CEMİL MERİÇ: KANIMDA, KAFAMDA VE KALBİMDE SEN VARSIN…

BİLİYORUM Kİ BENİMSİM!

Ve gece bir denizkızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük, köpük. Kâh bir çöl rüzgârı gibi yakıcı, kâh bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir. Kelime kanattır, kelime buse.

Ve gece bir deniz kızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin.

Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir. Neden Ülis, neden Ülis in dostları denizkızlarına koşmazlar. Hayat da beynimizi kemirir, kalbimizi kemirir. Hem de çirkef bir kocakarı, şiirsiz, şarkısız. Sirenlere koşmamış Ülis, bir alay yavukluya dişi köpek cilveleri yapan Penelop’a koşmuş. Ve gece senin gibi başladı. Avuçların avuçlarımda rüyasını gördüğüm birer altın meyveydi, ölümsüzlük meyvesi. Birer güvercindi avuçların avuçlarımda, hayalimi uzak iklimlere kanatlandıran birer güvercin. O anda ölüm de hayat kadar güzeldi.

Ve gece bir deniz kızı gibi bitti. Birden güneş battı ufkumda. Yıldızlarım camdan birer fener gibi kırıldı. Kaderin sunduğu kadehi hırçın ellerimle kırmamalıydım..

Bu eski bir mektuptan bir parça. Antakya dönüşü yazılmış. Şöyle bitiyor: Şimdi cinnetin eşiğindeyim. Uçurumlardan ıslak bir rüzgâr esiyor…

Sonra dört gün, dört gece süren muhteşem bir rüya ve tekrar yalnızlık. Dün akşam tevekkül kokuyordu sesin, teslimiyet kokuyordu. Kendini alışkanlıkların kuş tüyü yatağına bırakmış gibiydin. Antakya küçük insanlar, küçük iştihalar, küçük günahlar ülkesi. Sen hâlâ o rezil iklimdesin. Uyuşturan, pelteleştiren, sersemleten bir iklim. Bütün levisleriyle Sodom.

Dışarıda yağmur çiseliyor. Yine şuh bir bahar sabahı. Kaçta kaçın benim? Kanımda, kafamda ve kalbimde sen varsın. Sesin yetmiyor bana. Seni bütün olarak istiyorum, etinle, iskeletinle, rüyalarınla bütün. Ve yalnız benim olarak. Mazini kıskanıyorum. Halini kıskanıyorum. Kendini rahat hissetmen beni kudurtuyor. Anlarsan anla, ben anlayamıyorum. Acı duymaman için derimi yüzdürtürüm, ama ayrılığın seni üzmediğini, yaralamadığını düşünmek kanımı tepeme çıkartıyor. Üstelik buna imkân olmadığını da biliyorum. Biliyorum ki, benimsin, yalnız benim, ebediyen benim. Dudaklarım, dudaklarına, tenim tenine, ruhum ruhuna alevden harflerle damgasını vurmuştur. Bu damgayı ancak ölüm silebilir. Biliyorum ki mustaripsin. Ekim, kasım, aralık, ocak.. O zamana kadar yaşayacak mıyım? Vaham benim. Yine susuzum, eskisinden daha susuzum. Belki uzviyetin isyanı bu, korkunç bir isyan.

Tepeden tırnağa öperek.

Ekim 1966

Cemil Meriç  – Jurnal 2
Lamia Hanım’a mektuplar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz