“Bir kez yanan kişi ateşten sakınır derler”* Kleist ve Anlatıcı – Stefan Zweig

59

Çünkü bütün hakiki formun özelliği şudur: Düşünce gözle görülür bir biçimde ve doğrudan doğruya ortaya çıkar, oysa kusurlu form düşünceyi kötü bir ayna gibi tutar ve bize kendinden başka bir şeyi hatırlatmaz.
(Bir şairin bir başka şaire mektubu)

İki dünyada yaşar onun ruhu, hayal gücünün en sıcak tropik kızgınlığında ve çözümlemenin en somut, en soğuk nesneler dünyasında bu yüzden onun sanatı da ikiye bölünmüştür, her biri bir kutba fanatik bir düşkünlük içinde. Dram yazan Kleist’ı novelci Kleist’la birleştirmiş ve ona yalnız “seyirci bir dramcı” demişlerdir. Aslında bu iki sanat formu, besbelli bir karşıtlığı ifade eder; onun iç benliğinin aşırı en uca varan ikiliği, dramcı konumuna dizginsizce atar kendini, anlatıcı Kleist ise kendi katılımını engeller, kendini güçlü bir şekilde geri tutar, tamamıyla dışarda kalır, öyle ki nefesi hiç anlatıya girmez. Dramlarda kendini heyecanlandırır, kendini kızıştım; novellerde başkalarını, okuyucuyu heyecanlandırır kızıştım; dramda kendi öne geçer, novelde geri çekilir. Her ikisini: coşmayı ve tutmayı sanatın en aşırı imkanına ulaştım: böylece dramlar Alman tiyatrosunun en öznel, en coşkulu ve en volkanik olanlardır. Novelleri Alman nesrinin en özlü, en donuk, en komprime olanlardır. Kleist’ın sanatı hep, en üstünlük derecesinde yaşar.

Novellerde Kleist kendini çeker, tutkululuğunu bastırır, ya da daha çok onu başka bir raya oturtur. Çünkü bu fanatik şişirmeci yine bir aşırılık bulmuştur. Bu (çok sanatkarane) kendini çekmeyi aşırılığa, nesnelliğin bir ucuna götürür, yani yine sanatın bir tehlikesine (tehlikeli olan şey onun alandır). Alman edebiyatı hiçbir zaman böyle nesnel, görünürde sakin bir bağlamaya, raporun böyle ustaca bir somutluğuna bu yedi noveldeki ve küçük anekdotlardaki gibi ulaşamamıştır. Belki bu görünürde mutlak mükemmelliğin son bir çözücü unsuru eksiktir: Tabiilik. Burada birinin, gerilimleri yığmakla eziyetten hoşlandığını titrek bir nefesle ele vermemek için dudaklarını sımsıkı kapadığı sezilir. Kendini çekmek için elin, hastaca bir zorlama içinde nasıl yanıp tutuştuğu, dışarda kalabilmek için insanın bütünününse kendini nasıl şiddetle geri çektiği seçilir. Bunu hissetmek için onun örneğini, Cervantes’in “Novelas ejemplares”ini, bunların son derece kendini kolay ele verişini, saklama ve sırla kurnazca oynayışını, Kleist’ın gerilimli, tıkız, heyecan yüklü tekniğiyle karşılaştırmak; bu teknik, soğukluğu taşkınlığa götürür ve aynı zamanda da dişlerini sıkarak okuyucuya seslenir. Kleist, serin olmak ister ve buz gibi olur, alçak sesli konuşmak ister ve dudaklarını kısarak konuşur; ciddi anlatmak ister, Latince, Tacitusca ve dili kasar. Hem sağa olsun sola olsun, Kleist bir dev gibi mübalağaya doğru ilerler. Alman dili hiç daha sert olmamıştır, ama Kleist’ın nesrindeki kadar metal gibi soğuk, demir gibi donuk da olmamıştır: 0, dili bir harp gibi (Hölderlin’in, Novalis’in ve Goethe’nin yaptığı gibi) kullanmaz, bir silah gibi kullanır ya da bir saban gibi, acımasız bir güçle ve sonra bu bükülmez, sert, tunç gibi dağlanmış dille karşıtlığın ebedi delişlen sıcak, en sürükleyici, en kovalayıcı konuları anlatır; soğuk, Protestan disiplinindeki yavanlığı ve berraklığı en hayali, en akıl almaz problemlerle güreşir. Konuyu suni olarak bilmece haline sokar, kurnazca öykünün dizginlerini sıkar, sırf seyirciyi korkutmak, heyecanlandırıp sonra tam devrilmeye ramak kala o gergin dizginleri geri çekmenin sert ve kötü zevki için: Kleist’ın anlatıcılıktaki bu görünürde soğukluğunun arkasında onun şeytanca arzusunu hissetmeyen kişiye bu teknik gerçekte en derin tutkusallığın ters yüz olmuş hali, kendine zulmetme deliliği gibi gelir. Oysa Kleist okuyucuyu kendi yurduna, güçlü duygulanmaya, dehşetin, tehlikenin derinliklerine kovalamak istemektedir. Kleist’ın iyi olmayan, gizli ve şeytani neyi varsa, onun esirgeyişinde kendini belli eder, çünkü sükûnet, egemenlik ve ustalık onun iç yaratılışına karşıdır: Rahatlık, sanatçının bu en muazzam büyüsü, tabiatın karşıtını, yani dizginlenmiş huzuru, onun kendisine zorla yasalaştırmak istediği yerde susmuştu.

Ama hayır: Birçok şeyi alt eder iradesi, ifrit gücündeki nesir iradesi; bu novellerde kam, dilin damarlarına çelik gibi bir sertlikte bastırır. Bu ustalığı en çok, tesadüfsüz, niyetsiz parçalarda, gazetesinde sırf boş bir kolonu doldurmak için hiçbir sanat iradesini zorlamadan yazdığı o küçük anekdot ve haberlerde hissedilir. Yirmi satırlık bir polis haberini, Yedi Yıl Savaşlarından bir süvari epizodunu, onun biçimlendirici iradesi, ölümsüz bir biçime sokar. Öykünün içinde somut şeylerin neredeyse büyülü bir saydamlığa dönüştüğü o cam kabında hiçbir psikoloji kabarcığı kaçığı yoktur. Büyük novellerde nesnellik çabası artık gözle görülür. 0 hakiki Kleistvari altüst etme ve sıkıştırma tutkusu, yoğunlaştırmadaki güç. sırla oynama hevesi novelleri plastik olmaktan çok heyecanlandırıcı kılar; en çok da sözde soğukluklarıyla kızıştırır, öyle ki “Die Marquise von O” (Montaigne’nin sekiz satırlık anektodu) bir gerilim bilmecesi, “Bettelweib von Locarno” ürpertici bir kabus gibi etki eder. Aynı zamanda yaratılışın iç yüzü de görünür, aşırılı olmayışın bir aşırılığı, ölçülülüğün fazlası. Stendhal de soğuk, resimsiz, antisentimental bir nesre eğilimliydi ve her gün Medeni Hukuk okumuştur. Nasıl ki Kleist kroniklerin üslûbunu kendine örnek almışsa: öbürü yalnızca bir tekniğe varmışken Kleist, bu içtepilerin adamı, iptilasızlığın iptilasına kapılmıştır; gerilimin fazlalığı şimdi onun kendinden çıkıp okuyucuya akmaktadır. Ama hep onun yaratılışından kaçınılmaz bir şekilde saçılan o aşırılığı sezer insan: Bu yüzden novellerin en güçlüsü, onun varlığının motifini ifadeye dökendir, “Michael Kohlhaas”, Kleist’ın yarattığı, en mükemmel en anlamlı aşırı adam tipi: En sağlam güçlerini aşıklaştırarak yıkıma götüren, dobralığı inatçılığa, hakseverliği haklılık iddiasına götüren adam. En iyi yanından en tehlikeliyi yaratan ve iradenin fanatizmiyle yol iz dinlemeden atılan yazarın bilmeden simgesi olur. Disiplinde, çekinmede de Kleist aynı zevk-i sefadaki, coşkunluktaki gibi insanüstü bir aşırılıktadır.

Bu karışım en mükemmel haliyle, söylemiştim ya, amaçsız olanda, onun sanat amacı dışında yazdığı küçük anekdotlarda görünür, bir de tuhaf bir insanın o muazzam ifadesinde: mektuplarında. Hiçbir Alman yazan Kleist’ın elimizdeki mektuplarındaki gibi kendini böyle açıkça göstermemiştir dünyaya. Bunlar bence Goethe’nin ve Schiller’in psikolojik belgeleriyle karşılaştırılamaz, çünkü Kleist’ın doğruculuğu, klasiklerin hep estetik bağımlı itiraflarından, bilinçsiz stilize edişlerinden son derece daha cesur, daha engelsiz, daha derin ve daha mutlaktır; Kleist bütün tabiatına uygun olarak itirafta da abartır, en vahşi kendini bölüştürme işine bir de esrarengiz zevk tonu ekler, doğruluğa karşı yalnız sevgisi değil, bir çeşit cinsel hazzı vardır, hep en derin acı içinde en harika sarhoşluk. Bu kalbin, çığlıklarından daha keskin bir şey yoktur, ama yine de isabet ettirmiş bir yırtıcı kuşun titrek sesi misali çok çok yüksek bir yerden geliyor gibidir bunlar; şikayet eden yalnızlığının hamasi coşkunluğundan daha muazzam bir şey yoktur. insan sanki zehirlenmiş Philoktet’ın ıstırabını işitiyordur, hani kardeşlerinden uzakta, ruhunun adasında tanrılarla kavgadadır, o Philoktet; ve onun gibi kendini tanımanın ıstırabı içinde üstündeki giysileri yırtar, karşımızda çırılçıplaktır, ama utanmaz biri gibi değil, son kavgadan kurtulmuş kan içinde, ateş içinde biri gibi çıplak. Dünyeviliğin en derinliklerinden haykırışlar vardır. Burada parçalanmış bir tanrının ya da acı çekmiş bir hayvanın haykırışları ve sonra tekrar korkunç bir uyanıklığın ve gözleri kamaştıran fazla güçlü bir ruh ışığının sözleri. Hiçbir eserine böyle mektuplarında olduğu gibi koyverememiştir kendini, hiçbir eseri onun o ezeli darlık ve bolluk, coşku ve analiz, disiplin ve tutku, Prusyahhk ve ilkellik ikilemini taşımamaktadır. Belki de o kayıp el yazması “İçimin Öyküsü”nde bütün bu alevler ve şimşekler bir tek ışık içinde toplanmıştır; ama şüphesiz “şür ve hakikatin” bir çözümü olmayıp hakikaten fanatizminin ta kendisi olan bu eser, elimizde yoktur. Her zaman ki gibi burada da kader onun konuşmasını engellemiş, içindeki “ifadesi imkansız insana’’, kendi sırrını açıklamasını yasaklamıştır.

* Heinrich von Kleist (Alman şair, oyun ve öykü yazarı)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz