Hasan Sabbah Üzerine | Eşitlikçi İsmaili Cumhuriyeti: Karmatiler – Baha Okar

243

Tüm bu toplumsal dalgalanmalar İsmaililiğin yapısına ve gelişimine de etkide bulundu. Mevalinin İslam toplumuyla bütünleşip ayrı bir sınıf olarak ayırt edici niteliklerini yitirmesiyle birlikte, İsmaililik ile mevalinin toplumsal özlemleri arasında oluşmuş özdeşlik ortadan kalktı. Bunun yerine İsmaililik ekonomik ve toplumsal olarak ezilen her kökenden kitlelerin daha geniş ve köklü muhalefeti için uygun bir siyasal çerçeve haline geldi. İsmaililiğin, Mehdinin dünyaya adalet getirmek üzere kısa zamanda geleceğini ilan eden mesajı, bu kitleler için oldukça etkili bir çağrıydı. Uzun süren gizlilik döneminin ardından İsmaililik, elverişli toplumsal-siyasal koşullardan da beslenerek, dinamik bir devrimci hareket olarak ortaya çıktı.

Eşitlikçi İsmaili Cumhuriyeti: Karmatiler

<Öncesini Oku| Ancak İsmaililerin altın çağı hiç de sorunsuz başlamadı. 10. yüzyılın ilk yıllarında yaşanan bölünme sonucunda, hareket iki ayrı kanaldan gelişti. Bu ayrışma görünüşte öğretideki bir revizyondan kaynaklanıyordu. O döneme kadar İsmaililer, yedinci ve son imamın İsmail’in oğlu Muhammed olduğuna, sırlara karıştığına ve çok yakında dünyaya dönüp adaleti sağlayacağına inanıyordu. İsmaililerin lideri Ubeydul-lah 899 yılında öğretiyi değiştirip imam soyunun kendisiyle devam ettiğini ilan etti. Güney Irak’ı ellerinde tutan İsmaililerin lideri daî Hamdan Karmat başta olmak üzere geniş bir kesim Ubeydullah’m imamlığını tanımadı. Bölünmenin ardındaki neden burada yatıyor. Hamdan’m Irak ve Arap Yarımadası’ndaki İsmaililer üzerinde güçlü bir siyasi nüfuzu vardı. Bu, Ubeydullah’ı hareketin sadece manevi, düşünsel lideri durumuna düşürmüştü. Ubeydullah’m öğretide yaptığı değişiklik, işleri elinde tutmak için yürüttüğü siyasi mücadelenin parçası olarak değerlendirilmelidir.

iki kanat arasında çıkan çatışma sonucunda Hamdan Karmat ve başka etkili daîler öldürüldü ya da ortadan kayboldu. Ubeydullah ise önce Mısır’a, sonra Kuzey Afrika’ya kaçmak zorunda kaldı. Bu çalışmalı bölünmeye rağmen, daha yirmi yıl geçmeden, Ubeydullah bugünkü Tunus’ta halifeliğini ilan ederek büyük Fatımi (47) devletinin temelini atmıştı. Onun imanlığım tanımayan Karmatiler (48) ise biri Yemen’de biri Bahreyn’de olmak üzere iki devlet kurmuşlardı. Bu durum, İsmaililerin islam topraklarına saldığı köklerin derinliğini ve yaygınlığını gösterir.

Ubeydullah’m halifelikle birlikte Mehdi olduğunu da ilan etmesi ve bunu teorize edecek şekilde İsmaili öğretisinin temellerinden olan İmamlık düşüncesini revize etmesi sonucunda, Fatımiler ile Karmatiler arasındaki ayrım derinleşti. Bu i-ki kanat neredeyse bir asır boyunca gerilimli ilişkilere sahip devletler olarak yan yana yaşadılar, her fırsatta savaşa tutuşmaktan da geri durmadılar. Hasan Sabbah ve Nizariler bu kanatlardan Fatımilerin içerisinden kopup geliştiler. Ama hareketi yeniden devrimcileştirirken İsmaili öğretinin Karmatilere taşman eski radikal öğelerine döndüler. Ayrıca iran’da neredeyse bir asır boyunca Karmati etkisini taşımış İsmaililere dayandılar. Bu bakımlardan, Hasan Sabbah’m Yeni Davet’inin köklerinde, Fatımiler kadar Karmatiler’in de esaslı bir izi bulunmaktadır.

Karmatiler Ubeydullah’tan kopup bağımsız bir hareket haline geldiklerinde, zaten Irak’ın güneyinde Zenc İsyanının da yarattığı karışıklıktan faydalanarak güçlenmiş, bazı bölgeleri kontrolüne almıştı. 10. yüzyılın başında art arda üç ayaklanmaya kalkıştılar ama başarısız oldular. Gönderdikleri daîler sayesinde İran’ın güneyinde ve Yemen’de örgütlendiler. Yemen’de daha sonra Hasan Sabbah tarafından da uygulanacak bir stratejiyi kullanarak, dağlık bölgelerde üsler oluşturup çevre bölgelere yayıldılar. Bir süre sonra bütün Yemen’e hâkim oldular.

Karmatilerin bir başka kolu da Bahreyn’de, Arap Yarımadasının 1-ran körfezi kıyısında egemen oldu. Bahreyn Karmatileri Abbasi ordularını defalarca bozguna uğratıp Irak içlerine seferler düzenledi. Mekke’den dönen kervanları yağmaladı. Mekke’yi basıp kutsal Hacer el Esved taşını rehin aldı, sonradan büyük paralar karşılığında iade etti. Her iki Karmati devleti de, Abbasi Halifeliği’nin en zorlu düşmanları oldu.

Ama Karmatilere islam siyasi tarihinde ve ezilenlerin mücadele geleneğinde önemli bir yer kazandıran esas nitelikler, kurdukları devlette hâkim kıldıkları eşitlikçi, toplumcu düzendir.

Bu düzen tarımsal üretim ve savaş üzerine kurulmuştu. Bütün ganimetler, talandan ve tarımdan elde edilen gelirler hazinede toplanıyor, ihtiyaca göre ve toplumda bireysel yoksulluğa ya da zenginliğe izin vermeyecek şekilde dağıtılıyordu. Hiç kimsenin kılıcı ve diğer savaş aletleri dışında özel mülkü yoktu. Toplumun zenginliği savaş ganimetleri kadar, üyelerinin gerçekleştirdiği ortaklaşa üretime bağlıydı. Bu ortak mülkiyet ve ortak çalışma ilkesi, tarlaları kuşlardan koruyan çocuklar ve yün eğirmek gibi gündelik işler yapan kadınlar dahil herkes için geçerliydi. Ayrıca devlete ait köleler de üretime katılıyordu, bunlar muhtemelen Ismaili olmayan savaş esirleriydi. (49) Karmatilerde kamusal işlerin yönetiminde ve ö-nemli kararların alınmasında büyük ve etkili kabilelerin temsilcilerinden oluşan bir meclis söz sahibiydi. Bazı bölgelerde bu meclislerde kadınların da bulunduğu belirtiliyor. Karmatilerde eşitlikçi ve adil bir düzenin hüküm sürdüğü İsmaili olmayan A-rap ve İranlıların tanıklığı ve anlatımlarıyla da doğrulanıyor. Bunlara göre, Karmatilerde cuma namazı gibi toplu ibadetler yok. Bahreyn’de İranlı bir tüccarın yaptırdığı büyük bir cami dışında diğer tüm camiler kapalı. Bahreyn Karmatileri’nin iki yüzyıl ayakta kalan devleti, girdikleri gerileme döneminin ardından 1077 yılında Sünni Araplar tarafından, Selçuklu askerlerinin desteğiyle ortadan kaldırıldı. (50)

Karmatilerin siyasi olarak egemenlikleri altındaki topraklar dışında da yaygın bir etkileri söz konusuydu. Iran İsmaililileri’nin çoğu, Fatımilerin 10. yüzyılın ikinci yarısında giriştiği etkin örgütlenme seferberliğine kadar, Fatımi halifesini reddederek Karmatilerden yana tavır aldı. İran’ın güneyindeki ve Hazar Denizi kıyısında Azerbaycan, Erdebil ve Deylem’deki İsmaililer i-se, Nizarilerin ortaya çıkışma kadar Karmati koluna bağlılıklarım sürdürdüler. (51) Hoşnutsuzluklarını ve radikal fikirlere açıklıklarını koruyan Iran İsmailileri, ileride Nizari isyanı için elverişli bir toplumsal zemin olacaktı.

Fatımi Devleti

İsmaili davasının en gösterişli sonucu Fatımi devleti oldu. Fatımi-ler halifeliğin ilanından sonra, 10. yüzyılın ikinci yarısında Mısır’ı a-lıp güçlü bir devlet haline geldiler. Yüzyılın sonuna gelindiğinde Suriye ve Hicaz’dan Akdeniz kıyısı boyunca Fas’a uzanan, Sicilya üzerinden Avrupa’ya el atmış bir imparatorluğa dönüştüler.

Ancak Fatımiler halifeliğin merkezini Mısır’a taşıdıklarında, pratik programlarındaki devrimci öğeler neredeyse tümüyle silinmişti. Halifelik Sünni kurumlara karşı daha ılımlı bir tavır içindeydi. Bu tavır, öğretinin de ılımlı bir içeriğe bürün-dürülmesiyle birlikte gelişti, imamlık öğretisi değiştirildi ve islamiyet çağında yediden fazla imam olacağı ileri sürüldü. Bu revizyonun politik sonucu, İsmaililerde baştan beri politik motivasyon kaynağı olan, tanrısal bir kurtarıcı beklentisinin boşluğa düşmesi oldu. Mehdi’nin misyonu bütün dünyada adalet düzenini sağlamak değil, kılıç zoruyla şeriatı savunmak olarak yeniden tanımlandı. Erken İsmaililik’tekiler, a-sıl belirleyiciliğin bâtında olduğunu kabul etme eğiliminin aksine, Fatımiler bâtın ile zahirin eşit önemde olduğunu ileri sürdüler. Her ikisinin de dinin tamamlayıcı boyutları olduğunu kabul ettiler ve radikal İsmaili çevrelerin, dinin yerleşik toplumsal kurallarına karşı çıkma eğilimlerinden uzaklaştılar. (52)

Mısır’ın verimli toprakları ve Akdeniz ticaretinde söz sahibi olmak, Fatımileri zengin bir imparatorluk haline getirdi. Mısır’da kurdukları Kahire şehri büyük bir kültürel birikimin merkezi oldu. Şehrin en büyük camisi olan El Ezher, kütüphanesiyle, her türlü giderleri karşılanan öğrenci ve öğretmenleriyle önemli bir bilim ve araştırma merkezi haline geldi. Daha sonra kurulan Dar el Hikme (Bilgelik Evi) ise Fatımi öğretisinin geliştirildiği ve yayıldığı, bütün İslam coğrafyasından daîlerin yetiştirildiği bir okul oldu.

Daî örgütlenmesi en gelişkin biçimine Fatımiler’de kavuştu. Düzenli devlet organizasyonuna paralel bir dini hiyerarşiye dönüştü. Başdaî vezirle aynı seviyedeydi. Bu örgütlenme içeride yönetime katkı yaparken, Sünni topraklarıdaki İsmaili muhalefetin merkezi olmaya devam ediyordu. Bu sayede, başta Karmatilere kaptırdıkları İran ve Irak İsmailileri üzerindeki nüfuzu yeniden kazandılar.

İçeride ise Fatımi devletinin Is-ili davasından uzaklaşmasının sonuçları ortaya çıkmıştı. Devlet yöne-inde hem Sünni Müslümanlar, em de Hıristiyan ve Yahudiler söz gibi olmaya başladı. Bugünden bakıldığında bu durum bir hoşgörü işareti olarak algılanabilse de, gerçekte devletin ideolojik yapısının çözüldünün göstergesidir. Orduyu oluştu-paralı askerlerin komuta zinciri, netimdeki dini ve siyasi hiyerarşinin yanıma bir üçüncü olarak ekendi. Sonunda Abbasiler’de oldu-gibi, paralı askerlerin kontrolden lası ve üst sınıflar arasındaki çıkar çatışmasıyla ortaya çıkan krizin ardından, duruma el koyan askeri : yönetimi ele geçirdi. İsmaililerin evlet içinde etkisi kalmadı. Halife i-siyasi bir kuklaya dönüştü. Nizalerin Fatımiler’den kopup bağım-: bir hareket haline gelmesi hemen bunun sonrasındadır. (53)

Fatımiler radikal bir öğretiye ve örgütlenmeye dayanan devrimci bir hareketin, iktidara gelmesiyle birlikte adım adım bu karakteri yitirip yozlaşmasının bir örneğidir. Fatımilerin büyük ve güçlü bir devlet olmasıyla, başlangıçta bütün islam dünyasının adil ilkeler temelinde yeni bir düzene kavuşacağına umutlanan İsmaililer bu sonuçla büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.

Sonuç olarak, ne Karmatiler ne de Fatımiler islam’ın evrensel liderliğini elde edebilmiş, islam dünyasına vaat ettikleri düzeni hâkim kılabilmişti. İsmaili davası altın çağının sonunda başarısız olmuştu. Şimdi sıra, Ismaililiği devrimci bir temelde yenileyecek, İsmailileri yeni bir mücadeleye hazırlayacak olan Hasan Sabbah’a gelmişti. Hasan Sabbah ve Nizari isyanı sayesinde, İsmaililiğin islam’ın siyaset sahnesinden silinişi tarihte ö-zel yeri olacak bir finale kavuşarak, bir süre daha ertelenmiş oldu.

İslam coğrafyasında Selçuklu rüzgârı

Burada, o dönemde bütün bölgenin siyasi durumunu değiştiren bir etken olarak Selçuklulardan söz etmek durumundayız. 11. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklular önce iran’da, ardından da Irak ve Suriye’de egemenlik sağlamış, Bağdat’ı alarak Abbasi halifeliğini Şii Büveyhi devletinin oyuncağı olmaktan kurtarmıştı. Karmati devletinin ortadan kaldırılmasında Sünni Araplara destek olan ve Fatımilerin gelişmesini durdurup Suriye’den süren de Selçuklulardı. Böylece Sünni islam’a taze kan taşımış, halifeliğin topraklarında birlik ve istikrarı yerinde tesis etmişlerdi.

Selçukluların Sünni egemenliği dirilten etkisi düşünsel alana da yansıdı. Kırılan ideolojik hegemonyasını pekiştirmek ve Batmîlik / Ismaililik başta olmak üzere kendisine düşman akımlarla hesaplaşmak için yoğun bir çaba gösterdiler. Selçuklu veziri Nizamülmülk bu amaçla pek çok medrese kurdurdu. Bunların en ünlüsü, Gazali’nin de görev yaptığı Bağdat’taki medresedir. Gazali el Mustazhir adlı eserini İsmaililere karşı yazmış, pek çok eser ve yazısında Batîniler ve İsmaililer ile tartışmıştır. Nizamülmülk’ün meşhur Siyasetname’sinde de Batîniliği ve Ismaililiği karalayan uzunca bir bölüm vardır. (54)

Selçuklularla gelen bu siyasi canlanma, Sünni egemenler için güç ve istikrar anlamına geliyordu. Ama bu, toplumsal huzursuzlukları artırmak pahasına gerçekleşti. Selçuklular başlangıçta, hâkim oldukları topraklarda işgalci bir dış güçten ibaretti. Beraberinde İran’dan gelip geçen Türkmen göçebeler yüzünden tarım iyice bozuldu. Köylüler kasabalara kaçtılar ya da şehirlere ve kalelere yakın tarlalarda çalışmaya başladılar. Şehirlerin azalan gelirlerini paylaşmak zorunda kaldılar. Selçuklu egemenliğinin yerleşmesiyle, toprak sultan tarafından beylerine ve komutanlarına ikta olarak dağıtılmaya başlandı. Eski hâkim sınıflarla yeniler arasında bir ittifak ve kaynaşma yaşandı.

Büyük ikta sahibi emirler, kendisini neredeyse sultanla eşit sayan bağımsız, küçük beylikler gibi davranabilmekteydi. Eski Iran devlet modeli bir merkezi yönetimi esas alarak Selçukluların hızlı devletleşme sürecini yöneten vezir Nizamülmülk, Sultan Melikşah döneminde ikta usulünü düzene sokmak ve merkezin bürokratik kontrolü altına almak için gayret gösterdi. Ancak, merkezi otoriteyi kısmen sağlayabildi.

Sonuç olarak, Nizamülmülk döneminde oluşan toplum yapısında, emirler ve ulema otoritenin özünü oluşturmaya başlamış, hâkim sınıf kalabalıklaşmış ve giderleri de çoğalmıştı. Merkezi yönetim ve saray masrafları sürekli artıyordu. Tüm bunlar, emekçi sınıflara daha ağır bir yükün bindirilmesi ve köylülüğün üzerindeki sömürü ve tahakküm sistemin gelişmesi pahasına gerçekleşti. (55)

Hoşnutsuz bir halk kitlesi, kurumsal mekanizmalara değil emirlerin güç ve otoritesine dayanan yerel idareler ve taht kavgalarıyla sarsılan, kırılgan bir merkezi birlik. Bütün bunlar İran’ı yeni bir İsmaili kalkışması için elverişli bir toprak haline getirmiştir.

Baha Okar
Bilim ve Gelecek (Sayı 86)
<< Öncesini Oku

1 Yorum

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz