Jean-Paul Sartre’ın Bulantı’sı ve Varoluşçuluk – Mustafa Özcan

“Geleceği görüyorum. İşte orada, sokakta. Şimdiden daha silikçe. Daha ne bekliyor gerçekleşmek için sanki? Gelecek, bu ihtiyar kadına daha fazla ne sağlayabilir ki? İhtiyar kadın topallayarak uzaklaşıyor. Aniden duruyor. Başörtüsünden sarkan aklaşmış bir tutam saçı yana doğru itiyor. Yeniden yürümeye koyuluyor. Demin oradaydı, simdi ise burada… Hiç anlayamıyorum içinde bulunduğum durumu: Hareketlerini gerçekten görebiliyor muyum, yoksa onları tahmin mi ediyorum? Şimdiyi gelecekten hiç ayırt etmiyorum artık. Çünkü, sürüp gidiyor bu, yavaş da olsa gerçekleşiyor; ihtiyar, koskocaman erkek ayakkabılarını sürüye sürüye ilerliyor issiz sokakta. Budur iste zaman, hem de çırılçıplak zaman, yavaşça varoluyor. Kendini beklettirir ve geldiğinde de tiksinti verir. Çünkü, zaten, uzun süredir onunla birlikte bulunulduğunun farkına varılır. İhtiyar, sokağın kösesine yaklaşıyor. Ufacık kara bir kumaş yığınından başka bir şey değildir artık o. Evet, doğru, bu, yeni bir şey. Demin orada değildi. Ama bu, insanı şaşırtmayan tatsız ve silik bir yenilik. Sokağın kösesini dönmek üzere ihtiyar kadın, dönüyor iste…bitmek bilmeyen bir süreden beri.

Pencereden söküp atıyorum kendimi. Sallana sallana odada başlıyorum dolaşmaya; birdenbire aynaya yapışıp kalıyorum, kendime söyle bir bakıyorum, tiksiniyorum kendimden: Hala bitmez tükenmez bir süre daha. Sonunda, bu görüntümden kurtulup yatağın üzerine yığılıyorum. Tavana bakıyorum, bir uyuyabilsem.

Sakinlik, sessizlik……..”
Bulantı- Jean Paul Sartre

Hiçbir şey değişmedi, ama yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantıya benziyor bu, ama aynı zamanda onun tam tersi: Sonunda başımdan bir serüven geçiyor, kendimi sorguya çekince, kendimin kendim olmaklığımın ve burada bulunmaklığımın başımdan geçtiğini görüyorum. Geceyi yarıp geçen benim. Bir roman kahramanı gibi mutluyum.
Bulantı – (Sf.79)

Bulantı

Bulantı, Sartre’ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte’ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı (” kendinde şey “), insana bulantı duygusu verir; cünkü gerceklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, ” kendi-için-şey ” dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak “Varlık ve Hiçlik” kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı’da edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.

Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin’dir. İlk kez yerde gördügü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını farkeder; çünkü bu anda varolusun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı.Dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı’dır bu. Sartre’a göre hissedilen bu bulantı hissi,kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.

Sartre’ın Bulantı’sı Ve Varoluşçuluk

“Bulantı” adlı eserinde Varoluş çabası içindeki Antoine´ın Bouville´deki hayatını anlatırken, Sartre romanın her cümlesinde ayrı bir ruh zenginliği ve var olma arayışındadır. Antoine yalnız ve özgür bir insandır. Bayağılıktan ve bayağı insanlardan tiksinir. Çevresindeki her şey; eşyalar. cisimler ve insanlar onu etkiler. Hiçbir şey onu hayata bağlamak için yeterli değildir.

Felsefeyi sokağa indirmek niyetinde olan Sartre. Bulantı´da akademik bir anlatımdan kaçınarak, sıradan insanları ve onların yaşamlarını ele almış onların varoluş çabalarını ortaya koymuştur.

Sartre bütün düşüncelerini varoluşçuluk (existentialisme) diye bilinen akım üzerine yoğunlaştırmıştır. Sartre´a göre İnsan sadece vardır. Belli bir amaç gözetilerek yaratılmamıştır. İnsan oluşurken bir taslak belirlenmemiştir. Önce varolur sonra kendi kendini gerçekleştirir. Yani kendisini nasıl yaparsa, öyle olur. Bir pipo ya da taş gibi, basit ve bilinçsiz bir varlık değildir
Sartre insan sadece vardır derken, insanın aslında yalnız bir birey olduğunu diğer insanların da yalnız olduklarını vurgulamış, bu yalnızlık ona korku vermiştir. Yalnızlıktan ve yalnız insanlardan korktuğunu Bulantı´ da şöyle anlatıyor.

“Henüz sekiz yaşımdayken Lüxemburg parkına oynamaya giderdim. Bir adam vardı. Gelip Auguste-comte sokağı boyunca uzanan parmaklığın karşısındaki kulübenin içine otururdu. …… Bizi korkutan bu adamın ne sefil hali nede boynunda çıkmış olan ve yakasına değen urdu. Bizi korkutan onun yalnızlığı idi.”

Onun bu korkusu bizi insanların içinde yaşadığımız gerçeğine götürebilir. Eğer biz insanlar içinde yaşıyorsak insanlara karşı bir sorumluluğumuz var demektir. Bu yalnız insan sorumluluklarını yerine getiremediği için mi yalnızdır yoksa insanlara karşı bir suç mu işlemiştir? Ve korku…

Varoluşçuluk felsefesinde sonsuz bir yargılama genişliği olduğunu yadsınamaz. Çevredeki her şey yargılanabilir; hatta onlara kişilik bile kazandırılabilir. Çünkü varlar. Onları görebiliyoruz, dokunabiliyoruz; hayatımızın içindeler. Onları yok saymamız, var olduklarını görmezlikten gelmemiz bilimci için, felsefeci için hatta her insan için kendini ve çevresini sorgulamaktan kaçmak olur. Bulantı´nın kahramanı Antoine canlı olmayan nesnelerden nasıl etkilendiğini şöyle anlatıyor: “Madem ki nesneler canlı değiller: İnsanları etkilememelidirler. Nesneler kullanılır, tekrar yerlerine konur, onların içinde yaşanır: Onlar aletten başka bir şey değildir. Ya ben, beni etkiliyorlar. Dayanılır şey değil. Onlarla yaşamaktan korkuyorum, sanki yaşayan hayvanlarmış gibi görüyorum onları.”

Görüldüğü gibi Sartre daha da ileri giderek “sanki yaşayan hayvanlarmış gibi görüyorum onları” diyor. Onlardan etkileniyor. Cansız varlıklarında bir ruhu olduğunu, onlarında bu dünyada insanların içinde yaşadıklarını düşünüyor. Hatta bu cansız varlıkların insanları etkilediğini savunuyor.

“Şimdi anlıyorum; geçen gün deniz kıyısında bir taşı elimde tutarken, ne hissettiğimi daha iyi hatırlıyorum. Tatsız bir bulantı anıydı. Nede tatsız şeydi öyle! Ve taştan geliyordu, bundan eminim taştan ellerime geçiyordu. Evet böyleydi. Tamamiyle böyle. Ellerin içinde bir çeşit bulantı.”

Derken, taştan ellerini bulantı denen şeyin geçtiğini zannediyor, ve onu sıfatlandırıyor, biçimlendiriyor. Antoine her şeyle birlikte yaşıyor herkesi her şeyi kendine arkadaş, dost olarak görüyor.

Nesnelerin her biri diğerlerine karşı varlar, gazeteyi bırakıyorum, ev fışkırıyor önüme; o da var önümde, uzayıp giden duvarı geçiyorum, uzayıp giden duvarla varım.

Antoine çevresindeki şeylerle birlikte var. Eğer onlar olmasa o da olmayacak, sanki yok olacak. Belki o çok acı çekerek yaptığı şeyi düşünmeyi bırakacak. Bir çok defalar düşünmemeyi denese de; başarılı olamayacak.

Örneğin şu ben varım diyen acı dolu geveleme: Onu çevreleyen benim. Varım, var olduğumu düşünüyorum. Ah bu var olma duygusu ne uzun bir şerit. Bende yavaş yavaş açıyorum onu. Düşünmeyi engelleyebilsem bari! Deniyorum, başarıyorum: Başım dumanla doldu gibime geliyor… Derken işte yeniden başlıyor.

Varlığını sorgulayarak geçirdiği Bouville´deki günlerini geride bırakmaya hazırlanırken Antoine´ın kafasında nesneler taşlar, pamaklıklar kadınlar, cafeler, çıplak ve ürkütücü yığınlar vardı.

Paris´e yerleşme planları yapıyordu ama belkide “Bulantı” duyduğu şeylerden kaçma niyetindeydi. Orada da var olacağını, çevresinde binaların, taşların ve kadınların olacağını biliyordu. Giderken: “Ben de gerçek olarak kalan tek şey, var olduğumu hissettiren bir varoluş.” diyordu…

Sartre´ın bulantısına birkaç cümle ile değinip onun genişliğini ve yoğunluğunu yakalamak çok zor. Aslında daha fazla kurcalamaktan kaçındım. Çünkü nereye varacağımı kestiremedim. Bulantıyı çevirirken yakalandığım o Bulantı krizlerine yakalanmaktan korktum. O günlerde bana da kitapta olduğu gibi zamansızca bulantı krizleri geliyordu. Bende Antoine gibi cisimlerden etkilenmeye başlamıştım. Arkadaş toplantılarında bir çok defalar onları anlamsız bulup, bulanıp yere yığıldığımı hatırlıyorum. Neyse ki kitap bitince onlarda bitti.

Bulantı´nın gerçek bir baş yapıt olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum, insanı nasılda sarsıyor…

Mustafa Özcan
Anafilya – 2003  – Sayı:21

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz