Kayıplar, toplu mezarlar, sağır yürekler – A. Hicri İzgören

54

Şairin dediği gibi “yüreklerin kulakları sağır” Görmüyorlar, duymuyorlar, söylemiyorlar.
Yollardan, sokaklardan, evlerden yaka paça gözaltına alınıp götürülen yüzlerce kişi bir daha geri dönemedi… Adı ‘kayıp’ kaldı resmi evraklarda…
Kayıp yakınları mahallelerindeki, köylerindeki karakollardan başlayarak her kademede kayıplarının akıbetini öğrenmek için resmi başvurular yaptılar. Bir yanıt alamadılar. Kapılar gibi yürek ve vicdanların kapakçıkları da kapalıydı.

Kaybedilen ve katledilen yüzlerce insanın cesetleri kuyularda çukurlarda duruyor… Konu biraz daha derinleştirilse kimbilir nice kazı gerekecek…

Kuyular ve toplu mezarlar açılmayı bekliyor… Faili meçhulün, infazların, yüzlerce kayıbın, kitle katliamlarının, provokasyonların bu bir avuç ‘çetecinin’ kararı ve organizasyonuyla gerçekleştirildiğine inanmamız isteniyor. Oysaki kamuoyu bu suçu işleyenlerin ‘devlet adına’ yaptıklarını çok iyi bilmektedir. Kayıp olaylarında adı en çok karışan devlet kurumu ise Türk Silahlı Kuvvetleridir. TSK yaşanan kirli savaş sürecinde bölgenin tek hakim gücüydü. İşlenen suçlar bizzat devlet yetkilileri tarafından işlenmiştir. Kontralar devlet tarafından oluşturulmuş ve devlet birlikte var olmuştur… Ta ittihatçılara kadar gider bu öykü…

Yakın tarihimiz; kayıplar, ölümler ve faili meçhul bırakılan cinayetler mezarlığı gibidir.

Adım başı toplu mezar… Gözaltındayken kaybedilenlerin (siz bunu ‘katledilenlerin’ diye okuyun) ya da kaçırılanların kimisinin daha sonra cesetleri kimsesizler mezarlığında bulundu ama çoğu kayıpların akibeti hala bilinmiyor. Kayıp yakınları hiç olmazsa kayıplarının kemiklerine ulaşabilmek, DNA testi yapılıp kimlik tespiti için savcılıklara başvuruyor. Yeni toplu mezarların açılmasını bekliyor.

Adım başı toplu mezar… Dersim Çemişgezek. Nevala Kasaba, Seyfo Deresi, Zilan… 2004 ve 2005 yıllarında Bingöl, Batman, Van, Diyarbakır,Şırnak’ta onlarca toplu mezar yöre sakinleri ve sivil toplum örgütleri tarafından ortaya çıkarıldı. Geçtiğimiz yıllarda da Bitlis’in Hizan ilçesinde, Mardin’in Kızıltepe ilçesi kırsalında toplu mezarlar bulunmuştu. Yine birkaç gün önce Hakkari’nin Çukurca ilçesinde de foseptik çukuru açmak için yapılan kazıda insan kemiklerine rastlanmıştı…

En son da Bitlis-Mutki’de jandarma karakolu bahçesinde yapılan kazılarda şimdiye kadar birçok ceset ortaya çıkarıldı. Bu yazıyı yazdığım sıralarda savcılığın kazıyı durdurduğu haberi düştü ajanslara.

Ana yüreğini yakanlar, çocukları yetim bırakanlar, sevgiyi karanlıkta boğanlar ne yazık ki kendine hukuk devleti diyen bir yapıda hala aramızda dolaşmaktadırlar. Bazıları ise aklandı ya da ödüllendirildi.Ve ilginçtir bu konunun ilgilileri üç maymunu oynuyor. Birileri çıkıp bu ne menem şeydir bu, ne iştir demiyor. Ruhumuzu, aklımızı teneffüs ettirecek bir pencere açmıyor kimse. Başbakan Batman’da toplu açılışlar yaparken toplu mezarlardan kemikler çıkarılıyor ama bu konuda tek bir söz söylemiyor.

İnsanı asıl rahatsız eden şey; zalimlerin güce dayalı iktidarlarının ortaya çıkarttığı olumsuzluklardan sorunlardan daha önemlisi, duruma itiraz eden, adaletten, barıştan ve sevgiden bahseden insanların da, zalimlerin zalim olmasını sağlayan düşüncelerini benimser bir tutum içinde olmalarıdır.

Sansürcü zihniyet sadece devlet katından gelmiyor. Medyanın bizzat kendisi de otosansür uyguluyor. Birkaç muhalif basın dışında bu konuda bir habere rastlamıyorsunuz. Başka bir ülkede böyle toplu mezarlar ortaya çıksa medya kıyamet koparır.

Kaybetmek ve yok etmek bu rejimin sisteme muhalif olan kişileri ortadan kaldırmak için kullandığı yaygın yöntemlerden oldu her zaman.

Türkiye’nin kayıp sorunu tarihi boyunca hep var oldu… Sayıları binleri ifade eden kayıp oranın Türkiye’de olması ve bunların akıbetine ulaşılmaması her geçen gün büyüyen bir sorun olarak varlığını gösteriyor

Türkiye, BM’nin zorla kaybedilmeleri yasaklayan ve ailelerinin kaybedilenle ilgili gerçeği öğrenmesine olanak sağlayan ‘Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalamıyor. Tam adı “Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme” olan metin, zorla kaybetmeye mutlak bir yasak getirmesinin yanı sıra, taraf devletlerin iç hukuklarında bu eylemi bir suç olarak tanımlamasını da şart koşuyor. Ayrıca yaygın veya sistematik kaybetme eylemlerini de insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında sayıyor.

Türkiye’deki insan hakları örgütleri kayıtlarında kayıp adı altında yüzlerce kişinin isim listesi bulunuyor. İsimler devlet arşivlerinde de yer alıyor.

Bu kapsamda sadece devletin değil örgütün de kayıplarla ilgili elindeki bilgileri kamuoyuna açması gerekiyor.

Yakın geçmişin, gözaltındaki kayıplar, işkencelerde ölümlerle ve faili meçhul bırakılan cinayetlerle ilgili Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulup gerçekleri ortaya çıkarmalıdır.

Fırat’ın ötesindeki faili meçhuller, gözaltında kayıplar, toplu mezarlar, Susurluk, Şemdinli, Lice ve Kulp katliam dosyaları bu davaya dahil edilmedikçe ve gerçekler ortaya çıkarılmadıkça Türkiye üzerindeki kamburu düzeltemeyecek. Ergenekon aysbergin sadece su üstündeki kısmı. Asıl büyük kütle daha ‘derin’lerde. Kamuoyunda da henüz böyle bir algı oluşmadı ne yazık ki. Derin devlet, derin milletini de oluşturdu sanki.

Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum oluşturmak imkansızdır. Gerçek bir demokrasi ve onun iradesi, geçmişle yüzleşme ve sorumluları yargı önüne çıkarma iradesidir aynı zamanda. Ergenekon yetmez… JİTEM, TİT, Kontr-gerilla, Gladyo… Adı her neyse tüm yasadışı oluşumlar dağıtılmadan, kirli savaş suçluları yargılanmadan, 12 Eylül’ün amansız denklemleri çözülmeden, dava derinleştirilmeden, ‘iyi çocuklar’a dokunulmadan, asıl aktörler ortaya çıkarılamayacak, adalet işlevini yerine getirmiş olmayacak. Ne yazık ki takiyeci yönetim çeteci devleti tasfiyeye niyetli görünmüyor.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz