Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum
Bir zamanlar sözcüklerin bizim dışımızda da yaşamları vardı, ama anlamları yoktu.
Eskiden bir ustura, bir su kovası, bir at yan yana gelebiliyordu. Dünya anlaşılmak için değildi.
Eskiden sözcüklerle bu denli yakınlığımız yoktu. Balkon ile tanışmamız yenidir. (Balkon çocukluğumuzdur.) Kırmızı sesti eskiden. Nergis kendi adını bilmezdi. Aklına estiği gibi yaşardı. Ölüm sözcüğü eskiden de iki heceydi, evlere girer çıkar, yatak turları atar, ağaçlarla alay ederdi. Bugünkü gibi de işini hep tek başına görürdü.
İm ad değildi daha
Bir zamanlar anlam sözcüklerin umrunda değildi. Nuh Peygamber’in : “Ben iki bin yıl önce karım, çocuklarım, gelinlerim, hayvanlarımla Cudi Dağı’nda gemisi karaya oturan Nuh Peygamberim.” sözlerine karşı – anlamın kıyılması adına – imgeleri sürerler (şairlerin her gece kağıtlarına yeşil Muhammed’ler, sarı İsa’lar indiren imgeleri) sözcük olduklarını unuturlardı. (İmgelere dönüştüğünde sözcükler tanınmaz: Sözcükleri kaldırın, dünya durur!) Bazen de eğretilemelerin büyüsüne kapılıp – eğretilemeler şiirin kral yoludur – adlarının üstünü çizerlerdi. Bazı da simgelerin buyruğunda (simgelere elini kaptıran kurtulamaz) ordan oraya savrulup giderlerdi.
İm ad değildi daha.
ASKELOPİS
Askelopis Ephesos’lu bir kuşla dolaşırdı ve bizim görmediğimizi görürdü. Nesneler böyledir, herkese görünmez. Gizliliği sever. Şairler gibi de beyaz bir dille konuşurlar. Us bunu kavrayamaz. Ama görünmeyen de yoktur. Nesneler bunu bilmez. Niçin bilsin? Hem bilmek nesnelerin işi değildir. Balıklar içinde yüzdükleri suyu biliyor mu? Ben ormanı bilmeden tanıdım, bir daha da unutmadım.* Nesneler sözcüklere dönüşmeye görsün durdurulamaz. Yer küreyi sararlar; sonra da binlerce tümceye dönüşürler. Yeryüzünün bir ucunda binlerce nesne her sabah bunun için uyanır. Tümcelerle öğrendim ben dünyayı. Evrenin sınır taşları. Dildir tek Tanrı, o cenin!
(Ayak basılmadık yerlerini benden esirgeme, çok görme bunu bana, sevgili dil.)
(*) Ey bellek, senden kurtuluş yok!
Bundan nesnelerin ötesinde bir şey yoktur. Askelopis bunu görmedi. Ölüm onu görür kıldı. (Felsefe biraz da ölümü öğrenmek değil midir?)
Nesneler yalnızdır mı diyorsun?
Nesnelere bundan böyle yalnızlığı duyurmayacağım.
Söz.
SU SAATİ
Sonsuzluk … Sonsuzluk. ..
Sonsuza geçerli sözcükler yoktur. Ölüme yakın sözcükler vardır. Dünyada onlarla gidip geliriz. Sözcüklerin – bu ölüm mangaları – boyunduruğundan kurtulduğumuzda, nesneler de ölümsüzlüğün alanına girer. Ölümsüzlük özlemini nesneler de çeker. İmam-ı Azam Ebu Hanife sonsuzluğa ulaştığında, dünyadaki su saatını yanında bulunca hiç şaşırmadı. İlk kez bir su saatı zamanın dışına çıkıyordu. Çalıştığını duyuyordu.
Tansık budur!
Sonsuzluk tutkusunu öldürür sözcükler. Ölümü gündemde tutarlar. Akşamın ağzı yaprak doludur. Günün gece (çocuk gece). Otların, bulut. Bütün gün bildiğimizi yürüdük. Konuştuk bildiğimizi:
WORDS ARE WORDS
Sözcükleri hep karıştırdım. Hep kendini anlatır sözcükler.
Gök, geç kaldığından söz açar. Su, yataylığından. Sözcüklerin dünyayı yansıttığı çok su götürür. Ağaçlara baktımdı seni öpmeden. Gördün mü gördüğünü ağaçların? Böyle konuşuruz konuşunca. Bahçeden bahçeye geçer çocukluk. Ölüdür anlatının alanına giren. Geçelim onu. Dünya döndüğünü bilmez. Tin habersiz dolaşır. Güneş, adını unutur batarken.
DÜŞÜNÜRKEN BULDUM KAYAYI
Düşünürken buldum kayayı.
Otlarla konuşmaktan geliyordum. Ölü bir yaprak; adını unutmuş bir sokak, sav dolu bir tümce, suçlu bir ırmak, bir de partal bir kuş yürüyorduk.Bir atlı karıncaydı yaşamak, onu yürüyorduk.
Bilirim sözcüklerin ulaştığı yere hiçbir şey erişemez. İsa ile Karahisari’nin gömlekleri dikişsizdi. Sözcükler bunu gördü.
Ey görünmezlik! Elimden tut. Gecede sözcüklerin ağırlığı daha bir artıyor. Ve … [Yazık, tümcemi tamamlayamayacağım.])
Her şey, her şey konuşur evrende. Evler, çocuklar, nehirler, coğrafya. Nehirlerin vakti olmadığını okudum.
Coğrafya adına sevinmemiştir. Anlam sıkıcıdır. Günde üç kez aynada kendine bakar. Yalnızlık saçar. Anlamla ev yapılmaz. Anladım ama yalnızlığım sürüyor. Düşüncelerim yok benim. Kaya bilir kaya olduğunu, ben bilmem. Anladığımda yitirdim şiirimi. O gün bugün bir akarsu gibi kocadım.
Anlamdan hep kuşku duydum. Evler, odalardı, unuttum.
Dünya ki varlığının ayırdında değildir. Trenler geçer yüzünden: Kendini varsayar.
GÜZEL DEVEDİKENİ
Bir yüz. Turgut Uyar. Güzel devedikeni.
Bir Edirnekapılı.* Öyleyse, fukara, umarsız bir sokak: Vaiz Sokak. Numara 70.
At pazarları, bahçe kahveleri, develer ve yeşil, soluk tramvay vagonları: Hep bu fakir sokak için.
Bir çocuk, içli, kırılgan. Daha o zamandan “Ben sıkıntıyım!” diyordur.**
Tanaş Usta, oğlu Toma; Kömürcü Eda Hanım. Ve Bakkal Topal Halit (Bu Topal Halit her gün Karagümrükle gidip saçlarını taratır.) ilk yüzler.
(*) Böyle de diyebiliriz. Değil mi ki bir Edirnekapılı güzelliği vardır.
(**) Bir posta arabasına mı benzetiyordur kendini?
******
Artık uzun bir yolculuğa hazırdır yüzü. Bütün büyük küçük kentler
Ve Posof.
Çünkü şiir dağlardan Zanerhev köyüne inmiştir. Ceketi ve atın dizginleri yağmur altındadır.
Posof’daki bir fotoğrafta uzanmış kendi yüzünü öpüyordur.*
Bir yaya. ** “Bütün mümkünlerin kıyısında!”
(*) Bir ev çünkü durup dururken ovaya özeniyordur.
(**) Sanki kırlardan şiir gezintilerinden dönüyordur.
*******
Bir baba, ağırbaşlı, saygılı. Hep at, hep atın üstünde (bu sessiz, dikkatli babanın elini tutarak yürüyecektir.)*
Ankara’da mı doğar bu çocuk? Demek ki bronz bir gök.**
İlk sorduğu soru: “Meksika’ya hiç yağmur yağmaz mı?”
İlk kitap: Jules Verne.
İlk sigara: Hanımeli.
İlk gördüğü ağaç : Çitlembik. (Elinde bıçak soğan soyuyordur.)***
(*) Atından indiğinde kendi kendine ut çalacak, Latin harfleriyle de Ankara’nın ilk sokak tabelalarını yazacaktır.
(**) Bu bronz gök hiç eksilmeyecek, hep yazılacaktır.
(***) Değil mi ki her şeyden bir şey kalıyordur.
**********
Bir bilge, doğadaki nesnelerin sayılarını, ağırlık ölçülerini bulmuştur.
Adı, bir beyazlık. * Sığınak kendine. Kendi külüne.
Sözcükleri ana rahminin sözcükleri. Hep evetle hayır arasında gidip gelecektir. **
Dili, acının tarihi. Bir tanıklık, çağına.
Anladınız oturunca niçin ölümü yanına alır oturur, kalkınca niçin birlikte kalkarlar.
(*) Biraz önce sanki yağmur yağmıştır.
(**) Bunun için midir sözcükler onda bir ilçe üzüncü taşırlar?
********
Sunu
Bir gün lambasını söndürdüğünde : “Şiir korumaz. Her şeye karşı bir aykırılıktır!” dedi.
Ve suçlu bir deniz gibi ekledi: “Hızla gelişecek kalbimiz!”
Böyle dedi ve çekildi.
Şimdi lambası, Büyük Saat’ı, bütün çocukların ezberinde.