıyorum. Hiç kimseyi net olarak görmememe rağmen çevremde bir sürü insan olduğunu hissediyorum. ızleyen gözlerin varlığı heyecanlandırıyor beni. O sırada odacık gibi bir yeri gözetlerken buluyorum kendimi. Ortamda duyulan müziğin volümü kulakları sağır edecek kadar yükselmiş durumda.
Odanın içinde bir çok çıplak kadın ve erkek görüyorum. şeytani bir alem yaptıklarını ve sonunun mutlaka kötü biteceğini hissediyorum.
Kaçma şansım varken yine de merakıma ve kaderime yeniliyorum.
Odanın orta yerindeki yükseltide elleri ve ayakları iki yana açılarak bağlanmış çıplak bir adam yatıyor. Adamın yüzünü görmüyorum. Başı arkaya doğru gerilmiş durumda olduğu için heyecanla atan şah damarına dikiyorum gözlerimi. Tüm bedeni harfler ve işaretlerle boyanmış bir kadının yavaş yavaş adamın üzerine oturduğunu görüyorum. Adamın organı hiç zorlanmadan bıçak gibi giriyor kadının bedenine. Nefesim sıkışıyor. Aynı anda kadın elindeki ipi gevşetiyor ve adamın boynuna doğru hizalanmış olan giyotinin karanlığın içinde su gibi aktığını ve yine aynı anda orada yatan adamın kendim olduğunu anlıyorum. Kadının hep aynı kadın olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Ve bedenimden ayrılıp yerlerde sürünen kafam, vücudumla birleşmeye devam eden o kadını izliyor. En nihayet cansız bedenim içindeki son tohumları kadına boşaltıyor. Ben olmaktan çıkmış bedenimin kadınla çiftleşmesi ve kesik boğazımdan hırıltılarla fışkıran kan, artık bana ait olmayan bir bulantı duygusu yaratıyor zihnimde. O anda, adını bile duymadığım şeytani bir güç için askerler doğurmak üzere cansız bedenlerden gebe kalan kadınlardan oluşan bu ölüm tarikatının sıradan bir kurbanı olduğumu anlıyorum. Bu kâbustan her uyanışımda, kalbim, deli gibi çarparak bir gün daha bu korkunç rüyayı görürsem beni terkedeceğini söylüyor çığlık çığlığa. Çaresizlikle kabul ediyorum kaderimi. Daha doğrusu ediyordum. Bu geceye kadar.
Gidiyorum dostum. Bir saat kadar önce kararımı verdim. Fakat sanki beynimin bir bölümü yıllardır bu gidişi planlıyormuşcasına rahatlıkla ayrıntıları benim için hallediyor. Senin adresini çarçabuk yıllardır durmakta olduğu çekmeceden bir çırpıda çıkaran parmaklarım, bu satırların büyük bir doğallıkla kağıda geçişi, gideceğim yerin belirlenmesi her şey benim dışımda gelişiyormuş gibi şaşkınlıkla izliyorum. Çünkü gidiyorum dostum. O kedilerin gittikleri bilinmeyen ülkeye gidiyorum. Hoşçakal…
Belki de Gerçekten istiyorsun – Murat Gülsoy
Yazar Hakkında
Murat Gülsoy, 1967’de ıstanbul’da doğdu. Mühendislik ve Psikolojieğitimi gördü. Üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyor. 1992 yılından beri Hayalet Gemi dergisini çıkarıyor; öykülerinin yanısıra internette alt.zine adlı dergide elektronik ortama yönelik metin denemeleri gerçekleştiriyor. Aynı zamanda Açık Radyo’da program yapımcısı. Yazarın Can Yayınları’ndan çıkan Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul ve Bu Kitabı Çalın adlarını taşıyan iki öykü kitabı var.