Mahallenin delisi
Bugün de öyle midir bilemiyorum ama, bir zamanlar Anadolu dendi mi, mahallesi delisiz bir yöre düşünülmezdi. Anadolu kültüründe her kasabanın, her köyün, neredeyse her mahallenin muhakkak bir delisi vardı. Tıpkı bizim Malatya’nın ‘Deli Gaffar’ı gibi. Eski tren yolu çevresine yayılmış, Çavuşoğlu ile Salköprü mahallelerinin ortak delisiydi o… Esnafın eğlencesi… Kadınların zararsız belalısı… Çocuklara gelince, şöyle söyleyeyim… İyinin dostu, kötünün de canavarıydı Gaffar… Taşlayanı taşlar, oynaşanla akranlaşırdı.
Bugün orta ve eski kuşak Malatyalılara, “Nasıl bilirdiniz Gaffar’ı?” diye sorduğunuzda, eminim hepsi de, aynı sevecen hasretle anımsar onu. En başta da Gaffar’ın o ‘her bir şeyi ortada’ halini tabi. “Esnafın eğlencesiydi” demiştim ya, boşa etmedim o lafı. Bakın o zamanın çarşı esnafı, sanki marifetmiş gibi, nasıl ballandıra ballandıra anlatır Gaffar’ı: “Garibanı alır önce bir güzel giydirirdik. Giyinince kendine süzüle süzüle bir bakardı ki, deme gitsin. Boşuna giydirmezdik ama… Asıl derdimiz ona giysilerini yırttırmaktı. ‘Ulan Gaffar o geydiğin ölü malı’ dememizle başlardı üstünü başını yırtmaya… Ortada anadan doğma kalırdı öyle… Biz giydirir salardık komşuya, onlar yırttırırdı, komşu giydirir salardı üstümüze, biz yırttırırdık. Böyle, eğleşirdik işte. Ama Deli Gaffar bu… Laf anlar mı, adı üstünde… Deli işte… Çırılçıplak kaldı mı, kalmazdı öyle yerinde… Bu kez gider mahallede kıza, kadına gözükürdü. Kadınlar da taşlar, kovalarlardı, de kına denksiz1 diye.”
“Şimdi bu Deli Gaffar hikâyesi de nereden çıktı”? diye soracaksınız. Agos iki yaşını tamamladı ya, ne bileyim Deli Gaffar’ı anımsadım işte. Kimilerine göre Agos da bu cemaatin delisi değil mi yani? Doğrusu biz de zaten ‘mahallenin delisi’ sıfatını gönülden kabullenmişiz. Bunun gereklerini de elimizden geldiğince yerine getirmeye çalışıyoruz, iki yıl boyunca ‘akıllı deli’yi oynamaya çalışmadık mı? İyi kötü bir şeyler başarmadık mı?
Biliyorum şimdi yine soracaksınız, “Peki ama Deli Gaffar’ın üstünü başını yırtıp delirmesiyle Agos‘un bağlantısı ne?” diye. Agos, ‘hareketsiz bir cemaatin hareketli gazetesi olma’ çabasını ne kadar başarabiliyor? Doğrusu biz kendi adımıza memnunuz. Ancak, bizzat bizi bu günlere getiren cemaatin kendisi, hareketsiz ve bir ölçüde de ölü ise, çeşitli konulardaki sorgulamalarımızı, “Aman ha, karıştırmayın, elleşmeyin!” diye geçiştiriyorsa, kendi üzerindeki ölü giysisini bize de giydirmeye yelteniyorsa, Gaffarlaşmazsınız da ne yaparsınız?
Bizler cemaat sistemimizi, eğitim yaşantısından, kurumlarımızın diğer tüm alanlarının mekanik ve dinamik yapılarına kadar, sorgulamaya ve düzeltilmesi için katkıda bulunmaya çalıştıkça, önümüze çekilen seti, bize sunulan ölü elbisesi olarak nitelendiriyoruz. Kimse giydirmeye teşebbüs etmesin… Yırtar parçalarız… Masum çıplaklığımızı da sonuna kadar koruruz.
Agos‘u bugünlere getiren, bizi baştan aşağı yaratan cemaatin, bu vurdumduymazlığı karşısında, çıldırmamak mümkün değil. Deliliğe ama akıllı deliliğe razıyız ve bunu da seve seve yapıyoruz zaten. Yeter ki bizi Gaffarlaştırmasınlar.
Agos, 27 Mart 1998
“TANRI BİLMEYİ ÖLÜMLE EŞLEŞTİRDİ…” BİLMEK VE ÖLMEK – HRANT DİNK
1 – Ermenice ‘defol git denksiz’ manasında