Mutluluğu Ölçmek: Zenginlikle mutluluk arasında bir ilişki var mı?

İnsanlar daha zengin ve daha sağlıklıysa daha mutlu olmalıdırlar. Fakat gerçek bu kadar basit mi? Filozoflar, rahipler ve şairler binlerce yıldır mutluluğun ne olduğuna ilişkin düşündüler ve çoğu, en az fiziksel koşullar kadar toplumsal, ahlaki ve ruhani etkenlerin de mutluluk üzerinde etkili olduğu sonucuna vardılar. Belki de modern zengin toplumlar tüm refahlarına rağmen yabancılaşma ve manasızlıktan muzdariplerdir. Belki de eskiden daha zor koşullarda yaşayan atalarımız topluluk, din ve doğayla kurdukları bağdan çok daha memnunlardı.

Son yıllarda psikologlar ve biyologlar insanları neyin mutlu ettiğini anlamak için bilimsel araştırmalar yapmaya başladılar. Para mı, aile mi, genetik mi, yoksa erdemli olmak mı? Burada atılması gereken ilk adım ölçülecek şeyi tanımlamaktır. Mutluluğun genel olarak kabul edilen tanımı, “öznel iyi olma hâli”dir. Bu görüşe göre mutluluk, insanın kendi içinde hissettiği bir şeydir: ya o anda hissedilen bir haz veya hayatın akışıyla ilgili uzun dönemli bir memnuniyet. Eğer bu benim içimde hissettiğim bir şeyse dışarıdan nasıl ölçülebilir? Mantıken bunu insanlara nasıl hissettiklerini sorarak anlayabiliriz, dolayısıyla psikologlar ve biyologlar da anketler yapıp verilen cevapları da alt alta topladılar.

Tipik bir mutluluk anketinde insanlardan, “hâlimden memnunum”, “hayatın beni ödüllendirdiğini düşünüyorum”, “geleceğe dair umutluyum” ve “hayat güzeldir” gibi cümlelere ne kadar katıldıklarını 0’la 10 arasında değerlendirmeleri istenir. Araştırmacı sonra bu cevapları toplayarak anketi cevaplayan kişinin ortalama öznel iyi olma seviyesini derecelendirir.
Bu tür anketler, mutluluğu pek çok nesnel etkenle ilişkilendirmek için kullanılır. Örneğin bir çalışma, yılda 100 bin dolar kazanan bireylerle 50 bin dolar kazananları karşılaştırabilir. Eğer bu çalışma ilk grubun ortalama 8,7, ikinci grubunsa ortalama 7,3 seviyesinde mutlu olduğunu keşfederse araştırmacı zenginlikle mutluluk arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu sonucuna varabilir; yani basitçe anlatmak gerekirse, para mutluluk getiriyor demektir. Aynı yöntem demokrasilerde yaşayan insanların diktatörlüklerde yaşayanlara göre, evlilerin bekarlara, boşanmışlara veya dullara göre daha mutlu olup olmadığını incelemek için de uygulanabilir.

Bu da geçmişteki zenginlik, politik özgürlük ve boşanma oranlarını ölçebilecek tarihçilere bir zemin sağlar. Eğer demokrasilerde yaşayan insanlar ve evliler daha mutluysa, tarihçi geçtiğimiz on yıllardaki demokratikleşme sürecinin insanlığın mutluluğuna katkı yaptığını, buna karşılık artan boşanma oranlarının tersi bir eğilim gösterdiğini öne sürebilir.
Bu düşünce biçimi sorunsuz değildir, ama hatalarının altını çizmeden önce bulgularını değerlendirmekte fayda vardır.
Çıkarımımız paranın mutluluk getirdiğidir. Ama bu çıkarım bir noktaya kadar doğruyken, sonrasında pek bir anlamı yoktur. Ekonomik piramidin dibinde yer alan insanlar için daha fazla para daha fazla mutluluk demektir. Örneğin evlere temizliğe giderek ayda bin lira kazanan bekar bir anne, lotodan 500 bin lira kazanırsa mutluluğunda oldukça ciddi ve uzun dönemli bir değişiklik gerçekleşecektir, çünkü daha fazla borca girmeden çocuklarına kıyafetler alabilecek ve onları besleyebilecektir. Öte yandan, yılda 250 bin lira kazanan üst düzey bir yönetici lotodan 1 milyon lira kazanırsa veya şirketi bir anda maaşını iki katına çıkarırsa, mutluluğu muhtemelen sadece birkaç hafta sürecektir. Ampirik bulgulara göre, uzun dönemde nasıl hissettiği kesinlikle değişmeyecektir. Daha şık bir araba satın alır, saray gibi bir eve taşınır, Doluca yerine Chateau Petrus şarabı içmeye başlar, ama kısa süre sonra bunlar sıradan gelmeye başlayacaktır.

Aile ve topluluğun mutluluğumuz üzerinde para ve sağlıktan daha fazla etkisi var

Diğer bir ilginç bulgu da, hastalıkların kısa dönemli mutluluğu azalttığı, ama uzun dönemli mutsuzluk kaynağı olması için ya hastalığın sürekli olarak kötüye gitmesi, ya da hastalığın devamlı ve yüksek acıya sebep olması gerektiğidir. Diyabet gibi kronik hastalıkları olan insanlar genellikle bir süre için mutsuz olurlar, ama hastalık daha kötüye gitmiyorsa buna kısa sürede alışırlar ve mutluluk seviyeleri de sağlıklı insanlarınki kadar artar. Farz edelim ki, Ayşe ve Ahmet orta sınıfa mensup ikiz kardeşler ve bir mutluluk araştırmasına katılmayı kabul ediyorlar. Psikoloji laboratuvarından dönerken Ayşe’nin arabasına otobüs çarpıyor ve ömür boyu topal yaşamak zorunda kalıyor. Kurtarma ekibi gelip onu enkazdan kurtarmaya çalışırken Ahmet’in telefonu çalıyor ve lotoyu tutturup 10 milyon lira kazandığını öğrenerek sevinçten çığlıklar atıyor. İki yıl sonra Ayşe hâlâ topal ve Ahmet hâlâ çok zengin, ama araştırmacılar önceki araştırmayı takiben yeni bir çalışma yaptıklarında, ikisinin de yaşamlarını değiştiren o günün sabahında verdikleri cevapları verme ihtimali çok yüksektir.
Aile ve topluluğun mutluluğumuz üzerinde para ve sağlıktan daha fazla etkisi var gibi görünüyor. Sıkı bağlara sahip ve destekleyici ailelerle topluluklarda yaşayan insanlar, problemli aileleri olan ve hiçbir zaman ait olacakları bir topluluk bulamamış (veya aramamış) insanlardan belirgin şekilde daha mutlular. Evlilik özellikle önemli bir konu. Defalarca yapılan çalışmalar iyi evlilikle yüksek öznel mutluluk arasında ve kötü evliliklerle mutsuzluk arasında çok yakından ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Bu, ekonomik hatta fiziksel koşullardan bile bağımsız olarak doğrulanmaktadır. Kendisini çok seven bir eşi, yakın ilişkilere sahip bir topluluğu ve ailesi olan çulsuz bir sakat, eğer fakirliği çok şiddetli değil ve hastalığı kötüleşmiyorsa veya çok acılı değilse, yalnız ve her şeye yabancılaşmış bir milyarderden çok daha mutlu olabilir.
Bu da geçtiğimiz iki yüz yıldaki fiziksel koşullarda gerçekleşen çok ciddi iyileşmelerin, aile ve topluluğun çöküşüyle sıfırlanabileceği ihtimalini ortaya çıkarıyor. Eğer böyleyse, günümüzdeki ortalama insan 1800’lerdekinden daha mutlu değil demektir. O kadar değer verdiğimiz özgürlük bile aleyhimize çalışıyor olabilir. Eşlerimizi, arkadaşlarımızı ve komşularımızı seçebiliyoruz, ama onlar da bizi bırakmayı seçebilirler. İnsanlar artık kendi yaşamlarına daha önce olmadığı kadar çok etki edebiliyorken, bir yandan da bağlanmakta zorlanabiliyorlar; dolayısıyla da çözülen topluluklar ve ailelerle birlikte giderek yalnızlaşan bir dünyada yaşıyoruz.

Tüm bu çalışmaların en önemli bulgusuysa mutluluğun zenginlik, sağlık hatta topluluk gibi ölçülebilir koşullara bağlı olmadığıdır. Mutluluk daha ziyade somut durumla soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır. Eğer bir kağnı istiyorsanız ve kağnıyı alabiliyorsanız, memnunsunuzdur; Ferrari isterken ancak ikinci el bir Tofaş alabiliyorsanız yoksunluk hissedersiniz. Bu yüzden lotoyu tutturmak uzun vadede insanların mutluluğu üzerinde, çok ciddi bir araba kazasıyla aynı etkiyi yaratabiliyor. Durumumuz iyileşince beklentilerimiz yükseliyor ve sonuç olarak nesnel koşullarımızdaki büyük gelişmeler bile bizi memnuniyetsiz kılabiliyor. Koşullar kötüleşince beklentiler iyice azalıyor ve ciddi bir hastalık bile bizi önceki hâlimizden daha mutsuz etmiyor.

Bunu anlamak için psikologlara ve birtakım anketlere gerek olmadığını düşünebilirsiniz. Binlerce yıl önce yaşayan peygamberler, şairler ve filozoflar zaten elinizdekilerden memnun olmanın, daha fazlasını elde etmekten çok daha önemli olduğunu söylemişlerdi. Belki de öyle, ama bu kadar çok sayıyla ve tabloyla desteklenen modern araştırmaların eskilerin vardığı sonuca varmaları yine de güzel.

* * *

Beklentilere verilen büyük önem, mutluluğun tarihini anlamak için gerekli ve geniş kapsamlı çıkarımlar içeriyor. Eğer mutluluk sadece zenginlik, sağlık ve toplumsal ilişkiler gibi somut koşullara bağlı olsaydı tarihteki mutluluğu incelemek daha kolay olurdu; mutluluğun öznel değerlendirmelere bağlı olması, tarihçilerin işini çok daha fazla zorlaştırıyor. Modern insanların elinde bir dolu sakinleştirici ve ağrı kesici var; ama rahatlık ve haz beklentilerimizle, konforsuzluğa ve keyifsizliğe tahammülsüzlüğümüz o kadar yükseldi ki, acıdan atalarımızın etkilendiğinden çok daha fazla etkileniyor olabiliriz.
Bu düşünceyi benimsemek zor olabilir. Buradaki sıkıntı zihnimizin derinlerine işlemiş bir mantık hatasıdır. Şu anda veya geçmişte başkalarının ne kadar mutlu olduklarını hayal etmeye çalışırken, ister istemez kendimizi onların yerine koyarız ve böylelikle hatalı bir biçimde kendi beklentilerimizi başkalarının koşullarına uygulamış oluruz. Modern zengin toplumlarda her gün duş almak ve kıyafet değiştirmek sıradandır, ortaçağdaki köylülerse aylarca yıkanmaz ve kıyafetlerini neredeyse hiç değiştirmezlerdi. Böyle yaşamanın düşüncesi bile bizim için iğrençken, ortaçağ köylüleri bunu hiç sorun etmezlerdi, uzun süredir yıkanmayan bir gömleğin kokusuna ve hissine alışkınlardı. Kıyafet değiştirmek istiyor ama değiştiremiyor da değillerdi, zaten yaşamak istedikleri gibi yaşıyorlardı. O ana dek, en azından kıyafet konusunda, mutlulardı.
Düşününce, bu aslında o kadar şaşırtıcı değil. En nihayetinde şempanze kuzenlerimiz de çok nadiren yıkanıyor ve hiç kıyafet değiştirmiyorlar, ayrıca evdi kedi ve köpeklerimizin duş yapmamasından ve her gün kıyafet değiştirmemesinden iğrenmiyoruz; hatta onları sürekli kucaklıyor, sarılıp öpüyoruz. Zengin ülkelerdeki küçük çocuklar da genellikle duş yapmayı sevmez ve onlara bu güya çekici âdeti benimsetmek ebeveynlerin yıllarca süren uğraşlarını ve disipline etme çabalarını gerektirir. Her şey beklentilerle alakalıdır.

Eğer mutluluk beklentiyle alakalıysa, toplumumuzun iki temel direği —medya ve reklamcılık— farkında olmadan da olsa, dünyanın mutluluk rezervlerini sonuna kadar tüketiyor demektir. Beş bin yıl önce küçük bir köyde yaşayan on sekiz yaşında bir erkek olsaydınız, muhtemelen çok yakışıklı göründüğünüzü düşünecektiniz; çünkü köyde sizden başka yalnızca elli erkek daha olacak ve bunların çoğunluğunu da yaşlı, yaralı veya kırışık ciltli erkekler veya küçük çocuklar oluşturacaktı. Oysa bugün bundan çok daha rahatsız hissetmeniz olasıdır. Okuldaki diğer gençler de çok çekici olmasalar da, kendinizi onlarla değil bütün gün televizyonda, Facebook’ta ve devasa reklam panolarında gördüğünüz film yıldızları, atletler ve süper modellerle kıyaslıyor olacaksınız.

Bu yüzden de, Üçüncü Dünya ülkelerindeki memnuniyetsizlik sadece fakirlik, hastalık, yozlaşma ve politik baskıdan değil, sürekli olarak Birinci Dünya standartlarına maruz kalmaktan kaynaklanıyor da olabilir. Ortalama bir Mısırlının açlık, hastalık veya şiddetten ölme ihtimali II. Ramses veya Kleopatra döneminde, Hüsnü Mübarek dönemine göre çok daha yüksekti, hatta Mısırlıların fiziksel koşulları hiç şimdiki kadar iyi olmamıştı. Dolayısıyla bu insanların 2011’de sokaklarda dans ederek Allah’a şükredeceklerini düşünebilirdiniz, oysa onlar ayaklanarak Mübarek’i devirdiler. Sonuçta, kendilerini firavunların yönetiminde yaşayan atalarıyla değil, Obama’nın Amerika’sındakilerle kıyaslıyorlardı.
Eğer durum buysa, ölümsüzlük bile mutsuzluk sebebi olabilir. Bilimin tüm hastalıklara çözüm bulduğunu, yaşlanmayı önleyen tedaviler geliştirdiğini ve insanların sürekli genç kalmalarını sağlayan yöntemler geliştirdiğini farz edin. Muhtemelen en yaygın sonuç daha önce eşi görülmemiş bir kızgınlık ve endişe salgını olacaktır.
Bu yeni tedavilere gücü yetmeyen büyük çoğunluk mutsuz olacaktır. Tarih boyunca fakirler ve baskı altındakiler en azından ölümün eşitleyici olduğunu, zenginin de fakirin de öleceğini düşünerek teselli buldular; fakat bu insanlar kendilerinin öleceğini, zenginlerinse genç ve güzel kalacağını düşünerek rahat edemezler.

Öte yandan, bu tedavilerden faydalanabilen küçük azınlık da, endişe edecek çok şeyi olacağından mutlu olamayacaktır. Yeni tedaviler ömürlerini ve gençliklerini uzatsa da, ölüleri geri getiremez; kendinin ve tüm tanıdıklarının aslında sonsuza kadar yaşayabileceğini, ama bir kamyon kazasının veya bir teröristin bunu elinden alabileceğini bilmek ne kadar korkunç olur! Ölümsüz olma şansı bulunan insanlar, en ufak riske karşı bile aşırı tepkiler geliştirecek ve bir eşi, çocuğu veya yakın arkadaşı kaybetme acısı tahammül edilemez olacaktır.

Yuval Noah Harari
Hayvanlardan Tanrılara – Sapiens

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir