Köhne Modernlik: Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Saatleri Ayarlama Enstitüsü – Martin Riker

ahmet hamdi tanpinarGeçmişten gelen edebî keşifler için özellikle iyi bir dönem yaşıyoruz; Ahmed eş Şidyak’ın “Bacak Bacak Üstüne” (1855) kitabının birinci ve ikinci ciltlerinin yeni baskılarıyla Giacomo Leopardi’nin 2,600 sayfalık “Zibaldone” (1898)’sinin uzun soluklu çevirisi ve şimdi Ahmet Hamdi Tanpınar’dan ikinci büyük romanı “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” (1962).
Bir anlamda eski, bir anlamda yeni olan bu tarz kitapların hepsi bize sanki edebiyat denen şeyin kendi başlarına bizim küçük ânımızdan çok daha geniş olduğunu hatırlatan bir kategoriye erişirler.
Tanpınar (1901-62) modern Türk yazınında biçimlendirici bir şahsiyetti; vefatının üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen İngilizcedeki kariyeri daha yeni başlıyor. Orhan Pamuk’un “İstanbul hakkında yazılmış en büyük roman” dediği, heybetli eseri “Huzur” (1949), İngilizcede 2008’de kendine yer buldu.

Erken Cumhuriyet dönemi İstanbul’unun geniş ölçekli dünyasında II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde el çabukluğuyla ayarlanan modern Batı değerleri, aniden oldu-bittiyle dayatıldığı zaman, halk ve kültür bunlar için hazırlıksızdı. Köhne modernlik, Osmanlı tarihi ve gelenek üstüne yazıldıkça genişleyerek sonuçlandı, Tanpınar’ın daimî konusu oldu: Boşluk, vaktiyle birisinin, “iki yaşam arasında askıda kalmış” diye nitelediği gibiydi.

Yıllar sonra Tanpınar, bu boşluğu diğer büyük romanı “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nde gözden geçirdi; fakat daha açık açık ve gülünç bir biçimde. Bir Türk yayıncısının hazırladığı İngilizcede az bilinen bir baskısı yıllardır ortalıkta gezinmekteydi; bu mükemmel kitap şimdi Maureen Freely ve Alexander Dawe’in yeni bir tercümesiyle Penguin klasiklerinden basılarak yerini sağlamlaştırdı. Penguin baskısı Türk tarihinin hatları dahil olmak üzere zengin bir içerik sunuyor: Çevirmenlerin açıklayıcı notu, metin şerhleri ve Pankaj Mishra’nın yazdığı bir takdim yazısı Tanpınar’ın çalışmasının ardındaki kültürel tarihi detaylandırıyor. Ne var ki çok fazla ambalajlanmasının yanında, bazan çeviri kitaplara karşı gösterdiğimiz “yabancı kitapları daha da yabancı görme” refleksinden bir parça muzdarip.

Saatleri Ayarlama Enstitüsü, birinci sınıf bir komik roman olmasının ötesinde, tarihî ve kültürel özgüllüğü sebebiyle Metal Hiciv (Menippean Satire) olarak adlandırılan Batılı edebiyat geleneğine atılmış büyük bir adımdır.

Bu tür çerçevesinde yer alan içlerinde Aristophanes’in “Bulutlar”ı (The Clouds),” Erasmus’un “Deliliğe Övgü”sü (In Praise of Folly), Huxley’in “Ses Sese Karşı”sı (Point Counter Point) ve Toole’un “Alıklar Birliği”nin (A Confederacy of Dunces) “Fortuna’s wheel” bölümlerini de içeren eserler yüzyıllara hitap eder. Diğer taraftan bu farklı kitapları aynı yörüngede buluşturan şey, kapsamlı olarak dünyayı açıklamaya teşebbüs etmiş tüm entelektüel sitemleri kendine has biçimde küçümseyerek insan mantığının sınırlarını ifşa etme hazzıdır. Tarih boyunca her ne zaman insan deneyimlerini -politik, felsefî, ekonomik, vs. olarak- kapsamak üzere araştırma yapan bir kuram husûle gelse, bununla dalga geçmek için bir Mental Hiciv (Menippean Satire) baş göstermiştir. Bu yüzden Tanpınar’ın tek seferde hem belirli hem de kapsamlı bir öncül yarattığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü tüm 20. yüzyılı hicvedecek güçtedir.

Kitap talihsiz bir işletme olan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün müdür muavini ve başlarda oldukça ün yapmış sonradan tüm ününü kaybetmiş (çünkü tamamen uydurmadır) tarihî bir çalışma olan “Ahmet Zamanî Efendi’nin Hayatı ve Eserleri” kitabının yazarı Hayri İrdal’ın hatıratı olarak çıkar karşımıza. İrdal yeteneklerinden bahsederken bile cehaletini itiraf etmekten çekinmeyen, daha zeki olma eğilimiyle sürekli dip not parantezleri açan, hilebaz olmakla birlikte azimli bir ihtiyardır. “Bazan ne tuhaf varlıklar olduğumuzu düşünürüm” der; “Yaşamlarımızın kısalığından yakınırız ama elimizde avcumuzda ne varsa bunların hepsini adına ‘gün’ dediğimiz bu şeyi elimizden geldiğince alelacele ve düşüncesiz bir şekilde çarçur etmek için harcarız.” Uzun süreli akıl hocalığını yapan müteşebbis Halit Ayarcı’nın âni ölümü İrdal’a yaşamının aldığı inanılmaz yolu –ki bu yol aynı zamanda birçok yönüyle Türk insanının modernite yolculuğuna benzetilir- anlatmak için bir fırsat sağlar, İrdal artık bir dizi anahtar nokta üzerinde başkalarının da aynı hataya düşmemesi için açıklama yapma niyetindedir.

Devamında saatlere fevkalade borçlu bir yaşam hikâyesi gelir. Bahsi geçen ilk saat, İrdal’ın aile tarihi boyunca birkaç jenerasyonun merkezinde yer alan ayaklı duvar saatidir. Daha sonra öğreniriz ki İrdal 10 yaşlarında dayısının ona bir kol saati vermesiyle şahsî hürriyetini yitirmiştir. “ilkin küçük saat yaşamımı hükümsüz kıldı” diye anlatır İrdal; “evvelâ etrafını temizlemek, kendi yaşam sahasını lâyıkıyla benimsemekle işe başladı. Hiç olmazsa onun gelişiyle o zamana kadar benim diyebileceğim ne varsa hepsi birdenbire ikinci plana geçti”. Ama asıl dönüş yaşlı bilge saat tamircisi Nuri Efendi’nin çırağı olmasıyla başlar. İrdal, Nuri Efendi’den birçok nükte öğrenir -“Ayarlama, saniyelerin izini bulmaktır!”- ki bunlar ilk tanışmalarında Halit Ayarcı’nın dikkatini ziyadesiyle çekmiştir. “bu kelimelerdeki imâyı bir düşün” der Ayarcı İrdal’a ve devam eder “Yaşamımızın yarısını ayarlanmamış saatler yüzünden kaybediyoruz. Eğer her insan bir saat içerisinde bir saniye kaybederse, o bir saatte toplamda 18 milyon saniye kaybetmiş oluruz. Şimdi hesapla bakalım. Bir hayat boyunca ne kadarlık zaman kayar gider? Şimdi Nuri Efendi’nin aklının, dehâsının ne kadar yoğun olduğunu görebiliyor musun? Ondan aldığımız ilham sayesinde kayıplarımızı telâfi edebileceğiz.” Öyle ki bir avuç özlü söz, sonrasında sloganlara dönüşür ve bunlar uydurma bir tarihî karakter olan “Ahmet Zamanî”ye atfedilir, nitekim “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nün kurulması da bu durumdan kaynaklı olacaktır.
Şimdiye kadar okuduğum eserler içinde sivil toplum kuruluşları ya da kâr amacı gütmeyen kurumlarla ilgili yazılmış en kapsamlı hiciv olarak bitiyor olmasının dışında Tanpınar’ın “enstitüsü” hakkında kullandığı detaylı kinâyeler üzerinde fazla söze gerek yok (neredeyse anlattığım her şeyi ve daha fazlasını kitabın ilk 30 sayfasında bulabilirsiniz). Tanpınar’ın tek hedefi ayarlama ve bürokrasi değildir, aynı zamanda her bir karakterle kitap boyunca karşımıza çıkan bir diğer yüce inanç sistemi hicvedilmeye hazır durumdadır. Simya, spiritüalizm, psikanaliz, siyaset, akademik kuramsallaştırma, Hollywood romantizmi… Tanpınar’ın romanı zaman zaman insan deliliğinin bir ansiklopedisi gibi… Ve “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” sonunda kurulduğu zaman (kitapta yarısı tamamlanmış halinden fazla olarak) ilk çalışanlar olarak ahmaklarla dolu bu geminin yolcularının hiçbiri rastlantı sonucu bir arada değildir. Tanpınar’ın komedisi dilden çok karakterler üzerinden yürütülmüştür. İçinde ikiyüzlülüğün yattığı absürt durumların ötesinde kahkahayı geçin ve şaka bile çok fazla yoktur. Zaman zaman ikincil karakterler ve onların aşk ve hayal kırıklıklarının yer aldığı olay örgüsü ile anlatım bazen gevşeyebiliyor ve de çok canlı bir şekilde çevrilmiş olmasına rağmen Türkçe isimleri ve incelikli anlatım biçimini diri tutmak zor oluyor. Nihayetinde, bunların hepsi kitabın eğlenceli ve sağlam olmasının yanında zamanının sesi olduğu gerçeği içinde erir gider. Tarihi geçerliliği komik ruhunun ötesinde Tanpınar’ın yarım yüzyıl önce özenle yazdığı Türk kültürünün bu hem acı hem tatlı taklidi bizlere de oldukça net sesleniyor, hayatları planlar programlar ve vade sonları arasında sıkışan herkese ta uzaklardan dert ortağı oluyor –pek tabii okumak için zaman bulabilirseniz…

Martin Riker / NY Times
Türkçesi: Şule Aksoy

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz