“Yani, biz kendi çocuklarımızı da bir yandan öldürüyoruz” diyen Sinan Çetin’i nereye koymalı

Marlon Brando, 1972 yapımı The Godfather (Baba) filminden dolayı aldığı Oscar ödülünü reddetti. Gerekçe olarak, ABD’nin yaptığı Kızılderili katliamını gösterdi. Oyuncu Jean Seberg, ABD’deki siyahi direnişin örgütü ‘Kara Panterler’e açıktan destek verdi. İngiliz oyuncu Vanessa Redgrave, İngiltere’deki işçi sınıfının ve göçmenlerin sorunları ile bire bir ilgilendi, hala ilgileniyor. Fransız düşünür J. Paul Sartre, Cezayir bağımsızlık mücadelesinin aktif militanı oldu. Bildiğiniz gibi Cezayirliler, Fransızlara karşı mücadele veriyordu ve Sartre bir Fransız’dı.Oyun yazarı Harold Pinter, yasaklanan dil Kürtçe’nin üzerine ‘Dağ Dili’ adlı eseri yarattı. İngiliz müzik grubu Beatles, dünya barışı için şarkılarını seslendirdi. Akademisyen Edward Said, elleriyle İsrail askerlerini taşladı. Sinema oyuncusu Sean Penn, işgal altındaki Irak’ta ‘savaşa hayır’ diye bağırdı. Aktör Yves Montand, Fransız kapitalizminin en büyük karşıtlarından biriydi. İtalyan yönetmen Vittorio De Sica, faşizmin hüküm sürdüğü İtalya’da, direnişçi ruhu ölüm pahasına beyaz perdeye taşıdı.

Bu tarz örnekleri çoğaltmak mümkün. Aydın: çok bilen, iyi oynayan, güzel çeken, kadeife sesli olmak değil. Aydın, çağına tanıklık etmek demektir. Ülkesinde ve dünyada yaşanan haksızlıklara, baskılara, savaşlara karşı tavır koyabilmektir. Onun için, yukarıda adı geçenlere aydın, sanatçı deniliyor. 2. Dünya Savaşı sonrası, bütün dünyada popüler kültür egemen hale geldi. Fakat bir çok ülkede, ciddi ve seçici bir kitle de hep oldu. Onun için Yves Montand hala Fransa’nın en iyi 2-3 aktöründen biri sayılır. ‘Sartre Fransa’dır’ sloganı hala geçerlidir. Bizde ise, bütün ülke popüler kültürün esiri oldu. Ciddi bir aydınlanma süreci yaşamayan Türkiye’nin düştüğü bu durum, bir aydın damarın da ortaya çıkmasını engellemiş oldu. Ortaya çıkan isimler ise, popüler kültürün esiri olmuş bir toplumda herhangi bir ağırlık etkisi yaratmadı, söyledikleri gündem yaratmaya yetmedi. Eğitimsiz bir toplumda, onlar vatan haini, entel ekibi sayıldı. Bundan dolayı, Sezen Aksu’nun, Bülent Ersoy’un, Sinan Çetin’in söyledikleri  önemli. Söylediklerini önemli yapan, tarihsel bir perspektife sahip olmalarından kaynaklı değil (öyle bir arka planları yok). Önemli, çünkü popüler kültürün bir parçaları olmaları, onların söylediklerini medya aracılığı ile gündemleştiriyor. Bu da ciddi bir domino etkisi yaratıyor.

Bülent Ersoy: ‘Anne olsam çocuğumu bu savaşa yollamazdım, benim savaşım değil bu. Çocuğum olacak yetiştireceğim, birisi gelsin çatışsın ölsün diyecek, kabul edemem’ demişti. Sezen Aksu, Kürt sorunu konusundaki duyarlılığını defalarca ortaya koymuş biri. En sonunda, yönetmen Sinan Çetin, söyledikleri ile gündeme oturdu. İsmin Sinan Çetin olması, Bülent Ersoy’un çıkışından daha şaşırttı herkesi. Çiçek Abbas gibi çok iyi bir film çeken Çetin, sonrasında sol düşünceden kopup, tövbekar oldu. Bunu bütün ülkeye anlatmak için de, 1986 yapımı Prenses filmini çekti. Sol bir örgüt içine, arabesk tarzı bir kadın figürü koyan, sol düşünceyi mahkum etmek için son replikleri hep karşıt düşünceye veren bir filmdi. Bu filmin sanatsal hiçbir değeri yoktu. Karakterler karaikatürize, diyaloglar şabloncu, kurgu akıllara durgunluk vericiydi. Zaten film unutuldu gitti. Ardından da, kapitalist pazarlama tekniğinin yönetmeni olarak habire reklam filmi çekti. Bir müddet sonra Sinan Çetin, Yılmaz Güney tartışması vesilesi ile tekrar boy gösterdi. Yılmaz Güney politik filmler yapmasa, daha büyük yönetmen olurdu diyecekti. Yılmaz Güney’i, dünyanın en iyi yüz yönetmeni arasına sokan şeyin, yaptığı politik filmler olduğunu unutarak. Şimdi, bambaşka bir kadrajdan bize bakıp konuştu. TBMM’nin 90. yıl kutlamaları çerçevesinde yapılan etkinliğe katılan Çetin: ‘Christmas nedeniyle gittiği Almanya’da, ‘Berlin in Berlin’ filminde oynanan Armin Block’un açılım sürecine ilişkin, ‘Sizin oradaki savaş bitti mi’ diye sorduğunu anlatan Çetin, şunları söyledi: ”Hangi savaş’ dedim, ‘Hani sınırda birbirinizle savaşıyorsunuz’ dedi. ‘Biz başka bir ülkeyle savaşmıyoruz, o bombaları kendi ülkemizin içerisine atıyoruz’ dedim. ‘İnanmıyorum’ dedi. Üstelik orada ölen çocuklarımızın hepsinin üstünden Türkiye Cumhuriyeti hüviyet belgesi var. Yani, biz kendi çocuklarımızı da bir yandan öldürüyoruz. Armin buna hiç inanmadı, ben hala ona anlatabilmiş değilim.’ Kabul etmeliyiz ki, çarpıcı bir konuşma yaptı. Geçmişi belli olan Sinan Çetin’in bu konuşmasını nereye koymamız gerekiyor? Evet! Çetin, hiçbir şekilde, girişte verdiğimiz örneklerle uyuşmuyor. Toplumsal bir refleksten nefret eden biri. Ama yine kabul etmeliyiz ki, bu Sinan Çetin için cesur bir konuşma. Söyleyenin popüler bir figür olması, anında kamuoyu yarattı. Bu etkili konuşma, Çetin’i kahraman yapmaz ama alkışlamamayı da gerektirmez.

Bu tür figürler çoğalmalı, konuşanları yalnız bırakmamalı. Aksine, onların Kürt sorununu anlatacak filmler yapmalarını, kitaplar yazmalarını, şarkılar söylemelerini teşvik etmeliyiz. Türk toplumu popüler kültürden besleniyorsa, popüler ikonların da hayati konularda mazlumlardan yana konuşmaları, etki-tepki anlamında ciddi katkılar sağlayacaktır. Kimse kolay kolay Sartre olamaz. Önemli olan, hepsinin toplamından, bir Sartre etkisini açığa çıkarmak olmalı.

Sinan Çetin’i nereye koymalı
Doğan Durgun ( 10/01/2010- Günlük)

1 Yorum

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz