Brecht‘in “Hakikati Yazmanın Beş Zorluğu”[1] adlı yazısındaki saptamasıyla, “yalanı ve bilgisizliği” alt etmek ve “hakikati yazmak” isteyen kişi, en azından beş zorluğu yenmelidir. Söz konusu zorluklar şunlardır: Hakikati yazmak için gerekli “cesarete”, hakikati bilecek ölçüde “sezgisel akla (ferasete)”, hakikati kullanılabilir kılacak “sanata”, hakikati kullanabilecekleri “seçme yargısına” ve hakikati, onu kullanacaklar arasında “yayma becerisine” sahip olmalıdır.
I. Hakikati yazma cesareti
Hakikati yazmak için, Brecht’in belirlemesiyle, “hakikati baskılamamak, suskunlukla geçiştirmemek ve hakikat dışı şeyleri yazmamak”, “güçlülere boyun eğmemek ve güçsüzleri aldatmamak” gerekir. Mülk sahiplerine beğenilmemek, “mülkten uzak durmak” demektir. Güçlüler nezdinde ün ve sanı geri çevirmek, genel olarak “ünü/sanı geri çevirmektir.” Bütün bunlar için “cesaret” gereklidir.
Katlanılmaz “baskıların” ortaya çıktığı zamanlar, “büyük ve yüksek şeylerden söz edildiği” zamanlardır. “Fedakârlık gereklidir” çığlıklarının ortasında böyle zamanlarda çalışanların “yeme-içmesi ve konutu gibi aşağı ve küçük” gereksinmeleri dile getirmek için cesaret gereklidir.
“Bilgisiz insan, bilgiliden daha iyidir” diye basın-yayın organlarının çığlık attığı zamanlarda “kimin için daha iyi” diye sormak cesaret gerektirir. “Gelişkin olan ve gelişkin olmayan ırklardan” söz edildiğinde, “açlığın, cehaletin ve savaşın berbat bozumlara yol açıp açmadığını” sormak, cesaret işidir.
Aynı şekilde “yenik düşene ilişkin hakikati dile getirmek için” cesaret olmalıdır. “Takibata uğratılan sayısız insan, kendi hatalarını görme yeteneğini yitirmektedir.” Bu insanlar takibatı “en büyük hukuksuzluk/haksızlık” olarak görmektedir. Takibata uğratanlar, “kötülerdir”; takibata uğratılanlarsa, “iyiliklerinden ötürü takibata uğratılmaktadır.” Öte yandan, bu iyilik, “alt edilmiş, yenilmiş ve engellenmiştir”; dolayısıyla “zayıf bir iyiliktir, kötü, dayanıksız ve güvenilmez” bir iyiliktir; çünkü “iyiliğin zayıflığını onaylamak, yağmurun ıslaklığını onaylamaya” benzer. Brecht’in vurgulamasıyla, “iyilerin iyi oldukları için değil, güçsüz oldukları için yenildiklerini söylemek için” cesaret gereklidir.
Doğaldır ki, hakikat, “hakikatsizlik ile savaşım içinde yazılmak zorundadır” ve “genel, yüksek ve çok-anlamlı bir şey” değildir. Hakikati söylemek, söz konusu edilen şeye ilişkin “edimsel bir şey, olgusal bir şey, yadsınamaz bir şey” söylemektir. Dünyanın kötülüklerinden, “dünyanın bazı bölümlerinde” tinin özgür olduğu yerlerde “zaferinden” söz etmek, daha cesaret işidir. Böyle durumlarda birçok kişi, “uğruna hiçbir şey yapmadıkları genel adalet” istemiyle, “daha önce pay aldıkları ganimetin bir bölümünü” alma özgürlüğü istemiyle ayağa fırlayacaktır. Bu tür insanlar, “sadece kulağa hoş gelen şeyi” özgürlük sayarlar. Hakikat, “sayısal bir şey, kuru bir şey, edimsel bir şey, bulunması için uğraş verilmesi gereken bir şey” ise, bunlar için hakikat değildir. Bu tür insanlar işin “gösterişindedirler”; “sefaleti”, diyesi, “hakikati bilmezler.”
II. Hakikati bilmeyi sağlayan sezgisel akıl
Hemen her yerde baskılanan hakikati yazma konusunda ikinci zorluk, “hakikati bulmadır.” Hakikati bulma veya ortaya çıkarmada önemli olan, “hangi hakikati söylemek bir değer taşır” sorusudur. Birçok “uygar ülke, en koyu barbarlığa” batabilmektedir. Ayrıca, “korkunç araçlarla yürütülen iç savaş, her an dünyayı bir enkaz yığını haline getirecek dış savaşa” dönüşebilir. Bu önemli bir hakikattir; ancak “yağmurun gökyüzünden yeryüzüne doğru yağdığı” da bir hakikattir. Birçok şair, bu son hakikati(!) yazmaktadır. Bunlar batan geminin yüzeyini süsleyen ressamlara benzer. Bu tür insanlar, dile getirilmesi bir “değer” taşıyan hakikati bulma yeterliliğinden yoksundur.
Sanatsal biçimleme, Brecht’in anlatımıyla, “bir şeye önem kazandırmaktır.” Bu nedenle, hakikati yazma, hakikate önem kazandırmaktır. Bazıları “ivedi görevlerle uğraşırlar; güçlülerden ve yoksulluktan korkmazlar”; ancak yine de hakikati bulamazlar; çünkü “bilgileri yoktur.” Bu tür insanlar için dünya “çok karmaşıktır”; bunlar “olguları tanımazlar, bağıntıları görmezler.” Bu küme için “öğrenilebilir bilgiler ve yöntemler” gereklidir. “Bütün yazanlar için karışıklıklar ve büyük değişikliklerin olduğu bir zamanda materyalist diyalektiğin, ekonominin ve tarihin bilgisi”gereklidir. Kolay yollarla “birçok hakikat veya hakikatin bulunmasına yol açan kısmı hakikat ve olgular” ortaya çıkarılabilir; ancak “aramayı istemek” gerekir. Yalnızca küçük şeyleri yazanlar, “bu dünyanın konularını kullanılabilir duruma getiremezler”; hakikatin “amacı” tam da budur. Söz konusu kişiler, “hakikati yazma istemini yerine getirecek yeterlilikte değildir.”
III. Hakikati bir silah olarak kullanılabilirleştirme sanatı
Brecht’in belirlemesiyle, hakikat, “davranış/eylem açısından yol açtığı çıkarımlar için söylenmek zorundadır.” Eylem için “kendisinden hiçbir çıkarım yapılamayan veya yanlış çıkarımlar” yapılabilen bir hakikat, “bazı ülkelerde barbarlıktan kaynaklanan çok berbat durumların” egemen olduğu şeklindeki yaygın kanıdır. Bu yaygın kanı uyarınca, faşizm, “bazı ülkelerin üzerine ‘doğa gücü’ ile çökmüştür.”
Böyle düşünenlere göre, faşizm, “kapitalizm ve sosyalizmin yanı sıra üçüncü bir erktir”; faşizm olmaksızın, “ne kapitalizm, ne de sosyalizm” var olabilir. Bu, doğal olarak “faşist bir iddiadır; faşizme teslimiyettir”; çünkü faşizm, “kapitalizmin girdiği tarihsel bir aşamadır”; bu yönüyle “hem yeni bir şeydir, hem de eski bir şeydir.” Faşizm, “en çıplak, en acımasız, en baskıcı ve en aldatıcı kapitalizm olarak” görüldüğü takdirde alt edilebilir. Dolayısıyla, kapitalizme karşı bir hakikat, “onun yarattığı” faşizme de karşı dile getirilmek zorundadır.
“Kapitalizme karşı olmaksızın” faşizme karşı olanlar, “barbarlıktan doğan barbarlıktan yakınanlar, hem sığır eti yemek isteyen, hem de sığırın kesilmemesini” isteyenlere benzer. Bunlar, “sığırı yemek isteyen, ancak kan görmek istemeyenlerdir”; kasabın elinin kanını görmemekten hoşnut olanlardır. Bunlar, “barbarlığı yaratan mülkiyet ilişkilerine değil, barbarlığa karşıdırlar.”
Brecht’in açımlaması uyarınca, , izleyici “bu tür önlemlerin kendi ülkesinde” söz konusu olmadığını düşündüğü sürece, “barbar önlemlere karşı” yakınmaların “etkisi kısa sürelidir.” Bazı ülkeler, “demokrasiyi kullanarak”, mülkiyet ilişkilerini “daha az şiddet içerikli önlemlerle” ayakta tutabilir; bazılarıysa “üretim araçları üzerindeki mülkiyetin güvencesi” olan şiddeti devreye sokarlar. “Fabrikalar, maden yatakları ve topraklar üzerindeki tekel, her yerde barbar durumlar” yaratır. Bunlar bazı yerlerde “daha az görünür” durumdadır. “Barbarlık, tekelin yalnızca açık şiddet ile korunabildiği yerde”görünürleşir.
“Barbar tekellerden ötürü hukuk devletinin biçimsel güvencelerinden ve sanat, felsefe, edebiyat gibi hoş şeylerden” vazgeçmeye gerek duymayan bazı ülkeler, “bu hoşlukların kendi ülkelerinde olmadığından”yakınan konuklarını dinlemekten hoşlanırlar; çünkü bunlar “beklenilen savaşlardan yarar” umarlar. Bu tür kişiler, bir zamanlar faşist Almanya’ya karşı “en şiddetli savaşımın” verilmesini söylerler; ancak “aptal, umarsız ve zararlı” olan bu kişilerin hakikati söylediğine inanılmaz; çünkü bu “gevezelikten” hakikate yararlı bir çıkarım yapılamaz.
“Hakikati bilmeyen düşüncesi kıt insan”, Brecht’in söyleyişiyle, “genel, yüksek ve belirsiz şekilde kendini ifade eder.” Bu tür genelleştirici tavırlar, örneğin, tümel bir varlıkmış gibi, “Alman’dan, kötülükten” söz eder; izleyici de “ne yapacağını”bilemez. “Barbarlığın, barbarlıktan geldiğini” öne süren “boş söz” de böyledir. Buna göre, eğitim ve uygarlaşmayla barbarlık ortadan kalkar. “Devindirici güçleri, denetlenemez güçler olarak gösteren” ve hiçbir işe yaramayan “genel” sözler “felakete hazırlayan güçleri gizleyen büyük bir karanlık”içerir. Biraz “ışık” olunca, “felaketlere yol açanlar” görünür; çünkü “insan yazgısını” belirleyenin, yine insan olduğu “bir zamanda yaşamaktayız.”
Faşizm, Brecht’in açımlamasıyla, “insan ‘doğasından’ anlaşılabilen doğa felaketi” değildir. Kaldı ki, doğa felaketlerinde bile “insanın savaşım gücüne seslenen” anlatım tarzları vardır. Faşizmi, savaşı ve “doğa felaketi olmayan büyük felaketleri”betimlemek isteyen kişi, “edimsel bir hakikat üretmelidir.” Bu felaketlerin “üretim araçlarının sahiplerince” hazırlandığını göstermek zorundadır. “Çok kötü durumlara ilişkin hakikati” başarıyla yazmak isteyen insan, söz konusu hakikatin “önlenebilir nedenlerinin bilinmesini” sağlayacak şekilde yazmak zorundadır. Önlenebilir nedenleri bilindiği takdirde, “berbat durumlar alt edilebilir.”
IV. Hakikati etkin bir güce dönüştürecekleri seçme yeterliliği
Yazan kişi, sadece yazdığı veya konuştuğu için, “herkesin kendini dinlediğini” sanmamalıdır. Yazmanın da emtiaya dönüştüğü kapitalist pazar ilişkisi içinde “ödeme gücü olan” dinler. Dolayısıyla, parasal olarak yazılanı okuma veya söyleneni dinleme gücü olanlar, “herkesin okumasını veya dinlemesini” istemez. Brecht’in deyişiyle, “birine yazmak, artık ‘yazmaya’ dönüşmüştür”; ancak hakikat “yazamaz.” Dolayısıyla, hakikati “işe yarar duruma getiren birine yazmak” gerekir. “İyi bir şey söylemek için, iyi dinlemek zorunludur.” Yazan açısından “kime söylediği” ve söylediği kişi açısından “ona kimin söylediği” önemlidir.
Söz konusu nedenle, “berbat” durumlara ilişkin hakikat, “durumları en berbat olanlara” söylenmelidir ve berbat durumlar, onlardan “öğrenilmelidir.” Sadece “belli zihniyette” olanlar için değil, o zihniyetin “durumlarından doğduğu” kişilere seslenilmelidir. Dinleyenler “sürekli dönüşür”; bu nedenle herkese seslenilebilir; hatta “asmak için ücret ödenmediği” için durumu kötüleşen “cellâda bile” seslenilebilir.
Yazan, “hakikatin tonunu” yakalamalıdır. “Karıncayı bile ezmek istemeyenler” “alışılmış” görülür, pek dinlenilmez. Bu tonu dinleyen ve “sefalet içinde olanın” sefaleti daha da artar. Hakikat “savaşımcıdır; yalnızca hakikatsizliği alt etmekle kalmaz, hakikatsizliği yayan insanları da” alt eder.
V. Hakikati yayma becerisi
Bu ara-başlıkta Brecht “hakikati yayma kurnazlığı/hilesi” sözcüğünü kullanmıştır. Ben “hile veya kurnazlık” (Alm. List) sözcüğü yerine, beceri sözcüğünü kullanmayı yeğledim. Brecht’in açımlamasıyla, birçok insan “hakikati söyleme cesaretine sahip olduğu için gururludur; onu bulduğu için mutludur; onu bulmak için çok emek harcadığı ve kullanılabilir bir biçime soktuğu için yorgundur; sabırsızca o hakikatin çıkarlarını savunanların hakikate hücum edeceğini beklemektedir ve hakikati yaymak için tikel bir beceriyi gerekli görür.” Hakikat “gizlendiğinde ve baskılandığında”, onu yaymak için “kurnazlık/beceri” gündeme gelir.
Hakikatin görülebilmesi için, insanları aldatmamak için, sözcüklerin “çürük mistiğini” yok etmek amacıyla, örneğin, “toprak/arazi” yerine “toprak mülkiyeti” anlatımını kullanmak gerekir. Baskının egemen olduğu yerde “disiplin” yerine “itaat” sözcüğü yeğlenmelidir; çünkü disiplin “güçlü veya egemen olmaksızın da olanaklıdır ve bu yüzden itaate göre daha soylu bir anlam” çağrışımı taşır. Genel anlamda “onur/haysiyet” yerine, daha somut olan “insan onuru” kavramı öne çıkarılmalıdır; çünkü manipülasyona elverişli olan “halkın onuru için kendini ortaya atan” bir topluluk her zaman olabilir.
Hakikati yayma becerisi bakımından Voltaire ve Shakespeare örnektir. Voltaire “Orlean’ın Bakiresi”nde biçemsel yetkinliğiyle “egemenlerin yaşamından erotik kesitleri” betimlemek suretiyle, kilisenin “mucizelere olan inancını”sarsmıştır. Shakespeare, Antonius’un “Cesar’ın cenazesi başında yaptığı konuşmada Cesar’ın katili Brutus’un saygın bir insan olduğunu sıkça vurgulamak suretiyle”, Brutus’un öldürücülüğünü anlatmayı becermiştir. Jonathan Swift, “ülkenin refahını yükseltmek için, yoksulların çocuklarını et olarak satmak gerektiğini” anlatmıştır.
Brecht’in vurgulaması uyarınca, “hangi alanda olursa olsun düşünmenin propagandası, ezilenlerin davasına yararlıdır”; çünkü düşünme, “sömürüye hizmet eden yönetimlerce” horlanır. Baskı altında tutulanlar için yararlı olan şey, bu çevrelerce “hor görülür”; “karnını doyurma kaygısı, aç bırakıldıkları ülkeyi savunanların şerefi” aşağılanır. Baskı yapanlardan kuşkulanma, “kendi gücünden kuşkulanma” düzeyine indirgenir. “Emeğinin karşılığını isteyenler” tembel diye nitelenir. Bu anlayışta düşünmeye yer yoktur. Düşünme “öğretilmediği gibi, ortaya çıktığı her yerde takibata uğratılır.” Bütün bunlara karşın, düşünmenin anlatılabileceği “alanlar” bulunabilir. Bu alanlar, diktatörlerin veya egemenlerin de düşünmeyi “gereksindikleri” alanlardır. Savaşı anlatırken bile “kurnazca savaşın övgüsünden” sakınılabilir; anlamı sorgulanabilir.
Dolayısıyla, düşünme “müdahale edici şekilde biçimlendirilebilir.” Hakikat için savaşanlar, bilimsel ilerlemeden da yararlanarak, nüfusun “küçük bir bölümü tarafından büyük bir bölümü üzerinde uygulanan baskı ve sömürüyü” teşhir etmenin yolunu bulabilirler; devlet “her şeyi denetleyemez.” Burada önemli olan “doğru düşünmeyi, her türlü şeyi ve her türlü süreci geçici ve değiştirici yönleri açısından sorgulamayı öğretmektir.” Egemenler, “güçlü değişimlerden” hoşlanmaz; her şeyin aynı kalmasını ister.
Özellikle “geçici olanı”, “çelişkileri” anlatma tavrı, “ezilenleri cesaretlendirir.” Bir şeyin, “değişen birçok şeye bağlı olduğu” düşüncesi, diktatörlerce veya egemenlerce “tehlikeli” görülür. Halkı “sefalete sürükleyen yönetimler, halkın sefalet içindeyken yönetimi düşünmesini” istemezler. Egemenlere göre, her şeyin “suçlusu” kendileri değil, halktır. Baskının, sömürünün “nedenini” sorana göz yumulmaz; işin ucu “yönetime” gelmeden takibat başlatılır. Bütün bunlara karşın, insanın yazgısının başka “insanlar” tarafından hazırlandığı anlatılabilir. İnsanın kendi ülkesindeki berbat durumlar bir başka ülkedeymiş gibi betimlenebilir. Sonuç olarak “Hakikatin yaygınlaştırılabilmesi için ussal beceri gereklidir.”
Prof. Dr. Onur Bilge Kula – edebiyathaber
[1] Bertolt Brecht: “Fünf Schwierigkeiten beim Schreiben der Wahrheit”; içinde: aynı yazar: “Schriften- Yazılar”; yayımlayan: Werner Mittenzwei, Aufbau-Verlag, 3. Auflage, Berlin/Weimar, 1981, s. 117- 135.