18 Şubat 1986’da ayrılmıştı aramızdan Tezer Özlü. Ama geride bıraktığı eserleriyle birlikte hep yanı başımızda. Tam da bugün için, İpekli Mendil öykü sözlüğünün yazarlarından Gülda Şahin, Özlü’nün eserlerinden yola çıkarak mini bir sözlük hazırladı. Bu vesileyle, Tezer Özlü’yü buradan bir kez daha anıyoruz.
ARNAVUTKÖY: “Yokuşu çıkıyorum. Sıcakta biraz güç. Camları açıyorum. Karşımda göl gibi Boğaz. Vaniköy’ün gerisi yemyeşil sahili kaplıyor. Tahta evler, ağaçlar, çatılar, yokuşlar. Arnavutköy, bu büyük kent içinde yolları, Rum balıkçıları, deniz kıyısındaki meyhaneleri ile kentin en az bozulmuş semtlerinden biri.
Bu mavi Boğaz parçası, bu yeşil Vaniköy sahili, iskeleye uğrayan küçük vapurlar, denizin tüm kesitini kaplayarak geçen büyük şilepler, uzak ülkelerin özlemini getiren beyaz yolcu gemileri, canlı çarşı sokaklarını kaplayan tahta evler, Akıntı Burnu’nu dönerken başlayan güçlü rüzgâr. Karşımızda doğan güneş. Sisle beyazlaşan sabahlar. Yalı camlarına kıpkırmızı yansıyarak batan güneş. Deniz yüzeyini dolduran martılar.”
…
“Burası benim yerim. Bu denizi, bu bitkileri, bu ağaçları, bu küçük semti yaşamak için, bu gökyüzünün değişen renklerine bakmak için yaşlılığımda uzun yıllar olacak. Hiç başka bir yer değil, burada oturup değişen, kalabalıklaşan dünyaya çıkmadan yaşamak istediğim yer burası.”
Arnavutköy – Kalanlar
AZİZ NESİN: “Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Uçağın önündeki kabin, iriyarı polisler, bir yıl önce bu konuda “donuma kadar kendi toprağımda beni arayan Alman polisler…” diye konuşan Aziz Nesin’i düşündürdü hemen bana. Sonra onun sevimliliğini ve sorunları kavrayışındaki ataklığı anladım. Birkaç sevimli insandan daha önemli hiçbir şey yok yaşamda, dedim.”
Anlatı ve Günlük Parçaları – Kalanlar
BERLİN/BÜYÜK KENT: “Bir başkalığı vardı bu kentin. Mutlu küçük burjuvalar, burjuva evlilikleri, büyük burjuva zenginlikleri hiç de göze çarpmıyordu. Sanki kentte herkes başına buyruk, herkes yeni ilişkilere açık, herkes kurallara başkaldırıyordu.
Duvar kenti ikiye ayırıyordu. Batı’da bir başka yaşam, Doğu’da bir başka yaşam var. Batı yakasında hemen duvar çevresinde binlerce Türk işçi ailesi, Anadolulu oturuyor. Kahvelerini, kasaplarını, sebzeci dükkânlarını açmışlar. Küçük sinemalarında Türk filmleri gösteriyor, kahvelerine Türkiye’den hiç tanınmamış şarkıcı ve dansözler bile getiriyorlar. Bu semtte en çok işitilen dil Türkçe. Sirkeci’de, Eminönü’nde satılan müzik kasetlerini burada bulmak mümkün. Batı yakasında, duvar dibindeki gözetleme kulesine çıktığınızda, sanki dünya önünüzde:
-İşte Doğu, işte Üçüncü Dünya, biraz ötede de tüketim mağazaları, pubları, kahveleri, meyhaneleri ve bitmeyen araba trafiği ile Batı.”
Anlatı ve Günlük Parçaları – Kalanlar
“Hiçbir kent insana Berlin kadar ölümü, hiçbir kent insana Berlin kadar yaşamı düşündürmüyor. Her duvar dar. Her duvar kapalı. Her duvar insanın üzerinde bir baskı. Bu kentin her yerine daha önceki duvarlarımla birlikte gidiyorum. Ana babamın evinin dar duvarlarıyla. Evliliklerin bunaltıcı duvarlarıyla. Büroların sigara kokan duvarlarıyla.” Yaşamın Ucuna Yolculuk
“Yarısı Doğu, yarısı Batı, arası Türkiye olan kent.” Yaşamın Ucuna Yolculuk
CESARE PAVESE: “En sevdiğim yazar Cesare Pavese.” Kalanlar
“Yalnız değilsin. Mozart seninle. Pavese seninle.” Kalanlar
“Pavese’in doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben gece yarısından sonra. Ama Anadolu’da gece yarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo’da henüz belki de gece yarısı olmamıştı. Aynı gün, aynı yıl değilse de.” Yaşamın Ucuna Yolculuk
ÇILGINLIK: “Yirmi yaşım ile otuz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım. Çıldırmanın beni ne kadar ilgilendirdiğini biliyorum, bu yüzden onu kendi kafamda ve beynimde yaşamaya kalktım. Akıl ile çılgınlık arasındaki ufak, yıldırım hızına sahip atlayışı sözcüklerle nasıl anlatabilirim.
Beyin, düşünce kendini özgürleştiriyor, fırlıyor, bir roket gibi evrene boşluğa. Onunla birlikte gövde de. Ya da gövde kalıyor da, düşünce gövdeyi koparıp sonsuz boşluğa doğru uçmaya başlıyor. Acı veren bir şey bu. Çok acı veren. Ürküten. Hem de nasıl ürküten.
Çılgınlığı bilmeden aklın sınırları son derece can sıkıcı. Kabul edilemez. Yetersiz.
Aklın dünyasında başka şeyler olmalıydı. Ben çılgınlık dünyasına en derin, en uzun, en sonsuz yolculuğu yaptım. En acı veren yolculuğu. Tüm öbür acılar, akıldan çılgınlığa geçişle karşılaştırıldığında kabul edilebilir. Çılgınlık yoluyla kurtuluşumu ne büyük bir cesaretle tamamladım, tüm acılardan, gövdelerden, güneşlerden, ana-babalardan ve çocuklardan, güvenden ve güvensizlikten, tüm düzenlerden.” Batı Günlüğü – Kalanlar
DÜZEN: “Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırları aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur –artık hiçbir yerdesin.” Batı Günlüğü – Kalanlar
ESKİ SEVGİ: “Onunla da Eski Sevgi’ye gitmek istemiştim. Kelebekli otobüsü bekliyorduk. Bekliyor gibi de değildik. Ölümü düşünüyor, ölümden söz ediyorduk. Ceketlerimizi çıkarmıştık. Sıcaklık bizi rahatsız etmiyordu. Farkında bile değildik. Yaşamın bir kesitiydi. Varolmanın. Bizi bulmuştu. Resimde. Onu ve beni.” Eski Sevgi- Eski Bahçe Eski Sevgi
FERİT: “Ben en çok seni kavrayabiliyorum. Nasıl anlatayım. Senden başka hiçbir insanı tam anlamıyla, bütünüyle kavrayamıyorum. Öykülerini ve çevirilerini ve yazılarını da iyi anlıyorum. Diğer kişilerle aramda hep bir boşluk kalıyor, Demir’le bile. Galiba en çok da seni seviyorum. Bana mektubun bile Bach kadar dinlendirici geliyor.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları
GİTMEK İSTEMEK: “ Pazar günleri… Şimdilerde… Sokak aralarından geçerken… gözüme pijamalı aile babaları ilişirse, kışın, yağmurlu günlerde tüten soba bacalarına ilişirse gözlerim… evlerin pencere camları buharlaşmışsa… odaların içine asılmış çamaşırlar görürsem… bulutlar ıslak kiremitlere yakınsa, yağmur çiseliyorsa, radyodan naklen futbol maçları yayınlanıyorsa, tartışan insanların sesleri sokaklara dek yansıyorsa, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek, gitmek… isterim hep.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri
HİÇBİR KADINLA YATMAMIŞ BİR ERKEK: “Hiçbir kadınla yatmamış bir erkeğin bu denli gülü bu denli de çekici olduğunu bilmiyordum. Senin doyumsuzlukla algıladığın duyguları, bağımsızlıkla başladığın sabahları ve doyumsuzlukla yaklaştığın geceleri, okşadığın tenleri, varoluşunu anımsadığından beri düşündüğün insan yaklaşmalarını, bütün duyguların ve tenlerin başlangıcındaki yirmi iki yaşında bir yeni/insana duyurmak olası mı?” Yaşayanlar, Ölenler – Eski Sevgi
ISLAKLIK: “Çocukken ıslak topraktan çıkardığımız solucanları düşünüyorum. Karlar altından fışkıran mavi, sarı, mor çiğdemleri düşünüyorum. Hiçbirini bir daha görmediğim taşralı arkadaşlarımı düşünüyorum. Toprağın ıslaklığının güzelliğini düşünüyorum. Onunla yatarken uyuşan gövdemi düşünüyorum. Ürperiyorum. İnsanın ıslaklığının güzelliğini düşünüyorum. Sayısız sevişmeler işte bu bozkırı, kuru tarlaları, güneşin kızıllığını, insan sevgisini öğretti bana, diyorum. Hiç de, belirli bir insan üzerinde toplanmıyor bu sevgi. Toprak altındaki solucanlardan, gökyüzünde yüksekliklere tırmanan ve gerilerinde bulutlardan yollar bırakan uçaklardan da öteye gidiyor.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri
İHTİYARLIK: “Mutlak anımsıyorsun. İhtiyarlık diye bir olguya inanmıyorum, çünkü gençliğe de inanmıyorum. Çocukken de, genç iken de ihtiyarı içinde taşıyorsun, yaşlanırken de çocuğu. Ancak yaşlandıkça duygusallaşma biçim değiştiriyor. Gençlik duygusallığı öfke, beklenti, başkaldırma, cesaret gibi duygularla iç içe, ama yaşlandıkça duygusallığa acımsı tatlar karışıyor, buruk.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları
JOYCE: “Şimdi de Ulysses’i okumakla meşgulüm. Ne kadar keyifli bir kitap. Cenazeyi anlatırken, ne kadar alayla anlatıyor. ‘Ceset kokuşmuş etten başka ne? Ya peynir? Peynir de sütün cesedi.’ Joyce, ceset derken, peynir demek ne güzel bir geçiş.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları
“Yakında Milliyet Sanat’a ‘James Joyce Zürih’te’ diye bir yazı hazırlayacağım. Onlar için değil, Joyce’un mektuplarını çok sevdiğim için. Onun için mezarı başında çektiğimiz fotoğrafı ilk sana yolluyorum. Mezarlıklarda en büyük huzuru duyar oldum, fotoğrafta da belli oluyor, değil mi? Ölmek isteğim yok. Yaşama isteğim olmadığı gibi.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları
KÜÇÜKBURJUVALAR: “Babamla annem arasında hiçbir sıcaklık, hiçbir sevgi yok gibi. Annem onu erkek olarak hiç sevmediğini her davranışıyla belli ediyor. Bütün küçükburjuvalar gibi, sorumluluklarının zorunluluğu ile bağlılar birbirlerine. Her sabah ve her gece öylesine sevgisiz ki.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri
LEYLÂ ERBİL: “Sevgili Leylâ,
Bundan sonra bana hangi insan ne verebilir, diye düşünüyorum ve Türkiye’de tanıdığım insanları bir anda kafamda geçiriyordum. Zaten bana orada bir şeyler veren tek dostum Leylâ, diyordum kendi kendime, senin yanına bir kişi daha koymaya, bulmaya çalışıyordum. O sırada Deniz senin mektubunu getirdi.
Tabii, sende, ya da bende sana benzeyen çok yönler var. Mektubunu okuduktan sonra otobüs beklerken bunları düşündüm. Erkeklerin beğendiği, istediği bir kadınsın. (Sana söylediklerimi kendime de söylüyorum.) Hep sevildin. Güzelsin, temizsin. (Pis kadın olur mu, diyeceksin.) Ama kimlerin pis olduğunu sen de çok iyi biliyorsun. Sonra senin, benim gibi (galiba kendimi çok koydum bunun içine) eleştirici yanın çok güçlü. Sonra cin gibisin, bir kere kendi kendini iyi gözlüyorsun. Bu gariban insanlar ne kendilerinin, ne de yazdıklarının farkındalar. Zaten farkında olsalar bunları yazamazlar. Cahil insanlar. Aksaray köftecisi ne ise, bunların yaptıkları edebiyat da bu… Ne büyük acı ki, topluma yön verecek olan yazarlar, kendi kendilerinin bilincinde değiller. Dünyanın ve dünya yazınının ne olduğunu bilemiyorlar. Bunlar daha mahalle ve gün kadını.” Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar
MARBURG EDEBİYAT ÖDÜLÜ: “İnsanın, kendisinin ödüllendirildiği bir töreni yazması gerçekten güç. Ama Federal Almanya’da basılan gazetelerimiz genellikle futbol maçı, nişan, düğün, sünnet töreni, ya da yurttan gelen bir şarkıcı konserine geniş yer ayırmalarına karşın, hemen Frankfurt kentinin bir saat yakınındaki Marburg kentinde Türkiyeli bir yazara verilen ödülü duymadılar ve ben tek başıma Türk yazınını temsil etmek, hem de Milliyet Sanat Dergisi’ nin yazarı olarak, ikinci bir kişilikle olayı tarafısız izlemek zorunda kaldım. İkinci bir dilde kitap yazıp, o dilin edebiyat ödüllerinden birini alan ilk Türk yazarı olarak bu töreni okura yansıtmayı görev sayıyorum.” … Marburg Edebiyat Ödülü Üzerine – Tezer Özlü’ye Armağan
NEDEN EDEBİYAT?: “Yeryüzüne dayanabilmek için. Bu çabada da, düşünüyorum da en büyük direnme gücünü veren yazar Franz Kafka.” Kafka ile Yaşamak, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
NEDEN YAZILIR?: “Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bir kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı yazılır. (ya da kendi kendine kanıtlamak için). Çünkü, insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim.” Yaşamla ve Ölümle Hesaplaşmak İçin Yazıyorum – Yeryüzüne Dayanabilmek İçin
OĞUZ: “Biz yıllardır bu kentte yaşıyoruz. İçimizde ömrü bitenler oldu. Onları oldukça eğlentili törenlerle gömdük. Bu törenlerden ağıt ve içtenlik yönünden en ağır basanı Hayalet Oğuz’un cenaze töreni oldu. Oğuz, İstanbul’da yaşadı. Oğuz bir dönemi yaşadı. Yeryüzünde belki de hiç kimsenin yaşayamadığı gibi. Tek bir sandalye sahibi olmadı. Bir, iki giysisi temizleyicide durur, kirlenince yenilerini satın alır, iç çamaşır ve çoraplarını en yakın çöp tenekesine atardı. Ev almadı, ev kiralamadı, eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki de tek bir mobilya mağazasına girmedi. Pasaport almadı, karı almadı, karı boşamadı, kimseyi gebe bırakmadı, resmi dairelere girip çıkmadı.
Bir kez bir kadın parmağına yüzük takıp:
-Oğuz, sen benim nişanlımsın, dediyse de, Oğuz kadının başkalarıyla yatıp kalkmasına hiç ses çıkarmadı. Kimseye baskı yapmadı, canlı ya da cansız hiçbir şeye malı gözüyle bakmadı. Nişanlı geldiği gibi gitti. Bu da Oğuz’u ne sevindirdi, ne de üzdü.
Oğuz’u, ilkokulu bitirdiğim yıl Fatih’teki evimizin balkonundan ağabeyimin odasına bakınca görmüştüm. İncecik bir adam, yatakta uyuyordu. Zayıflıktan ölmüş gibiydi. Yüreğim burkuldu. Anneme koştum:
Anne, içeride yatan adam zayıflıktan ölecek, dedim. Oğuz, 21 yıl sonra, 1975 Eylül ayında öldü. 21 yıl süreyle birbirimizi çok sık gördük. Aynı evlerde yaşadık, aynı çevrelerde dolaştık. Aynı kitapları okuduk.” Hayalet Oğuz – Eski Bahçe
ÖLÜM: “Sıska bedenimden deriler sarktığında izin isteyeceğim. Ölmek için köyüme döneceğim, diyeceğim. Burada ölemez misin? diyecek. Burada ölecek yer yok, diyeceğim. Sonra siz beni yakarsınız. Ya küller arasında uyanıp, gövdemi arayıp, yalnız külleri görürsem? Oysa toprak içinde bir süre daha kollarım, bacaklarım ve tüm bedenimle birlikte olabileceğim. Belki ölüme alışana dek. Ölüm içinde ölümü unutana dek.” Anlatı ve Günlük Parçaları – Kalanlar
“Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı.
Karanlık bir gecenin geç saatinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel görünmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel bir ölü gövdeyle öç almak istediğim insanlar var. Bir haykırış! Sessizce yatağa dönüyorum. “ Çocukluğumun Soğuk Geceleri
PAZAR GÜNLERİ: “Böylesi sokak arası evlerde olduğu gibi, bizim evde de Pazar günleri dayanılmaz bir curcuna oluyor. Çoğunlukla bütün aile evde oluyor. Babam, Pazar günleri pijamasını hiç çıkarmıyor. Annem bütün gün öğrencilerin sınav kâğıtlarını okuyor. Babam müfettiş. Evde olunca hep rapor yazıyor. Sonra bunları yüksek sesle okuyor.
Banyo pazar günleri yakılıyor. Sırayla yıkanıyoruz. Soğuk günlerde, soba yanan odaya büyük bakır leğen getiriliyor. Başımızı eğip, saçlarımızı yıkıyoruz. Sonra leğene oturuyor, çok az bir suyla gövdelerimizi yıkıyoruz.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri
RAHİBE: “O çocukluk yıllarımızda en büyük merakımız, başlarını lacivert örtüler altında gizleyen bu soluk yüzlü kadınların saçları. Bir söylentiye göre saçları kısacık ve kafalarında tıraşla bir haç kazılı. Ne ilginç ve olağanüstü bir görüntü olmalı. Birinden birinin başörtüsünü çekivermek, başlarına kazılmış haçı görmek ve ne neden rahibe olduklarını bilmek, öğrenmek istiyoruz. Oysa bu dileğimiz yıllar yılı sürüyor. Hiçbir gerçeği öğrenemiyoruz. Dokuz yıl süreyle yönelttiğimiz sorulara tek bir yanıt alıyoruz:
-Tanrıyı her şeyden çok sevdiğim için rahibe oldum. Tanrıyla birleşmek yeryüzü verilerinin en güzeli, en kutsalıdır!” Okul ve Okul Yolu- Çocukluğumun Soğuk Geceleri
SİSLER BULVARI: “Ağabeyim rahat. Onun özel odası var. Kitaplığı, giysi dolabı, dilediği zaman yakabileceği gaz sobası var. Ayakkabılarını bana boyatıyor. İlkin çamurlarını iyice temizlememi istiyor. Kitapları odasının duvarlarını kaplıyor. Onları çok titiz kullanıyor. İzinsiz almamızı istemiyor. Gene de o çıkar çıkmaz odasına giriyorum. Her gün geçtiğim için mi, yoksa herkes sözünü ettiği için mi, hep Sisler Bulvarı’nı okuyorum. Bekleyen gemiler. Uzak limanların özlemi. Düşlenen, erişilemeyen sevgililer.” Çocukluğumun Soğuk Geceleri
ŞİMDİ: “Şimdi okunmuş kitapları yeniden okuyorum. Şimdi bildik müzikleri yeniden dinliyorum. Yenmiş yemekleri yeniden yiyorum. Sevip yitirdiklerimi yeniden seviyorum. Şimdi uykusuzluğumu yeniden uyuyorum. Şimdi açlığımda yeniden acıkıyorum. Şimdi gittiğim kentlere yeniden gidiyorum. Şimdi havada uçuyor, raylarda, su yüzeylerinde, yaşama ve ölüme karşı duyduğum aynı umursamazlıkla dolaşıyorum. Tartışmaları biliyorum. Duyguları. Korkuları. Sözcükleri. Her dili anlıyorum. Anlıyor ama kavrayamıyorum.” Kalanlar
TUTULMAK: “Mayakovski’nin aşk özlemi, aşkın kendisine âşık olmak, tutulmak olduğunu tüm mektupları kanıtlıyor. Özellikle son mektubu. Tutulmak, bağlanmak istediği kadar bağlıdır. Aslında gerçek bir tutku.” Anlatı ve Günlük Parçaları – Kalanlar
UYANMAK: “Uykusuz gece geçirenler yorgun kalkacak. Uzun uyuyanlar da yorgun kalkacak. Kimi mutlu, kimi acılı, kimi sevgi ile geçirdiği gecenin aşkı ile uyanacak. Kimi öfke ile. Kimi kendine güne nasıl başlayacağını soracak. Kimi bir intiharı düşünecek. Kimi özlem duyduğu bir kenti. Özlem duyduğu bir insanı. Kimi bugün beklenmedik bir ölümle ölecek. Kimi yalnız dağlar ve tarlalarla tanıdığı dünyasına bakacak. Kimi tanrısına yakaracak. Kimi bir silahla birisini öldürecek. Kimi birilerini öldürmek için bir yerlere bomba atacak. Pankart asacak. Kimi ölümle yargılanacak. Kimi barış konferanslarına katılmak için uzak bir yolculuğa çıkacak. Bütün ülkelerin ordularının askerleri insan öldürme talimi yapacak. Kimi ülkede bir darbe olacak. Gazeteler basılmıştır. Radyolar sabah programlarına çoktan başlamıştır. Akdeniz’de balıkçılar balık ağlarını çoktan sulardan çekmiştir. Akdeniz’de kadınlar kapılarının önünü çoktan süpürüp sulamıştır. Kamyonlar, arabalar yollardadır. Buzhanelerde bugün gömülmeyi bekleyen cesetler vardır.
Sonsuz dünyanın, sonsuz yazlarından bir sabah. ” Yaşayanlar, Ölenler – Eski Sevgi
ÜLKE: “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Tezer Özlü’den Leylâ Erbil’e Mektuplar
VAROLUŞ: “Birisinin teniyle yan yana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı? Ya da daha derin algılamak mı? Kendi varoluşum. Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu?” Yaşamın Ucuna Yolculuk
WALSER: “Bilmem Robert Walser’i tanır mısın? İsviçre edebiyatının bence en önemli yazarı. Tam bir Kafkaesk korku ve Dostoyevski yüreği ve zaman zaman Gogol acı humoru taşıyan bir yazar. 12 cilt yapıtı arasında romanları, mektupları, küçük prosa metinleri, şiirleri… 1878 doğumlu. Sekiz yıl Berlin’de yaşıyor. 1919-1988 yılları arasında Bern yakınlarında Waldau kliniğinde kalıyor, orada da yazmaya devam ediyor. 1933-1956 yılları arasında (kendisi istemediği halde) Herisau kliniğine konuluyor, şizofreni diyorlar… 23 yıl ne konuşuyor, ne yazıyor, ne yaşıyor… Yalnız uzun uzun yürüyüşlere çıkıyor. Kendi çağdaşları Musil, Kafka, W. Benjamin ve diğer yazarlar Walser’i okumuş.
Büyük yoksulluk çekmiş, uşaklık bile yapmış.” Her Şeyin Sonundayım, Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları
YAŞAMIN SONU: “Yaşamın sonu hiçbir zaman bana ırak gözükmedi. Her yüzde, her solukta, her büyüyende, her yaşlananda, her sarılmada, her sabahta gördüm yaşamın sonunu. Çocukken bile buğday tarlalarında, yaz gecesi mehtabında ve çocukluk gecelerinin derin karanlığında gördüm yaşamın sonunu, ama ben giderken, ben ya da tren görünümlerinin içinden, kentlerden, köylerden, tarlalardan, dağ sıraları önünden, ardından, bir göl kıyısından, bir nehir yatağı ya da gri bir deniz yüzeyi boyunca ilerlerken, yol alırken, tanımadığım insanlar hızla gidiş yolunun aksi yönde yitip giderken, her görüntüyle birlikte ardımda benden uzaklaşırken, yitip giderken, işte ancak o zaman uzaklaştım yaşamın sonundan.” Yaşamın Sonuna Yolculuk
YAZMAK: “Bazan bir şeyi yaşarken olaya dışarıdan bakıp, o olayı yazmak için yaşadığım duygusuna kapılıyorum. O zaman içimden bir ses, karşındakine haksızlık ediyorsun, diyor. Olmaz böyle bir şey, diyor. Olayın içine girmeye çalışıyorum. O zaman da kendime haksızlık ediyormuşum gibi oluyor. Böylece kendi özüm ve gözetimim (yazmak için) arasında gidip geliyorum.” Anlatı ve Günlük Parçaları – Kalanlar
ZORAN: “Erkek: Benim adım Zoran. Güneşin doğuşu demek. Kadın batmaktaolan güneşe bakar.
Dış ses (Pavese): Yaşanacak bir yaşam vardır. Binilecek bisikletler var. Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır.” Zaman Dışı Yaşam
Sabitfikir