Heykelin büyük ustası Auguste Rodin, Avrupa sanatının köklü heykel geleneğini 19. yüzyılın Romantizm’inden 20. yüzyıla ve Modern çağın büyük sanat serüvenine taşıdı. Düşünceyi mermere işleyen usta olarak anılan sanatçı, çağını aşan onlarca anıt geride bıraktı.
“Bir insanın ruhunu okumak için yüzüne bakmak yeterlidir.”
Karşılık veremeyeceği hizmetlere teşekkür etmek, ya da hayranlığını dile getirmek için, sanat yaşamının en başından beri portreler yaptı. Babasının büstünü yaptığında yirmi yaşındaydı ve o yıllardan başlayarak, yaşamı boyunca ünlü ünsüz bir çok yüzü, elleriyle ölümsüzleştirdi. Başlangıçta yaptıkları daha çok erkek portreleri olsa da yakınlarından birkaç kadının yüz çizgileriyle de özel olarak ilgilendi. Örneğin yaptığı birçok kadın heykeline, ölene dek ayrılmayacağı eşi ve ilk modeli Rose Beuret’nin yüz ifadesini verdi. Sevdiği bir başka kadının, Camille Claudel’in de 1884’te portresini yaparak onun yüz çizgilerini de daha sonra, Veda ya da Düşünce gibi geç dönem alegorilerine yansıttı.
“Büst ve portre kadar kavrayış gerektiren bir başka sanatsal çalışma daha yoktur. İyi bir portre “bir yaşamöyküsüyle eşdeğerdir.“
1914’te yayımladığı Les Cathédrales de France adlı kitabından önce, özellikle dergilerde az sayıda yayımlanan kısa denemeler ve ressam Henri Dujardin-Beaumetz’in sanatçıyla yaptığı görüşmelerden alıntılar:
♦ “Birine heykeli öğretmek istiyorsanız onu doğa ile baş başa bırakmanız gerekir ve doğa karşısında yeterince güçlendiği zaman ona şöyle dersiniz: Şimdi de Antik Çağ’da neler yapıldığına bak. Ancak böyle yaparsınız, bu sanatı yepyeni bir enerji kaynağı olarak görebilir. Hiçbir zaman doğa ile doğrudan mücadele etmemiş yeni başlayan birine antik sanatı verdiğimizde hiçbir şey anlamayacak, kişiliğini kaybedecektir.”
♦“Antik sanat yüce bir şeydir, çünkü doğrudan doğruya doğadan ve yaşamdan çıkmıştır. Bence, onu kötü incelemektense hiç incelememek çok daha iyi… Antik sanat, sanatçının alfabesi değil, emeğinin karşılığı olarak görülmelidir. Onu kopyalamayı ya da yorumlamayı emretmiyor bize; onun gibi yapmayı emrediyor; bu ikisi farklı şeyler ve bizlere sunduğu bütün yapıtlar aracılığıyla şu dersi veriyor: Tek bir okula gidin. Doğa okuluna.” (Le Musée Dergisi, Ocak-Şubat 1904)
♦“Diyelim ki şimdi, bugün bu yapıtı anlamak istiyorsunuz; kopyalamayın; tam tersine ona sırtınızı dönün, yoldan geçen bir kadından aynı jesti yinelemesini isteyin ve ona iyice bakın: Sırası geldikçe bütün kaslar tek tek harekete geçecek ve size kısacık anlarda kendi güzelliklerini gösterecekler. Doğada kımıldayan her şey, size açıklamalar yapan öğretmenlerdir. Sonra her şey dinginliğe gömülür. Bitti, ama anladınız, şu mermerin dış inşasından çok daha iyi nüfuz ettiniz, bir an için de olsa onu daha önce yaratmış olanın edindiği izlenimi siz de yaşamış oldunuz.” (Le Musée Dergisi, Mayıs-Haziran 1904)
♦“Heykelcilikte perspektife daha az ihtiyacınız oluyor, belli bir derinlikte olması gereken alçak kabartmalar dışında. Perspektif hakkında bildiklerim içgüdülerden ibaret. Gençken, insanın heyecanını öldüren soğuk bir bilgi olduğuna inandığım için geometriden nefret ediyordum. Öğrenmek zorunda kaldım elbette ve o gün bugündür yaptığım her şey geometriye dayanıyor. Yaşamın kendisi de geometrik, bu çok geç farkına varabildiğimiz bir hakikat. Yine de, benim kullandığım geometrinin bana özgü olduğunu söylemeliyim, ama hiç kuşkusuz diğer geometriye oldukça yakın. Aritmetik bilmeyen bir köylü gibiyim: Kendine özgü usullerle işlem yapan bir köylü gibi.”
♦“Yunanlar bütün güçlerini doğadan aldılar; ben de aynı şeyi yapıyorum, bütün ilhamımı modelimde buluyorum. Konunun çekiciliği de buradan geliyor. Düşüncenin esas olduğunu ve yapıtı yücelttiğini öne süren öğretiye karşıyım. Ben daha çok, çalışmaktan doğan gücün düşünceyi zenginleştirdiğine inanıyorum. Düşünce kendi başına cılız kalır.” (North American Review Dergisi, Şubat 1905)
♦“Pek çok insan, plastik konulardaki cehaletini örtmek için anatomik betimlemelerden yararlanıyor ve bedenin mimari yapısını oluşturan çeşitli öğelere adlar veriyorlar! Çok yazık. Oysa plastik alanında iki başlı, üç başlı kol kası ya da uyluk kası gibi bilgiç sözcüklerin yeri olmadığı gibi, kol ve bacak gibi yaygın kullanılan sözcüklerin de hiçbir anlamı yok. Sanat yapıtının sentezinde kollar ve bacaklar, eğer aynı etkiye dayanan planlarda buluşuyorlarsa değer taşırlar. Üstelik doğada da aynı durum söz konusudur ve doğa, çözümlemeye dayanan betimlemelerimizle ilgilenmez.” (L’Art et les Artistes Dergisi, Mart 1914)