Yayımlanan ölüm sonrası yazıları ve karısının tuttuğu günlük, Dostoyevski’nin yaşamının bir bölümünü, yani Paris’te kumar tutkusuna yakalandığı dönemi tümüyle açıklığa kavuşturur niteliktedir (Fiilöp-Miller ve Eckstein, 1926).
Herkesin ortaklaşa benimsediği gibi yadsınması olanaksız sayrısal (patolojik) bir tutku nöbetidir bu. Kuşkusuz, söz konusu tuhaf ve çirkin davranışı dolayısıyla Dostoyevski gerekli ussallaştırmalara (rasyonalizasyon) başvurmamış değildi.
Nevrozlularda sık rastlandığı gibi, suçluluk duygusu borç yükünde kendine yerdeş bir ürün sağlamıştı; Dostoyevski’ye göre, kumar oynamaktan amacı, kazanacağı parayla Rusya’ya dönme olanağını ele geçirmek, kendisini hapse tıktırmalarına fırsat bırakmadan oradaki alacaklılarına borcunu ödemekti. Ama bu bir bahaneydi yalnızca; nitekim sanatçı da bunu görecek kadar keskin zekâlı ve bunu itiraf edecek kadar dürüsttü, asıl önem taşıyan şeyin oyunun kendisi olduğunu biliyordu: lejeupour lejeu. (Mektuplarının birinde: “Önemli olan, oyunun kendisiydi,” diye yazar Dostoyevski. “Kuşkusuz en başta para gerekliydi bana, ama size yemin ederim ki para kazanmak tutkusu diye bir şeyden söz açılamazdı.”
İçgüdüsel ve anlamsız davranışının tüm ayrıntıları, bunu ve bunun ötesinde daha pek çok gerçeği kanıtlamaktaydı. Oyuna oturdu mu, üzerindeki bütün parayı kaybetmeden rahat edemiyordu; oyun kendi kendini cezalandırmasını sağlayan bir araca dönüşmüştü. Artık kumar oynamayacağı, falan ya da filan gün oyuna oturmayacağı konusunda genç eşine sayısız kez söz vermiş, ama eşinin açıkladığına göre hemen hiçbir vakit sözünü tutmamıştı. Kumardaki kayıplarıyla gerek kendisini, gerek eşini alabildiğine büyük bir yoksulluk içine sürüklemek, onun için bir ikinci sayrısal (patolojik) doyum kaynağıydı; çünkü bu, karısının önünde kendini paylayıp azarlamasına, kendini küçük düşürmesine ve kendisi gibi böyle iflah olmaz biriyle evlendiği için karısında pişmanlık duygusu uyandırmasına olanak veriyor, söz konusu davranışının vicdanında sağladığı rahatlamayla ertesi gün yine kumar masasına oturuyordu. Genç eşi Dostoyevski’nin bu dönem dönem yinelenen davranışına zamanla alışmış, çünkü gerçekte tek kurtuluş umudu gözüyle baktığı kocasının sanat çalışmalarının ellerindeki avuçlarındakini kaybedip neleri var, neleri yok rehine yatırdıktan sonra her zamankinden verimli bir düzeye ulaştığını sezmişti. Ancak iki durum arasındaki ilişkinin içyüzünü kavrayabilmekten kuşkusuz uzaktı. Dostoyevski’nin kendi kendine verdiği cezalarla içindeki suçluluk gereksinimi doyuma kavuşuyor, bunun sonucunda sanat çalışmalarını aksatan engel gevşeyerek yazar başarı yolunda yeniden birkaç adım atmayı kendine çok görmüyordu.
Sigmund Freud
Sanat ve Sanatçılar Üzerine, YKY,6.baskı, Sayfa: 238,239.