Kan Akıtma Yoluyla İbadetin Kur’an’daki Yeri – İlhan Arsel*

530

Kurban adayarak, kan akıtarak Tanrı’yı hoşnut kılmak, ona yaklaşmak, eski çağlardan beri süregelen bir ibadet şeklidir.  Ne Kur’an’da ne de Kur’an olmayarak konmuş kurallarda, kurban kesiminin sadece yoksulları doyurmak ve korumak amacıyla gerekli görüldüğüne dair bir şey yoktur; ya da yoksula para veya mal şeklindeki yardımın, Tanrı’ya kurban sunmaktan daha hayırlı bir iş sayılabileceğine dair hüküm yoktur. Kuşkusuz ki, yoksulu yedirmek ve içirmek, yoksula yardım etmek hayırlı bir iştir, ama Kur’an, bu tür bir yardım şeklini, ne kurban kesiminden daha hayırlı bir iş olarak görmüştür ne de kan akıtarak ibadeti önlemek için. Nitekim, din bilgini denilen  yorumculara göre “kurban kesmek, zekat ve sadakai fitr vermekten daha fazla bir fedakarlık ifade eden bir ibadettir”.

Bütün bunlar bir yana, Kur’an’da, kurbandaki amacın, her ne şekilde olursa olsun, kan akıtmayı önlemek olduğuna dair bir işaret de yoktur. Çünkü, bir kere kurban, eski çağlardan beri “Tanrı ‘yi hoşnut kılmak ve yüceltmek amacıyla” uygulanmış olan bir gelenektir ki, genellikle kan akıtılmasını koşul bilir ve Kur’an bu geleneği bu amaçla benimsemiştir. O kadar ki, Muhammed’in söylemesine göre, “Bu cemaatin (Müslüman cemaatinin) mümeyyiz vasfı, kurbanın kendi öt kanı olmasıdır (kurban olarak, din şehitlerinin katımı sunması)”? Öte yandan Kur’an’da, biraz ileride göreceğimiz gibi, kan akıtma şeklindeki kurban kesimi ameliyesinin, başlı başına “ibadet” niteliği taşığını belirleyen birçok ayet vardır. Fakat, bunları incelemeden önce, “kurban” anlayışının dayanağı olan kaynağın Kur’an’daki yerini inceleyelim.

Kurban Geleneği’nin Kur’an’a Alınışında Rol Oynayan Dinsel Etkenler

Kurban geleneğinin Kur’an’da alınışında rol oynayan dinsel olayların incelemesi bize şunu gösterecektir ki, Kur’an’a göre kurban kesimindeki amaç, esas itibariyle yoksula yardım değil, Tanrı’ya bağlılığın, kan akıtımı yoluyla saptanmasıdır. Adem’in oğullarının acıklı hikayesi bunun böyle olduğunun ilk kanıtlarındandır.

(Bu alıntı için bkz. Elmalılı H. Yazır, age, c.8. s.6197. ve Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedisi, “Kurban” maddesi. Kaynak Yayınlan, birinci basım. Ekim J994. c.7, s.307. )

A) Adem ‘in Oğullarının Hikayesi anlatılmıştır ki, Tanrı’nın, kurban kesiminden başka bir şekilde kendisine sunulan kurbandan pek hoşnut olmadığını, kurban ameliyesini yoksullara yardım şeklinde anlamadığını ortaya koyar. Gerçekten de ayette şöyle yazılıdır:

“Ey Muhammed! Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat, ikisi birer kurban sunmuşlar. Birinin kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen (kurban sahibi), ‘Andolsun seni öldüreceğim!’ deyince, kardeşi, ‘Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.” (Maide Suresi, ayet 27).

Ayette açıklık yok, fakat anlatılmak istenen şey. Adem’in oğullarından birinin koyun keserek, diğerinin de toprak ürünlerinden (buğday) vererek Tanrı’ya kurban sundukları, Tanrı’nın koyun şeklindeki kurbanı kabul edip diğerini reddettiğidir. Kur’anı’daki bu hikaye Tevrat’tan almıştır. Tevrat’ın “Tekvin” kitabında anlatılan şekliyle hikaye kısaca şöyledir:

Adem’in iki oğlu olmuştur ki, adları “Habil” ve “Kabirdir. Bu iki kardeşten biri olan Habil, koyun sürüsü güden bir çobandır. Diğer kardeş Kabil ise çiftçidir. Beraberce yaşayıp giderlerken bir gün Habil, gütmekte olduğu sürünün ilk doğanlarından bir koyunu kesip Tanrı’ya kurban olarak sunar. Çiftçilikle uğraşan Kabil ise, Tanrı’ya kurban olarak toprak ürünlerinden (buğday) sunar. Tanrı, Habil’in sunmuş olduğu kesilmiş koyunu kurban olarak kabul eder, fakat Kabil’inkini kabul etmez. Bunun üzerine Kabil, kıskançlığa kapılıp kardeşi Habil’i bir vuruşla öldürür (Tevrat, Tekvin, Bap 4, 19).

Kurban olayının aslı Tevrat’tan alınma mıdır?

Aslı Tevrat’ta bulunan bu hikayenin, hadislerde ve Kur’an yorumlarında anlatılan şekli aşağı yukarı böyle. Dikkat edileceği gibi Tanrı’yı hoşnut kılan şey, toprak ürünü olan “buğday” şeklindeki kurban değil, kan akıtılarak sunulmuş olan “koyun” şeklindeki kurbandır. Belli ki, Tanrı  bu işi yoksullara yardım olsun düşüncesiyle değil, Habil’in “takdimesi”nden hoşlandığı için yapmıştır; Habil’in takdimesi ise. biraz önce gördüğümüz gibi, kanı akıtılan koyundur. Eğer Tanrı kan akıtılmasından hoşlanmamış olsa, kurbandan amacın yoksula yardım olduğunu düşünmüş olsa, bunu açıkça bildirirdi. Oysa böyle yapmamıştır. Belli ki insanların kendisine olan bağlılıklarını “Tanrı adına” kan akıtılmasına göre değerlendirmek istemiştir! Bundan dolayıdır ki, din adına cihata çıkılmasını, kafirlere karşı savaşılmasını, kılıçla vuruşulmasın! (kendi adına kan akıtılmasını) “kutsal” bir şey olarak görmüştür. Yine bundan dolayıdır ki, bu savaşlarda ölenleri “şehit” olarak en büyük mükafatlara layık bilmiştir.

İbrahim (“Peygamber”) ile Oğlu İshak’ın Hikayesi

Kurban geleneğinin, “kan akıtma yoluyla ibadet” demek olduğunun kanıtı sadece Adem’in iki oğluyla ilgili yukarıdaki hikaye değildir. Tevrat’tan aktarma olarak Kur’an’da, yer alan bir başka hikaye vardır ki, İbrahim “Peygamber”in, ibadet yoluyla Tanrı’ya bağlılığını ispat amacıyla kendi öz oğlu İshak’ı kurban etmek istemesiyle ilgilidir.

Kurban, Tanrı’ya bağlılığın kan akıtımı yoluyla kanıtlanmasıdır

Güya Tanrı, İbrahim’in imanını denemek için ondan büyük bir fedakarlığı göze alıp oğlunu kurban etmesini istemiş ve onun bunu yapmaya hazır olduğunu görünce iman sahibi olduğunu anlamış, bunun üzerine ona bir koyun gönderip, İshak yerine koyunu kesmesini emretmiştir; İbrahim de öyle yapmıştır; yani kendi oğlunu boğazlayacak yerde, koyunu boğazlayarak Tanrı’ya karşı ibadetini tamamlamıştır. Koyunu boğazlaması ve kan akıtması, Tanrı’ya ibadet için kendi öz oğlunu feda etmeye hazır olduğunun sembolik bir ifadesidir. Söylemeye gerek yoktur ki, bu olayda “sosyal bir yardım” amacı diye bir şey yoktur. Sırf Tanrı’ya bağlılığın kan akıtımı yoluyla kanıtlanması vardır. Tevrat’taki bu hikayeyi ufak bir iki değişiklikle Kur’an’da da yer alır; yapılan değişiklik, özellikle, hikayede geçen İshak adı yerine İsmail adını konmuştur. Bilindiği gibi İsmail, İbrahim’in diğer bir oğludur. Cariyesi Hacer’den olmuştur. İshak ise İbrahim’in, kendi eşi olan Saradan doğma oğludur. Muhammed, kendi kavmi olan Arapları, İbrahim’in ve İsmail’in soyundan bildiği içindir ki, böyle bir değişiklik yapmayı uygun bulmuştur. Fakat, hemen ekleyelim ki, Kur’an  ayetlerin içeriğini anlayabilmek için, İbrahim ile oğlunun Tevrat’ta anlatılan hikayesine göz atmak gerekir.

Tevrat’ın “Tekvin” kitabında yer alan hikayenin özeti şöyle:

Tanrı, İbrahim’i denemek ister ve ona şöyle der: “Ey İbrahim! Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshak’ı al ve Moriya diyarına git ve orada sana söyleyeceğim dağların biri tilerinde onu yakılan kurban olarak takdim et” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 13). Bu emir üzerine İbrahim, uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı alır, eşeğine palan vurup Allah’ın söylemiş olduğu yere gitmek üzere yola koyulur. Üç günlük bir gidişten sonra İbrahim, gözlerini kaldırıp, Tanrı’nın belli ettiği yeri uzaktan görür. Uşaklarına, “Siz burada eşekle beraber kalın, ben çocukla beraber oraya gideceğim; secde edip yanınıza döneriz” der. Ve sonra bir miktar odunu İshak’ın sırtına yükler. Eline bir bıçak alarak o belli edilen yere doğru yollanır. Yolda İshak babasına sorar: “Ey baba! İşte ateş ve odun, fakat yakılan kurban için kuzu nerede?” İbrahim, “Oğlum, yakılan kurban için kuzuyu Allah kendisi tedarik eder” der. Nihayet, Tanrı’nın belli etmiş olduğu yere varırlar; orada İbrahim bir mezbah yapıp odunları dizer ve İshak’ı bağlayarak odunların üzerine yatırır. Sonra eline bıçağı alır ve tam oğlunun boynunu kesmek üzereyken Tanrı’nın meleği göklerden seslenir: “Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma; çünkü, şimdi bildim ki, sen Allah’tan korkuyorsun ve kendi biricik oğlunu benden esirgemedin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 412). Bu seslenme üzerine İbrahim gözlerini kaldırıp baktığında görür ki, çalılıklar içinde bir koyun (koç) boynuzlarından tutulmuş durmaktadır. Hemen gidip oradan koyunu alır ve oğlunun yerine koyunu “yakılan kurban” olarak takdim eder (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 13). Az geçmeden Tanrı’nın meleği ikinci kez göklerden İbrahim’e seslenir ve şöyle der:

“Mademki her şeyi yaptın ve biricik oğlunu esirgemedin, seni ziyadesiyle mübarek kılacağım ve senin zürriyetini… deniz kenarındaki kum gibi çoğaltacağını; senin zürriyetin düşmanlarının kapısında hakim olacaktır… çünkü sözümü dinledin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22)

Hikayenin Kur’an’da yer alan şeklini görelim:  Tevrat’ta anlatılan bu  hikayeyi Saffat Suresinde  şu şekildedir:

İbrahim, kendi kavmini putlara tapınaktan alıkoyamayınca, “Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir” der (Saffat Suresi, ayet 99). Sonra Tanrı’ya yalvarıda bulunarak kendisine “irilerden” bir çocuk vermesini ister (Saffat Suresi, ayet 100) ve Tanrı da ona “yumuşak huylu bir oğlan” verir (Saffat Suresi, ayet 101). Fakat, İbrahim, Tanrı’ya olan bağlılığını kanıtlamak için, oğlunu (İsmail’i) ona kurban etmek ister. Ve bir gün çocuğunu alıp yola çıkar. Yolda giderlerken oğluna şöyle der: “Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykudayken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” Yani anlatmak ister ki. Tanrı kendisini denemek istemiş ve oğlunu kurban etmesini emretmiştir. Bu beklenmedik soruya oğlu (İsmail) şöyle cevap verir: “Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap; Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin” (Saffat Suresi, ayet 102). Bunun üzerine İbrahim, boğazlamak için oğlunu alnı üzerine yatırır. Fakat, tam bu sırada Tanrı seslenerek, İbrahim’i denemek için böyle yapmasını emrettiğini, iyi davrananları ödüllendirdiğini bildirir ve fidye olarak kendisine büyük bir kurbanlık verir. Kur’an’da şöyle yazılıdır:

“Böylece ikisi de Allah’a teslimiyet gösterip, babası oğlunu alnı üzerine yatırınca, biz, ‘Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; iste biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız’ diye seslendik. Doğrusu bu apaçık bir denemeydi. Ona, fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik” (Saffat Suresi, ayet 103197).

Görüldüğü gibi bu ayetlere göre Tanrı, İbrahim’in teslimiyetini denemek istiyor ve bu amaçla ona oğlunu kurban etmesini emrediyor. İbrahim’in bunu yapmaya hazır olduğunu görünce, onun tam bir “iman” sahibi olduğunu anlıyor ve oğlunun yerine kesilmek için ona “fidye” olarak bir koyun gönderiyor. İbrahim de kendi öz çocuğunu boğazlayacak yerde koyunun boğazını kesiyor! Dikkat edileceği gibi burada söz konusu olan kurban kesiminin, yoksullara yardım gibi sosyal bir amaçla ilgisi yok. Tanrı “fidye” olarak İbrahim’e koyun verirken, kesilecek olan bu koyunun etiyle yoksulları doyursun diye vermiş değildir. Sadece oğlunu kesecek yerde, bir hayvanı kessin diye vermiştir. Eğer kan akıtılmasını istemiyor ve bundan hoşlanmıyor idiyse, neden İbrahim’e, kesip kan akıtması için koyun verir. “Fidye” denen şeyin başka şekli yok mudur? Evet, neden dolayı Tanrı İbrahim’e, kurban olarak ille de bir canlı bir hayvan, bir koyun vermiştir? Esasen İbrahim, kendi oğlunu kesmeye hazır olduğunu ortaya koyarak zaten Tanrı’ya olan teslimiyetini (iman sahibi olduğunu) kanıtlamış değil iniydi? Ve Tanrı bundan dolayı, “Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın” diyerek onun sınavdan başarıyla çıkmış olduğunu bildirmiş değil miydi? Bu durumda “fidye”nin anlamı ne? Yani neden dolayı Tanrı İbrahim’e, “fidye” olarak koyun verir ve ille de kan akıtılmasını ister? “Fidye”denen şey “kurtulmalık’”dernek değil midir? Örneğin, “ibadet sırasında islenen suçtan, günahtan kurtulmak için verilen şey değil midir?”( Turan Dursun, Kur’an Ansiklopedisi. “Fidye” maddesi. Kaynak Yayınlan, bilinci basını. Temmuz 1994. c.5, s.l 19 vd.) İbrahim’in işlediği bir günah yoktur ki, fidye yoluyla kurtulsun! Aksine, kavmini ve hatta babasını putperesttirler diye terk etmiş, iman sahibi olduğunu bildirmiş, üstelik kendi oğlunu kesmeye hazır olduğunu ispat etmekle Tanrı’ya teslimiyetini ortaya koymuştur. Ve nitekim bundan dolayıdır ki, Tanrı ona, biraz önce belirttiğimiz gibi, “…Ey İbrahim! Rüyayı gerçek yaptın; işte biz iyi davrananları böylece mükafatlandırırız” diye seslenmiştir. Şu durumda İbrahim’in günahkar bir durumu yoktur; olmadığına göre neden dolayı Tanrı ona, günahtan kurtulmak üzere “fidye” olarak koyun vermiştir?

Kur’an yorumcularına göre, İbrahim, eğer bir oğlu olacak olursa onu Allah yolunda Tanrı’ya kurban edeceğine dair kendi kendine söz vermiş (yani oğlunu Tanrı’ya adamış), fakat sonra bu sözünü unutmuştur. Ve işte “rüya” bunu ona hatırlatmıştır. Her ne kadar çocuğunu boğazlamaya kalkışmakla Tanrı’ya olan teslimiyetini kanıtlamışsa da, kendi kendine verdiği sözü yerine getirmemiş durumdadır. Yani bir bakıma günah işlemiş durumdadır. Ve işte Tanrı ona, bu günahtan kurtulmak üzere fidye olarak koyun vermiş, o da koyunu boğazlamıştır. Bundan dolayıdır ki İmamı Azam’ın, “Çocuğunu kurban etmeyi nezredene (adayana) bir koyun kesmek vacip olur” dediği söylenir.( Yorumcuların bu konudaki açıklamaları için bkz. Elmalılı H. Yazır, Hak Dini. Kur’an Dili. Bedir Yayınevi, 1993. c.5. s.4063.  )

Bütün bu yukarıda söylediklerimizden anlaşılıyor ki, Kur’an’a. göre Tanrı, kullarını denemek için “kan akıtma” ölçeğine başvurma yolunu seçmiştir. Kan akıtılmasından hoşlanamasa, İbrahim’e koyun yerine cansız bir şeyi “fidye” olarak sunmasını emrederdi. Hatta biraz önce dediğimiz gibi, aslında böyle bir şey istemesine de gerek yoktu. Çünkü, İbrahim’i denemiş ve onun mutlak şekilde boyun eğen bir kul olduğunu öğrenmişti. O halde ondan, başkaca bir şey beklemesi gerekmezdi. Öte yandan İbrahim’e kesilmek üzere koyun verirken, bunu, yoksullara yardım olsun diye vermiş değildir; sırf “fidye” olarak vermiştir. “Fidye” deyimi ise, “kurtulma karşılığında verilen bir şey” anlamına gelir. Oysa ortada, İbrahim’in kurtulmak ihtiyacında olduğu bir günah yoktur. Bütün bunlar bir yana, Tanrı’nın İbrahim’i denemek için bu yollara başvurması da pek anlaşılır gibi değil! Çünkü, eğer Tanrı, her gizli şeyi bilen bir “yaratan” ise, kullarının yaptıklarından ve yapacaklarından haberli ise, o halde İbrahim’i denemek niye? Nasıl olsa onun ne şekilde hareket edeceğini zaten biliyor değil miydi?

Öte yandan eğer Tanrı kan akıtma amacına dayalı kurbandan hoşlanmasa ve kurban denen şeyi sadece yoksulun korunması amacına bağlamış olsaydı bunu açıkça belli etmez miydi? Şu durumda bizim mollalarımızın kalkıp da, “Yoksulun korunması başka bir şey vermekle daha iyi sağlanacaksa, o şeyi kurbana tercih edin” demelerinde anlam olur mu? Bunu söylemekle Kur’an’ ters düşmüş olmuyorlar mı?

Bu vesileyle ekleyelim ki, aradan l400 geçmesine ve bu l400 yıl boyunca insanlık anlayışında nice gelişmeler görülmesine rağmen, İslam ülkelerinde hala, İbrahim’in yukarıdaki davranışına özlem duyup, oğullarının boğazını kesmek isteyenler vardır. Bunun bir örneği, bundan 3040 yıl kadar önce Türkiye’de rastlanmıştır. Askerden kaçmak isteyen bir kişi, eğer bu mükellefiyetten şu ya da bu şekilde kurtulacak olursa, Mızrap adındaki oğlunu kurban etmeye karar vermiş, gerçekten de askerlikten kurtulur kurtulmaz oğlunun boğazını ekmek bıçağıyla kesmiştir. Olay ortaya çıktığında savcılık işe el atmış ve dava sonucunda bu kişi layık olduğu cezaya mahkûm olmuştur. Ne esef vericidir ki, o zamanın yargıtayı, söz konusu cinayetin “dinsel inançlar” etkisiyle işlenmiş olduğunu, dolayısıyla bu inançların “cezayı hafifletici sebep” (“esbabı muhaffefe”) olması gerektiğini bildirerek mahkeme kararını bozmuştur. Olay adalet tarihimizde “Mızrap Çocuk” olayı olarak yer almıştır.

Tanrı’ya İbadet Türü Olarak Kurbanla İlgili Ayetlerden Diğer Bazı Örnekler

Yukarıda gördüklerimizden başka, Kur’an’da., kurban kesiminin “ibadet” türü olduğunu kanıtlayan hükümler vardır ki, hepsinde amaç Tanrı’ya teslimiyetin, Tanrı’ya bağlılığın ifadesi olarak yer alır. Tanrı, kendi yüceliğini ve güçlülüğünü kanıtlayabilmek için hayvan boğazlatarak kan akıttırma yolunu mu seçiyor?  Bazı örnekler cevaplayalım:

1) Hac Suresi’ndeki Hükümlere Göre Kurban Kesimi Ameliyesi, Tanrı’yı Yüceltmek İçin İbadet Anlamını Taşıyor; Bu Nedenle Kurban Keserken Tanrı’nın Adının Anılması Gerekiyor (Hac Suresi, Ayet 36)

Hac Suresi’nin 35., 36. ve 37. ayetlerinden anlamaktayız ki, kurban kesimindeki asıl amaç, Tanrı’yı yüceltmek ve ona şükürler etmektir; bu bakımdan kurban ameliyesi Tanrı’ya ibadettir. Her ne kadar Kur’an, kesilen hayvanların yiyecek işini görmesini, isteyen ve istemeyene verilmesini emretmekle beraber, hayvan ve kurban kesimindeki asıl amacın, yoksulu doyurmak değil, Tanrı’yı yüceltmek olduğunu bildirmekte. Çünkü, Tanrı, insanlara doğru yolu göstermiştir ve işte bu iyiliğinin karşılığı olarak insanlardan kendisine şükretmelerini, kendisini yüceltmelerini beklemektedir; bunu yapabilmeleri için de, hayvanları (develeri, sığırları) insanların buyruğuna vermiştir ki, bu hayvanları kessinler de ibadetlerini yerine getirebilsinler! Ve kullarından kurban kesmelerini isterken, Tanrı, bu hayvanların ne etlerinin ne de kanlarının kendisine ulaşmayacağını söyler; daha başka bir deyimle kurban kesiminin kendisi için maddi bir çıkar sağlamadığını, sadece kendisini yüceltici bir ibadet olduğunu anlatmak ister. Yani kurban kesiminde Tanrı’nın güttüğü amaç kendisinin ibadet yoluyla yüceltilmesini, kendisine şükredilmesini sağlamaktır. Bunun böyle olduğunun iyice anlaşılması için, kurban keserken, hayvanın ön ayaklarının bağlanması ve Tanrı’nın adının anılması gerekir (Hac Suresi, ayet 3536). Daha başka bir deyimle kurban kesimi ameliyesi Tanrı’ya yapılan ibadetin ta kendisidir. Bu konu, Hac Suresi’nde şöyle belirtiliyor:

“İşte kurbanlık gövdeli hayvanları, deve ve sığırları, Allah’ın size olan nişaneleri kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Ön ayakları bağlı halde keserken üzerlerine Allah’ın adını anın. Kesilince onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece .sizin buyruğunuza verdik. Bu hayvanların ne etleri ne de kanlan Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ulaşacak olan ancak sizin ona yaptığınız ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah’ı yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir…” (Hac Suresi, ayet 3637)

Görülüyor ki, kurban kesimindeki amaç, yoksulu doyurmak değil; asıl amaç Tanrı’yı yüceltmek, Tanrı’ya şükretmek! Daha başka bir deyimle, Tanrı, sırf kendisini yüceltilsinler, kendisine şükretsinler diye kullarına kurbanlık hayvanları, develeri, sığırları vermiştir. Ve verirken de istemiştir ki, bu hayvanlar, ayaklan bağlı olarak ve “Tanrı” adı anılarak boğazlansın, kanlan akıtılsın; yani kurban kesimi işi, Tanrı’ya ibadetin bir ifadesi olsun.

2)Tanrı, Vermiş Olduğu Nimet Karşılığı Olarak, Kendisi için Namaz Kılınmasını ve Kurban Kesilmesini Emrediyor (Kevser Suresi, Ayet 12)

Biraz önce gördük ki, Kur’an’da Hac Suresi’nde, kurban kesimi ameliyesi, Tanrıyı yüceltmek, Tanrı’ya şükretmek amacına yönelik bir ibadet olarak belirtilmiştir. Aynı şey Kevser Suresi’nde de tekrarlanmakta. Fakat, orada, Tanrı’nın Muhammed’e hitabı olarak şöyle yer almaktadır:

“(Ey Muhammed.’) Kuskusuz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk (namaz kıl)et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” (Kevser Suresi, ayet 1)

3) Görüldüğü gibi, ayete göre Tanrı, Muhammed’e hitap etmektedir; ona “Kevser”i verdiğini bildirmekte ve verdiği bu nimet karşılığında Muhammed’den, kendisine namaz kılmasını ve kurban kesmesini istemektedir. Burada geçen “Kevser” sözcüğü, esas itibariyle “çokluk” anlamındadır ve yorumcular bunu “çok büyük nimet” olarak ya da “cennetteki bir havuz” ya da “cennetin bütün ırmaklarının kaynağı olan bir nehir” şeklinde tanımlarlar. Şimdi sorulacaktır: Neden acaba Tanrı, Muhammed’e böylesine büyük bir nimet (“Kevser”) vermiştir, verdiği bu nimet karşılığında ondan namaz kılmasını ve kurban kesmesini istemektedir? Sorunun İslam kaynaklarına göre karşılığı şöyledir: Muhammed’in, Mekke’deyken ilk karısı Hatice’den dört kızı ve iki (bazı rivayete göre dört) oğlu olmuş, fakat oğlan çocukların hepsi de küçücük yaşlarda ölmüşlerdir. Her ne kadar Muhammed Tanrı’ya, oğlan çocuk vermesi için yalvar yakar olmuşsa da, bir türlü oğlan çocuk edinememiştir. Medine’ye geçtikten sonra Marya adındaki cariyesinden bir oğlu olmuş ve ona İbrahim adını koymuş, fakat az geçmeden İbrahim de hastalanarak ölmüştür. Kendi neslini sürdürecek bir oğlan edinemediği için olağanüstü üzülürken, bir de çevresindeki kişilerin kendisi hakkında “ebter” (nesli kesik) diye konuştuklarını görünce yukarıdaki ayetleri Kur’an’a koymuştur. Yani anlatmak istemiştir ki, Tanrı, oğlan çocuk yerine kendisine, büyük bir nimet olmak üzere “Kevser” vaat etmiştir. Bunun karşılığında da, kendisinden namaz kılmasını ve kurban kesmesini istemiştir. Çünkü, “namaz”, kalp, dil ve bedenle yapılan şükrün kendisi olarak önemli bir ibadet türüdür. Her ne kadar namaz, “ibadetin başı” ya da “bütün ibadetlerin ruhu” ve. “dinin temeli” sayılırsa da, sadece namaz yollu ibadet yeterli değildir. Tanrı’yı hoşnut etmek için namaz kılmaktan başka kurban keserek de ibadet edilmelidir; kurban kesmek, biraz önce değindiğimiz gibi yorumculara göre, zekat ve sadaka vermekten daha fazla fedakarlık ifade eden bir ibadettir. Bu “fedakarlık” sadece mali bakımdan değil, sembolik anlamda kan akıtma bakımından da söz konusudur. Şu nedenle ki, vaktiyle İbrahim “Peygamber”, Tanrı’ya bağlılığını kanıtlamak için en büyük bir fedakarlık olarak kendi öz oğlunun boğazlayıp, kanını akıtmaya hazır olduğunu Tanrı’ya anlatmıştı. Onun böylesine büyük bir fedakarlıkta bulunacağını anladığı içindir ki, Tanrı ona koyun göndermiş ve oğlu yerine koyun keserek bu işi görmesini bildirmişti. Bundan dolayıdır ki, kurban kesimi, büyük bir fedakarlığın ifadesi olmak üzere, en büyük bir ibadet türü sayılır.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur’an’a göre Tanrı, kendisine “tefekkür” anlamına gelen ve sırf yüceltilsin diye kendisi için kurban kesilmesini emrediyor. Daha başka bir deyimle, yoksullara yardım amacıyla değil, asıl kendisine ibadet edilerek minnettarlık gösterilsin diye kurban kestiriyor.

2) Tanrı, Ateşin Yiyeceği Bir Kurban Getirmedikçe Hiçbir Peygambere İnanılmamasını Emretmiş (Ali İmran Suresi, Ayet 183)

“Kurban” öğesinin “peygamberliğin” bir işareti olduğuna ve “ateşin yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe” hiçbir peygambere inanmamak gerektiğine dair Kur’an’da, şöyle bir ayet vardır:

“… ‘Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahit verdi’ diyenlere, sen. Ey Muhammed de ki, ‘Benden önceki peygamberler size belgeler ve dediğiniz şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?’…” (Ali İmran Suresi, ayet 18.)

Bu ayeti Muhammed, Medine’deki Yahudilerin kendisini “peygamber” olarak kabul etmemek amacıyla, “Doğrusu ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahit verdi…” şeklindeki iddialarını çürütmek için koymuştur. İslam kaynaklarına göre hikaye şöyle: Medine’deki Yahudilerin önemli kişilerinden bazıları ki aralarında Ka’b İbni Eşref, Malik İbn Sayf, Vehb İbn Yahuza, Zeyd İbn Manuh, Finhas İbn Azura, Huyey İbn Ahtab gibi kişiler bulunmaktaydıgelip Muhammed’e şöyle derler:

“Sen, (Tanrı’nın) seni bize bir Resul olarak gönderdiğini ve sana bir kitap (indirdiğini) iddia ediyorsun. Halbuki Allah bize, Allah tarafından gönderildiğini iddia eden bir Resul bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe kendisine iman etmemekliğimize dair ahit vermiş, yani böyle (emreylemişti). Dolayısıyla, sen böyle bir mucizeyi gösterirsen seni tasdik ederiz.”

Yani anlatmak isterler ki, gökyüzünden inen bir ateşin yakıp kor edeceği bir kurban getirmedikçe, Muhammed’i “peygamber” olarak kabul etmeyeceklerdir. Onların bu sözleri üzerine Muhammed, istenilen mucizeyi gösteremeyeceğini bildiği için, Tanrı’nın yukarıdaki ayeti indirdiğini ve bununla şunu anlatmak istediğini söyler:

“Muhammed den önce size, o söylediğiniz kurban ve nar mucizesiyie peygamberler geldi. Bunlar arasında Zekeriy’ya, Yahya ve diğer İsrail peygamberleri vardı. Fakat, siz onları öldürdünüz. Eğer siz, sözünüzün delaleti veçhiyle, ‘Bu kurban mucizesi gösterilirse iman edeceğiz’ demekte sadık ve ciddiyseniz, o peygamberleri niçin katlettiniz. Yani sizin ecdadınız onları katlettikleri gibi siz de bugün hala onların düşündüğü gibi düşünüyorsunuz. Onların işledikleri bu cinayetleri hala onaylıyorsunuz. O peygamberlere iman etmiyor ve o cinayetlerden tevbekar olmuyorsunuz. Oysa Muhammed’e iman etmek için, bütün bu peygamberlere iman etmek şarttır. Siz onları tasdik etmeden ve o günahları tevbe etmeden Muhammed’i onaylamış olamazsınız. Ve mademki onlar kurban mucizesini de gösterdikleri halde hala iman etmiyorsunuz, o halde muhakkaktır ki, bugün talep ettiğiniz bu mucizeye yine iman etmeyeceksiniz. Dolayısıyla, ahit davanız iftira olduğu gibi, bu talebiniz de yalandandır. Bu iftirayı onaylayacak nitelikte bir mucize olamaz… “

Dikkat edileceği gibi Muhammed’in söylemesine göre “kurban mucizesi”, daha önce İsrailoğullan’na gönderilmiş olan peygamberlerin “peygamberlik” belirtisi olduğu halde, Yahudiler bu peygamberler ki Muhammed’e göre hepsi de “Müslüman” olarak gönderilmişlerdir inanmamışlardır, hatta onları öldürmüşlerdir. Şu durumda eğer kendisi de “kurban” mucizesi göstermiş olsa Yahudiler ona inanmayacaklardır.

Elmalılı H. Yazır. age, c.2, s. 1243.

4)  Allah’a Karşı “Hac ve Umre” Şeklindeki ibadetin, Kurban Kesmek Şeklinde Yerine Getirilmesi (Bakara Suresi, Ayet J96) Kur’an’ın bildirmesine göre, Mekke’deki Kabe, “insanlar için ilk kurulan” ve insanlara “doğru yolu gösteren ev”dir, orada Müslümanların ilki olan İbrahim’in makamı vardır ve Kabe’yi “hac” biçiminde ziyaret Tanrı’nın insanlar üzerindeki hakkıdır (Ali İmran Suresi, ayet 9597). Ve bu hakkını Tanrı. İbrahim’e yaptığı şu çağrıyla belli etmiş, şöyle demiştir:

Kurban kesimindeki asıl amaç, Tanrı’ya şükranda bulunmaktır

“(Ey İbrahim!)… insanları hacca çağır! Yürüyerek ve arık develere binmiş alarak gelirler sana ki, o develer, her bir uzak yoldan kopup gelirler. Kendi yararlarına olanları görsünler. Tanrı’nın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların belirli günlerdeki kurban edilmeleri sırasında Tanrı ‘nın adını ansınlar. Yiyin bunlardan. Ve güç durumdaki yoksulu da doyurun… “ (Hac Suresi, ayet 2629). Yani Tanrı, Müslüman kullarını Kabe’deki evine çağırıyor ki, gelsinler de, orada, Tanrı’nın kendileri için yaptığı iyilikleri anlayıp kendisine şükretsinler, kurban kessinler diye. Öyle anlaşılıyor ki Tanrı’nın hakkı, sadece insanlara birtakım nimetler sağlamasından değil, bir de İbrahim’e, oğlunu kurban edip onun kanını akıtacak yerde, koyunun kanını akıtma olasılığını sağlamasından doğmuştur. Hani sanki Tanrı, “Ey insanlar! Ben sizi, bana şükretmeniz için kendi çocuklarınızı kesme zorunluluğundan kurtarıp, hayvan kesme olasılığına kavuşturdum. Bu nedenle sizin üzerinizde bu bakımdan da hakkım var. Benim adıma kurban kesin” der gibidir. Bu itibarla Kabe’ye hediye edilen kurbanlar, Tanrı’ya şükür anlamında ibadet etmektir (Elmalılı Hamdi Yazır, age, c., s.714). Bundan dolayıdır ki, kurbana “hürmet” gerekir (Maide Suresi, ayet 12). Kuşkusuz ki, kesilen kurbanın eti yenecektir. Fakat, kurban kesimindeki asıl amaç, Tanrı’ya şükranda bulunmaktır ki, ibadetin ta kendisidir. Öte yandan hac görevini ya da “küçük hac” denen umreyi (omreyi) yapmaktan alı konan kimselerin Kabe’ye kurban hediye etmeleri gerekir. Yine bunun gibi hastalık vd… gibi nedenlerle hac ziyaretini yerine getiremeyenler, fidye olarak kurban keserler, oruç tutarlar ya da sadaka verirler. Bakara Suresi’nde şöyle yazılıdır:

“Başladığınız hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban, yerine ulaşıncaya kadar, başlarınızı tıraş etmeyin, içinizde hasta olan veya başından rahatsız bulunan varsa fidye olarak da oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir…” (Bakara Suresi, ayet 196). Görüldüğü gibi burada kurban kesimi, hac ve umre şeklindeki ibadetin yerine getirilmiş olmasını sağlıyor; yani yoksula yardım, yoksulu doyurmak için öngörülmüş değil; sadece Tanrı’ya ibadetin şekillerinden biri olarak belirtiliyor. Bunun dışında “oruç tutmak” ya da “sadaka vermek” var ki, bu sonuncusu yoksula yardım öğesini de kapsar nitelikte. Ancak, asıl önemli olan şey kurban kesmektir, yani Tanrı için kan akıtmaktır. Fakat, herkesin mali durumu buna yeterli olmadığı için, kurban kesemeyenlere diğer kolaylıklar sağlanmıştır ki, bu. yoldan Tanrı’ya şükranlıklarını belli etsinler diye.

5) Kabe’ye Kurban Hediye Etmek Yoluyla Tanrı’ya. İbadet Usulü (Maide Suresi, Ayet 2, 95)

Kurban kesiminin, sosyal yardımlaşmanın bir türü olmasından çok, esas itibariyle kan akıtmak şeklinde Tanrı’ya ibadet olduğunun diğer bir kanıtı, Kabe’ye kurban hediye etmekle ilgili hükümlerdir ki, bunlar arasında Maide Suresi’nin 2. ve 95. ayetleri bulunur. Gerçekten de Maide Suresi’nde “kutsal” olarak nitelendirilen bazı şeyler vardır ki, bunlara “hürmet” edilmesi emredilmiştir. Örneğin, “Tanrı’dan bol nimet ve rıza” dileyerek Beyti Haram’a gelenlere “hürmet” edilmesi gerekir. Fakat, bir de Kabe’ye hediye edilen “kurbanlığa” da “hürmet” gösterilmesi emredilmiştir: hatta sadece kurbanlığa değil, kurbanlık belirtisi olmak üzere herhangi bir şeyden takılan gerdanlıklara da “hürmet”gerekir. Ayet şöyle diyor:

“Ey inananlar!… (Kabe’ye) hediye edilen kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara, Rablerinden bol nimet ve rıza talep ederek Beyti Haram’a gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin…” (Maide Suresi, ayet 2).

Daha başka bir deyimle Kabe’ye hediye edilen kurbanlık, ibadet aracı olarak “hürmet” edilmeye layık bulunmuş olmaktadır.

Yine Maide Suresi’nde kurban kesiminin, bazı günahlardan (örneğin, ihramlıyken avı öldürmek gibi günahlardan) kurtulmak için iş gören bir ibadet yolu olduğunu gösteren bir ayet vardır:

“Ey inananlar! ihramlıyken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kabe’ye ulaşacak bir kurbanı ödeme ya da düşkünlere yemek yedirmek şeklinde keffarei veya yaptığının ağırlığım tatmak üzere bunlara denk oruç tutmak vardır…” (Maide Suresi, ayet 95).

Görülüyor ki, ihramlıyken “avı öldürenler” (eğer bu işi bile bile yapmışlarsa) günah işlemiş oluyorlar. Günahtan kurtulabilmek için ya düşkünlere yemek yerdirmeleri ya oruç tutmaları ya da Kabe’ye ulaşacak bir kurbanı ödemeleri gerekir. Dikkat edileceği gibi, burada kurban kesimi, yoksulu doyurmak için öngörülmüş değildir. Çünkü, ayet, yoksulu doyurma işini, günahtan kurtulmanın bir başka yolu olarak belirtmiştir. Ayette geçen “kurban ödeme” deyimi, Tanrı’ya “takdimede” bulunarak günahtan kurtulmayı öngörmektedir ki, bu da ibadetten başka bir şey değildir.

6) Tanrı, Kendi Yüceliğini ve Güçlülüğünü Kanıtlamak Amacıyla Musa’nın Kavmine İnek Boğazlatıyor; Boğazlattığı İneğin Kemiğiyle Ölü Diriltiyor (Bakara Suresi, Ayet 6773) Bakara Suresi’nde Musa ve kavmiyle ilgili bir hikaye var ki, Tanrı’nın sığır boğazlatarak ölüleri diriltebilir olduğunu anlatır. Hikayenin özeti şöyledir: Musa bir gün kendi kavminin insanlarına, “Allah muhakkak bir sığır boğazlamanızı buyuruyor” der (Bakara Suresi, ayet

67). Onlar, “Bizi alaya mı alıyorsun?” diyerek önce itirazederler. Çünkü, akıllarından Tanrı’nın kendilerinden inek kurban etmelerini isteyebileceği ihtimalini geçiremezler. ( Elmalılı H.Yazır, age, c.l.s.381)  Bununla beraber az sonra fikir değiştirirler ve ne cins bir sığır boğazlamaları gerektiğini sorarlar: “(Ey Musa) Rabbine bizim adımıza yalvar da onun (sığırın) mahiyetini bize bildirsin” (Bakara Suresi, ayet 68). Musa’nın sorusu üzerine Tanrı, kesilecek sığırın “ne kart, ne körpe, ikisi ortası yaşta, kusursuz, alacalı ve tarlada fazla kullanılmamış” olmasını ister. Tanrı’nın istediğine uygun bir sığır bulunup boğazlanır. Bunun üzerine Tanrı, Musa’nın kavmine hitaben “Siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbirinize atmıştınız: oysa Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır” der ve “Sığırın bir parçasıyla ona (ölüye) vurun” diye ekler. Dediği gibi yaparlar ve sığırın bir parçasıyla ölüye vururlar; ölü dirilir. Tanrı onlara şöyle der:

“İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir” (Bakara Suresi, ayet 6973).

Kur’an, öldürülen kişinin kim olduğunu ve neden Tanrı’nın boğazlattığı bir ineğin parçasının vurulmasıyla ölüyü dirilttiğini açıklamıyor. İslam kaynaklarına göre rivayet şöyledir: Musa’nın kavminden çok zengin bir adam varmış; bu adamın bir oğlu ve birçok yeğeni bulunuyormuş. Bu yeğenler zengin amcalarının mirasına konmak için onun oğlunu gizlice öldürmüşler, sonra cenazesini kapıya koyup bağırıp çağırmaya ve cinayeti onun bunun üzerine atmaya kalkışmışlarmış. Katil bulunamadığı için toplumda fitne çıkmış. Ve işte katili meydana çıkarmak amacıyla Tanrı, Musa’nın kavmine sığır boğazlamalarını ve sonra sığırın bir parçasıyla ölünün üzerine vurmalarını emretmiş imiş. (Elmalılı H. Yazır, age. c.l, s.386 vd; ayrıca bkz.İlhan Arsel, Şeriat’tan Kıssa’lar, Kaynak Yayınları, birinci basım. Temmuz 1996.)

Pek güzel, ama bütün bu işler için ineği boğazlatıp kan akıtmak niye? Eğer Tanrı, yüceliğini ve güçlülüğünü kanıtlamak için ölüleri diriltebilir olduğunu ortaya koymak istiyor idiyse, mutlaka sığır boğazlatıp onun kemiğiyle ölüye vurdurtması mı gerekirdi? Bu işi sığırı boğazlatmadan ve ölüyü oracıkta canlı duruma getirmek yoluyla yapamaz mıydı?

Her ne olursa olsun, yukarıdaki konular şu gerçeği ortaya koymaktadır ki, “kurban kesimi”, esas itibariyle yoksula yardım amacına dayalı bir gelenek değildir; bu gelenek, esas itibariyle Tanrı adına girişilebilecek fedakarlıkları ortaya koymak üzere Tanrı adına kan akıtmak, böylece Tanrı’yı hoşnut edip günahlardan kurtulmak gibi bir amaca dayalıdır. Kur’an’daki yeri de bu anlamdadır.


*Bu yazı İlhan Arsel’in aynı ismi taşıyan makalesinden derlenmiştir.

1 Yorum

  1. Physicsience,
    Bazı yazılara İyi, kötü,güzel, çirkin gibi duygu durumunu belirten yorumları yayınlamayı doğru bulmuyoruz.
    Yazarla değil, yazıyla ilgili düşüncelerini, yukarıda yanlış bulduğun, yanlış olduğunu düşündüğün veya yanlı(ş) aktarıldığını düşündüğün bölüm(lerle) ilgili kaynak göstererek yorum yazarsan daha iyi olur.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz