Dostoyevski ve Tolstoy: İki devin kıskançlıkla dolu ‘ilişkisi’ – Turhan Kayaoğlu

Dosteyevski ve Tolstoy ne karşılaştılar ne de mektuplaştılar.
Yedi yaş büyük olan Dosteyevski (1821-1881) St:Petersburg’da, Tolstoy (1828-1910) Moskova dışındaki Jasnaya Polyana’da yaşıyordu. İkisi de ortak dostlarının çokça bulunduğu bu iki şehir arasında mekik dokudular.

Hayatlarında bir kez aynı mekanda oldular. 1878 yılında filozof Vladimir Solovyof’un “Tanrı’nın insanı” adlı konferansını dinlediler. Ancak kimse onları birbirine tanıştırmadı.
Dostoyevski 1880 yılında Puşkin anıtının açılış konuşmasını yapmak üzere Moskova’ya geldiğinde Jasnaya Polyana’ya gitmek istemiş ancak Tolstoy’un “delirdiğini” duyunca vazgeçmişti.

Dostoyevski zamanın ünlü eleştirmeni Strachov’a yazdığı bir mektupta Tolstoy’u bir köylü romancısı olarak tanımlamış ve artık söyleyecek sözü kalmadığını belirtmişti. Aslında ona “Rusya’nın yeni sesi benim” demek istemişti.

Tolstoy da ölmeden kısa bir süre önce şöyle demişti: “Karamazof Kardeşler’i okudum. Ne kadar da sanattan yoksun! Tek kelimeyle sanattan yoksun! Kişiler tam da kendilerinden beklenmeyen şeyleri yapıyorlar.

Neredeyse banal bir şey bu. İnsan okuyor ve yapmaları gerekeni, kendilerinden bekleneni yapmayacaklarını önceden biliyor. Şaşırtıcı bir sanat fukaralığı. Ve herkes tek ve aynı şekilde konuşuyor”.

Dostoyevski önce sosyalist ve çar düşmanı, sonra koyu dindar, çarlık savunucusu, Batı düşmanı ve milliyetçi olmuş. 1849’da Petersburg’daki rejim karşıtı bir toplantıya katıldığı için karanlık bir hücreye atılmış, sekiz ay süren sorgulama boyunca uykusuzluk, basur, zihin karışıklığı ve sara nöbetleriyle kıvranmıştı.

Sonra 15 kişiyle birlikte kurşuna dizilmek üzere ünlü Semyenovski meydanına götürülmüş, beyaz gömlek giydirilip gözleri bağlanmış ve askerler tam ateş edecekken af fermanı gelmişti.

Ölüm cezası hapse çevrilmiş ve Sibirya’daki Omsk cezaevine gönderilmişti. Burada bir barakada pislik içinde 150 hırsız ve katilin arasında dört yıl geçirir.

Cezaevinde derinleme bir bakışla bu insanların hayatlarını ve kişiliklerini kavrar, halk yığınlarının yaşadıkları şartları ve ”Rus ruhu”nu öğrenir. Daha sonra Kazakistan’daki Semipalatinsk’te altı yıl er olarak sürgün yaşar.

Dostoyevski’nin ”Ölüler Evinden Anılar” ı Tolstoy’un en beğendiği kitaptı. Bu kısmen otobiyografik olan roman yazarın hapishane anılarını anlatıyordu.

Kitaptaki cezaevi, mahkum ve gardiyan betimlemeleri Tolstoy’u çok etkilemişti. O da yoksulları ve baskı altında olanları anlatmak istiyordu ve bunu “Diriliş” romanında gerçekleştirecekti.

Tolstoy Strachov’a şöyle yazmış: “Birkaç gün önce kendimi kötü hissedince ‘Ölüler Evinden Anılar’ı okudum. Çok şeyi unutmuştum ve yeniden okudum. Puşkin dahil modern edebiyatımızda bundan daha iyi bir kitap olmadığını belirtmeliyim. Dostoyevski’ye rastlarsanız onu sevdiğimi söyleyin”.

Dostoyevski aşağı sınıftan bir soylu aileden geliyordu. Tolstoy ise çok soylu bir aileleden. Dostoyevski’nin ailesi Moskova’da oturuyordu. Doktor olan babası alkolikti ve sara hastalığı (epilepsi) vardı. Üç erkek kardeşinden ikisi de ağır alkolik oldular.

Annesi tüberkülozdan ölünce Dostoyevski St:Petersburg’a askeri mühendislik okuluna gönderildi. Babası tarlalarında çalışan ırgatlara kötü davrandığı için bir kızıyla birlikte öldürüldü. 18 yaşında olan Dostoyevski ilk sara nöbetini o zaman geçirdi.

Dostoyevski sürgün sonrasıPetersburg’a geri döner. 21 yaşındaki ateşli, tezcanlı Polina Suslova’yla tanışır. Onunla birlikte 1863’te ilk Avrupa seyahatine çıkar: Berlin, Londra, Floransa, Köln, Paris, Venedik’e giderler. Başdöndürücü bir tempoyla dolaşırlar.

Dostoyevski hayatında ilk kez rulet oynar ve 10 bin mark kazanır. Günlerce şampanya içtikten sonra kazandıklarının hepsini kumarda kaybeder. Ancak kumara devam eder ve gırtlağına kadar borca girer.

Durumu kurtarmak için çok kötü şartlarda bir sözleşme imzalayarak bütün kitaplarının telif hakkını bir yayıncıya devreder. Ayrıca 26 gün içinde teslim etmek üzere yeni bir roman yazacaktır.

Bunun için bir stenograf tutar. Hummalı bir çalışmadan sonra son günün son saatinde “Kumarbaz” adlı romanını bitirir. Sonra da hayatının en büyük aşkı olacak olan Anna Grigoryeva Snitkina adlı o stenografla 1867’de evlenir. Aralarındaki büyük yaş farkına ve kem gözlere rağmen çok mutlu olurlar.

Tolstoy iki yaşındayken annesini, dokuz yaşındayken de babasını kaybetti. Kont olan babası 1812’de Napolyon’a karşı savaşmıştı. 16 yaşında hukuk ve doğu dilleri okumak üzere üniversiteye başladı ama sonunu getirmedi.

İlk gençlik yıllarında soylu bir ailenin şımarık çocuğu olarak derslere boş verdi, içki alemleri yaptı, fahişelere dadandı ve kumarbaz oldu.

Tolstoy 23 yaşındayken orduya yazıldı ve 1853-1856 Kırım Savaşı’na katıldı. Dostoyevski gibi ölümle burun buruna gelmedi ama 1857’de Paris’e yaptığı bir ziyarette tanık olduğu bir idam sahnesi onu bütün hayatı boyunca izleyecekti.

1860-1861’de Avrupa’ya yaptığı ikinci gezide hem politikaya hem de edebiyata olan bakışında dramatik bir dönüşüm oldu. Paris’te Victor Hugo’yla tanıştı, onun “Sefiller” romanından çok etkilendi.

“Savaş ve Barış”ta “Sefiller”in izine rastlanmaktadır. Brüksel’de sürgün yaşayan Proudhon’la da tanışıp onun anarşist görüşlerine yakınlık duydu.
Tolstoy devletlerin doğası gereği saldırgan olduğunu düşünüp kararlı bir pasifist oldu, mülkiyet hakkını sorguladı, münzevi bir hayata yöneldi. Topraklarında ırgatlık yapan köylülerin hayat şartlarını iyileştirmeye girişti. Onların çocukları için okulllar açtı.
Kendisi de basit bir köylü gibi giyinip tarlada çalışmaya başladı.
Dostoyevski ise tersine, hayata karşı daha iştahlıydı. Titiz alışkanlıklarla dolu bir zarafeti vardı.
Günlük vücut bakımını itinayla yapıp şık giysilerini giymeden yazmaya oturmazdı. Şöhretinin doruğuna ulaştığında Çar II. Aleksandr onu kışlık sarayına davet eder ve prens ve prensesleri için romanlarından bölümleri yüksek sesle okuttururdu.

Tolstoy’un kumarbazlıkta Dostoyevski’den aşağı kalmadığı görülüyor. Öyle ki, Jasnaya Polyana’daki çiftliği satmak zorunda kaldı.

Yeni sahip arazideki küçük bir binada kalmasına izin verdi. Daha sonra bilardo oyununda edindiği büyük bir borcu ödemesi karşılığında “Kazaklar” adlı romanını (1863) bir yayıncıya bedava verdi.

Tolstoy 34 yaşındayken kendinden bir hayli küçük olan Sofia Andreyevna ile evlendi. Komik derecede aşırı seks düşkünü olan ve korunmaya şiddetle karşı çıkan yazar Sofia’dan 13 çocuk yaptı.

Sofia onun roman taslaklarını el yazısıyla temize çekiyordu (Savaş ve Barış’ı yedi kez temize çekmişti), para işlerine bakıyordu. Ancak kocasının paralarını çarçur etmesine, politik görüşlerinin radikalleşmesine ve bir Rus köylüsü gibi giyinmesine katlanamıyordu.

Özellikle onun 50 yaşındayken İsa’nın “Dağdaki Vaazi”nden etkilenerek derin bir krize girdikten sonra mirasla edindiği mülklerden ve eserlerinin telif haklarından vazgeçmek istemesinden sonra iyice çileden çıkmıştı.

Amerikalı yazar Jay Parini’ye göre Tolstoy’un o zaman için ”delilik” olarak görülen din, pasifizm, vejeteryanizm konularıyla ilgili sorgulayıcı tutumu bugün de çok güncel.

Tolstoy’un “Tanrı’nın Hükümdarlığı Kendi İçimizdedir” kitabını okuyan Mahatma Gandi kitabı çok beğendi, Tolstoy’la mektuplaşmaya başladı ve yakın dost oldular.
Çarlık gizli polisi ve kilise, mektupların içeriğinden hiç hoşlanmadı. Tolstoy “Diriliş” i yazdıktan sonra (1901) iyice celallenen kilise Tolstoy’u Ortodoks kilisesinden attı.

Aslında Dostoyevski bir başka Tolstoy’la düzenli olarak görüşüyordu. Çariçenin en yakın çevresinde bulunan Tolstoy’un halası kontes Aleksandra Andreyevna Tolstaya idi bu.
Bu hala, karşılaşmaları halinde Dostoyevski’nin Tolstoy’u Ortodoks kilisede kalması için ikna edebileceğini söylemişti.

Bir sara nöbeti sonucu ölen Dostoyevski’nin dindarlığı mezar taşına da İncil’den bir alıntıyla yansıyacaktı:

”Size gerçekten, gerçekte söylüyorum: buğday tanesi düşüp toprağa karışmazsa tek başına bir tane olarak kalır. Ama toprağa karışırsa pek çok ürün verir”.

Onun ölümünden hemen sonra Tolstoy şöyle yazacaktı: ”Dostoyevski için hissettiklerimin hepsini söylemeyi isterdim… Onunla hiç karşılaşmadım ve hiçbir zaman doğrudan bir kontağımız olmadı. Birdenbire ölünce onun benim için en yakın, en sevgili ve en gerekli bulduğum insan olduğunu anladım”.

Tolstoy giderek ailesine olan ilgisini kaybetti, günlük hayattan uzaklaştı. Aday gösterildiği Nobel edebiyat ödülüne karşıydı. Bunun kaldırılması için cansiparene bir savaş verdi.

Ölümü de kendi hayatı ve yazdığı kitaplar kadar dramatik oldu: Epik, komik ve aynı zamanda trajik!

Kitaplarının telif haklarından vazgeçeceğini söylemesi üzerine karısıyla tutuştuğu şiddetli bir kavgadan birkaç hafta sonra bir gece yarısı kaba köylü kıyafetini giyer, üçüncü sınıf bir tren bileti alıp yola çıkar. Arkasında bir not bırakır.

O evde zenginlik içinde yaşayamaya katlanamadığını, son günlerini yalnız ve kavgasız geçirmek istediğini bildirir. Trende üşütür. Moskova’nın güneyindeki Astapovo istasyonunda iner. İstasyon müdürünün lojmanında zatürreden ölür.

Terk ettiği evinde başucundaki masada Dostoyevski’nin Karamazof Kardeşler’inin birinci cildi 389. sayfada açık olarak durmaktaydı.

Bu devlerin ikisi de Rusya’nın en büyük yazarı olmak istiyordu ve birbirlerini kıskanıyordu (Tolstoy bunu günlüğünde özellikle belirtiyor).

Dostoyevski, Tolstoy’un kitapları için kendisinden çok daha fazla telif almasına içerliyordu. Aslında ikisi de birbirlerini kitaplarında roman kahramanı yapmak istemiş ve bunu Strachov’a bildirmişlerdi.

Strachov’un onların tanışmalarını engellediği söylenir. Ölümünden sonra Tolstoy’a yazdığı bir mektupta Dostoyevski için şöyle diyordu: ”Kötü kalpli, kıskanç, karaktersiz”.

Michail Bahtin iki yazarı şöyle kıyaslıyor: Tolstoy’da bütünlüğü olan bir düşünce vardır. Genellikle bir kahraman onun düşüncelerini aktarır. Romanlarında belirgin bir ana fikir vardır.
Tolstoy monologcudur, Dostoyevski diyalogçudur. Tolstoy otoriterdir, Dostoyevski kahramanlarını ve okuyucuyu serbest bırakır.

Kişi olarak Dostoyevski çarcıdır, Yahudi düşmanıdır ve milliyetçidir. Tolstoy otoriteye karşıdır, serbest düşünür ve enternasyonalisttir. Tolstoy, Dostoyevski’nin bütün kahramanlarını aynı dilden konuşmakla eleştirir, ama aslında Tolstoy da aynı şeyi yapar”.

İkisini birleştiren bir ”aynı şey” daha vardır. İnsan ve derin bir moralci tutum. Farklı kulvarlarda gittiler ama çıktıkları meydan bütün insanlıktı. Karşılaşmamalarının belki de gerçek nedeni, ikisinin de çok büyük olmasıydı. Aynı mekan ikisine dar gelecekti.

ahvalnews.com/tr

Turhan Kayaoğlu
İstanbul’da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1980’den beri İsveç’te yaşamakta. İsveç’in en büyük gazetesi DN’de 15 yıl çalıştı. Şiir ve romanları yayımlandı. İsveççeye ve Türkçeye 15 kadar kitap çevirdi.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz