Türkiyede Aydınlanma ve Bektaşiliğin Rolü – Irene Melikoff (Çeviri: Server Tanilli)

Yüzyıllar boyu öncü ve ilerici bir hareket rolünü oynamış olan Bektaşilik, Osmanlı İmparatorluğu’nun değişme ve Batılaşmasına katkıda bulunan büyük reformlar hareketine de katılmamazlık edemezdi. Bektaşiler, çoğu kez Genç Osmanlılar safında, sonra da Jön Türkler kuşağı içinde yer aldılar.
Bununla beraber, Bektaşilerle bu ilerici hareketler arasında, göz ardı edilemeyecek bir etken görüle gelmiş, bilindiği gibi, Türk reform hareketinde önemli bir role sahiptir.
1826’dan sonraki yıllarda Bektaşi Tarikatına ayırdığımız bir yazıda, Bektaşilerle Masonlar arasındaki ilişkilerden söz etmek fırsatını daha önce bulmuştuk. (1) Bugün, bu konu üzerine yeniden döneceğiz; çünkü Masonluk, yasaklanıp kovuşturulan Bektaşilerle reform hareketleri arasında bir bağ hizmetini görmüştür çoğu kez.

Bektaşiler, Aleviler diye adlandırılmak istenenler gibi, aynı kutsal kişiliğe, XIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Horasan’dan gelip Anadolu’ya göç eden Hacı Bektaş Veliye çıkarlar.

“Horasan’dan gelmek”, basmakalıp bir deyimdi ve Maveraün-nehir’in (Seyhun-Ceyhun bölgesi) doğuşundan ya da Orta Asya’dan gelenleri dile getiriyordu; diğer bir deyişle, o dönemde Moğol istilasından kaçan göçmenlerdi bunlar, yolları ister istemez Horasan’dan geçiyordu ve bu yol da İran çöllerine dalmaktan kurtaran tek yoldu.

Söz konusu göçmenler, büyük bölümüyle göçebe idiler; çoğu kez de Müslüman değildiler ya da İslam’a yeni dönmüş de olsalar henüz bu dini özümsememiş insanlardı. Onların dini “İslamlaşmış Şamanizm” olarak nitelendirilebilir; yani bu İslamlık, söz konusu halkların atalarından gelen gelenek ve örfleri ile damgalanmış durumdaydı hala ve Amerika yerlilerinin Hıristiyanlığını hatırlatıyordu.

Türkmen ulusu Hacı Bektaş Veliyi izleyenler, işte bu topluluktandı.

Bektaşiler, Osmanlılarla ayın sosyal ortamın insanlarıydılar; nitekim Osmanlılar da, Doğu bölgelerinden gelen göçmen göçebe kabilelerin bağrından çıkmışlardı.(2) Öyle olduğu içindir ki, ilk Bektaşilerle ilk Osmanlılar arasındaki ilişkiler iyi gitti: Çoğu Bektaşi dervişleri, Osmanlıların yanında Trakya ve Balkan fetihlerine katıldılar; fethedilen ülkelerde topraklar edindiler. Kimi zaman, sadece kılıç hakkına dayanarak mülkiyetlerine geçiriyorlardı onları. Bu topraklarda zaviye ve tekkeler kurdular ve yerleşik olmak için de , göçebe ya da yarıgöçebe yaşam biçimlerini terkettiler; kent merkezlerinin dolayında kurulmuş zaviyelerde yaşayan bir örgütlü dervişler tarikatı olup çıktılar. (3)

İşte bu nedenlerdir ki, Osmanlı Sultanları, Yeniçerileri, yani evlerinden alınıp Müslüman dinine göre yetiştirilen Hıristiyan çocuklarından oluşan yeni orduyu, söz konusu Bektaşi dervişlerin usulü Hacı Bektaş Veliye bağladılar.

Bektaşiler, bir kolonizatör dervişler tarikatı olmuş ve böylece, yabancı öğelerin özümlenmesi çabası onlara bırakılmıştı(4).

Ne var ki, bu iki yanı da keskin bir kılıç oldu bir tür; çünkü, daha baştan hoşgörülü ve dinler üstü bir tarikat olan Bektaşiler, dışarıdan gelen bütün etkilere açık bağdaştırmacı bir tarikattı aynı zamanda. Yerleştikleri yörelerde oturan insanları özümseme gücüne sahiptiler. Trakya’ya ve Balkanlara yerleşen Bektaşiler, tam bir uzlaşma içinde yaşadıkları halklarla kaynaşıp gittiler. (5)

Bektaşilerle bugün Alevi denen insanlar arasında ki bir farklılık şuradadır: Anadolu’nun kırsal yörelerinde kalıp oralarda aşiret yaşamını sürdüren Aleviler, Doğu Anadolu halklarının, İranlıların ya da Kürtlerin ve daha başkalarının etkilerine uğruyorlardı; oysa Bektaşiler, Trakya ile Balkanlarda yerleşiyor ve oralarda git gide ve sağlamca uyum sağlıyorlardı koşullara.

Osmanlı Sultanları, Avrupa ülkeleri üzerinde egemenliklerini kurduktan sonra, resmi dine, devlet dini haline gelmiş olan Sünni İslam’a dayanarak, Bektaşileri zaptürapta aldılar; önce destekleyip yararlandıkları bu insanlara karşı çıkmakta da gecikmediler. Hoşgörülü ve dinler üstü olan Bektaşiler de, kendilerine hasım hale gelmiş bir yönetime karşı, din konusunda uydumcu olmayan (non-conformiste) bir tavır takınmakta gecikmediler, sonra da ruhban düşmanı oldular. Çok geçmeden, Bektaşiler, tanrı tanımazlıkla suçlandılar.

Bektaşilerle merkezi otorite arasında kesin kopuş, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasının arkasından, 1826’da oldu. Bektaşi Tarikatı da, Bektaşilerin Yeniçerilerle olan sıkı ilişkileri nedeniyle ortadan kaldırıldı ve malları satıldı. En son yapılmış Bektaşi tekkeleri yıkılırken, en eskileri de, Sünni Ortodokslukla çatışmayan tavrıyla yönetimce hoş gözle bakılan Nakşibendi Tarikatına verildi.

Böylece, 1826 yılından başlayarak, Bektaşiler, yasa dışı olup gizlice etkinlikte bulunma zorunda kaldılar. Bununla beraber, bu 1826 tarihi, tarikatın çöküşünü göstermekten uzaktır. Tersine, yeni bir gelişme içine girecektir tarikat; ve oynayacağı rol de, geçmişte oynadığından daha az önemli olmayacak, daha politik hale gelecektir. Gerçekten, liberal ve uydumculuğa karşı iken, reformlara gidilmesini savunan ilerici çevrelere yaklaşarak ilerici olacaklardır. Bektaşiler, adını koyarak söylemek gerekirse, Genç Osmanlılarla, sonra da Jön Türklerle işbirliği yapacaklardır.

Bektaşiliğin dinler üstü ve ruhban karşıtı tavrı, yeni yönetimin, Sultan Abdülmecit’in yönetimin (1839-1861) eğilimlerine uygundu. Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, 3 Kasım 1839’da İstanbul’da Gülhane’de devlet yetkilileri ile yabancı devletlerin temsilcilerinin huzurunda Tanzimat Fermanı diye bilinen bildiriyi okuduğunda, Bektaşilerin tavrı da belirginleşti. Söz konusu ferman, Osmanlı İmparatorluğunca, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin tanınması demek oluyordu: Bununla, soyları ve dinleri ne olursa olsun, İmparatorluğun bütün uyruklarına eşitlik getiriliyordu. Adı geçen ferman 1856 şubatında yenilendi.

Yeni bir çağın başlangıcı oldu bu.

Söz konusu reformların yapıcısı da Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) idi; Paris’te altı kez olağan-üstü elçilik yapmıştı paşa ve altı kez de sadrazam olmuştu. Öte yandan, Mustafa Reşit Paşa, İngiliz elçisi Lord Stratford Canning’in samimi dostuydu; bu dostluk da, herkes için, İngiltere’de Masonluğa girdikleri günden başlıyordu.

Masonluk, Türkiye’de Lale Devri’nden, yani İngiltere’de ortaya çıkışından hemen sonraya rastlayan bir tarihten beri biliniyordu. Nedensiz de değildi bu: İngiltere Büyük Locası’nın ilk üstadı azamlarından biri Lord Montagu (1690-1749), İngiliz Masonluğunun kuruluşunda büyük bir rol oynamıştı; aynı zat, 1716’dan 1718’e kadar, İngiltere’nin Babıali nezdinde elçisi olmuştu ve ünlü Lady Montagu’nün (1689-1762) eşiydi.

Bununla beraber, ilk Localar yabancı eğilimdeydi İmparatorlukta: İlk loca, İstanbul’da, Damat İbrahim Paşa’nın (ölümü 1730’da) sadrazamlığı döneminde kurulmuş olmalı; Galata’da bugün Perşembe Pazarı denen yerde kurulmuştu. Bu mahalle, Fransızlar ve İtalyanlar için gözde bir semt idi. İlk Türk Masonları arasında şu kişilikleri görüyoruz: 1741’de Fransa’ya elçi olarak atanan, sonra da 1755’te vezir olan Yirmi Sekiz Mehmed Çelebizade Said Efendi; İlk Türk matbaasını kuracak olan -Macar dönmesi- İbrahim Müteferrika; daha önce Comte de Bonneval diye bilinen Humbaracı Ahmet Paşa (1675-1742). Bu listeye, Tophaneli Yusuf Çelebi gibi kimi tacirler de eklenir.

Masonluk Türkiye’de 1748’de yasaklandı ise de, III. Selim’in saltanatı döneminde (1787-1807) yeniden ortaya çaktı ve yaygınlaştı.

1839 yılından başlayarak ilerlemesi hızlanan Masonluğun, özellikle Kırım Savaşı (1854-1856) dönemindedir ki etkisi artacaktır. Nitekim, İngiliz ve Fransız locaları çoğalır ve iki devletin bir biriyle olan rekabeti için birer arena olup çıkarlar. Onların yanı sıra, İtalyan, Alman, Yunan ve Ermeni Locaları da görülecektir. (6)

Yeniçeriliğin kaldırılışının arkasından horlanan ve etkinliklerini gizli olarak sürdürmeye zorlanan Bektaşiler, Masonluğa yaklaşırlar. Hoşgörü sahibi, uydumculuğa karşı ve dinlerüstü bir anlayışta kişiler olarak bilindiklerinden, Masonlar arasında bir destek bulurlar kendilerine; Masonların paylaştıkları ülküler de aynıdır: Liberalizm, ruhban karşıtlığı, uydumculuğa karşı oluş (non-conformisme).

Bektaşiliğin Cem’i, Masonların törenlerinden alabildiğine etkilenecektir: Meydanın ya da toplantı yerinin durumu, ayakta duruş ve yürüme biçimi, Üçler, Beşler ve Yedilerin canlandırılması böyledir; bütün bu ayrıntılar Mason ayinini hatırlatır. Öte yandan, Bektaşiler de bunları biliyorlardı; ne var ki, Masonların onları kendilerinden esinlendiklerini ileri sürmeye kadar gideceklerdir.

Ancak, her iki halde de, tarikat gizlidir ve belli bir usule göre girilir ona.

Mensupları, aydın ve liberal seçkinler arasında gelen Bektaşiler, XIX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda, Masonluğun Avrupa reform hareketinde oynadığı role benzer bir rol oynamışlardır. (7)Yeniden örgütlenen Bektaşi Tarikatı, Jön Türk örgütleri için bir sığınak ve bir destek olacaktır.

Bektaşiler, hangi dönemde Masonluğa gelip girmişlerdir?

1867 tarihi ileri sürülmüştür. Ancak, 1839’dan başlayarak localara sızmış olmaları olasıdır. Bununla beraber, 1867 ile 1869 yılları arasında, Müslümanların git gide daha çok Masonluğa girdikleri görülüyor. Bunda, genç bir çok Fransız avukatı Louis Amiable’in etkisi de olsa gerek: Louis Amiable, 1863’te kurulup Fransa Maşrıkı Azamı’na bağlanan Doğu Birliği Locası’nın 1865’te başkanı olmuştu.(8)

Louis Amiable, Osmanlı toplumunun seçkinleri arasında yoğun bir üye kaydı kampanyası başlattı. Başarılı oldu bu. Doğu Birliği’nin 1865’te sadece üç Türk üyesi varken, bu sayı 1869’da, toplam yüz kırk üç kardeş arasında elli üçe yükselir.

En parlak adlar arasında da şunlara rastlıyoruz: Devlet Şurası Başkanı Edhem Paşa (1818-1839); Mısır Valisi Mehmed Ali’nin torunu olup, liberal, Genç Osmanlılar hareketinin önderlerinden biri olan Prens Mustafa Fazıl Paşa (1829-1875). (9)

Locaların üyeleri arasında, siyasal kişilikler, din adamları, diplomatlar, ayrıca şairler ve edebiyat mensupları bulunuyordu. Bu sonuncular arasında, Şinasi’yi (1824-1871), Namık Kemal’i (1840-1888) ve Ziya Paşa’yı (1825-1870) görüyoruz; Ziya Paşa’nın etkisiyledir ki, mürebbiyesi olduğu -geleceğin V. Murad’ı-Şehzade Murad Efendi ile, kardeşleri Nurettin ve Kemalettin efendiler Masonluğa gelip girerler. (10)

Burada Namık Kemal üzerinde durmak isteriz; çünkü, hem Bektaşi hem Mason olan ünlü kişiler arasında biridir. (11)Söz konusu listeye, Abdülhak Hamid’i ve bir sonraki kuşaktan Filozof Rıza Tevfik’i ve İttihat ve Terakki Komitesi’ne üye olan Şeyhüslislam Musa Kazım Efendi’yi, bir de Bektaşi babası, yüksek dereceden Mason ve ünlü bir Jön Türk olarak Talat Paşa’yı ekleyebiliriz.

Genç Osmanlılar hareketinin yaratıcılarından biri olan Namık Kemal, hiç olmazsa ana yönünden- bir Bektaşi ailesinde dünyaya geldi. Gençlik eserlerinde Fuzuli’nin ünlü mersiyesi, Kerbela şehitlerine adanmış Hadikat-us-su’ada’dan (Mutluluğa Ermişlerin Bahçesi) etkilendi. Gençliğinin şiir defterlerinde, Hz. Ali’ye övgüyü dile getiren şiirler bulunuyor. (12)Öte yandan, Namık Kemal, Bektaşilerin sadece liberal ve ilerici düşüncelerinden değil, onların zengin edebiyatı, şiiri ve müziğinden de etkilendi.

Bununla beraber, sürgün dönüşü, Masonluğun çekiciliğine uğradığında, girdiği Doğu Birliği değil, bir Yunan Locası olan, İstanbul’da 1868’de kurulmuş İ Prodos (ilerleme) oldu. Söz konusu Locanın başkanı Alexandre Ismyrides idi; ne var ki, onun yerine, 31 Aralık 1870’te Şehzade Murad’ın bir dostu geçti. (13)Bu Loca, Fransa’nın Maşrık-ı Azam’ına bağlıydı; ancak, üyeleri çoğunlukla Rum ve Türklerdi. 1872 Ekim tarihli bir sayımda, Locanın toplam altmış sekiz üyesinden on dokuzunun Türk olduğu görülüyor; söz konusu Türkler arasında şu adı da okuyoruz: Kemal, Mehmed Namık, yazar.

Şurası da ilginç: Namık Kemal, Fransa’da yıllar geçirmiş de olsa, bir Fransız Locasını değil bir Yunan Locasını yeğledi. Bunu yaparken de, Tanzimat Fermanı’nın önerdiği bir ülküye bağlanıyordu: Soyları ve dinleri ne olursa olsun, imparatorluğun bütün uyrukları arasında eşitlikti bu.

Namık Kemal, Osmanlı Vatanı’na derinden derine bağlı durumdaydı; ne var ki, soy ve din farkı gözetmeksizin, İmparatorluğun bütün uyruklarına açık, liberal bir Osmanlı vatanı idi bu. Namık Kemal, bu konuda Bektaşilerin savundukları bir ülküyü izliyordu: Hoşgörü anlayışı, dinler üstü oluş, ilerleme, ruhban karşıtlığıydı söz konusu ülküde. Onların bu ilerleme yandaşı ve ruhbana karşı oluşları yüzündendir ki, Atatürk, Türkiye’de laik bir devletin kuruluşu yolundaki çabalarını sürdürürken, gidip Bektaşilerin desteğini aramıştır. Gerçekten de, 22 ve 23 Aralık 1919’da Sivas Kongresi’nin arkasından Ankara’ya giderken, Kemal Atatürk, mücadelesinde Bektaşilerin desteğini sağlamak için Hacı Bektaş’da durakladı. O gün bu gündür, her yılın 22 ve 23 Aralık günleri, Hacıbektaş’ta bu ziyaret anılır durur.

Sözlerime son verirken, günümüz Türkiye’sinde laik değerlerin savunulmasında Bektaşilerin ve aynı zamanda Alevilerin üstlendikleri önemli rolün altını çizmeliyim.

Buraya kadar hep Bektaşilerden söz ettim; Çünkü, Osmanlı imparatorluğu Avrupa’daki topraklarını elinde tuttuğu sürece, önde gelenler onlardı. Gerçekten, Trakya’da ve Balkanlarda iyiden iyiye kök salmış olanlar Bektaşilerdi ve Osmanlı seçkin sınıfının bir parçasını oluşturuyorlardı. Ne var ki, imparatorluk Avrupa’daki eyaletlerini yitirince denge de alt üst oldu; günümüzde ise ön planda gelenler Alevilerdir ve Bektaşiler arka plana itilmiş haldeler.

Sosyal durum da değişti: Yüzyıllar boyu, Aleviler, Anadolu’nun kırsalına itilmiş az çok cahil kitlelerdi; Bektaşiler ise, kent merkezlerinin dolayına yerleşmiş bir halde, örgütlü bir tarikat yaşamı sürüyor ve aydın tabakanın bir parçasını oluşturuyorlardı.

Günümüzde Aleviler, gün ışığında yerlerini git gide ele geçirir durumdalar. Ne yana bakılsa görülür onlar: Aydınar, üniversiteliler, yazarlar siyaset adamları arasında yerleri vardır. Sadece ülküleri değişmedi: Hoşgörülüdürler, ilerlemeye açıktırlar, özgürlüklerin ve demokratik fikirlerin yandaşıdırlar ve  laik devlet anlayışına bağlılıklarını sürdürüyorlar.

Türkiyede Aydınlanma ve Bektaşiliğin Rolü
Irene Melikoff  (Çeviri: Prof.Server Tanilli)


Kaynaklar :
1 Bkz. Irene Melikoff, L’Ordre des Bektachis apres 1826, TUURCICA, 1983, s.155-178
2 Bkz. Irene Melikoff, L’Origine sociale des premiers Ottomans dans The Ottoman Emirate (1300-1389) Institute for Mediterranean Studiees: Halcyon Days in Create I (A Symposium held in Reethymnon, 11-13Jan. 1991), Create University Press, Rethymnon, 1993, s.135-144.
3 Bkz. Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir İskan ve kolonizasyon metodu olarak vakıflar ve temlikler I. İstila devirlerinin kolonizatör Türk dervişleri ve zaviyer, Vakıflar Dergisi V, 1942, s.279-386.
4 Bkz. Irene Melikoff, Un ordre de derviches olonisateurs: Les Bektachis, Memorial Ömer Lütfi Barkan, Paris, 1980, s.149-157 (Biblioteque de I’Institut Français D’Etudes Anatoliennes D’İstanbul, XXVIII.)
5 Bkz. Irene Melikoff, Les Voies de penetration de I’helerodoxie islamique en Thrace et dans les Balkans aux XIV-XV siecles, The Via Egnatia Under Ottoman Rule (1380-1699), Institute for Mediterranean Stuudies, Halcyon Days in Create II (A Symeposium held in Retthymnon, 9-11 Jan. 1994) Creeate Universitiy Press, Rethymnon, 1996, s.159-170.
6 Bkz Türkiye’de Masonluk hakkında bkz. Ebüzziya Tevfik’in “Farmasonluk”, in Mecmua-i Ebüzziya, 18 Cemaziyilahir 1329 (1913-1914), s.683-686; Prof. Bedi N. Şehsüvaroğlu, Türkiye Masonluk tarihine bir bakış, Türk Yükselme Cemiyeti İdeal Kolu, XXV. Kuruluş Yıldönönümü Hatırası, İstanbul, 1964. Aynı yazarın, Dinlerde ve Tarikatlarda Sembolizm-Remizler (Antik Doğu Medeniyetlerinde, eski şark Dinlerinde, Fütüvvet Ehlinde, İslamiyet’te, Ahilerde, Bektaşilik ve diğer Tarikatlarda, Masonlukta), İstanbul 1973; İlhami Sosyal, Türkiye ve dünya da Masonluk ve Masonlar, İstanbul 1973.
7 Bkz. E. Ramsaur, The Bektashi Dervishes and the Young Turks, Moslem World, XXXII, Jan. 1942, s. 7-14; aynı yazarın, The Young Turks-Prelude to the Revolution of 1908, Beeyrouth 1965 (reedition), s.102-114. Aynı zamanda bkz. F. W. Hasluck, Christianiity and İslam under the Sultans, Oxford 1929, s. 595-620.
8 Bkz. Paul Dumont, La Turquie dans les archives du Grand Orient de France. Lees loges maçonniques d’obedience française a İstanbul du milieu du XIX siecle a la veille de la Premiere Guerre Mondiale, J. L. Bacque-Grammont et Paul Dumont, Economie et Societees dans I’Empire ottoman. Paris, 1983, s.171-201.
9 Bkz. Irene Melikoff, Le Prince Mustafa Fazıl et I’intelligentsia ottomane, I. Melikoff, De I’Epopee au Mythe. İtineraire turcologique, İstanbul 1995, s. 193-199.
10 Bkz. Constantin Svolopoulos, L’Initiation de Mourad V a la Franc-maçonnerie par Cl. Scalieri: Aux origines du mouvement liberal en Turquie, Balkan Studies, vol. 21, no 2, 1980, s.441-457.
11 Bkz. Irene Melikoff, Namık Kemal’in Bektaşiliği ve Masonluğu, Tarih ve Toplum, Aralık 1998, s.337-339.
12 Bkz. Şerif Mardin, The Genesis of Young Ottoman Thought. A Study in the Modernization of Turkish Political Ideas, Princeton University Press, s.258-288. bkz. Ömer Faruk Akun’un, İslam Ansiklopedisi’ndeki “Namık Kemal” yazısı.
13 Bkz. Constantin Svolopoulos’un 10 no.lu dipnotta anılan yazısı ile, Paul Dumont’un 8 numaralı dipnotta gösterilen yazısı.

2 Yorumlar

  1. Yorumunuz beklemeye alınmıştır.
    Yayınlanması için yorumda yeralan iddia için kaynak göterilmesi gerekiyor.

  2. Alevilik ve aleviliğin çoğunlukla dolanarak tanımlanmaya çalışıldığı kanısındayım.Zira asırlardır zulme uğrayan,katledilen, devletçe resmi din olarak kabul edilen sunni islam tarafından sapkın inanç sahıpleri olarak dışlanan aleviler,kendilerini ifadede hep takiyye yapmak zorunda kalmışlardır.
    Bektaşilik,genelde devletle uyumlu ve siçkinler tarafından dile getirildiği için uzun süre kolonizatör bir tarikat olarak Osmanlı tarafından sempatiyle karşılanmış,ancak kendinden beklenen verim alındıktan sonra ,tekke ve zavileri kapatılarak veya Nakşi şeylerine devredilerek dışlanmıştır..
    Oysa aleviler yeni yeni kendilerini az da olsa örgütlü olarak ifade olanaklarını bulmuşlardır.Ancak takiyye hala devam etmektedir.İslamın temeli olan “yaradılış” ile aleviliğin temeli olan”varoluş” felsefelerinin özü açıkça ortaya konmadıkça aleviliğin anlaşılma olanaklı değildir.Bu temel farklılıktan dolayı da alevilikle-islamın ne kadar bağdaştığnğn açıkça tartışılması gerekir.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz