Hasan Hüseyin: Bağışladım dallarımı kıranı, toprağıma tüküreni bağışlamadım…

Hasan Hüseyin Korkmazgil:  Acıyı Bal Eyleyen Ozan

“Bir yerde biter bu namussuzluk”

“Ben bir yoksul işçi oğlu
adım Hasan Hüseyin
bozkırda bir karınca
cır cır eden çekirge
taş başında bir serçe
adı Hasan Hüseyin
çok bulurdu anacığım Hasan’ ı
Hüseyin derdi
ister Hasan deyin sizde
ister Hüseyin
dilden dile bir türkü
size nasıl küseyim”
diyen ozan, 1927’de Sivas Gürün’de doğdu. Bir şiirinde de belirttiği gibi, demiryolu işçisi Şükrü’nün oğluydu. İlkokulu Gürün’de okumuş, sonra parasız yatılı sınavını kazanarak, Niğde Ortaokulu ve Adana Erkek Lisesi’ni bitirmiştir.
Kendisini anlatırken “Beş yaşımdan beri şiirle uğraşırım. Onbir – oniki yaşlarımda, Kerem gibi, Pir Sultan Abdal gibi, hatta Rıza Tevfik gibi şiirler söylemeye çalıştım” diyor. “Ortaokul sıralarında heceyi de, aruzu da, özgür koşuğu da denedim. Her üçünde de başarılı olduğum söylenirdi. Sonunda özgür koşukta buldum aradığımı. 1948 haziranında Adana Erkek Lisesi’ ni bitirdiğimde, çantamda yayınlanmamış şiirlerimle, bir arkadaşımın bana armağan ettiği ‘Fuzuli Divanı’ vardı.” Elinde Fuzuli Divanı, Gazi Eğitim Enstitüsü edebiyat bölümünü bitiriyor.

1951’de Maraş’ın Göksün ilçesinde öğretmenlik yaparken tutuklanıyor. Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı davranmaktan üç yıl hapse mahkum ediliyor ve meslekten uzaklaştırılıyor. 1954-’60 arasında arzuhalcilik, ressamlık, tabelacılık ve tarım işçiliği yaparak sağlıyor geçimini. 1960’da Akis Dergisi’nde çalışmaya başlıyor. İlk şiir kitabı Kavel’i 1963’te yayınlıyor ve Yeditepe Şiir Ödülü’nü kazanıyor. Hakkında birçok kez dava açılan Kızılırmak adlı şiir kitabı yüzünden ‘Komünizm propagandası’ yapmaktan yeniden hapis yatar. Hasan Hüseyin, üretken bir ozandır. Kızılırmak, Koçero Vatan Şiiri, Acıyı Bal Eyledik, Acılara Tutunmak, Haziran’da Ölmek Zor, Filiz Kıran Fırtınası birçok kez basımı yapılan şjir kitaplarından bazılarıdır. Ayrıca Dost, İmece, Yön gibi dergilerde yazdığı düzyazıları, öykü ve denemeleri vardır yayınlanan.

“Ölümden
Ölmekten değil korkumuz
yaprak düşer
çiçek solar
soğan elbet yuvalar
ta eskiden
binlerce yıldan beri
kırlangıçlar gibi savrulur günlerimiz
ve kimbilir
nerde
nasıl
ne biçim
çıkar bir gün karşımıza sonumuz”

Diye yazan ozanı ölüm, önce beyin vurgunu olarak yakaladı bir yanından. “Ölüm zor” dediği haziran ayıydı, uzun bir mücadeleden sonra 26 Şubat 1984’de Ankara’da yenik düştü ölüme.

Hasan Hüseyin, emekçi halkın sorunlarını, halk edebiyatı geleneğinden de yararlanarak ve şiirin evrensel ölçülerinin bilinciyle davranarak açık ve yalın dizelerle dile getirmiştir şiirlerinde. “Şiir, işlevi gereği, açık ve aydınlık olmak zorundadır. Tarih boyunca böyle olmuştur bu. işte halkın şiiri, işte Divan ” der, şiiri birkaç kez okuduktan sonra tadına varacaksın diyenlere. Ona göre, “Dur bakayım ne demek istiyor bu şiir?” denilerek, yeniden yeniden okunan şey “şiir değildir.” Israrla ekler: “Çünkü elma kokusundan ayrı satılamaz. Çünkü güvercin biçiminden soyutlanamaz. Çünkü ekmeğin tadına yenilirken varılır, sonradan düşünülerek değil!..
Sevişmenin tadı, sevişme sürecinin içindedir.” Hasan Hüseyin şiiri bu anlayış özümsendiğinde kavranılır ancak. Şiirleri uzun dizelerden oluşur ve süreklilik arzeder. Bu yüzden dizelerde her zaman aynı ustalığı bulamadığımız da olur, bir uzun şiirde.
Kendi açılarıyla birlikte halkın acılarını anlatır. Ve de halkça anlatır. Yunus Emre’yi, Pir Sultan’ı, Karacaoğlan’ı, Ruhsati’yi, halk şiirlerini ve türküleri buluruz şiirlerinde. Sövgü de vardır yergi de… Ve her türlüsü acıların. Yunus’u örnek verir o da kendini anlatmak için
Ben bir uslanmaz ozanım / Derdim vardır inilerim” der ya Yunus. Onun acıları da böylesi acılardır işte. “Ozanın da yaşı yoktur, şiirin de. Ozan radyum gibi, uranyum gibi bir madendir: Şiiryum! Kendini yiyip bitirmesi beşikten mezara dek sürer ozanın: Yanar, yanar, yanar: Durmadan yanar! Solumaktır şiir, yürümektir, yüzmektir, yiyip içmektir, şakımaktır, sevmektir, kavga etmektir, gülüp ağlamaktır şiir, ozan için; bunlardan nasıl usanılır, nasıl vazgeçilir!…” Onun acıdan çokça söz ettiğini söyleyenler halk şiir geleneğimizi bilmez gibidir. “Seher vakti burda kimler ağlamış / çimenler üstünde gözyaşı var” diyen bizim türkülerimizdir. “Benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin / ışıklı nehirler büyütür silah seslerim tan karanlığında ” diyendir oysa o.
Anadolu’ca söyler, Anadolu’ca haykırır. Türküler de vardır dizelerinde, küfürler de. “Deliktaştan geçtiniz mi / tek bir ağaç gördünüz mü / Ruhsati’yi sordunuz mu / ‘gönlüm daraldı da çıktım dağlara / gönlüm eğlencesi dağlar merhaba‘.” “Sanat ve ayrıcalığı, egemen sınıfların elinden kayıp gidiyor” diye düşünür. Şöyle seslenir egemenlere ve kuyrukçularına: “Ben, saksıda buğday yetiştirmiyorum; buğdayı tarlalar dolusu ekip-biçip kaldırıyorum ben. Şiir işçiliği budur bence!” ve ekler “Derim ki ben onlara: Ben susa susa birikmiş koskoca Anadoluyum!
Acıların, yoksunlukların içinde hep emekçi halktan yana haykırır:

Yoksulluktan geçmek kolay, bırakmak zor varsıllığı
acıdan kaçmak kolay, bırakmak zor tatlıyı
kafamın içinde yandı yanalı bu güzel ışık
sorarım kendi kendime: insan neden istemez kurtulmayı.

Halkına güvenir, inanır;

çirkin değil benim halkım
anlar dilinden ayna varın
konuşur aynalarla
düşman değil benim halkım
barışa kardeşliğe
kahpeliğe kalleşliğe puştluğa düşman
en başta da sömürüye
açlığa düşman.

Ancak zaman zaman anlaşılmamaktan yakındığı da olur, anlaşılacağı zamanların da geleceğini bilir ama. Kitapları onlarca baskı yapan bir ozan anlaşılmış değil midir zaten insanları tarafından…

“yalan söyleyene sövdüm radyoda
gazetede tükürdüm suratına itin birinin
bu kadar da olmaz ki
bir yerde biter bu namussuzluk
ben hep onlar için söyledim şiirlerimi
ne çektimse bunca acı onlar uğruna
istedim ki duyar gibi yağmuru duysunlar yüreklerinde
istedim ki tokat gibi insin suratlarına
istedim ki desinler
işte bizim de şairimiz
işte bizim de sesimiz
işte bizim de
kurtuluşumuz
demediler bir tek gün demediler bir tek gün
ağaçlar anladı beni
kayalar sular yollar
ama onlar anlamadı
ama onlar eğilmedi şiirlerime
ne güzel.”

Okullardan geçmemiş, kölelikten çıkmamıştır çoğu insanımız. Nedenini bilir anlaşılmayışının ve ekler:

“okullardan geçmiş olurlar belki
yollarda işyerlerinde kumlarda ormanlarda
insan insan okurlar şiirlerimi
ve derler
Ronsar’ın sevgilisinin Ronsar için dediği gibi
amma da çok severmiş Hasan Hüseyin bizi
ne güzel
ne güzel.”

İnsanlık kavgasını yapanları sever, onlarladır yüreği:

“İster Çin’de yaşasın, ister Afrika’nın taa güneyinde
vurulmuşsa zincire insanlık kavgasında
ister tamburalı tüfek tutsun elinde ister ok ister balta
o benim kardeşimdir o benim yoldaşımdır yanıbaşımda”

Bazen sallantıya düşse de yüreği, dönek değildir asla:
“inandım inanmadım
ama dönek olmadım
kara kuru arap kızı demedim ley lasına mecnun’un
bilirim çam ormanı olmadığını ormanımız toplumun
bağışladım dallarımı kıranı, toprağıma tüküreni bağışlamadım.”

Toprağını sever, altmış sonrasının Mustafa Kemal ve anti emperyalizm-ilericilik özdeşleşmesinden de kurtulamaz:

“Sen hep böyle Nutuk’ta mı durursun?
sen hep böyle Samsun’a mı çıkarsın
ay oğul ay Kemal’im
hele bir kahvelere
hele bir zindanlara
çık hele bir
çık hele bir Kemal’im”

demeden de edemez. Ama Koçero Vatan Şiiri’dir kitabın adı,

“vurun karanlığa kanatlarınızı kuşlarım
geçin sıcak ırmakları kuşlarım
kızdırmak kızdırmak akın kuşlarım”

dediği ve yargılandığı kitabında

ve doğu dağlarında koçero’larız

diyordu ya, sonra;
koçero bir vatandır
yaşanır boydan boya
koçero bir vatansızlık
bir dağlaşmış yalnızlıktır koçero
mavzerleşmiş bir haksızlık
yanıtsız bir dilekçe!
ben türkçe anlatamam
o kürtçe anlatamaz
farşça çıkmaz doruklara
gocunmayın güzel beyler hanımlar
kan bulaşmış ellerime
ben anlatamam

derken ulusal zulmün farkında ve karşısındadır. Kardeşçe bir karşı çıkıştır ama bu, hani bir Türkün, kardeş ulusa yapılan haksızlığa karşı çıkışı gibi.

Gelecek güzel günlere inanır acıları yazan ozan, doğacak oğlundan söz ederken ve Kızılırmak şiirinin sonuna gelmişken:

anamızın aksütü gibi biliyorum ki
doyumsuz günlere doğacak temmuz
doyumsuz günler görecek
hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi
beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz
ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler
ama mutlaka!”

Hatalarıyla sevaplarıyla, devrimci yolumuzun, barışın, kardeşliğin, ışığın ozanıydı Hasan Hüseyin. Bu ülkede “kahkahanın yanıbaşı gözyaşı“ydı, söylediği gibi. Apaçık anlaşılsın istedi. “Acı teması öyle histerik bir durum alır ki, Hasan Hüseyin şiirinde, ideoloji bir anda zaafa uğrar” da dediler onun için, arabesk unsurlar da buldular şiirlerinde. O, kim ne derse desin emekçiler için söyledi türküsünü. Sözü ona bırakıyor ve saygıyla anıyoruz bu emekçi kökenli ozanı.

“Silah ve şarkı
ben bütün karanlıkları bunlarla yendim doğacak çocuğumun kanında esen emekçi karımın dimdik bakışlarında ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu silah ve şarkı.”


Kutsiye Bozoklar
Sanat ve Mücadele –Ceylan Yayınevi

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz